Toplumsal Radikalleşme Trendi ve Batı Karşıtlığı
15 Temmuz darbe girişiminin siyasal sonuçları bir çok toplumsal dinamik üzerinde son derece yıkıcı tahribatlar oluşturmaya başladı bile.
Türkiye’nin son üç yıldır binlerce radikal Islamcı grup için bir limana dönüştüğü gerçeğinin yanısıra, özellikle son günlerde artan toplumsal radikalleşme trendi, Türk toplumunun geleneksel sosyal dokusunun ne derece menfi bir değişim ile karşı karşıya kaldığını açıkça ortaya koymakta. Toplumsal dokuyu tehdit eden bu değişimin en kritik merkezi hertürlü toplumsal şiddet ile arasına mesafe koyan Anadolu’nun geleneksel Islam anlayışının tahrip edilmesi olarak ifade edilebilir. Bu değişim, devletçi paradigma ile bezenmiş Türk ulusulcılığı ve Islamcılığı kalıplarına uymayan farklı kesimleri ötekileştirirken, bu kesimlere karşı yer yer şiddete dönüşme eğilimi de göstermekte.
Bahsi geçen bu toplumsal radikalleşme trendi esasen iki önemli ayak üzerine inşa edilmekte. İlk olarak, siyasi erk ve temsilcilerinin özellikle Batı karşıtı ve siyasal Islamcı bir retorikle hergün yüzlerce hatta binlerce açıklama yapmaları, meydanlarda on binlere hitap etmeleri, bu söylemin toplumda bir karşılık bulması sonucunu doğurmakta. Bir çok Batılı siyasal gözlemci Erdoğan’nın bu yılın başında sarfettiği; ‘’Kimse 1000 yıl önce hak ve batıl arasında başlayan mücadelenin sona erdiğini düşünmesin. Sakın ha, 1000 yıl önce topraklarımıza göz dikenlerin emellerini unuttuğunu düşünmesin. Bu uzun soluklu savaş devam ediyor ve devam edecek’’ sözlerini duyduklarında büyük bir şok yaşadıklarını, ve bu sözlerin medeniyetler çatışmasına davetiye çıkardığını belirtmişlerdi.
Malesef, benzer nefret söylemleri farklı siyasiler tarafından da dile getirildi. Çok yakın bir örnek olması sebebiyle, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin Gülen Hareketi mensuplarını hedef göstererek binlerce insana yaptığı bir konuşmada ifade ettiği şu sözler toplumsal radikalleşmenin boyutlarını bir kez daha gözler önüne seriyor; ‘’Bu hainler millet nasıl istiyorsa öyle cezalandırılacaklar. Yanlızca ölüm cezası da değil, bunları öyle bir cezalandıracağız ki, kendilerini gebertmemiz için bize yalvaracaklar’’.
Sosyoloji tarihi bu tarz radikal söylemlerin çoğunlukla radikal hareketlenmeleri de beraberinde getirdiği uyarısında bulunuyor. Özellikle, bugüne kadar toplumsal aşırıcılığın her türlüsü ile mücade eden Gülen hareketi gibi kapsayıcı bir grubu toplumsal alanın dışına cebren çıkarma çabası, boşalan bu sosyal alanın radikal gruplarca istila edilmesini ve nihai olarak toplumsal bir radikalleşme trendini ortaya çıkarmakta.
Bu trendin en son örneklerinden biri de yakın günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın evinin önünde Gülen hareketi mensuplarını hedef alan selefi tandanslı olduğu anlaşılan bir imamın yaptığı konuşmada ifadesini buldu. İmam; ‘’Bu hainlerden aldığımız herşey bu ümmetin malıdır. 15 üniversite hepsi sizindir. Hastaneler sizindir. Bin okul hepsi sizindir. Alın, hayrını görün’’.
Şüphesiz, bu ve benzeri aşırı söylemlerin toplumsal bir karşılığının olması, bu ifadelerin kurumsal yapılar tarafından desteklenmelerine bağlı. Bir çok güncel uluslarası ve ulusal rapor, Türkiye’de varlık gösteren onlarca IŞID ve benzeri grupların kurumsal yapıları olduğuna işaret etmekte. Bu kurumların son derece etkili çalıştıkları ve özellikle 2016 yılı itibari ile IŞID gibi radikal Islamcı gruplara olan toplumsal desteğin %23’ler civaranı ulaştığı belirtilen diğer kaygı verici hususlar arasında.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası radikalleşme devinimini hızlandırıan ve daha da derinliştiren diğer önemli etmenlerden biri de hali hazırda devam eden olağanüstü hal rejimi. Çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle pozitif bilim ve seküler müfredatı uygulayan binlerce okul imam hatip lisesine dönüştürüldü. Bu menfur gelişme şüphesiz Avrupa’da da son derce kaygıyla takip edilen önemli diğer bir husus.
Bir çokları Türkiye’de yaşanan toplumsal radikalleşmenin etkilerini ve derinliğinin sınırlarını tartışabilirler, fakat bağımsız gözlemcilerin raporları, uluslararası saygın kurumların sunumları gösteriyor ki nüfusunun çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu tek NATO ülkesi olan Türkiye derin bir toplumsal radikalleşme trendi ile karşı karşıya ve bu kritik gelişme ülkenin seküler karakterini de çok ciddi bir şekilde tehdit etmekte.[[[[
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
Herkesin gözü önünde insanlığı mağara devrine çağıranlar bildiğini okumaya devam ediyor. Ne ‘yaptığınız zulümdür, günahtır’ diyene kulak asan var, ne de ‘yaptıklarınızın mer’i, şerr’i, moden hukukta yeri yok, suçtur’ diyeni dinleyen.
Her gün ayrı bir mağduriyet her gün onlarca yeni eziyet, işkence, cefa…
Bugün sosyal medyaya bir fotoğraf düştü. Duvar dibinde, bulduğu tahta üzerine büzülmüş şekilde uyuyan adı meçhul bir sabi. İsminin ne olduğu akıllara bile gelmiyor. Zira artık o bizzat dramın adı olmuş.
15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası hiçbir suçu olmadığı halde bedel ödetilen, işinden atılan, mesleğinden men edilen 10 binlece öğretmenden biririnin oğluymuş. Son olarak lojmandan da atmışlar babasını. Yuvalarını dağıtanlar, onlara alkış tutanlar belki utanır mı umuduyla paylaşılmış Twitter’da mahsun kare…
Altına üç küçük cümlelik not düşülmüş: ”Lojmandan atılan öğretmen oğlu. Taşınırken bulduğu tahtanın üzerinde uyumuş. Buna yürek dayanmaz OHALdeKHKmağduruyuz.”
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e, ‘Ne olur bunları görün.’ diye sitem edimiş bir alttaki satırda. Haber bültenlerinde, acılara bigane kalan gazetecilere ‘Bunların haber değeri’ hatırlatılmış.
Fotoğrafa bakıp yürek burkulması yaşamamak ne mümkün; insan olan vicdan taşıyan için tabi… Bir sonuç vermeyecek elbet ne bu fotoğraf ne de bu satırlar. Ama tarihe maletmek lazım acıları. Dualara vesile kılmak lazım dramları. Gözlerden, kulaklardan, yüreklere yol kılmak lazım bu zulümleri.
Evet söz tükendi…
Denilmeyen birşey, ifade edilmeyen gerçek, kurulmadık cümle kalmadı. Firak fersah fersah, cehalet diz boyu, vicdan fukaraları dört bir yanda… Hepsi birlik olmuş, ‘beyhude yorulmayın kapılar sürmelidir’ diye ezanın cefanın tarafı olmuş.
Cehalet, asabiyete büründüren zandır, ruha eza veren hardır
Kim olduğunu unutan bir insan için sinsice bekleyen nefsi farktır
Kalbinin nidasından uzaklaşan canın, hüküm ihdas eden sancısıdır
Ne kerih bir nazardır, vicdanları sızlatan acıdır, mizan iyi ki haktır.
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
Nezarette bir mi yoksa iki kişi mi kalacağım diye düşünürken, demir kapı açılınca bir de baktım ki onlarca ayakkabı.. Ve de ağır bir koku.. Normalde üç beş kişinin kalabileceği üç hücrede 27 kişi kalıyor. Herkes yerlerde, bacaklarını karnına doğru çekerek yatıyor, çünkü bacakları uzatacak yer yok. Sonra öğrendim ki, birkaç gün önce 43 kişilermiş ve koridorda yatanlar varmış.”
Gazeteci Tuğba Tekerek, bir gece geçirdiği Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nün nezarethanesini bu sözlerle anlatıyor. Tekerek’in çizdiği tablo, Türkiye’nin farklı bölgelerindeki gözaltı merkezi haline getirilen yerleri düşündüğümüzde “iyi” denilebilecek şartlar.
Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra gözaltı merkezlerinde gerçekleşen; yaralanma, ölüm, sakat kalma ve intiharla sonuçlanan işkenceleri ele aldığımız yazı dizimizin bu bölümünde, AKP toplama kamplarını ele alacağız.
İSTANBUL
İstanbul’da Vatan Emniyet Binası’nın nezarethanesi Türkiye’nin en kötü gözaltı merkezlerinden birisi olarak biliniyor. Binanın altında, güneş ışığı olmayan nezarethanelerde gözaltındakilere saat ve günler söylenmedi. Hiç kapanmayan ışık altında gözaltında 20 güne yakın tutulanların zaman kavramı yokedilirken, klimaların gündüz sıcağa gece ise soguğa ayarlandığı öğrenildi. Gözaltındakilerin hiçbirine haftalar boyu banyo imkanı verilmediği, adet günü olan kadınların dahi tuvalete çıkartılmadıkları Vatan Emniyet nezarethanelerinde, kadınlar ve erkeklere aynı lavaboların kullandırılması gibi yöntemler de izlendi.
Gözaltındakilerin uykudan uyandırılıp sık sık sorguya götürülmesi, avukat görüşme odasının bulunduğu bölümün yanındaki kamerasız odalarda sorgulanmaları, dayak, şiddet ve psikolojik işkence uygulandığı da yine serbest kalanların verdiği bilgiler arasında.
Kamerasız odada Filistin Askısı bulunduğu ve kamu görevlisi tutuklularda kullanıldığı da Vatan Emniyet hakkında anlatılan vahim durumlardan.
ANKARA
Polis Akademisi’ne bağlı spor tesisleri, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki at çiftliği ve Ankara Emniyet Müdürlüğü binasındaki spor alanları toplama kampı olarak kullanılıyor. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki at çiftliğinde özellikle Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri ve bazı üst düzey generallerin işkenceli sorgudan geçirildiği belirtiliyor. Binlerce memurun gözaltına alındığı Ankara’da, polis akademisi tesisleri de şiddet ve baskı merkezi olarak kullanılıyor. Gıda kesintisi Ankara’deki en büyük silahlardan biri. Gözaltındakilere günde bir kez küçük kutu reçel ve iki dilim ekmek verildi. Su ihtiyacı ise lavabolardan karşılanabildi. İşkence kararı alınan memurlar, spor salonlarındaki toplama kamplarından alınarak Ankara Emniyet Müdürlüğü binasında özel hazırlanmış bölümlere götürüldü.
DİYARBAKIR
Cemaate yönelik cadı avında gözaltına alınanlar, diğer gözaltılardan farklı olarak spor salonlarında tutuluyor. Çevik Kuvvet Kompleksi’nin spor salonu ve Diyarbakır Polis Okulu’nun Spor Salonu yüzlerce insanın tutulduğu merkezler. 15 Temmuz sonrasındaki günlerde 45 dereceye varan sıcakta yüzlerce insan klimasız ortamda birarada tutuldu. Banyo ve yatak gibi ihtiyaçlar karşılanmadı. Oluşturulan sorgu bölümlerinde fiziki şiddet uygulandı.
Diyarbakır’da bir diğer nokta da Kaçakçılık ve Organize Şube’nin nezarethanesiydi. İlk gözaltına alınan yaklaşık 85 polis buraya getirildi. Maksimum kapasitesi 2’şer 3’er kişilik olan nezarethanelere 15-25 arası kişi konulduğu avukatlardan gelen bilgiler arasında. Burada da klimalar çalıştırılmadı.
Sabah kahvaltıda iki küçük kutu reçel ve kuru ekmek verilirken, öğlen yemeğinin verilmediği akşam yemeğinde ise 1 adet konserve (barbunya ve kuru fasulye) verildiği belirtiliyor.
MARDİN
Mardin Midyat Cezaevi operasyonlar sırasında kullanılan sorgu mekanlarından biri oldu. 26 kişinin bir arada tutulduğu odaların yanı sıra, cezaevinin oldukça küçük kapalı spor alanında 54 kişi haftalar boyu tutuldu. 9 kişiye bir kaşık verilmesi gibi uygulamaların yanında aşırı sıcak ve havasızlık nedeniyle baygınlık geçirenler ve kusanların bulunduğu ancak yeterli tıbbi yardımın da verilmediği belirtiliyor.
SİİRT
Siirt Cezaevi’nin ise konferans salonu toplama kampı olarak kullanıldı. 68 kişi konferans salonuna tutuldu ve sorguya alındı. Yatak ve yemek ihtiyaçları da karşılanmadı.
ŞANLIURFA
Gözaltına alınanların Sabiha Özlek Spor Salonu’nda tutulduğu Şanlıurfa’da aşırı sıcakta su kısıtlaması bir silah olarak kullanıldı. Zeminde yataksız biçimde uyuyan şüphelilerin sayısının zaman zaman 100’ü aştığı öğrenildi. Gözaltındakilerin bir kısmı sadece iç çamaşırlarıyla yarı çıplak vaziyette ve arkadan kelepçeli biçimde günler boyu tutuldu.
ZONGULDAK-ANTALYA
İstanbul ve Ankara dışında işkencenin en yoğun olduğu iki il Zonguldak ve Antalya olarak biliniyor. Bu illerde hazırlanan spor salonlarında sorgu başlamadan insanlar yaklaşık 20 gün yarı aç biçimde bekletildi. Ardından işkenceli sorgu yapıldığı ve ciddi yaralanmalar olduğu, gözaltındakilerin Adli Tıp Kontrolü’ne çıkartılmadıkları da tutuklananların yakınlarına anlattıkları bilgiler arasında.
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
Türkiye genelinde yaygın biçimde uygulanan işkencelerle ilgili yazı dizimiz sonrası her yerden işkence haberleri gelmeye başladı. Bu bölümde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden yansıyan işkence vakalarından bir bölümü sunuyoruz.
FELÇLİ ÇİFTÇİYE AĞIR İŞKENCE
İzmir’in Seferihisar İlçesi’nin Payamlı Köyü’nde çiftçilik yapan ve daha önce geçirmiş olduğu felç sebebiyle yüzde 60 engelli raporu bulunan 60 yaşındaki H. Ç., köydeki bir komşusu tarafından ihbar edilmesi sonucu gözaltına alındı. Daha önce geçirdiği felç nedeniyle engelli olan H.Ç., Jandarma nezarethanesinde kaldığı 4 gün boyunca ihtiyaçlarını karşılayamadı ve yapılan insanlık dışı muameleler nedeniyle travmaya girdi. H.Ç., dört günün sonunda yaşadığı travmadan dolayı konuşma yetisini kaybetti. 4 günün sonunda adliyeye sevk edilen H.Ç.’nin durumunu gören savcı ölüm tehlikesi geçirdiğini görünce tedirgin olarak serbest bırakma kararı verdi. H.Ç’nin son durumunu gören 90 yaşındaki annesinin de sağlığının bozulduğu belirtiliyor.
12 gün kelepçeli tutuldu
S.D., gözaltına alındığı 12 gün boyunca kelepçeli tutuldu. Tuvalet ihtiyacını bile kelepçeli olarak gördü. Kelepçeler nedeniyle bileklerine kan toplanan S.D.’nin, omuzlarında ve sırt kemiklerinde çıkıklar meydana geldi. Ailesi gözaltına alındığının 12. gününde Baro’dan verilen avukat sayesinde S.D. hakkında ilk bilgileri alabildi. S.D.’nin uyurken bile kelepçeleri çıkartılmadığı, battaniye ve yatak verilmediği, 3 kişilik hücrede 20 kişi tutulduğu da sonradan öğrenildi. Namaz kılmak istediğini defalarca söylemesine rağmen kelepçeleri çözülmeyen S.D.’nin ailesinin getirdiği temiz kıyafetler de verilmedi.
Burnu kırılana kadar dövüldü
Diyarbakır’da 17 Temmuz günü Ergani İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı M.P. gözaltına alındı. İlçe Emniyet Müdürü K.K., kendi yardımcısı M. P.’yi burnu kırılana, suratı dağılana kadar dövdü. Ağır işkence ile bayılan M.P., baygın vaziyette saatler boyu kaldı. Suratındaki açık işkence izleriyle çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı.
18 gün uyutulmadı
Ankara’da 2 Ağustos’ta gözaltına alınan M.G., aşırı ışık altında bırakma, sık sık çağırma, soğuk klimaya maruz bırakma gibi yöntemlerle gözaltında kaldığı 18 gün boyunca uyutulmadı. Eşi tarafından gözaltındaki 18. gün, adliyeye sevkedilirken görülebildi. M.G.’nin aşırı derecede zayıfladığı ve tanınmaz hale geldiği, vücudunda açık işkence izleri olduğu belirtiliyor.
Çocuğu yaşındakiler işkence yaptı
Antalya’da yaşayan 66 yaşındaki Mehmet öğretmen, bir komşusunun “paraleldir” ihbarı üzerine gözaltına alındı. Sekiz gün tutulduğu gözaltında, çocuğu yaşındaki polisler tarafından buzlu su işkencesine maruz kaldı.
İşkenceci İl Emniyet Müdürü
Öğretmen U.A., Ağustos ayı başında Ağrı’da gözaltına alındı. Emniyet’te tutulduğu süre boyunca işkenceye maruz kaldı. “Emniyet imamı” olarak suçlanan ancak hakkında mahkemeye tek bir delil bile sunulmayan U.A.’ya işkence yapanlar Ağrı Terörle Mücadele Şubesi görevlileriydi. İl Emniyet Müdürü M.T.B, gözaltındayken U.A.’yı bizzat sorguladı ve onurunu kırıcı çeşitli işkence yöntemleri uyguladı. Adliyeye sevkinden önc alınan doktor raporunda açık işkence izleri bulunmasına rağmen “darp yoktur” yazıldı. Emniyetle işbirliği içinde hareket eden doktorun ismi ise Özgür Aydın.
Dayakla ifade imzalatıldı
18 Mart Üniversitesi’nde görevli akademisyen S.T., 29 Temmuz’da gözaltına alındı. Çanakkale Kaçakçılık ve Orgnize Şube Müdürü Selçuk Gedik tarafından ağır işkencelere maruz kaldı. Ardından Gedik tarafından, S.T.’ye zorla ifade imzalatıldı. Selçuk Gedik, Çanakkale’deki işkencelerin kilit isimlerinden. Gözaltına alınan polislere de işkence yaptığı belirtiliyor.
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
GENERALLERE, HAKİM VE SAVCILARA ÖZEL İŞKENCE EKİBİ [YAZI DİZİSİ-4]
TR724 / 26 Eylül 2016 Pazartesi 01:30 /
27
PAYLAŞIMLAR
Facebook Twitter Pinterest Google+
İşkence nedeniyle her geçen gün yeni ölümlerin yaşandığı Türkiye’de, geçmiş dönemlerden farklı olarak işkenceci polisler, sosyal medya üzerinden yaptıkları işkenceleri ifşa ediyorlar. IŞİD’ın vahşi yöntemlerini kamera kaydına alıp sosyal medya hesaplarından paylaşmasına benzer bu durum, pek çok işkencecinin kimliğinin de deşifre olmasını sağlıyor.
15 Temmuz’la birlikte başlayan işkenceleri anlattığımız yazı dizimizin dördüncü bölümünde işkenceciler ve kimlikleri üzerinde duracağız.
İşkence ekibinde öne çıkanlar Ankara ve İstanbul’da iki başkomiser. İkisi de askerlere işkence yapmak için özel olarak görevlendirilenlerden. Ankara Emniyeti’nde görevli Komiser U. Ö., gözaltına alınan generallerin işkenceli sorgusunu yönetti. Org. Akın Öztürk’ün işkenceli seansına katılan Komiser U.Ö., gözaltına alınan generallere şişe soktuğunu bizzat kendisi anlatıyor.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Başkomiser A.K. ise, gözaltına alınan SAT komandolarını Emniyet Müdürlüğü yerine ormanlık bir alana elleri arkadan kelepçeli ve birbirlerine bağlı biçimde götürdü. SAT komandolarına ormanda günlerce ağır işkence yaptı. Pek çok komandonun vücudunda iyileşmesi mümkün olmayan hasarlar meydana geldi.
Tecavüzcü Polisler
Gözaltına alınan E.B.’nin makatına sert bir cisim sokarak bağırsaklarının patlamasına ve yoğun bakıma kaldırılmasına neden olan Antalya KOM Şube Görevlileri: C.T., R.A.T., M.B, S.Y., M.T.G., T.K.
Emniyet Müdürü E.P.: Şanlıurfa’da gözaltına alınanları günlerce 40 derecenin üzerinde sıcakta toplu halde spor salonunda tutulmaları emrini verdi. Banyo, tuvalet ve yiyecek kısıtlaması getirildi ve yatak, battaniye gibi ihtiyaçlar karşılanmadı.
Emniyet Müdürü V.Ö. (Kars Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltına alınan Emniyet Amiri E. K.’ye keyfi biçimde ağır spor hareketleri yaptırarak kalp spazmı geçirmesine neden oldu.
Emniyet Amiri Ö.F.G. (İstanbul Emniyet Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.
GÖKHAN AÇIKKOLLU’YU ÖLDÜRENLER
İstanbul’da özel bir işkence ekibi kuruldu. Terörle Mücadele, Narkotik gibi farklı şubelerden “trol” zihniyetli polisler bir araya getirildi. Yetkileri olmadığı halde gözaltına alınanlardan istediklerini sorguya alıyorlar. Tek sorgu yöntemleri ise işkence. İşkence ekibinin belli başlı isimleri şunlar:
Emniyet Amiri F.A. (İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden öğretmen Gökhan Açıkkollu başta olmak üzere gözaltını alınan asker, hâkim ve savcılara işkence işkence yaptı.
Polis komiseri A.S. (İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu başta olmak üzere İstanbul’da gözaltını alınan çok sayıda isme işkence uygulamıştır.
Polis Memuru İ.G. (Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu’ya işkence yaptı. İşkence ekibinin parçasıydı.
Başkomiser M.S. (İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu’ya işkence uygulayan bir diğer polisti.
HAKİM VE SAVCILARA İŞKENCE EKİBİ
Emniyet Amiri H.K. (İstanbul Mali Şube Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.
Başkomiser C.A. (İstanbul Emniyet Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.
KADINLARA ZORLA BAŞLARINI AÇTIRDILAR
Çanakkale Organize Şubeden S.G., Polis Memuru G.G., Polis Memuru E.A., Çanakkale’de gözaltındaki kadınlara zorla başlarını açtıran isimler. Ayrıca bu ekip Akademisyen S. T.’ye işkence yaparak zorla ifadesini aldı.
KAYIP ÖĞRETMEN İŞKENCE EDİLMİŞ OLARAK BULUNDU
Coğrafya Öğretmeni D. K., İzmir Aliağa Jandarma Karakolu’nda avukat dahil hiç kimse ile görüştürülmeden 14 gün boyunca tutuldu. Ardından ailesine bilgi verilmeden Aliağa Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Ailesi dördüncü günün sonunda D.K.’yla görüşebildiğinde, gözleri ve suratının çeşitli noktaları dayaktan morarmış vaziyetteydi. Darp raporu verilmesin diye bu süre boyunca doktorla görüştürülmemişti ve avukatsız olarak saatler boyu işkenceli sorgudan geçirilmişti. D.K.’dan haber alabilmek için emniyete her gidişinde ağır hakaretlere maruz kalan 9 aylık hamile eşi doğum öncesi eşinin hayatından endişe ederek bekleyişini sürdürüyor.
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’de istisna durumuna gerileyen işkence, 15 Temmuz sonrası bütün boyutlarıyla geri döndü. İnsan Hakları Derneği’den avukat Gülseren Yoleri durumu, “Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar” sözleriyle özetliyor.
Polislerin Facebook sayfalarında gururla paylaştıkları işkence videoları ve basına yansıyan kanlar içindeki asker fotoğraflarının ardından işkencenin gerçek boyutu, aileler ve avukatların tutuklularla görüşmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Filistin askısı, şişeyle tecavüz, buzlu suya maruz bırakma, kaba dayak, aç bırakma, klimayı gündüz sıcağa, gece soğuğa ayarlama ve benzeri pek çok yöntem özellikle gözaltı sürecinde uygulanıyor. Kamuoyuna “intihar” olarak açıklanan gözaltında ölümlerin de işkence sonucu olduğu düşünülüyor.
Uluslar arası Af Örgütü ve İnsan Hakları Derneği’nin varlığını kesin olarak açıkladıkları 15 Temmuz sonrası kitlesel işkenceleri, şahitlerin anlatımlarıyla, işkencecilerin isimleriyle ve işkence merkezlerinin detaylarıyla ele aldığımız bu dosya, buz dağının sadece görünen yüzü.
Pek çok aile, yakınlarının hapishanelerde öldürülmesi korkusu ya da kendilerinin de tutuklanmaları endişesiyle yaşadıklarını isimlerinin yayınlanmaması kaydıyla paylaştı. Ulaşabildiğimiz mağdurların anlattıkları, Avrupa Birliği üyeliği yolunda olan Türkiye’de ağır, kitlesel işkenceyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini ortaya çıkardı.
İŞTE MAĞDURLARIN ANLATIMIYLA İŞKENCE GERÇEKLERİ
Öğretmen E. B., Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından 15 Temmuz sürecinde gözaltına alındı. Gözaltı süresince avukat yardımından yararlandırılmadı ve ailesine nerede tutulduğu, durumunun ne olduğu konusunda bilgi verilmedi. Ailesi günler boyu tüm emniyet birimlerinde aradıkları E. B.’nin izine hastane kayıtlarında rastladı. Öğretmen E.B., hastanede bağırsaklarından ameliyat edilmiş ve yoğun bakıma alınmıştı. Ailesinin doktorlardan güçlükle alabildiği bilgiye göre, E.B.’nin makatına sert bir cisim sokulmuş bu nedenle bağırsakları patlamıştı.
Ailenin gizlice ameliyat yapıldığını öğrenmesine rağmen, E.B.’yle görüşmelerine izin verilmedi. İşkencenin boyutları ise haftalar sonra ortaya çıktı. Hakkında hiçbir delil bulunmayan öğretmen E.B.’nin sürekli olarak “itiraf et” baskısına maruz kaldığı, önce ailesiyle tehdit edildiği ardından da işkencenin başladığı ortaya çıktı. Fiziksel şiddet ve kaba dayak aşamasından sonra, soyundurularak aşağılanan E.B.’nin makatına şişe sokulduğu, bayılma ve durdurulamayan kanama sonrası hastaneye kaldırıldığı belirlendi.
Bu bilgiler ailesini kahrederken, E.B.’nin gözaltı süresi boyunca avukat hakkından mahrum bırakıldığı, günlük adli tıp raporlarının alınmadığı ve doktorlara baskı sonucu “darp yoktur” raporu verildiği belirlendi.
E.B., şu an ciddi sağlık sorunlarıyla cezaevinde tutuklu durumda. Ailesi hayatından endişe ettikleri E.B.’yle ancak 15 günde bir kez cam bir duvarın ardında telefonla görüşebiliyor. Kayıt altında yapılan görüşmeler nedeniyle işkencenin gerçek boyutları henüz aile ve avukatı tarafından öğrenilebilmiş değil.
İŞKENCECİLERİN İSİMLERİ
E.B.’nin makatına şişe sokarak komalık olmasına neden olan Antalya Kaçakılık ve Organize Şube’de görevli polislerin isimleri: C.T., R.A.T., Mehmet B.S.Y., M.T.G., T.K..
[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[
15 Temmuz sonrası yaygın biçimde yaşanan işkence ve kötü muamelelerle ilgili yazı dizimizin üçüncü bölümünde S.A. isimli kadın öğretmenin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Öğretmen S.A., eşi A.A.’nın gözaltına alınış süreci ve yaşadıklarını anlatıyor. Gözaltına alındığının dördüncü gününde eşini görebilen S.A. şunları söylüyor: “Eşim bir daha nezarethaneye konmamak için yalvarıyordu. 50 yıl hapse atılmaya razı olduğunu söylüyor, bir daha beni nezarete atmayın diye yalvarıyordu.”
‘EŞİM GÖZLERİMİN ÖNÜNDE YALVARIYORDU’
“Adım S. A. Öğretmenim.
Polisler, evimize Ağustos sonu bir perşembe günü gece saat yaklaşık 12:00 gibi geldiler. Kapıdan bağırarak, arama ve eşim A.A.’ya gözaltı kararı olduğunu söyleyerek eve girdiler. Bu bağırtıyı 2. kattaki komşu bile duydu. Sürekli bağırıyor ve savcılık yazısını okutmamaya çalışıyorlardı. Nihayet savcılık yazısına bakabildik. Karardaki isim ve soyisim farklıydı. Ö. I. diye birinin adınaydı karar. İsmin farklı olduğunu söyleyince polisler, “Klavye hatası” dediler.
Sürekli bağırıyorlardı. Evde küçük çocuk olduğunu söylüyor bağırmalarına gerek olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Çocuğa bakmak için odaya geçtim. Artan bağırtılar üzerine tekrar salona döndüm. Eşime kalk ayağa diye bağırıyorlardı. Arkadan ellerini kelepçelediler. Oturmak istedi ‘asla oturmayacaksın’ diye bağırdılar. Evi aradılar. Evi ararken içeri hava girsin diye camı açtım. Ona bile dönüp ters ters dövecek şekilde baktılar. “Arabanız var mı?” diye sordular. Eşim “var” deyince elleri kelepçeli bir şekilde aşağı indirip arabayı aradılar.
Polislerden biri yukarıda kaldı. Ben “Allah bizi bu hale getirenden hesabını sorsun” diye dua edince polis “sen git darbecilere fetöcülere beddua et” diye bana bağırdı. Ben de “darbeci Allah’ından bulsun; bana ne, bizim bir alakamız yok, eve bile niye geldiğinizi anlamadık, bakıldığı söylenen hiçbir kriter bizde yok” dedim.
Sonra yukarı çıktılar. Eşim kıyafetlerini giyerken bana nerede çalıştığımı sordular. Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenim deyince “tamam iki gün sonra senle de görüşürüz” dediler.
Eşimin hazırlanmasını beklerken polislerden biri “siz zaten bizi beklemiyor muydunuz” diye sordu. Ben de “niye bekleyelim bir suçumuz yok ki” dedim. Eşimi elleri ters kelepçeli bir şekilde polis otosuna bağırarak ve başından iterek bindirdiler. İlk 4 gün eşimle görüşemedik ve hiçbir haber alamadık. Dördüncü gün kıyafet götürdüm ve vermek için ısrar ettim. Beni ifade odası diye bir odaya aldılar. Eşimle ilgili bazı sorular sordular. “Darbeci fetöcüler kamuda çalışamaz, senin de ismini veririz sen de atılırsın” diye tehdit ettiler. Sonra eşimi yanıma getireceklerini söylediler. Ama “ağzından tek bir kelime dahi çıkarsa seni de bu soruşturmadan içeri alırız” diye tehdit ettiler.
Eşim odaya girdiğinde bitkin bir haldeydi. Yüzünde darp izleri vardı. Psikolojisi çok kötüydü, tekrar nezarethaneye inmemek için yalvardı. “İsterseniz 50 yıl hapis verin ama beni oraya indirmeyin” diyordu.
Polisler bana “senin bildiklerin varsa söyle kurtar onu, söyle itiraf etsin” diye bağırıyorlardı. Eşimle görüşürken içerde 4 polis vardı ve hepsi eşimin etrafını sarıp onu tehdit edip bağırıyorlardı. Üstüne gidip, diklenip “söyle söyle” diye bağırıyorlardı. Eşimin perişan halini görmem için yukarı çıkarmışlardı.
Günlerce bizi savunacak avukat aradım, bulamadım. Başvurduğum hiçbir avukat eşimi savunmayı kabul etmedi. Barodan bir avukat verecekler. Çok çaresizim, eşim işkence görüyor. Hayatından, akıl sağlığından endişe ediyorum. Lütfen bana yardım edin.
Dostları ilə paylaş: |