Anayasa’nın maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir


YARGI KARARLARINI GÖRMEZDEN GELDİ



Yüklə 0,62 Mb.
səhifə5/10
tarix04.11.2017
ölçüsü0,62 Mb.
#30599
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

YARGI KARARLARINI GÖRMEZDEN GELDİ

İddianamede Samanyolu Tv’de 28 Kasım 2015 günü yayınlanan Şefkattepe Dizisinde geçen repliklerden akıl almaz suçlamalar yer aldı. Dizi senaryosunda yer alan bir replikteki “selam söyleyin tevhidlerini bozmasınlar” ifadesiyle Yargıtay üyelerine gizlice emir verildiği ileri sürüldü. Böylece  Selam Tevhit Terör Örgütü davasının bu talimat üzerine onandığı iddia edildi. Oysa Yargıtay bu dizinin yayınlanmasından yıllar önce, 2002, 2006 ve 2014 yıllarında 3 ayrı kararla Selam Tevhit Kudüs Ordusu yapılanmasının terör örgütü olduğuna dair mahkeme kararlarını onamıştı.



SAVCI DA ‘REZA’NIN ÖNÜNE YATMIŞ’

Cemaat’in 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla AKP hükümetinde darbe girişiminde bulunduğunu ileri süren savcı Coşkun, ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın mal varlığının suçtan elde edildiğine dair delil olmadığını ileri sürdü. Reza Zarrab’ın şirketlerinin ve İran ile yaptıkları ticaretin hukuka aykırı olduğuna dair bir bilgi ve delil bulunmadığını aktaran Coşkun, ayakkabı kutularıyla dağıtılan rüşvet için ise, “Halkbank Genel Müdürünün Zarrab’tan şirket işlerini kolaylaştırma karşılığı menfaat elde ettiğine dair delil bulunamamıştır. Evinde bulunan paralar bir üniversite ve imam hatip lisesinin yaptırılması için verilen paradır” ifadelerini kullandı.

Ancak okul yapımı iddialarının doğru olmadığı ortaya çıkmış, polis tarafından el konulan paralar faiziyle birlikte sahiplerine iade edilmişti.

İddianamede gerçeği yansıtmayan bir başka bilgi de Selam Tevhit soruşturmasında havuz medyasının ortaya attığı binlerce kişinin dinlendiği bilgisi. Dosyada toplam 234 şüphelinin dinlendiği ortaya çıkmıştı.

Savcı Coşkun, Selam Tevhid Kudüs Ordusu terör örgütü suçlaması ile usulsüz şekilde başbakanın da  dinlendiğini ileri sürdü. Ancak diğer iddialar gibi delil gösteremedi. Oysa Emniyet Müdürlüğündeki tasfiyelerin ardından yeniden yapılanan polis teşkilatı da bu bilginin doğru olmadığını tespit etmişti.

DÖNEMİN BAŞBAKANI İFADESİ

İddianamede, yer alan “Başbakan hakkında ‘dönemin başbakanı’ ifadesi geçen fezleke taslağı düzenlenmiştir. Örgütün emniyet kadrolarının iç yazışmalarında da amacın hükümeti devirmek olduğu çok açık anlaşılmaktadır.” İddiasının da doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Soruşturma dosyasına giren şube müdürleri imzalı fezlekede dönemin başbakanı ifadesi bulunamadı. Bu iddia havuz medyasında yayınlanmış ancak delil gösterilememişti.

CEMAAT GAYRİ MEŞRU İŞLERİ DEŞİFRE ETTİ’

İddianamede Cemaat ‘gayri meşru’ işleri deşifre ederek kişileri itibarsızlaştırıp hedef haline getirmekle suçlandı. Diğer taraftan hukuk dışına çıkarak faaliyet gösteren okullarla ilgili ithamlarda bulundu. İddianamede sıkça delilsiz yorumlarda bulunan Coşkun, yurt dışı okullarında dindar insan yetiştirilmediğini, hiç kimseye Türkçeyi öğretilmediği öne sürerek, “Türkiye’ye yurt dışındaki okulların hiçbir fayda ve katkısının olmadığı, toplanan ekonomik kaynağın heba edildiği” iddialarında bulundu.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Darbelerde önce medya kontrol altına alınır. Çünkü darbecilerin meşruiyetlerini halka kabul ettirmeleri için medya önemli bir araçtır. Türk medyası bugüne kadar yaşanan bütün darbelerde kötü sınav vermiş, genelde darbecileri destekleyen yayınlar yapmıştır. Öte yandan medya patronlarının başka sektörlerde hatırı sayılır yatırımlara sahip olması, hoşa gitmeyen yayınlar yapıldığında ilan gelirlerinin kesilmesi, sürpriz vergi cezaları ve kapatma gibi yaptırımlarla karşılama ihtimali de bu desteğin önemli sebeplerinden.

17/25 Aralık yolsuzluk skandalıyla öğrendiğimiz hususlardan birisi de tamamıyla Erdoğan’ın kontrolünde bir ‘Havuz medyası’ oluşturulmasıydı. Ayrıca Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın geçenlerde ortaya saçılan maillerinden de anlıyoruz ki Doğan Grubu da ‘Damat’ Mehmet Ali Yalçındağ üzerinden bu havuza dahil olmuş, Erdoğan’ın ‘Medya İmamı’ Serhat Albayrak’a sormadan adım atmaz hale gelmiş.

Yeni Türkiye’nin medyasında gazetecilik, günün 24 saati iktidara yalakalık yapmak, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların canlı yayınlanan konuşmalarından kalan boşlukları gelen haberlerle doldurmak şeklinde yapılır oldu. Arada kazara gazetecilik yapanlar olursa da gazeteci görünümlü tetikçiler üzerinden doğduğuna pişman ediliyor.



Basın yazmazsa kimse duymaz

Dünyanın her yerinde basın iktidarı eleştirir, denetler, ihmalkarlıklarını, ve hatalarını deşifre eder. Haksızlığa uğrayanın sesini duyurur, gücün karşısında ezilen kimsesizlere arka çıkar. Bu yüzden ‘dördüncü kuvvet’ diye anılır, kamu adına denetimin merkezidir.

Eğer bir ülkede iktidar basını, basın da iktidarı övüyorsa orada bir sorun vardır. Bizdeki ‘havuz’ medyası tam da böyle. Ertuğrul Özkök’ün A330 mürettebatı diyerek arada bir ti’ye aldığı havuz kalemşörlerinin ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ vaziyetlerine milletçe çok alıştık. Soru sormak değil uçakta uçmak marifet çünkü…

Erdoğan ve AKP iktidarının muhaliflere (ya da kendine biat etmeyenlere) uyguladığı baskılardan, iktidar önünde diz çökmemiş ve havuza dahil olmamış medya sayesinde az çok haberdar oluyorduk.

Bütün darbelerde olduğu gibi Erdoğan’ın darbesinde de yaşanan hukuksuzlukların duyulmaması için muhalif medya kuruluşları birer birer kapatıldı, gazeteciler, yazarlar, muhabirler, gazete sahipleri hapse atıldı, mallarına el konuldu. Yetmedi sosyal medya hesaplarına bile yasak getirildi. 668, 675, ve 677 sayılı OHAL KHK’ları ile, 16 televizyon, 5 haber ajansı, 24 radyo, 62 gazete, 19 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı.

Zaman Gazetesi başta olmak üzere bir çok gazete çalışanı, gazete dağıtıcısı, aşçısı, şoförü ve güvenlik görevlisine varıncaya kadar bir çoğu 15 Temmuz’dan itibaren komşuları tarafından ‘ihbar edildi, polis tarafından gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Polisin bir kişiyi gözaltına alması için Zaman Gazetesi vb. gazetelere abone olduğuna dair isimsiz bir ihbar yeterli sayıldı.



Bu iddianameyi yazan savcılar nerede yetişir?

Geçen Ağustos ayında 20 yıl gazetecilik yaptıktan sonra işsiz kalmış bir gazeteci, çocuklarını parkta gezdirirken polis tarafından kelepçelenip gözaltına alındı. Kısa süre içinde silahlı terör örgütüne üye olmaktan hakkında iddianame düzenlendi. İddianameyi okudum. Savcı beye göre iktidarı eleştiren yayınlar yapmak suçmuş! Bunu derken aslında gazetecilik yaptıkları bir nevi itiraf edilmiş. Zaman, Today’s Zaman, Bugün, Taraf, Cumhuriyet gibi havuza dahil olmayan gazetelerden herhangi birinde yöneticilik yapan, çalışan veya bu gazeteleri satın alan milyonlarca okuyucu, ya ‘silahlı terör örgütü yönetmek’ veya ‘silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçlarını işlemiş sayılırmış!

Ve iddianamede yer alan akıldışı suçlamalar: 1) Cemaate yakın bir gazetede çalışmış olmak, 2) Bank Asya’da hesap açtırmak, 3) Çocuğunu Cemaate yakın bir okulda okutmak! Eğer bunlar suç ise önce hapse tıkılmayacak bir AKP’li bakan, milletvekili var mıdır?

Bir başka çarpıcı örnek de sulh ceza hakimlerinin tutuklamaya itiraz taleplerinin değerlendirilmeleri. Bir avukat arkadaşım anlattı. 18 tane gazeteci farklı avukatlar aracılığıyla farklı tarihlerde farklı dilekçelerle tutukluluğa itiraz etmiş. Normal olan her talebin ayrı ayrı gerekçelendirilerek karara bağlanması. İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimi İslam Çiçek, ihtimal ki 18 gazetecinin dilekçesini tek tek okumaya vakti olmamış, hepsini bir kalemde ele alarak tek kararla tutukluluğun devamını uygun görmüş!

Aylardır gazetecilik yapmaktan başka bir suçları olmayan onlarca gazeteci somut bir delil olmaksızın cezaevinde tutuluyor. Neye itiraz ettiklerine bile bakmadan basmakalıp/matbu gerekçelerle, tutukluluğun devamına karar vermiş.

Hatırlayalım. O günlerde havuzun bütün gazeteleri hep bir ağızdan ‘darbeye iştirak’ suçundan gözaltına alındıklarını yazmışlardı. Her iki olayda da ‘darbeye iştirak’ suçunu işlediklerine dair tek satır delilin olmamasını neyle izah edeceksiniz?

‘Suçu gazetecilik yapmak’

Dün havuz medyası hep bir ağızdan ‘Dünya’nın en büyük gazeteci hapishanesinden geliyorum’ diyen Can Dündar’a hücum etmiş. Meğer Can Dündar’ın gazeteci dediklerinin hepsi terörist çıkmış!

Bir de ikisi tutuklu kalanı çeşitli suçlardan hüküm giymiş 20 kişilik liste yayınlamışlar. İyi de gazeteci hapishanesinden kastedilen bu değil ki!

Birincisi adi suçtan cezaevine giren hiçbir gazeteci için hiç kimse tek kelime etmiş değil. İkincisi 170’ten fazla gazeteci sadece gazetecilik yaptıkları için cezaevinde. Biriniz de korkmadan çıkıp bu yapılanlar zulümdür cesaretini gösteremeyecek mi?

Bugün cezaevlerinde çile dolduran Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Şahin Alpay, Mustafa Ünal, Büşra Erdal, Emre Soncan, Ayşenur Parıldak ve diğer gazetecilerin hangisi bir kişiye zarar vermiş olabilir? Bu gazetecilerin darbe girişimi ile hangi somut ilişkisi vardır? Hangi somut delil ve suçlama ile aylardır cezaevinde tutuluyorlar? 27 Mayıs’ta merhum Menderes ve Demokrat Partililere ‘sizi buraya tıkan irade böyle istiyor’ diyen Cunta Hakimi Egesel ile İstiklal Mahkemelerinin Kel Alilleri de böyle hüküm ihdas ediyordu. Yaz kızım… Suçu gazetecilik yapmak, hapsine…

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) mimarlarından hukukçu Prof. İzzet Özgenç, piyasada ‘itiraflar’ olarak dolaşan hapisteki yargı mensuplarının ifadelerine bakarak, bunların suç teşkil etmediğini söyledi. Prof. Özgenç’e göre, eğer bunlar suçsa, en başka hükümetteki ve mevcut bürokrasideki isimlerin de tek tek hesap vermesi gerekiyor. Bu yerinde bir uyarı, zira şu anda koltuğunu kaybetmemek için canhıraş AKP’nin suçlarına ortak olanlar, ileride, hukuk geri geldiğinde nelerle yargılanacaklarını iyi bilmeliler.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bugünlerde Anayasa’yı rafa kaldırmış, yasaları uygulanmaz hâle getirmiş, yargıyı da Saray’a bağlamış olabilir ama bugünden geriye doğru bakınca ‘suç çetelesini’ görebiliyor mudur? Bir gün ellerindeki güç kayıp giderse, nelerle karşı karşıya kalacaklarını hiç düşünmüşler midir?

Düşünmüş olmalılar ki, başka çare görmeyip iktidara sımsıkı tutunuyorlar. 17-25 Aralık’ta kapalı kapılar arkasında çevirdikleri dümenler ortaya çıkınca başladı bu ‘tutunma’ hâli. Belki sadece 4 bakanla sınırlı kalsa, onlar feda edilebilirdi ama soruşturma Bilal Erdoğan’a uzanınca üstüne beton döküldü. Bir kez suç sarmalına girince, geri dönüş mümkün olamadı. Muhalifleri, medyayı susturma, sermayeye el koyma, gasplar peşi sıra geldi. 15 Temmuz sonrasında ise adeta bir uçurumdan yuvarlandı Türkiye.

Ancak tek suç, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları değildi. Üzeri böylesine örtülmek istenen çok başka ‘suç dosyaları’ da mevcut. Normal bir ülkede her biri iktidarı bir gecede değiştirir ancak Türkiye’de üzerine bir de hamaset bina ediliyor. İşte o dosyalardan belli başlı olanları…



akp yolsuz

1- 17 ARALIK: 87 MİLYAR EUROLUK KARA PARA DAVASI

17 Aralık’ta Reza Zarrab ile 4 AKP’li bakan ve çocuklarının merkezinde yer aldığı 87 milyar Euro’luk kara para, rüşvet ve yolsuzluk trafiği polisin ve adaletin ağına takıldı. AKP, atadığı polis ve savcılarla takipsizlik kararı verdirse de dosya 5 Mayıs 2014 ile 5 Ocak 2015 tarihleri arasında 15 kişilik TBMM soruşturma komisyonu kayıtlarına girdi. 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi AKP’li üyelerin oylarıyla engellendi. Ancak gerek TBMM kayıtları gerek süreci tersine çevirerek emniyet ve yargı mensuplarına yönelik tutuklama dosyalarında 17 Aralık’ın orijinal iddianame ve bilgileri mevcut. 71 sanıklı dava, hukukun normal işlediği günlerde açılacak.



2- 25 ARALIK: 100 MİLYAR DOLARLIK İHALE VE USULSÜZLÜK DOSYASI

İstanbul’da Savcı Muammer Akkaş’ın yürüttüğü ve 1.5 yıl süren rüşvet ve yolsuzluk  soruşturmasında kara para aklama, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk incelemeye alındı. Mali değeri 100 milyar doları bulan dosya kapsamında 28 büyük ihale ve usulsüz işlem yakın takibe alındı. Urla villaları, El-Kaide ile şaibeli ilişkileri olduğu iddia edilen Yasin el-Kadı’nın korunması, medyayı ele geçirmek için 600 milyon dolarlık rüşvet havuzu oluşturulması gibi ciddi suçlamaların soruşturulması engellendi.



3- OSLO GÖRÜŞMELERİ, HABUR OLAYI, ÇÖZÜM SÜRECİ İTİRAFLARI

Kürt Sorununu çözmeye yönelik adımlar çerçevesinde başlayan ve içinde Oslo görüşmeleri, Habur olayı gibi kritik gelişmeleri de barındıran süreçte önce inkar politikası izlendi. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ve Oslo’da PKK-MİT görüşmelerini uzun süre ‘ihanet’, ‘şerefsizlik’ gibi güçlü sözlerle reddetti. Oslo’da PKK’ya verilen sözler ile Habur Sınır Kapısı’nda 19 Ekim 2009’da 34 PKK’lının teslim olup serbest bırakılmaları sürecinde anayasa ve yasaların çiğnendiği tartışılıyor.



  • Erdoğan: Valilere üzerine gitmeyin dedik, silah yığdılar

Çözüm sürecinde PKK, evlere ve şehirlere silah ve bomba yığınağı yaptı. 16 Eylül 2015’te Tayyip Erdoğan önce “Çözüm süreci içerisinde valilerimize ‘operasyon yapmayın’ talimatı verdik” sonra 21 Mart 2016’da “Valilere üzerine gitmeyin dedik, silah yığdılar” itirafında bulundu. CHP, Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve çözüm sürecinde görev alan bakanlar hakkında “teröre yardım ve yataklık yaptıkları” gerekçesiyle Savcılığa suç duyurusunda bulundu. AKP’li eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 100’den az terörist grup görülürse müdahale edilmeyeceği talimatı verildiğini teyit etti.

  • Askerin operasyon talebini valiler ve hükümet engellediği belgelendi

2013’te yazılan yeni görev emri ile PKK’nın sınır dışına çıkışlarına göz yumulması istendi. Polis ve askerin yetkileri daraltılırken, önce 2015’te askerin PKK’ya yönelik 100’den fazla operasyon talebine izin verilmediği ortaya çıktı. MHP’li Oktay Vural, çözüm sürecindeki bu tavizin sayısını “1000 operasyon” olarak açıkladı. Örgüt şehirlere 80 bin silah ve bomba yerleştirirken buna göz yumulduğu, askerin yazılı izin taleplerine cevap verilmediği ortaya çıktı.

  • Anayasayı ihlal ederek şehirleri yıkma emri, milyonlara sürgün

7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidarı kaybeden AKP, Güneydoğu’da terörü aktifleştirdi. Çözüm sürecinde askere kırsalda bile operasyon izni vermeyen AKP iktidarı bu kez Anayasa’yı şehir ve ilçeleri tanklarla bombalayarak askıya aldı. Diyarbakır Sur, Silopi, Şırnak, Yüksekova, Silvan, Lice, Hani, Hazro, Bismil, Dicle, Bağlar, Kayapınar, Yenişehir, Kocaköy gibi ilçelerin bir çoğunda taş taş üstünde kalmadı.

Milyonlarca insan göç etti. En az 400 sivil, 2 bine yakın polis ve askerin şehit edildiği, bir o kadar PKK’lının öldürüldüğü  bir süreç yaşandı. Mahalle mahalle ilan edilen Sıkıyönetim ve OHAL’ler,  faili meçhul cinayetler ile  bölge 1990’lı yıllardan daha kötü günler yaşadı.



4- SURİYE’DEKİ İÇ SAVAŞA TAŞINAN SİLAHLAR

Adana Savcılığı’nın talimatıyla 19 Ocak 2014’te ihbar üzerine Jandarma’nın durdurduğu tırlarda 1,000 havan, 1,000 top mermisi, 50 bin makineli tüfek mermisi, 30 bin ağır makineli tüfek mermisi ele geçirildi. MİT’le ilişkili olduğu inkâr edilmeyen TIR’larda önce ilaç gibi insanî yardım malzemesi olduğu söylendi. Ancak daha sonra silahların da görüntüleri çıktı.

Bu tırlardan yüzlercesine izin verildiği, Suriye iç savaşına silah ve mühimmat sevkiyatı yapıldığı belirlendi. Operasyon yapan jandarma, savcı ve hakimler tutuklandı. Ancak medyanın yakın takibi ile suç belgeleri ve görüntüleri deşifre oldu. Uluslararası savaş suçları kapsamına giren bu olayı Erdoğan ve iktidarı savunmaya devam ediyor.


  • Terör suçlusu IŞİD’lileri takas ve salıverme

Ekim 2014’te İngiliz Times gazetesi, Türkiye’nin terör örgütü IŞİD  militanlarının elinde tutulan 49 kişinin serbest bırakılması için örgütle müzakere ettiği ve bu müzakereler sonucunda aralarında iki İngiliz vatandaşının da bulunduğu 180 IŞİD militanını serbest bıraktığını yazdı. Olay yalanlanmadı.

IŞİD, Türkiye’deki ilk kanlı eylemini 20 Mart 2014’te gerçekleştirdi. Niğde’nin Ulukışla ilçesindeki bu olayda, bir astsubay, bir polis ve bir kamyon şoförü hayatını kaybetti. Failler yakalandı. Ankara Cezaevi’nde tutuklu olduğu söylenen ancak davaya katılmayan Benyamin Xu,  Çendrim Ramadani, Muhammed Zakiri’ye müebbet hasip cezası verildiği açıklandı. Ancak sanıkların yüzleri görülmedi, mahkemeye dahi çıkmadan hüküm ihdas edildi.



5- 15 TEMMUZ İHMAL, İŞKENCE, GASP VE OHAL HUKUKU

15 Temmuz 2016 gecesi başlayan darbe girişimi, henüz sabaha ulaşamadan bastırıldı. Ancak hâlâ darbenin kimler tarafından planlandığı, darbeyi gerçekleştiren kişilerin amaçlarının ne olduğu ortaya çıkmış değil. Dahası, ortaya çıkan bilgilere göre darbenin geleceği önceden bilindiği hâlde önlem alınmamış ve 250’ye yakın insan ‘ihmal’ ya da daha kötüsü ‘kasıt’ sebebiyle hayatını kaybetmiş durumda.

4,5 aydır darbenin komutanları dahi tespit edilemezken,  sırf Hizmet Hareketi ile irtibatı var ya da muhaliftir diye 100 bin kişi gözaltına alındı 40 bine yakını tutuklandı. Hakkında suçlamaları dahi bilmeden hapis yatan 170 gazeteci, 2 bin 400 yüksek yargıç, on binlerce polis ve asker var. Darbeleri Araştırma Komisyonu, darbenin en kritik isimlerini dinlemedi. Şu ana kadar dinlenen isimlerse meseleyi aydınlatmaktan çok başka tartışmalar açtı. Belli ki bağımsız bir komisyonun darbenin arka planını araştırması istenmiyor.


  • 15 Temmuz’da linç edilerek öldürülen askerî lise öğrencileri ve askerler

Darbe girişimi esnasında ‘sivil görünümlü’ kimselerin iki askeri lise öğrencisi ve bir erin, linç ederek, kafaları kesilerek öldürdüğü ileri sürüldü. Ekim 2016’da, Boğaz Köprüsünde 15 Temmuz gecesi vahşice boğazlanan kişinin, harp okulu öğrencisi 21 yaşındaki Murat Tekin olduğu ortaya çıktı. Otopsi raporu ve ailesinin beyanlarıyla kesinleşen bu cinayete ilişkin soruşturma açılıp açılmadığı bilinmiyor. Diğer iki olay ve ölümlerin de üstü kapatıldı. AKP yöneticilerinin bu linç ortamının oluşmasına yaptığı katkılar, dava konusu.

6- 15 TEMMUZ İŞKENCELERİ, OHAL VE MÜLK GASPLARI

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW), AF Örgütü, İnsan Hakları Derneği, sanık avukatları ve yakınlarının beyanı ile yüzlerce insana işkence edildiği ortaya çıktı. Cezaevi, gözaltı ya da görevden alma aşamalarında 25’i geçen şüpheli intiharlar soruşturulmadı. OHAL ve KHK’lar bahane edilerek, hukuk askıya alında. Avukat ve yakınlarıyla görüştürülmeyen insanların ev, araba, fabrika ve holdinglerine hiçbir somut delil getirilmeden sulh ceza hakimleri kararıyla, yani tek kişinin oluyurla el konuldu. Gasp edilerek TMSF’ye devredilen holding sayısı bile 300’leri geçti. Binlerce şirkete el konurken, Hizmet Hareketi ile irtibatı nedeniyle 2 binden fazla eğitim kurumu, 15 üniversite, onlarca hastane kapatıldı. Yüz binlerce hasta, öğrenci, öğretmen, çalışan mağdur edildi.



7- MEDYAYA HUKUKSUZ KAPATMA, YANDAŞ MEDYAYA USULSÜZ HİBE

AKP, iktidarını pekiştirmek için önce yandaş medya oluşturmaya başladı. Ardından TRT ve Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarını ‘yandaşlaştırdı’. Son hamle, muhalif medyayı çeşitli bahanelerle kapatmak oldu. Koza-İpek Medya’ya kayyım eliyle çökülmesinin üzerinden bir yıldan az bir zaman geçti ama bu süreçte Samanyolu ve Zaman Grubu, Özgür Gündem, İMC TV gibi kanallar ve toplamda 200’e yakın medya organı kapatıldı.

Buna karşın TMSF ve Sulh Ceza hakimlikleri eliyle alınan kararlarla medya AKP yandaşı haline getirildi. 10 televizyondan 7’si iktidar borazanı haline geldi. Muhalifler susturulurken, yandaşlar reklam ve kamu kaynaklarıyla beslendi. Örneğin sadece Sayıştay raporlarına konu olan kamu bankalarının son 5 yıllık reklam bütçesi de 1 milyar TL’yi aştı. Bu bütçenin çoğunluğu Sabah, Star, Yeni Şafak, Akşam, Güneş, Takvim, Yeni Akit ve Türkiye gazeteleri arasında dağıldı. Yine A Haber, Ülke Tv, TV Net, 360 TV, 24 TV, Beyaz TV’ye reklamlarla ihya edildi. TRT ve AA bütçeleri ve harcamaları denetim dışı kaldı.

8- HAVUZ İŞADAMLARI, USULSÜZ İHALELER, KİT VE SAYIŞTAY DENETİMSİZ TÜRKİYE

TOKİ, Karayolları, TCDD, DMO alım ihaleleri başta olmak üzere on milyarlarca dolarlık ihalelerde AKP’nin işadamı havuzu hep önde oldu. 3. köprü, 3. havalimanı, Hızlı Tren, İzmir Demiryolu, Diyanet Vakfı’nın karıştığı yolsuzluklar, torpilli ihaleler araştırılmadı. Kayseri, İstanbul, Ankara, Hatay, Fatih belediyelerinde onlarca yolsuzluk iddiası ya mahkemelerde ya da İçişleri Bakanlığı müfettişleri eliyle örtüldü.

Sayıştay denetim raporları son 4-5 yıldır TBMM’den kaçırılmak suretiyle, kamu harcamaları tamamen denetim dışı tutuldu. En akılda kalan denetimsiz kamu harcamaları arasına Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve MİT bütçesi girdiği halde denetim yapılmadı. Kamu ihalelerinde yüzlerce kurum için denetim devre dışı bırakıldı. Devlet ihaleleri yandaş şirketlere peşkeş çekildi.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en fazla umut bağladığı, defalarca atıf yaptığı ‘çatı davası’ başladı. Ama Hizmet Hareketi’ni bir terör örgütü olarak gösterebilmek için yaklaşık üç yıldır çalışan Ankara Başsavcılığı’nın yargılamaya temel teşkil eden iddianamesi bir absürtlükler ve çelişkiler yumağı. Orta düzeyde yandaş gazetecinin birkaç saatte kaleme alacağı cinsten bir metin.

Bazı bölümlerde ise savcı Serdar Coşkun asgari hukuk bilgisinin gerektirdiği sınırları çizmek zorunda kalmış. O bölümler, bu soruşturmalarda iddianame yazmanın neden zor olduğunu ve binlerce insanın niye aylarca mahkemeye çıkarılmadan esir tutulduğunu açıklıyor. Savcının hukuken söylemek zorunda kaldığı bölümleri hiçbir gazete basamaz; ertesi gün soluğu cezaevinde alır.



OKULDA ÖĞRETMEN YA DA ÖĞRENCİ OLMAK SUÇ DEĞİLDİR

Savcı, bir okulda öğretmen ya da öğrenci olmanın, bir şirkette çalışmanın ve vakfa üye olmanın soruşturma konusu yapılamayacağını itiraf etmiş. İddianame mahkemede kabul edilmiş bir metin, kermes yaptığı diye tutuklanan ev kadınları, öğretmenler, gazeteciler herkes savunmasına bu bölümleri ekleyebilir. Savcı aynen şunları söylüyor: “Soruşturmanın amacı örgütün siyasi bir faaliyetini ve amacının olup olmadığı, devlete ve hükümete yönelik ele geçirme amaçlı bir örgütlenme olup olmadığı, örgütün işlediği suç varsa kimlerin karıştığı, suç yok ise bu örgütlenmenin neden suçlandığını ortaya koymaktır.

Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur.”

Savcı Coşkun daha ileri giderek “Sırf bu harekete mensup olmak cezalandırma için yeterli değildir. Bu harekete destek vermek veya sempati beslemek ya da şirket, okul veya dershanede çalışmak, buralarda bir süre ikamet etmek ceza sorumluluğu doğuran, suç teşkil eden davranış değildir.” diyor. Söz konusu cümleler 40 bine yakın tutuklunun bulunduğu soruşturmaların hukuksuzluğunu gözler önüne seriyor.

Savcı Coşkun, belki de iddianamenin suçlama ve talep bölümlerindeki hukuk dışı absürtlükler ve çelişkileri örtbas edip, kendini bir nebze temize çıkarmak adına o cümleleri yazdı. Giriş bölümünü yazanla diğer sayfaları kaleme alanın aynı kişi olduğuna inanmak hayli zor. Coşkun o sayfalardan sonra cüppesini çıkarıp o cüppeyle duvardaki hukuk diplomasını kapatıp işine devam etmiş gibi.

Ceza kanunlarında karşılığı olmayan, akademik metinlerde bile seviyesiz bulunup kapsam dışında bırakılacak subjektif değerlendirmeler dolu. Soyut analizlerle suç üretme çabası tezatları beraberinde getiriyor. Mesela “Terör örgütü mensupları ve örgüt sempatizanları, kendilerini belirsiz şekilde ‘hizmet hareketi’, ‘camia’ ve nadiren ise ‘cemaat’ olarak isimlendirmektedir” cümlesinden biraz sonra “Fetullah Gülen ve cemaatinin bir isim kullanmamasının nedeni, bu örgütlenmenin hata yapmama, son ilahi ordu olma, ahir zamanda ortaya çıkma ve seçilmiş olma gibi öğretilerinden kaynaklanan olağanüstü bir kibir ve gururun sonucudur. Ülkeler, milletler, devletler hep kendilerine bir isim seçerek birbirlerini tanımışlardır…” İsmi var mı yok mu? Savcı henüz ona bile karar verememiş.

Teoloji ve sosyoloji başta olmak üzere bütün sosyal bilimcileri kıskandıracak yorumlar yapan savcı, pedagojiyi de boş geçmemiş: “Takiyye-tedbir; yalan söylemek, muhatabı aldatmaktır. Yalan münafıklığın sebebidir. Küçük yaştaki çocukları, tedbir adıyla yalan söylemeye alıştırmak onların gelişimine ve pedagojik açıdan zararlıdır.”


Yüklə 0,62 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin