Ankara barosu türk hukuk kurumu “ankara’nin su sorunu ve sorumlulari”



Yüklə 221,66 Kb.
səhifə2/4
tarix12.09.2018
ölçüsü221,66 Kb.
#81311
1   2   3   4

TAYYAR SELÇUK- Sayın Mustafa Karabatak’a ayrıntılı açıklamaları için teşekkür ediyoruz. Söz sırası Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Ali Gül’de, buyurun Ali Bey.

Doç. Dr. ALİ GÜL- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Mustafa Karabatak Hocam benim hocam, onun belki bıraktığı yerden devam etmemin yararı olacak, ancak power point gibi bilgisayardan sunumlar da hazırlamıştım, ama biraz da sizleri sıkmamak için farklı bir üslupla kısa özetleme yapmak suretiyle zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışalım.

Ankara’da içme suyu problemi birkaç yıl önce gündeme gelmiş ve alelacele, yani 11 aylık sürede billboardlara büyük pankartlarla “Ankara’nın su problemini çözdük” diyen insanlar sorumluluktan acaba nasıl kaçacaklar? Soracağım bilimsel soruların ardından bir kısmının cevabını belki burada tartışacağız, ama kamuoyunda bunların yetkililer tarafından açıklanması ve cevaplanması gerçekten de önem arz etmektedir.

2028’le 2050 yılı arasındaki Ankara’nın su ihtiyacını çözdüğünü söyleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Şu cümleye lütfen dikkat buyurunuz; 2030’a kadar Ankara çevresindeki su potansiyelinde temiz su kalacak mı? Dünya hızlı bir şekilde temiz su sistemlerini kaybederken biz indirgemeli yaklaşım modelleriyle bir tek unsuru alıp araştırıyorsunuz. Suda arsenik çok önemli değil, aldınız, araştırdınız. Doğada bütünsel yaklaşım diye bir organizasyon vardır. Bir planktonu, yani gözle göremediğimiz bir mikroorganizmayı, balığı, bitkiyi, makrofitleri kısaca canlı ve cansız çevreyi birlikte düşünüp araştırmaya tabi tuttuğumuzda karşımıza farklı bir tablo çıkacaktır. Bunun adı bütünsel yaklaşımdır. Biz sadece bir tek unsuru ele alıp değerlendirmek suretiyle problemleri çözdüğümüzü düşünüyoruz. Kızılırmak ve Sakarya nehirleriyle ilgili -Sakarya da Ankara’nın yakın çevresinde çok önemli su potansiyeline sahip önemli sularımızdan birisi- kirliliği önleyici hangi tedbirler alınmıştır? Önce ülkemizi yönetmeye talip olanlar bu soruların cevabını tüm Türkiye halkına açıklamak zorundadırlar. İndirgemeli yaklaşım yerine Ankara ve çevresindeki kullanılabilir su potansiyeli için bugüne kadar -bunda iddialıyım- hangi bütünsel yaklaşım projeleri devreye sokulmuştur, planlanmıştır ve hâlâ yürütülmektedir? Ankara’ya Kızılırmak’tan çaresiz kalınacağı anlaşıldığında alelacele su getirme projesi tamamlanarak, halkın kullanımına sunulmadan önce hangi bilimsel kurum ya da kuruluşlarca uzun süreli araştırmalar yapılmış ve sonuçları alınmıştır? Bunların da kamuoyuna açıklanması lazım, o zaman sorumluların kim olduğunu tespitte rahat edeceğiz.

Ankara’da yaşayan insanlarımızın yüzde kaçı musluktan su içmektedir? Değerli dinleyiciler affınıza sığınıyorum, aranızda musluktan su içen var mı? Bunu kitlelerin yoğun olduğu her yerde sorunuz, üniversitede kendi şahsım tarafından yapılan bir ankette yüzde 1 bile çıkmadı musluktan su içen, o halde hocamın söylediği bir cümle çok anlamlıydı; 300 milyon dolarlık bir rant mı var acaba? Ben kimseyi hedef almıyorum, ama ben bilimsel bir soru soruyorum, bunun cevabını kamuoyuna vermek zorunda olanlar sorumludurlar. Kesik köprüyle beraber aynı hatta bulunan İrfanlı ve Kapulukaya baraj göllerinin Ankara’ya su getirilmeden önce, efendim, bilmeyenler olabilir belki, Kızılırmak Nehri üzerinde üç önemli baraj gölü vardır. Bu üç önemli baraj gölünden İrfanlı, Kesikköprü ve Kapulukaya silsile yoluyla devam ederler. Bu üç baraj göllerinin Ankara’ya su getirilmeden önce limnolojik etütlerini kim, hangi kuruluş, ne zaman ve nerede yaptı? Bunun kamuoyuna açıklanması lazım. Çok ciddi bir olaydan bahsediyoruz, gelecekte dünyanın tek savaş unsuru su, bu kaçınılmaz. 8 ila 10 bin m3 dolayında kişi başına düşen yıllık su tüketimi kalkınmışlığın ifadesi. Soruyorum; Türkiye’de 1400 civarında. Bu ne demek? Biz 1/3 daha fakir durumdayız. Su fakiri değiliz, ama su stresli konumdayız. Ya düştük ya kalkacağız. Bu zihniyetle devam edersek muhtemelen 2030’lu yıllarda içecek değil, kullanacak su bulmakta zorluk çekeceğiz. İçme suyu problemleri uzun vadeli araştırmaları gerektirdiği halde neden 11 ay gibi kısa bir sürede bitirilip kullanılmaya sunulmaya çalışılmıştır? Bu sorunun cevabını bilim camiası olarak biz henüz alamadık. Hocam siz aldınız mı? Bu sorunun cevabı henüz yok, 11 ay dediğiniz olay bir yıl 12 aydır. Efendim, su sistemlerinde mevsimsel, yani ilkbahar, sonbahar ve kış stagnasyonları diye adlandırdığımız suyun kendi içinde mevsimsel değişimlerine bağlı olarak özelliklerinde de değişimler meydana gelmektedir. Aramızda saygıdeğer hocalarım beni belki teyit edeceklerdir, mevsimsel birçok faaliyetle suyun içindeki fiziksel ve kimyasal yapılanmalarda farklılıklar gözlenecektir. O halde birkaç yıllık değil, uzun süreli laboratuar çalışmaları ve saha çalışmaları yapıldıktan sonra bir suyun içme suyu, kullanma suyu kalitesi olduğuna karar vermek en doğru yaklaşım olacaktır.

Dünya Sağlık Örgütü diye bir kuruluş var, niye dikkat etmeyiz bilemiyorum. Ayrıca Sağlık Bakanlığı, Türk standartları içme suyu kriterleri ölçüt alınarak farklı mevsimlerde farklı arıtma yöntemleriyle gerekli araştırmalar yapılıp, çeşitli su sistemleriyle karşılaştırmalar yapılsaydı acaba zaman kaybı mı olurdu? Bugün su problemini tartışmaya devam ediyor olabilir miydik? Ankara’ya su verilmeden önce Kesikköprü ve Kızılırmak Nehri üzerindeki İrfanlı ve Kapulukaya baraj gölünde yaşayan balık türlerinde ağır metal birikim düzeyleriyle ilgili herhangi bir bilimsel çalışma yaptırılmış mıdır? “Yapılmıştır” demiyorum efendim, yaptırılmış mıdır? Çünkü hocam çok güzel ifade ettiler, birkaç terim söyleyeceğim, ama açıklamasını da yapacağım. Biyoakümülasyon: Toksik etki yapacak zehirli maddeler canlıdan canlıya artarak birikim sağlarlar. Bu bir müddet sonra ciddi anlamda sorunlar çıkarabilir. Kızılırmak Nehri üzerindeki İrfanlı ve özellikle Kesikköprü’ye çok yakın olan Kapulukaya baraj gölünde benim bizzat sahada tespitlerim var. İsmini veriyorum; Esatmüminli Köyünün bütün atıkları göle bırakılıyor. 1993’ten bu yana da hiçbir tedbir alınmamıştır. Kesikköprü birazdan imkân olursa, bilgisayardan verebilirsem ya da okuyabilirsem rakamların karşılaştırmasını verdiğimde Kesikköprü’yle Kapulukaya su değerleri birbirine yakındır, ama siz evsel atıklarla kirletiyorsunuz, İvedik’te teknolojisi dönüştürülmemiş bir sistemde de her şeyi arıttığınızı söylüyorsunuz. Burada da bir çelişki vardır. Evsel ve tarımsal atıklardan kaynaklanan kirliliği önlemeye yönelik herhangi bir uygulama yapılmış mıdır? Bunlar projelerle sabit olabilir, bunlar açıklanmalı. Israrla İrfanlı ve Kapulukaya’yı işin içine katıyorum, çünkü Kesikköprü’den aldığımız değerler bizi sonuca götürmez. Kızılırmak deltası bir havzadır ve bir bütün olarak düşünülmek zorundadır. Yatağı da tüflü bir yapıdır, bazı ağır metaller yönünden de oldukça sıkıntılı bir su sistemimizdir.

İrfanlı, Kesikköprü ve Kapulukaya baraj göllerinde toprak, su, sediment, yani gölün ve akarsuyun zemininde birikmiş olan unsurlar, balık, bitki, omurgasız, plankton, yani bir hücreliler diye ifade ettiğimiz özellikle alg diye halk arasında yavaş yavaş tanınmaya başlayan çok önemli canlı grupları ve benzerleri üzerinde zehirli etkiye sahip metallerin birikim düzeylerine bakılmış mıdır? İleride içme amaçlı kullanılacağı düşünülen suyun kullanıcılar açısından herhangi bir tehlike oluşturup oluşturmadığı özellikle balıklar açısından bir değerlendirmeye tabi tutulmuş mudur? İvedik arıtma tesisinde Kızılırmak suyu gelmeden önce değişiklikler yapma gereği düşünülmüş ve yapılmış mıdır? Kullanılan arıtma yöntemleri ve şu an bize ifade edilen sistemlerde son yıllara ait teknoloji destek sağlanmış mıdır? Ülkemiz bu teknolojik desteğe kavuşmuş mudur? Hocamın da içinde bulunduğu geçmişten toplantılardan ve günümüzde de çok önemli bir su sisteminden bahsedeceğim, Ankara’nın akciğerinden, yani Gölbaşı, Mogan Gölünden. Kamuoyunda birden bire bir haber; Kızılırmak suyuyla Mogan Gölüne cansuyu verdik. İlk bakışta bize çok güzel geldi. Değerli hocalarım belki bu kısmı tartışmaya açabilirler, Ankara’nın akciğeri durumundaki Mogan Gölüne Kızılırmak’tan gerçekten su akıtılmış mıdır? Bu işlem yapıldıysa öncesinde Mogan Gölünün limnolojik etüdü yapılıp Kızılırmak suyunun gölde meydana getirmesi muhtemel ekolojik değişimler bilim dünyasında tartışılmış mıdır? Çok basit bir soru ve bu soruyu sorup cevabını almak zorundayız. Biz şu ana kadar bu çalışmanın yeterli olmadığını biliyoruz. Sayın Karabatak Hocam yıllar önce Gölbaşında yapılan toplantılarda bunları dile getirmişti; “Topyekun bu su sistemiyle ilgili tek bir kuruluşa ihtiyaç var, lütfen Ankara’nın akciğerlerini koruyunuz” demişti. Bunu hiç unutmuyorum ve onu da kendime düstur edindim.

Mogan Gölünde onlarca kuş türünün, burası çok önemli, gerçekten de insanın gözlerini yaşartacak bir durum, Mogan Gölünün çevresinde yeniden düzenlenen ve milyarlar harcanan park gayet güzel bir şekilde kullanıma sunulmuştur. Yapılan iyi şeye itirazımız yok efendim, ama şu ifadeye lütfen dikkat; Mogan Gölünde onlarca kuş türünün barınma ve üreme amaçlı kullanımını sağlayan sazlıkların suda toksik etki yapıcı maddeleri bünyesinde barındırdığı bilindiği halde, sazlıkların çoğunluğu yok edildikten sonra gölde ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir? Peki, onlarca kuş türü üremek ve barınma amaçlı nereyi kullanmaya başlamışlardır? Doğal hayatta suyu çözdünüz, ama bir başka canlının hayatını yok etmeye de hakkımız yok. Bunun adı bütünsel yaklaşımdır. Mogan Gölünde Kızılırmak suyu verildiyse bu işlemlerden sonra göldeki balıkların dokularında ağır metal birikim düzeylerine bakılabildi mi? Suyu verdiniz, madem tartışılıyor, hemen oradaki değişimleri kısa süreli araştırmalara tabi tutmak lazım. Sorumlular ve sorumluluklarla ilgili birkaç ifadede bulunacağım, Büyükşehir statüsündeki milyonların yaşadığı büyük kentlerin içme suyu temin ve yönetimi belediyelerden mutlaka alınmalıdır. Politik yatırımlar ve ranta dönüştürülecek uygulamalardan kurtarmak istiyorsak, eğer bu ülkeyi gerçekten seviyorsak tez elden yıllar önce bilim adamlarının söylediği gerçeği bugün hayata geçirmemiz lazım. Örneğin, DSİ gibi, bunun adı başka bir şey de olabilir ve bir kuruluşun sorumluluğunda olması gerekir. Uzun süreli ve periyodik çalışmalar yapacak su araştırma merkezleri kurulmalıdır. Dünyada savaşlar su yüzünden çıkacak diye bütün bilim dünyası uyarıyor, mutlaka su yönetim planı hazırlanmalı ve günün koşullarına göre de sürekli değişime tabi tutulmalı.

Vaktinizi bilgisayar açmakla almayayım, ama kısa hemen bir bilgi vereyim; Ankara suyunun farklı tarihlerde analiz sonuçları, ama bu anlamlı bir analiz sonucu. Ben Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesiyim, laboratuarımda musluktan akan suda tahliller yaptım. Tahlili yapan asistanım da şu anda burada bizi dinliyor. Orta sütunda Gazi Üniversitesi musluğunda 14.10.2008, yani kısa süre önce yalnız çok dikkat çekici bir şey var burada, sülfat 195 çıkmış, tartışılır, mevsime göre değişimler olabilir, ancak değerli dinleyiciler, yakın zamanda Ankara’ya verilen suyun Kesikköprü’den kesildiği ve barajdan verildiği 03.03.2009’da analiz yaptık. Sülfat değerimiz 59, bir şey anlatıyor mu efendim size? Zamanınızı almayayım. Piyasada satılan ve suyu iyi arıttığını iddia eden bir firmanın cihazını getirdik. 24.10.2008’de, yani ilk yaptığımız deneye hemen yakın dönemde bir analiz yaptık. Analiz değerleri bütün tolerans limitleri içerisinde, yani piyasada satılan bir su arıtma cihazı bile bazı şeyleri arıtabiliyor. Kesikköprü ve Kapulukaya’ya takılıp kaldığımı düşünebilirsiniz, ama anlamlıydı bilgi açısından, tarafımdan 1993 yılında Kapulukaya’da bizzat getirip su analizi yaptım, atom enerjisi Lalahan tesislerinde bizzat o günün uzmanları tarafından yapılan analizlerden iki bilgi efendim; bunlardan tarafımdan yapılan analizlerde sülfat 221, mevsime göre değişebilir, demir 2008, biraz önce hocam söyledi, bir hocamızın kamuoyuna açıkladığı bilgilerde 2008’de 506, yani Kesikköprü’yle Kapulukaya arasında ciddi bir bağlantı var. Biz arseniğe, sülfata takılıp kalmayalım, iletkenlik çok önemli bir parametredir. Hocam beni bu konuda herhalde doğrulayacaktır. İletkenliğe bakıyoruz, 93’te Kapulukaya’da 1070’le 2265, 2008’de Kesikköprü’de 1024-1910. Yapılan analizlerin tarihsel gelişimleri bile bilimsel olarak araştırılabilirdi. Bu bile bir fikir verecekti; biraz önce kendimizin yaptığı tahlilde ve işlemlerde sülfatta olduğu gibi.

İrfanlı baraj gölünde yaşayan hocam ifade ettiği için hemen değinmek durumundayım, halk arasında “levrek” diye bilinen çok önemli ve sevdiğimiz bir balık türü vardır. Bunun gerçek adı “sudak”tır. Hatta bunun sudak olduğunu hocam bana öğretmiştir. Levrek demeyiniz, levrek farklı bir balığa gönderme olabilir, Latincesi bilenler için sanderlusyoperka…………..(65.38) Farklı dokularında oturduk, yıllar itibariyle analizler yaptık. İrfanlı baraj gölü Kızılırmak üzerinde önemli barajlardandır. Kurşun ve kadmiyum limitlerin üzerinde ve balık için hayati tehlike, yani kullanılabilir düzeylerin üzerinde. Çok önemli bir şey, kurşun ve kadmiyum, çünkü balık besin zincirinde bizim en önemli halkamızda yer alan canlı olduğu için bu örneği verdim. Kızılırmak’ta durum bu, rakamlarla sizi sıkmak istemiyorum, hemen sonuna geliyorum.

Sakarya Nehrinde durum nedir? Sakarya nehri gidiyor, gitti, batıyor, battı. Sakarya nehrinde kadmiyum, kurşun, çinko, halk arasında yine tatlı su kefali olarak bilinen ve iç sularımızdaki bütün göllerde bulunan bir balık turu, aptal bir balık, her yerde var, hızlı ürüyor, ama bu canlıda yaptığımız analizler sıkıntılı, böbrek ve gonat tehdit altında. Gonat balığın üreme organları. Kadmiyum, kurşun, çinko sınırların üzerinde ve yöre halkı hâlâ ilgili mevsimde ya da yasak mevsimde avlama yapmak suretiyle bu canlılarla besleniyor. Hiçbir tedbir yok, eğer jandarma gider de yakalarsa bu avcılıkta insanlara bazı işlemler yapıyor, fakat bir cümle; kamuoyunu bilgilendirme çalışmaları ne zaman başlayacak? Üç ebeveynden üç döle kadar ulaşabilecek kadar tehdit altındayız, bunu da bilgilerinize sundum. Son örnek yine Sakarya nehrini bilirsiniz, Kirmi çayı vardır, çok önemlidir, doğal zenginliklere katkı sağlar. Orada da yine Kefal balığında çinko, kadmiyum, kurşun çok önemli organlar, kasta, karaciğerde, solungaçta, solungaç hakikaten de suyu alıp atma, yani solunuma yardımcı olduğu için birikim az olabilir, ama artık solungaç ta tehlikede, yani hayati fonksiyonları balıkların bitmek üzere. Peki, bunu yiyen insanların durumu ne olacak? Biriktirerek devam edeceğiz. Saygılar sunuyorum, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Alkışlar)



TAYYAR SELÇUK- Sayın Ali Gül Hocamıza da ayrıntılı açıklamalar için teşekkür ediyoruz. Söz sırası inşaat ve çevre yüksek mühendisi ve su yönetimi konusunda uzun süre kamuda çalışmış olan Sayın Hasan Akyar’da.

HASAN AKYAR- Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli akademik çevrelerin değerli hocaları, değerli hukukçular, meslektaşlarım; böyle hukukçuların içinde suya hukukla başlayayım istedim, su hukukuyla başlayayım. Daha sonra Türkiye’deki su mevzuatı içinde yetkili kurum ve kuruluşları ortaya koyayım ve bu çerçevede yasal olarak Ankara’nın suyunun günümüzde bu şekilde olmasının hukuki sorumlusunu sizlere bırakayım bulmaya, ben de teknik sorumlusunu araştırayım ve bu sunuşumun sonunda onu size sergileyeyim.

Ben kendimi bildim bileli, daha doğrusu üniversiteye başladığım yıllardan bu yana hep havayla, suyla uğraştım. Ömrümün ¾’ü su konusunun kimyasal açılımı H2O dediğimiz suyun sadece sıvı haliyle değil türlü halleriyle uğraştım ve ciddi de inanıyorum hem bilgi birikimim var, hem bunun teknik yönleriyle var, hem kimyasıyla var, biyolojisiyle var ve özellikle suyla ilgili yapılarla ciddi deneyimim, bilgim, birikimim var. Benim burada olmamın nedeni de bu bilgi birikimi sizlerle paylaşmak, özelde de Ankara içme suyunun 1968’den bugün 2009 yılının Mart ayına kadar olan Ankara içme suyundaki fiziki gerçekleşmeler, gelişmeler, gerçek veriler, gerçek birebir belgelere dayalı, resmi yazışmalara dayalı dokümanları sizlerle paylaşmak. Bunların hepsi bende var. Sayın Hocamın belirttiği araştırma raporlarının tümü var. DSİ’nin dağıtımını yapmadığı, ilk başta yapıp daha sonra durdurduğu hep sözü edilen, 2003’te başlayıp 2005’te yayımlanan “İrfanlı ve Kesikköprü Baraj Göllerinde Kirlilik Araştırması” adlı raporun ölçümleri sürecinde içinde bulunan bir kişi olarak da sizlerle paylaşacağım çok şey var.

Su insanlar varolmadan beri, dünyada canlı hayat varolmadan beri dünyada var, evrende demek ki var. Su bizden önce de vardı, bizden sonra da var olacak. Peki, insanlık, insan aklı suyu ne zaman algıladı? Bizim bunu bugünden bilmemizin imkanı yok. Tarihin başlangıcıyla, yani bu konuda insanların bize miras bıraktığı su yapılarıyla ya da su hukukuyla yazılı belgeleriyle ancak o tarihle tarihleyebiliyoruz ve benim incelemelerime göre belki siz sayın hukukçular da belki incelemişlerdir, Roma hukuku belki bunun bazı bileşenleri mitolojiden geliyor, bir kısmı Sümer yazıtlarında var, Orhun kitabelerinde bile suyla ilgili belli altı çizilmiş konular var. Fakat bunun ilk kaleme alınışı toplumda bir düzen verilişi su konusundaki toplumun örgütlenmesi ilk kez Roma’da, bizim de Roma’dan ilk edindiğimiz belgeler M.Ö. 60-68’lere dayanıyor. Çünkü o dönemin ROSKİ -Roma Su ve Kanalizasyon İdaresi- Genel Müdürü olan Fromtinus……..(73.26) tecrübelerini, yaşadıklarını yazmış, o dönemki Latinceyle yazmış. Daha sonra 1480’lerde Papalık Rahibi Macyo bunu günün İtalyancasına, o günün Vatikan diline çevirmiş ve benim de elime meşhur Amerika Birleşik Devletlerinin İnşaat mühendisleri Odası Başkanlığını 11 yıl sürdüren Mr. Clemens’in İngilizceye tercümesini okuyarak öğrendim. Roma hukuku suyu “resnilyus” olarak adlandırmış, yani sahipsiz şeyler ve Roma hukuku, daha sonra Napolyon kodu sahipsiz şeylerin devlete ait olduğunun altını çizmiş. Osmanlı döneminde de su yine sahipsiz şey ve mülkün, yani kamunun, devletin ya da kamuyu, devleti simgeleyen padişahın. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da yine su sahipsiz şey, yani devletin, suyun üstünde özel mülkiyet yok, suyun üstünde İngiltere’de bile özel mülkiyet yok. Bırakın o Thatcher döneminde bir özelleştirmeye çalıştılar, tekrar geri aldılar. Olmuyor. Bugün dünyanın, dünya nüfusunun yüzde 95.6’sı -bu kesim rakamdır, Birleşmiş Milletlerin henüz bir hafta sonra biliyorsunuz Dünya 5. Su Forumu var İstanbul’da, Birleşmiş Milletlerin ilk kez açıklayacağı 3. Dünya Su Raporunda yazıyor- kamu eliyle su hizmetlerinden yararlanıyor. Yalandır dünyada özelleştirme oluşu, öyle bir şey yok, hâlâ kamu elinde.

Aslında konu Ankara’ydı, Ankara’nın suyuydu. Ben bu girişi niye yapıyorum? Bundan sonra size seçenek sunmak için, Ankara’nın suyuyla ilgili öğrenmek istediğiniz, benim şu anda aklıma gelen konu başlıklarını size aktaracağım, hangi konunun ayrıntısını anlatmamı isterseniz donanımlıyım, belgeler de yanımda, o konunun ayrıntısına girebilirim. Onun için ben bu şekilde yarım saatlik zamanımı, öngörülen yarım saatlik zamanımı bu şekilde kullanmak istiyorum.

Ankara’nın içme suyunun tarihçesini anlatabilirim. Bunu Evliya Çelebi’den başlatıp Cumhuriyet dönemine kadar da anlatabilirim, Cumhuriyet döneminden başlayıp Ankara’nın içme suyundaki önemli kırılma noktası olan 1968-1969’a kadar özetleyebilirim ya da bugüne kadar şu anda musluğumuzdan Kızılırmak haricinde, yani bir yıl öncesine kadar kaliteli, sağlıklı, güvenilir, tüketici memnuniyetini kazanmış bir başlıca tükettiğimiz suyun 69’dan günümüze, Kızılırmak’a kadarki serüvenini anlatabilirim. Çünkü bu merkezi planlamayla yapılmıştı, 68-69’da çok ciddi bir içme suyu, Ankara İçme Suyu planlaması yapılmıştı ve bu planlama 2020 yılını hedeflemişti. Şu anda da içinde olduğumuz süreçte, yani yaklaşık 50 yıllık bir süreyi Devlet Su İşleri planlamış ve Devlet Su İşleri ağır da olsa, aksak da olsa yerine göre yeterli ödenek alsa da, almasa da bu plandan hiç sapmadan ta ki, 2004 yılına kadar harfiyen uygulamış ve Ankara’yı ciddi olarak susuz bırakmamıştır. Bakmayın siz o 70’lerin ortalarında, 80’lerin bir döneminde bazı kuraklıklar yaşadık. Devlet Su İşlerinin belediyelere ya da kentlere içme suyu getirme gibi bir yasal zorunluluğu ve sorumluluğu yoktur. Türkiye’deki meri uygulanan durum şudur: Yerleşim yerlerine, özellikle belediyeliklere, Büyükşehir Belediyelerine su getirme, sağlıklı su getirme sağalama görevi bir tek belediyelerindir, Büyükşehir Belediyelerinindir. Eğer belediyeler bunu su sorununu çözmek istedikleri takdirde üç türlü yol izlerler:

1. Kendi yapar ya da yaptırır, kendi ihale eder. Projesini ihale eder, bütçesini bulur, kaynağını bulur, ihale eder, yapar, yaptırır, işletir,

2. Biliyorsunuz Belediyeler Bankası var. Yani İller Bankası, İller Bankasına müracaat edebilir. Teknik destek alabilir, kredi kullanabilir, İller Bankası aracılığıyla yaptırır, bittikten sonra teslim alır ve işletir,

3. 1053 sayılı Yasa, bunun altını çok önemli çiziyorum, 1968 yılında çıkmıştır. Bu yasaya göre yaptırır, ama bunun için de koşullar var. Nüfusunun 100 bini aşması gerekiyor o ilgili belediyenin, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğüyle protokol yapması gerekiyor. Bir de merkezi bütçeden Devlet Su İşleriyle harcanan parayı 30 yıl içinde tesisler hizmete açıldıktan sonra 30 yıl içinde tekrar geri ödemesi koşuluyla Devlet Su İşleri yapabiliyor. Yani Devlet Su İşleri ilgili belediye “sen benim su işimi çöz” demeden hiçbir yerin su işine karışmaz, karışamaz, ama 1969 yılında Ankara Belediyesi Devlet Su İşleriyle bir protokol yapmış ve Devlet Su İşleri ondan sonra işe girmiş. O protokol iki kuruluşun yaptığı akit değil, bunun şahitleri, müşahitleri var. Noter değil bu, bir içişleri bakanlığı bu protokole onay verecek, maliye bakanlığı buna onay verecek mali yükümlerine, ondan sonra yürürlüğe girebiliyor. Ankara’ya da Devlet Su İşleri bu şekilde yaklaşmış.

Neden büyük şehirlerin su sorununu ilgili belediyeler çözemez? Teknik olarak çözemez. Belediye sınırlarını biliyorsunuz, bundan 6 yıl kadar önce Ankara Büyükşehir Belediye sınırları 5 haneli hektardı, şimdi 6 haneli hektar, yani eskiden Ankara Çankaya’nın sınırından, Yenimahalle’nin sınırından Keçiören altında bu kadardı. Şimdi Beynam Ormanları girdi, Bağla girdi, Gölbaşı girdi, Temelli girdi hatta Kurtboğazı Barajını da o Kızılcahamam’ın ormanlarına kadar dayandık, susuz girdi. Yani Ankara’nın Büyükşehir Belediyesinin etkili olduğu alan sanıyorum altı kat arttı. Billboardlarda görüyorsunuz, diyorlar ki, 10 yıl önce kişi başına Ankara’da düşen 2 m2 yeşil alan vardı, şimdi 11 oldu. Tabii olur, sen Beynam Ormanlarını kattın, tarlalar girdi, ormanlık alanlar girdi, elbette, yoksa refüjlerin içine ektiğiniz çimlerle bu artmadı, Gençlik Parkını kapatmakla bu artmadı. Yani burada istatistiklerle, matematikle yalan söyledi. Ben de teknik adamım, matematikle söylenilen yalanı yakalarım.

Benim anlatabileceğim bu plan, bu plan 2004 yılına kadar harfiyen uyguladı ve 2004 yılında da Gerede sistemini DSİ devreye almak için tatbikat projelerini yaptırmıştı. Buna ezbir projeler deniliyor. Niye bunu böyle söylüyorum? Çünkü orada 1 mm hatayla borunun boyunu bile biliyorum, çapını biliyorum, iç kaplamasının fiyatını biliyorum, kuruşlandırmıştık. Gerede’nin toplam maliyeti buna total post, toplam ederi deniliyor, 254.2 milyon dolardı. Bunun içinde iki şey yoktu; 1. Kamulaştırma, 2. Yurtiçinde oluşacak KDV ve bununla da Japon kredi kuruluşu eski adı OECF olan, şimdiki adı da GDIC olan kuruluş buna kredi vermek için amadeydi. 3 yıl boyunca, yani 2001’den beri bu Japon kredi kuruluşuyla kredi görüşmeleri devam ediyordu. Japonlarla görüşmek, anlaşmaya varmak Avrupa Birliğine girmekten daha zordur, daha ince uzun bir yoldur. Hiç Japonlarla bu konuda görüştünüz mü bilmem, ama Japonlar bir defa karar verdi mi iş bitmiştir. Japonlar karar vermişti, çünkü onlar da mali yıl Mart ayından Mart ayına başlar, 2004 mali yılına 1 Martta dediğim, biraz önce andığım 254.2 milyon doları bütçelerine koymuştu kredi vereceğiz diye ve bu görüşmeler yapıldı. Ne tesadüf ki, bu Japon kredi verme heyeti, 5 kişilik heyetin karşısındaki Türk tarafı heyetinin de başkanı bendim. Onun için bu işleri biliyorum, o dönemde o 2004 kritik döneminde neden Gerede’den vazgeçildi, niye Kızılırmak devreye girdi, neler olduğu belgeleriyle hepsi bende. Onlar yansımda var, yüzlerce belge var. Şu andaki bir yansımda 256 adet yansı var. Ben bunlarla mı sizin vaktinizi alayım, yoksa sohbetle mi veya sorularınız geldiğinde oraya dönebilirim. Bu ayrıntılara da şimdi girmiyorum, ama bu belgeler var.



Gerede’yi anlatabilirim, Kızılırmak’ın ayrıntısına girebilirim. Şu an mevcut Kızılırmak işletmesiyle ilgili canlı bilgilere sahibim. Daha da önemlisi kimsenin dikkat etmediği böyle bir proje yapılıyor, bunun maliyeti gerçekten ne? Yatırım tutarı ne, işletme tutarı ne, sadece Ankara’nın değil, ülke ekonomisine katkısı ve kaybı ne, fırsat maliyeti ne? Çok önemli bir kavramdır ekonomide, eğer kıt kaynağı sahipseniz ki, bu kıt kaynak başta insan gücü, yetişmiş insan gücü, emek, ikincisi de sermaye, ben bunu Türkiye’nin yararına başka hangi şeylerden feda ederek böyle garip bir işe para yatırdım? Fırsat maliyetinin de hesabı sorulmalı, senin böyle kaynağın vardı da, önceliğin bu muydu? Berbat bir suyu getirmek için bu kaynağı niye heba ettin? Bunu kimsenin düşündüğü yok, ben hesapladım. 1. Kızılırmak’tan üç hat beraber çektiler. Dünyanı hiçbir yerinde bir yatırım 50 yıl sonrasını hedefleyerek yapılmaz. Planlamanı yaparsın, ihtiyaçla ilgili kademeli devreye sokarsın. Bu ekonominin gereğidir, Sovyetler Birliği varken de böyleydi, günümüzdeki bu sistemde de böyledir. Kademeli yapılır. Bu şuna benzer; ben henüz doğmamış çocuğuma 2009 model jaguar alıyorum, 20 yıl sonra üniversiteye girdiğine, bu ÖSS’yi kazandığında vereceğim ödül olarak, bu ona benzer. Kızılırmak’ta benim Sayın Hocaların da belirttiği gibi Kesikköprü’den sonra Kapulukaya, ondan sonra benim Kargı, Boyabat, Altınkaya, Derbent, daha adını anmadığım barajlarım var. Ben bunları bitirmişim ve elektrik üretiyorum. Sen buradan 500 milyon m3 su çekeceksin. Şu anda çektiği de 160-167 milyon m3’tür. Aralık ayında yaklaşık günde ortalama Büyükşehir Belediyesi 432 bin m3 Kızılırmak suyunu çekmiştir. Ben hesap ettim, eğer bu miktar su Kızılırmak’tan çekilirse acaba benim Kızılırmak’ta akış aşağısında Karadeniz’e kadar giderken ne kadar eksik enerji üretiyorum? Bu kadar az suyu ben hidroelektrik mevcut santralinden geçiremiyorum. Bunun hesabını yaptım. Eğer ileride 500 milyon çekersem ne kadar GB/saat, yani milyar kw/saat enerji kaybım olacak, onu hesapladım. Kızılırmak’tan İvedik’e kadar yaklaşık toplamı 400 km değil, 138 km.dir tek hat, bu 138 km.lik hat boyunca yerel kayıplar var, yük kayıpları var. Pompaların girişinde, çıkışında arada on depo var, depo giriş-çıkışlarındaki yük kayıpları, bir de gerçekten gerçek pompa yüksekliği var. Yaklaşık 720 metre bizim mühendislik tabiriyle pampinghed ……….(88.34) pompa yüksekliği dediğimiz 720 metrelik pompaj var. Sen günde 432 bin m3’ü pompaladığın zaman aylık ne kadar enerji harcarsın ve TEDAŞ’in birim fiyatlarıyla belediyeye kaç lira gelir? Teorik olarak hesapladım, bekledim ki, ASKİ’ye giden TEDAŞ’ın faturasını ele geçireyim. Ele geçirdim. 5 kademe pompa var, P1, P2, P3, P4, P5 ve Aralık 2008 ayında sadece Kızılırmak suyunu pompalamak için 8.5 milyon Türk Lirası fatura gelmiştir ASKİ’ye bir ayda. Bu Ankaralıdan şöyle ya da böyle çıkacak ya da bu parayı ödediği için metroyu yapamayacak, bu parayı ödediği için gerçek kültür sanata pay ayıramayacak, sakata, engelliye kaynak ayıramayacak, eğitime, öğretime, sanata, kültüre para ayıramayacak, raylı sisteme para ayıramayacak, çünkü bu elektrik parasını alacaklar bir gün, aynı BOTAŞ’a para ödenmediği gibi bugüne kadar 8 aylık toplam yaklaşık herhalde 70-75 milyon liralık elektrik faturasını da belediye başkent elektriğe ve TEDAŞ’a ödemedi.

Ben olaya farklı bakıyorum, ben mühendisçe bakıyorum, bir de aydın sorumluluğu olarak bakıyorum. Herkes bilebilir, herkes tekniğini bilir, boru nasıl kaynak yapılır, nasıl döşenir, işinin ehli olabilir. Başımın üstünde yeri var, ama bu bilgileri ülkesinin yaşadığı kentin, suyunu içtiği, havasını kokladığı beldenin karşısında da sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk sadece teknik sorumluluk değildir, burada bulunmanın nedeni de budur. Bu konuların ayrıntısına girebilirim, belgelerim var.

Daha sonra şunları konuşabiliriz; 2004’te ne oldu da bu kredi anlaşması imzalanamadı? Gerede’den niye vazgeçildi? Kızılırmak nereden çıktı? Kızılırmak alternatif miydi ya da Kızılırmak’ın gerçekte kalitesi neydi ve nasıl arıtılabilirdi? Eğer arıtırsak bunun maliyeti nedir? Bunun da ciddi bir maliyeti var ve gerçekten arıtılabilir mi teknolojiyle? Bunlara da girebilirim. Benzer deneyimi Kırıkkale Belediyesi yaptı, yaşadı, arıtamıyor. En sonunda 2007’de “reverse osmosis” dedikleri, belki kulaklarınıza yansımıştır, ters ozmos denilen şeyle ihaleye çıktılar. Dünyada o büyüklükte ki, Kırıkkale’nin günlük ihtiyacı günde 225 bin m3 gündür, iki kere ihaleye kimse teklif veremedi, çünkü o büyüklükte, o boyutta reverse osmosis teknolojisi için olmazsa olmaz membranı üretecek sanayi yok. Sen 500 milyon m3’ü birinci aşamada 425 bin m3’ü, 225’e teklif gelmedi ve Kırıkkale Belediyesi üçüncü ihalede bunu 75 bin m3’e düşürdü de öylece ancak iki teklif geldi. Dünyada bu boyutta, yani 75 binlik bile üç yerde üretiliyor. Birinin fabrikası kapandı diye duydum. Bu kriz nedeniyle o İspanya’dakiydi. Biri sanıyorum Kanada’da, biri de Avrupa’da, Avrupa Birliği ülkelerinden birinde, membran üretecek, reverse osmosis da esas şey, ters osmos neden deniliyor? Bir membran var, siz kirli suyu yüksek basınçla bu membrana itiyorsunuz. Yüksek basıncı sağlayan da elektrik enerjisi. Suyumuzun kirliliğine göre kullandığımız membranın niteliğine, özelliğine göre bu yaklaşık 8.2’yle 16.5 atmosfer basınçla geçirmeniz lazım. Eğer toplam suyu membrandan geçirmek için harcayacağınız elektrik enerjisi Kızılırmak’tan suyu Ankara’ya pompaj yaptığımız elektrik giderine yakındır. Dinliyoruz, yerel seçimler geldi. Her parti lideri diyor ki, “Kızılırmak’ı arıtacağım” Nasıl arıtacaksın? Etrafında bilim adamları var, bu işi bilenler var, Internet’in var, gir “reverse osmos” yaz, bak bakalım kaç lira? Ev tipi küçük küçük şöyle şöyle aletler, ancak çayında kullanacağın suyu arıtırsın o reverse osmosla. Gir bak da ondan sonra bana doğruyu söyle ya da hiç söyleme. “Ben Kızılırmak suyunu arıtacağım”, arıtamazsın. Onun için başka teknik çözümler, madem yaptık bunu, bundan nasıl yararlanırız o ayrı konu, onlara da girebilirim sorarsanız.

Hep sorarsanız diye geçiyorum, önemli olan benim buradaki misyonum sizlerin kafasında soru işaretleri uyandırmak, cevaplar vermek değil. Olay tek boyutlu değil, olay Sayın Hocamın dediği gibi kadmiyum, demir, demirsülfatla sınırlı değil. Sayın Hocamın dediği gibi balıkların solungaçlarında biriken biyoakümülasyona neden olan üç nesilden sonra ciddi artışlar yapıp sağığa zarar, sadece o da değil. Konuşmasının son şeyinde su yönetimine getirdiler. Yönetim, yönetimi ehil ellere vereceksin. Tren kazası, uçak kazası, doğalgaz faciası, yetkilileri görüyorsunuz. Size güven veriyor mu? O ilgili, oranın başı en tepe noktasında, piramidin en tepesinde yönettiği konuyu bilmiyor. Ankara Belediyesinin Sayın Başkanından başka bu kadar kuruluşu var, bir yetkilisini tanıyor musunuz? Bu ehil mi? ASKİ’nin başında sudan anlamayan, doğalgazın başında doğalgazdan anlamayan, asfaltın başında asfalt.b… ilkokul mezunu asfalt uzmanı, bunları tanıyor musunuz? Siz kimi seçtiniz de o yetkiyle bunları topladı da size hizmet getiriyor? Akla, bilime, çağdaş değerlere önem vermeyen, bunu içselleştirmeyen yönetici istemiyoruz. Sorunlar burada, yok yasam vardı, istediğin kadar yasa olsun, istediğin kadar yönetmeliğin olsun, yalan söylüyorlar. Yalanı algılamak da beceri işi, yalana kanmamak uyanıklık işi, yalana kanmamak aklımızı dar kalıplardan arındırma işi. Ben saatime bakıyorum, yarım saatimi doldurdum. Eğer varsa sorunuz Ankara suyunun herhangi bir yerinde aklıma, yani bilgisayar deyiminde harddiskime değil, remine güvenemiyorsam bilgisayarın harddiskine güveneceğim ve ilgili sunumu açıp size oradan yanıt vermeye çalışacağım. Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Alkışlar)



Yüklə 221,66 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin