Anadolu Türk Beylikleri Sanatı


Kırkyedinci Bölüm Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri / Bâbür İmparatorluğu



Yüklə 12,18 Mb.
səhifə68/95
tarix17.11.2018
ölçüsü12,18 Mb.
#83030
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   95

Kırkyedinci Bölüm

Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri / Bâbür İmparatorluğu


A. Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri

Hindistan'da Kurulan Türk Devletleri / Prof. Dr. Salim Cöhce [s.689-730]

İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Afganistan’ın kuzeyde Garcistan, batıda Herat, güneyde Germsir ve Nimruz ve doğuda Kabil-Kandahar ile sınırlanan dağlık Gur bölgesinde ortaya çıkan1 ve oraya nisbetle isimlendirilen Gurluların menşeleri hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Her ne kadar kendilerini efsanevî Şensâbânî Hanedanına2 bağlamak isteseler de, bu topluluğun Türk soyundan geldiğine dair kuvvetli belirtiler mevcuttur.3 Selçukluların Oğuz darbeleri altında dağılmasından istifade ile güçlenen Gurlular Türk memlûklardan kurulu ordularıyla kısa sürede İslâm dünyasında önemli bir güç haline geldi. Onikinci yüzyılın sonlarına doğru İran hariç, Gaznelilerin hakim oldukları bütün toprakları ele geçiren bu topluluk, biraz da kuzeydeki güçlü rakipleri Harezmşahlar Devleti sebebiyle güneye yönelmiş ve tamamen Türk memlûklardan teşekkül eden ordularla Hindistan’a seferler düzenlemiştir.4 Bu yöneliş özellikle Mu’izz ed-dîn Muhammed Gûrî’nin Gazne’ye hakim olmasından sonra daha belirgin bir hale gelecektir.5 Bu sırada Hindistan, feodal devletçikler halinde raca ve maharacalar tarafından yönetilmekteydi.6 Pencâb yöresinde ise Lahor merkez olmak üzere Gazneliler hakim bulunuyordu.

1176’da, daha çok Türklerden meydana gelen ordusu ile Karmatîlerden Multan’ı alan Mu’izz ed-dîn Muhammed, bir yıl sonra Ucc üzerine yürüyerek Raca’nın hanımının ihaneti sayesinde burayı zaptetti.7

1178’de Ucc ve Multan yoluyla Nahravala (; Gucerat) yönünde harekete geçen Gur Sultanı’nın yolu Nadulu Kelhan’da kesildi. Bölgedeki racalar şiddetle direndi. Bunu değerlendiren tecrübeli Raca Bhim Div, Raçputlardan da destek alarak Gur Ordusunu mağlup etti.8 Bu olay Müslüman Türklerin Hindistan’da uğradıkları ilk önemli yenilgidir.

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, 1180 yılında Gaznelilerin son temsilcisi, Lahor hakimi Husrev Melik’i hakimiyeti altına aldı.9 İki yıl sonra Gakhar arazisine girerek Sialkot’u (; Sakala) zapt etti ve burasını bir hareket üssü haline getirdi.10

Bundan rahatsızlık duyan Husrev Melik’in Gakharlar ile anlaşmasını önlemek üzere Lahor baskı altına alındı. Böylece Gazneli hükümdarına müstakil hareket etme imkan verilmemiş, O’da, bir fil ile birlikte oğlu Melikşâh’ı Sultan Mu’izz ed-dîn’in nezdine göndererek hiç değilse geçici bir süre için barışı sağlamıştı.11Ancak bu sonucu değiştirmeyecek ve 1186’da Lahor’u zapt eden Gurlular, son Gazneli topraklarına da el koyacaklardır.12

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, Pencâb’a tamamen hakim olarak bölgede belirleyici bir konuma yükselirken Tomarasların elinde bulunan Dehli’yi13 zapt ederek Hayber geçidiyle Orta Hindistan ve Ganj düzlüklerini birbirine bağlayan stratejik bir mevkide bulunan bu şehri süratle tahkim eden14 Çauhanların (; Raçputlar) Ecmir Racası III. Prithvi (; Ray Pithora) önemli ölçüde güçlenmiş ve Lahor ile birlikte Kuzey Hindistan’daki Müslüman ahali için tehlikeli bir hale gelmiş bulunuyordu.15 Dolayısıyla Lahor’u zapt eden Gûrlular, Türk askerî ve idarî sistemine benzer bir teşkilatlanmaya sahip olup16 diğer Hindu hükümetlerine göre daha güçlü bir konumda bulunan Raçputlar ile karşı karşıya geldi.

A. Tarain Savaşları

1191 kışında Raçput arazisine giren Türklerden müteşekkil Gûrlu ordusu süratle Taberhinde’yi (; Bathinda) ele geçirerek, Hindistan’ın kapısı sayılan Pencâb’ı Delhi yaylasına bağlayan düzlük üzerinde yeralan Tarain’e (; Tirâorî) kadar ilerledi.17 Burada, Müslümanlara karşı kazandığı başarılardan dolayı hakkında destanlar yazılan Raçputların cesur ve muharip Racası III. Prithvi ve müttefikleri ile karşılaştı. Seçme on iki bin atlıyı Taberhinde’de bırakmış olan Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, kendi kuvvetlerinden kat kat fazla olan ve ikiyüzbin süvari ile dönemin adeta canlı tankları sayılabilecek üçbinden fazla filden oluşan birleşik Hindu ordusuna hücum etmekten çekinmedi.18 Savaşın iyice şiddetlendiği bir sırada, merkez kuvvetlerinin başında bizzat ileri atılan Sultan omuzundan ağır şekilde yaralanmış ve atından düşmek üzere iken Kalaç Türklerinden bir piyadenin olağanüstü gayretiyle Hindu kuşatmasını yararak, mutlak bir ölümden kurtulmuştur.19

Gurlu ordusu büyük bir azimle ve kıyasıya vuruşmasına rağmen netice alamadı. Sonuçta Türkler geri çekilirken, Raçputlar takip etme cesaretini gösteremedi. Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, Gazne’ye dönerken süratle yeni bir seferin hazırlıklarını da başlattı.20 Bu arada savaşın yaralarını saran Çauhanlar, Taberhinde kalesini muhasara etti. Ancak, Kale muhafızı Melik Ziyâ ed-dîn Tulek burasını bir seneden fazla savunmayı başarırken, Sultan hazırlıklarını tamamlamış ve yüzyirmi bin atlı ile Gazne’den yola çıkmıştı.21

Gur Sultan’ı Lahor’a ulaştığında önde gelen komutanlarından Kıvvamü’l-Mülk Rükn ed-dîn Hamza’yı, Taberhinde önlerinden çekilip, Tarain’de kamp kurmuş olan Raca III. Prithvi’ye elçi göndererek, O’ndan Muhammed b. Kasım döneminden beri Müslümanlara ait olan bu bölgeleri geri vermesini veya İslâmiyet’i kabul edip hakimiyeti altına girmesini istedi.22 Bu talep, Mu’izz ed-dîn Muhammed’in yürüttüğü bir psikolojik harekâttı ve Raçput Racasından beklediği sert cevabı almakta gecikmedi. III. Prithvi, bir yandan Raçput ve Afgan atlılarından müteşekkil üç yüz bin kişilik kuvvetiyle harekete geçerken, öte yandan da Hindistan’ın diğer büyük raca ve raelerini yardıma çağırdı.23

Raçputları desteklemek üzere yeniden Tarain sahrasında toplanan yüzelliye yakın raca Sultan’a bir mektup göndererek çekilip gittiği takdirde hiç karışmayacaklarına yemin etmekte ve aksi halde ertesi gün kendisini ezeceklerini bildirmekteydi. Gur Sultan’ı buna Firûzkuhtaki ağabeyinin karar verebileceğini ifadeyle Raçputları oyalarken, ertesi sabah erkenden, hiç beklenmedik bir anda Sarsavati nehrini geçerek düşmanın üzerine atıldı. Onbin süvari dört yandan taarruza geçiyor, oklarını bıraktıktan sonra belirli bir düzen içerisinde geri çekiliyordu. Bu harb oyunu Hindu birliklerinin bütün düzenini alt üst etmiş ve diğer birliklerin kuşatmayı tamamlamasıyla sona ermişti.24 Çok bilinen bu Türk savaş taktiği neticesinde, müttefik kuvvetler tam bir bozguna uğratılırken, kazanılan başarı muhteşemdi. Sonuçta, bir yıl önceki savaşta Sultan’ı yaralayan Handay Rae başta olmak üzere pek çok raca öldürüldü veya esir alındı. Bunlardan birisi olan III. Prithvi’nin oğullarından Rainsi, Ecmir valiliğine tayin edilirken25 bölgedeki Sarsaty, Samana, Kuhram ve Hansi gibi pek çok şehir ve kale ele geçirilerek Raçput mevzilerinin büyük bir kısmı devre dışı bırakıldı.

1192 yılında kazanılan Tarain zaferi Hindistan Türk tarihi bakımından önemli bir dönüm noktası olup, sonuçları itibariyle Malazgirt zaferine benzer. Zira, bu muharebeyi müteakip Kuzey Hindistan’ın önemli şehir ve kasabaları art arda Gurlu hakimiyeti altına girdi.26 Bir başka deyişle Tarain zaferinden sonra Gurlular adına Kuzey Hindistan’ın fethini, önceleri tamamen Sultan Mu´izz ed-dîn Muhammed Gûrî adına hareket eden Türk kumandanlar üstlenmiş ve bu görevi de lâyıkıyla yerine getirmişlerdir.

B. Kuzey Hindistan’da Gerçekleştirilen Fetihler

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, muzaffer bir şekilde Tarain’den Gazne’ye dönerken önemli miktarda bir kuvveti Hindistan’da bıraktı. Bunlar, bölgeye sadece akınlar yapmakla yetinilmeyeceğini dolayısıyla, Gazneli Mahmud’un aksine Sultan Mu’izz ed-dîn’in Hindistan’a hakim olmak istediğini göstermektedir.27 Ancak Gazne’ye ulaşıldıktan sonra Gurluların, Büyük Selçuklu devletinin mirasına konarak Doğu Müslümanlarının liderliğini ele geçirebilmek hususunda rekâbete girdikleri Harezmşâhların sebep olduğu meseleler ağır basacaktır. Zamanla tam bir kör dövüşü halini alacak olan bu meseleler28 sebebiyle Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, Hindistan ile yeterince ilgilenemeyecek, dolayısıyla Hindistan’ın bütün askerî ve siyâsî unsurları başta Aybeg olmak üzere muktedir ve güvenilir Türk kumandanların elinde toplanmaya başlayacaktır. Ona rağmen Gur Sultanı, Harezmşahlar ve bu arada yeni ortaya çıkan Karahıtaylar ile yaptığı mücadeleden fırsat buldukça Hindistan’a gelmiş ve bazı bölgeleri de feth etmiştir.

1. Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in Fetihleri

1194’de Gazne’den harekete geçen Gur Sultan’ı Kannauç ve Benares üzerine yürüdü. Bu arada Gur ordusuna iltihak eden ve ellibin kişilik süvari birliğinin başına getirilen Aybeg29 ve Sipahsalar İzz ed-dîn Hüseyin Harmil ile birlikte Chandvar civarına ulaşan Sultan, burada yollarını kesmek isteyen Hindu kuvvetlerini mağlûp ederek, geri sürdü. Sonunda Cemne nehri kıyısında Chandvar yakınlarında sıkıştırılan Rae Jai Chand savaşa mecbur edildi ve gözüne isabet eden bir okla öldürülerek kuvvetleri dağıtıldı. Bol miktarda ganimet ve üçyüz fil alındıktan sonra Rae’nin hazinelerinin bulunduğu Asni kalesi de ele geçirilerek, Benares dahil Bengale sınırına kadar olan bütün bölge zapt edildi.30

Bir yıl sonra, 1195’de tekrar Hindistan’a giren Gur Sultan’ı Hansi’de Aybeg tarafından karşılandı ve birlikte Thankir üzerine yüründü. Rae Kunvar Pal’in hayatının bağışlanması dileği kabul edilmiş ise de toprakları geri verilmeyerek memlûk asıllı Türk kumandanlardan Bahâ ed-dîn Tuğrul’un yönetimine bırakıldı.31 Buradan hareketle, Hasan Nizâmî’nin Hindistan kalelerinin meydana getirdiği gerdanlıkta bir inci olarak tanımladığı Galyûr (Gwalior)32 üzerine yürüyen Türk ordusu karşısında dehşete düşen Rae Solankhpala’nın derhal on fil ve her yıl muntazam olarak vergi vermek kaydıyla yaptığı sulh teklifi kabul edildi. Buna karşılık Rae’nin topraklarına dokunulmayacaktı. Sonunda Sultan Gazne’ye, hareket ederken Aybeg de, Dehli’ye döndü.33

Galyûr seferinden sonra Türkistan’da ortaya çıkan gelişmeler34 yüzünden Gur Sultan’ı Mu’izz ed-dîn Muhammed, yaklaşık on sene Hindistan’a gelmeye fırsat bulamadı. Bu süre içerisinde Hindistan fetihlerini Aybeg, Bahâ ed-dîn Tuğrul ve Bahtiyâr Halaç yürüttü. Yine bu sırada Gur tahtında değişiklikler olmuş ve 1203’de, ağabeyi Gıyâs ed-dîn’in ölümü Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’i oldukça sarsmıştı. 35

1204 yılında Sultan Mehmed’i mağlup ederek Harezm şehrini kuşatan Mu’izz ed-dîn Muhammed, buradan herhangi bir sonuç alamadan geri dönerken, Belh yolunu kapatan Karahıtaylılar ile Andkhud kalesi36 önlerinde yaptığı savaşı da kaybetti.37 Bunun üzerine bütün Gur ülkesi karışmış ve bir kısım melikler müstakil hareket etmeye başlamıştı.38 Kısa sürede onları itaat altına alan ve bu arada Harezmliler ile de barış yapan Gur Sultan’ı tekrar Hindistan’a yöneldi.39 Ankdhud yenilgisini haber aldıktan sonra genel bir ayaklanma başlatarak Pencâb bölgesinin güvenliğini tehdit eden Gakharlar, 1205 yılında şiddetle ezildi. İkiyüz bin kişi kılıçtan geçirilirken Sultan, sadık adamlarını, bu arada Hindistan’da gittikçe yükselen Aybeg’i de cömertçe mükâfatlandırdı.40 Karahıtaylar üzerine yürümek için Lahor’dan hareket ettikten sonra Daniya’da (: Damyak) mola verildiği sırada, Gakhar fedaileri’nin ağır bir şekilde yaraladığı Sultan Mu´izz ed-dîn Muhammed, 15 Mart 1206 tarihinde öldü.41

2. Aybeg’in Fetihleri

Tarain zaferinden sonra Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, Kuhram ve Samana valiliğine atadığı Aybeg’i, Kuzey Hindistan’ın büyük bir bölümünü içine alan Çauhan memleketlerini de tamamen fethe memur etmişti.42 İlk anda kendisine havale edilen Kuhram ve Samana yöresini tam olarak itaat altına alan bu Türk Meliki, derin ve geniş hendeğiyle tanınan Merut kalesini feth ettikten sonra süratle Dehli üzerine yürümüş ve bu önemli merkezi zapt etmiştir.43

Eylül 1192’de Aybeg, Gücerât tarafları ve Nahravala meselesiyle ilgilendi. Bölge racalarından Jitwan isyan etmiş ve Hansi’yi kuşatmıştı. Aybeg’in süratle üzerine geldiğini öğrenen Raca kuşatmayı kaldırıp hızla kaçma çalıştı ise de, İndus nehri üzerindeki Bakar (; Bakhar) önlerinde savaşa mecbur edilerek ortadan kaldırıldı. Hansi tekrar tahkim edilerek ele geçen büyük ganimetle birlikte Kuhram’a dönüldüğü sırada zafer haberi de Gazne’ye ulaşmıştı. Aynı zamanda gönderilen önemli miktardaki hediye Gûr Sultanını ziyadesiyle memnun etmiş olmalı ki, Aybeg’e pek çok imtiyaz, bu arada çevredeki racalıklar üzerine de seferler düzenleme serbestisi verildi.44

Renthembur racası Rainsi’yi tehdit eden Hari Raca’yı etkisiz hale getiren Aybeg,45 Türkleri bu şehirden atmak üzere harekete geçen Dehli’nin eski racasını da ortadan kaldırdı. Bu arada, isyan etmiş bulunan Ecmir Racası tekrar hakimiyet altine alındı. Bağlılıktan ayrılmayan Rae Kolah’a hilat giydirilip iltifat edilirken, O da, karşılığında değerli hediyelerle birlikte üç altın kavun hediye etmiştir.46

Sultan’ın davetlisi olarak 1193 yılında Gazne’ye ulaşan Kutb ed-dîn Aybeg’e iltifat edilmiş, adeta hediye yağmuruna tutulmuştur. Kışı orada geçiren bu ünlü Kumandan, geri döneceği sırada tehlikeli bir hastalığa yakalandı ise de Sultan’ın tabiblerinin ihtimamı sayesinde kurtulmayı başardı. Hindistan’a dönerken uğradığı Kirman’da Mu´izzî meliklerinden Tac ed-dîn Yıldız tarafından fevkalâde bir törenle karşılanan bu Aybeg, Sultan’ın arzusu doğrultusunda Yıldız’ın kızıyla evlendi ve haremiyle birlikte Dehli’ye döndü.47

Aybeg, 1194 yılında, iki ay süren şiddetli bir muhasaradan sonra Koil’i (; Aligarh) fetheden Aybeg, Cemne nehri boyunca doğuya ilerlemiş ve pek çok gazada bulunmuştu.48 O sırada Hari Raca’nın Alvar tepelerinden inerek tekrar Ecmir üzerine yürüdüğü haberi geldi. Raca, yeğeni Rae Kolah’ı yenerek Renthembur’u tehdit etmeye başlamıştı. Bunun üzerine harekete geçen Aybeg, kaçmak isteyen Hari Raca’yı savaşa mecbur etmiş ve Ecmir kalesine sığınan Raca, kurtuluşunun olmadığını görüp, intihar ederken, Türk birlikleri bu kaleyi yeniden ele geçirmiştir49.

Kutb ed-din Aybeg, 1195 yılının sonlarında Ecmir’in düşüşü üzerine teessüre kapılan ve bir cephe oluşturmaya çalışan Raçputlara karşı harekete geçti. Hindular, böyle bir seferi beklediklerinden hazırlıklı idi. Onun için şiddetle direndiler. Ertesi gün Nahravala kuvvetlerinin yetişmesi iyice güçlenmelerini sağladı. Bunun üzerine Raçputlar taarruza geçti ve bazı Türk komutanları şehid ederek, Aybeg’in de atını yaraladı. Hiç hesapta olmayan bu sonuç karşısında Türk ordusu Ecmir’e kapanmak zorunda kaldı. Hindular kaleyi kuşatıp, çevreyi de tahrip etti iseler de bir kaç ay sonra Gazne’den gönderilen yardımcı kuvvetlerin yetişmesi üzerine hızla geri çekildiler.50

Ocak 1196’da Nahravala üzerine yürüyen Aybeg, 3 Şubat 1196’da, öğleye kadar süren zorlu bir savaş neticesinde Gücerat Raesinden intikamını aldı. Burada yetmişbin esir, yirmi fil ve muazzam bir ganimet elde edildi. İbret olması açısından ellibin esir hemen orada kılıçtan geçirildi.51 Ecmir yoluyla Dehli’ye dönen Aybeg, ganimetten büyük bir payı Gazne’ye yolladıktan sonra, başarılı komutanlarını da taltif etmiştir52.

1196-1202 yılları arasında Hindistan’da geçen olaylar hakkında Târih-i Fahr ed-dîn Mübârekşâh haricindeki kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Bu dönem, aynı zamanda Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in Hindistan’dan uzak kaldığı yılları içerisine alır. Mübârekşâh’ın kayıtlarına göre ise, 1197’de Bedaun,53 1198’de Kannauç, 1199’da Malva ve civarı ile 1200’de Galyûr fethedilmiş, 1202 yılında Kalinca, Paramardi Deva’nın elinden alınıp Kalpi bölgesinin merkezi Mahoba’ya girilmiştir.54 Bütün bunlara rağmen 1201’de itaatını arz etmek üzere Gazne’ye hareket eden Aybeg’e izin verilmeyip, geriye dönmesinin emredilmiş olmasını izah etmek güçtür.55 Ama, bu ziyaret 1204’de gerçekleşmiş ve bu Türk komutanı yine fevkalâde bir törenle karşılanmıştır.

Andkhud kalesi önlerindeki mağlubiyetten sonra Gazne’de bırakılan Yıldız bile müstakil hareket etmeye başlamışken56 Sultan’a bağlı kalan Kutb ed-din Aybeg, 1205’de Gakharların büyük bir mağlubiyete uğratılmasında önemli rol oynamıştır. O sebeple kendisine, Gûr Sultanı adına Hindistan işlerini yürütme yetkisi ve “Çetr ile Melik (: Sultan)” ünvanı verilmiştir.57

3. Melik Baha ed-dîn Tuğrul’un Fetihleri

Disiplinli, adil ve cömert birisi olan Melik Baha ed-dîn Tuğrul, Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed Gurî’nin eski memlûklarındandı. İyi bir eğitim aldıktan sonra yükselmiş ve önemli mevkilerde bulunmuştu. 1195’de, yeni fethedilen Thankir’i yönetmekle görevlendirildi. Onun üzerine bu bölge Hindistan ile Horasan’ın çeşitli yörelerinden gelip, yerleşen sanatkar, esnaf ve tüccar sayesinde kısa sürede zengin ve müreffeh bir yer haline gelecektir.58 Ama, Thankir kalesi Baha ed-dîn Tuğrul ve birliklerinin beklentilerini karşılamıyordu. Zira, Onlar feth edilmesi çok zor olan Galyûr’u zapt etmek gayesinde idi. Bunun için Biyane bölgesinde Sultan-kut şehri ve kalesini kurdular. Ama bu çaba da bir netice vermedi. Sonuçta Galyûr’a çok yakın bir yerde inşa ettikleri kaleden akınlara başlamaları üzerine Aybeg’e müracaat Pariharalar, şehri ona teslim etti. Bu olay Aybeg ile Tuğrul arasında büyük bir gerginliğin doğmasına sebep oldu. Her iki tarafın da savaşa hazırlandığı bir sırada Tuğrul’un ölümü ile mesele kapanacaktır.59

4. Muhammed Bahtiyâr Kalaç’ın Fetihleri

Gur bölgesinde, Hilmend nehri boyunda yaşayan Kalaç Türklerinden olan Muhammed Bahtiyâr, Germsir’de dünyaya gelmiştir. Amcası Muhammed Mahmud, Hindistan’da Aybek’in maiyetinde bulunuyordu. O da, bu yolu takip ederek Gur Ordusuna girmek istedi. Ancak dikkati çeken bir özelliği olmadığı için Gazne ve Dehli’de iş bulamadı.60 Fakat, Bedaun muktisi Sipahsalar Hasan-ı Edib’in hizmetine girmeyi başardı. Burada bir müddet çalıştıktan sonra küçük bir birliğin başında Hindulardan alınan bir kalenin muhafızlığına atandı. Bu sırada Amcası Kaşmandî tımarının sahibi olmuştu. O’nun ölümü üzerine buraya el koyan Muhammed, çevreye yaptığı akınlar sonunda maiyetindekilere büyük malî kazançlar sağlamaya başladı. O yüzden, gün geçtikçe askeri ve itibarı arttı. Bunun üzerine Oudh hakimi Melik Hüsam ed-dîn Ağılbeg, Ganj ile Sun nehri arasında bir bölgeyi kendisine verdi.61 Burasını üss haline getiren Muhammed Bahtiyar, 1202’de çok cüretkâr bir sefere girişerek, Bihar’a kadar ilerledi ve orayı feth etti.62

Bihar’ın fethinden sonra şöhreti iyice artan Muhammed Bahtiyâr, Kutb ed-dîn Aybeg’e bağlılığını göstermek üzere yanında sayısız hediye ile Dehli’ye hareket etti. Burada müstesna bir şekilde karşılandı ve takdir edildi. Memlûk menşeli değildi. Muhtemelen iyi bir eğitim de görmemişti. Bu yüzden merkezdeki bazı emirlerin kendisini kıskandıkları anlaşılıyor. Ama O, Dehli’den Bihar ve Lakhnauti hakimiyetinin tanındığını bildiren ferman yanında Hilat ve Hutbe okutma izniyle yeni fetihlere başlaması emrini de almış olarak döndü.63

Hemen harekete geçen Muhammed Bahtiyâr, Hindistan’ın büyük siyasi unsurlarından biri olan Raca Lakhmaniah’ı (: Lakşman Sena) mağlup etti.64 Ertesi yıl, 1203’te asıl kuvvetlerden ayrılarak, onsekiz kişi ile Bengale’nin merkezi Nadia’yı (: Nudia) hazineleri, filleri ve pek çok ganimeti ile birlikte ele geçirdi ve yerle bir etti.65 Nadia’nın yerine bölgenin merkezi haline getirdiği Lakhnauti’yi66 kısa sürede okul cami ve mescidler ile süslediği gibi çevresini de imar etti. Onun üzerine çok sayıda Türk, ailesi ile birlikte gelerek buraya yerleşti.67

Muhammed Kalaç’ın maiyetindeki askerin sayısı artık on binlerle ifade edilmeye başlanmıştı. Bunların çoğunluğunu Afganistan taraflarından gelen ve Hindistan’da daha iyi imkanlara sahip olmak isteyen Kalaçlar teşkil etmekteydi. Bunlar kendi kabilelerinden birisinin, o zamana kadar hiçbir Türk melikinin cesaret edemediği bir işe girişerek doğuda açtığı bu “gaza uç”unda üst üste kazandığı başarıları duyuyor ve akın akın O’nun hizmetine koşarak etrafında toplanıyorlardı.68 Bu arada yakın akrabalarının da hizmete girdiği görülüyor. Muhammed Kalaç, hepsine tımarlar tevcih etmiş, bu arada bazı küçük seferlere de onları yollamıştı. Böylelikle Lakhnauti, kısa sürede İslamî bir çehre almış ve Tibet taraflarına yapılan akınlar için bir üss olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1205 yılında Lakhnauti Kalaç Sultanlığı’nın temellerini atan Muhammed Bahtiyâr, aynı zamanda büyük bir projeyi yürürlüğe sokabilmek için de bütün gücüyle hazırlanmaktaydı. Sonunda Kamrup meselesini hallederek, on bin atlı ile meşhur Tibet seferine çıktı.69 Bu Türk kumandanı Tibet’e çeken şeyin ne olduğu bilinmemektedir. Ayrıca bu kadar uzak bir ülkeye, çok az geçit veren bir araziden gitmek istemesinin sebebi ne idi? Bu soruya mevcut bilgilerle tatmin edici bir cevap bulmak mümkün olmuyor. Neticede O, bu maceradan her yönden yıpranmış bir şekilde ve sadece ikiyüz kişiyle dönebilecektir.70

Muhammed Bahtiyâr Kalaç, Lakhnauti’de fazla kalmadı ve ülkenin diğer büyük şehri olan Div-Kod’a geldi. Orada da rahat edemedi ve yüreğindeki acının ağırlığıyla hastalanarak yatağa düştü.

Başına gelen bütün bu felaketlerin bir sebebi olduğuna inanıyordu ve talihinin dönmesini Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in başına gelen bir felâkete bağlamaktaydı. Halbuki, O’nun ölümü kendisine haber verilmemişti. Ama, çevresine söylediklerinden Gazi İhtiyâr ed-dîn Muhammed Bahtiyâr Kalaç’ın bunu hissettiği anlaşılıyor. Neticede, O da, efendisi gibi 1206’da son nefesini verdi.71

C. Mu’izzi Melikleri

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, her ne kadar başlangıçta ağabeyi Sultan Gıyâs ed-dîn’e bağlı idiyse de, O’nun 1203’de ölümünden sonra tamamen müstakil hareket etmiştir. Aslında Hindistan, Mu’izz ed-dîn’in kendi adına fethedilen bir yer olması sebebiyle mülkü sayılıyordu. Bundan dolayı da kendisine varis olarak gösterdiği Memlûk kumandanlarına kalmıştır.72

Türkleri çok seven, onları hizmetine alıp yüksek mevkilere tayin eden Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in yanılmadığı zamanla anlaşılmış, Gurluların hakim olduğu diğer bütün topraklar 1215’de Harezmşâhların eline geçmiştir.73 Ama, Hindistan’da hakim olunan yerler, siyâsî varlığı 1857’ye kadar devam eden ve tesirleri günümüze kadar ulaşan bir hakimiyetin temellerini teşkil edecektir. Bu sonuç, O’nun ölümünden sonra Kirman ve Gazne’de Yıldız, Sind’de Kabaca ve Dehli’de de Aybeg’in iktidarı ele almasıyla sağlanabilmiştir. Esasen Gurlular adına Kuzey Hindistan’ın fethi, daha sonra Babur’da görüleceği gibi sadece bir kişinin, yani Sultan Mu’izz ed-în Muhammed’in şahsî gayretine dayanmayıp, başlangıçta O’nun adına hareket ettikleri için kaynakların “Mu´izzî Melikleri” diye adlandırdığı74 Türk kumandanların ortak çabalarının bir neticesiydi.75 Dolayısıyla hanedana mensup diğer Gur melikleri bu topraklar üzerinde hiç bir hak iddia etmedi.

1. Tac ed Dîn Yıldız

Mu’izzî meliklerinden Yıldız, Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed tarafından küçük yaşta hizmete alınmış bir Türk idi. Dürüstlüğü ve güzel görünüşüyle dikkati çekmiş ve emir rütbesi ile şereflendirilerek Sankran ve Kirman valiliklerine atanmıştır. Sultan nezdinde büyük itibara sahip olan bu Türk Emir, iki kızından birini Aybeg’e, diğerini de Kabaca’ya vermişti.76

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, 1205’te Hindistan’a son seferini yaparken mutad olduğu üzere yine Kirman’a uğramış ve Yıldız, kendisini her zaman olduğu gibi karşılayarak bin elbise takdim etmişti. Sultan, bunlardan birisini bizzat kendisine ayırırken Yıldız’a hil’at giydirmiş ve birliklerine siyah üniforma tahsis etmek suretiyle ölümünden sonra Gazne tahtına O’nun geçmesini arzu ettiğini belirtmişti. Sultan’ın suikasta uğramasından sonra, diğer Gur emir ve melikleri Firûzkuh’taki Sultan Mahmud’u Gazne’ye çağırmışlarsa da, O, bunlara iltifat etmemiştir.77 Sonuçta Yıldız, Tac ed-dîn ünvanını alarak Gazne’de Gur tahtına oturdu. Kısa sürede bütün bölgeyi hakimiyeti altına alarak bir karışıklığa fırsat vermedi.

Tac ed-dîn Yıldız, Gazne ve çevresinde işleri düzene koyduktan sonra aniden Lahor üzerine yürüdü. Pencâb’ı kaybetmek istemeyen Aybeg, 1206’da Yıldız’ı mağlub ederek Gazne’yi zapt etti.78 Bu zaferi kutlamak üzere eğlenceye daldığı bir sırada Tac ed-dîn Yıldız’ın halkın desteğini alarak gerçekleştirdiği baskın Aybeg’e hatasını göstermiştir. Yapılacak bir şeyin kalmadığını gören Aybeg, Seng-i Surh yoluyla Lahor’a ulaşmak suretiyle canını kurtarabilmiştir79 ve bundan böyle Lahor ile Dehli’ye hakim olmakla yetinmiştir.

Gazne’yi tekrar ele geçiren Tac ed-dîn Yıldız, Firûzkuh Sultanı’na borcunu ödemekte gecikmedi. Zira, isyan ederek Harezmşâhların yanında yer alan Melik Hüseyin Harmil Gur ve Gazne ordusunun önünde tutunamayarak kaçtı. Bu arada Sicistan’a girilerek Sistan kuşatılmış, kalenin düşürülememesi üzerine Melik Tac ed-dîn Harb ile sulh yapılarak, bölgede sukûnet sağlanmıştır. O sırada isyan eden Emir-Şikâr Nasr ed-dîn Hüseyin mağlûb edilmiş ve Harezmşâhlara sığınmak zorunda bırakılmıştı. Fakat bir müddet sonra dönmüş ve Vezir Müyyedü’l-Mülk Mehmet Sancarî ile beraber bir suikast sonucu ortadan kaldırılmıştır. Bu olaydan kırk gün sonra da; 1215’te Harezmşâh Sultan Mehmet, Toharistan üzerinden Gazne’ye saldırmış ve Gerdiz, Kerahiye (; Kördü dere) bölgelerini zapt etmiştir. Bu beklenmedik gelişme karşısında başkenti terk eden Sultan Tac ed-dîn Yıldız Seng-i Surh yoluyla Lahor’a çekilmek zorunda kaldı.80


Yüklə 12,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin