Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı.
Doğduğumuz dünya çok acımasız, ama aynı zamanda ilahi bir güzelliği var. Anlamlı oluşunun mu, yoksa anlamsızlığının mı ağır bastığına karar vermek, insanın yapısına bağlı.
Yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.
Yalnızlık insanın çevresinde insan olmaması demek değildir. İnsan kendisinin önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramadığı ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğu zaman kendisini yalnız hisseder.
Carl Gustav Jung, 26 Temmuz 1875’te İsviçre’nin Basel şehrinin Kesswil kasabasında bir kilise rahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası iyi yürekli, kendi halinde pasif bir insandı. Annesinin daha etkin ve aktif kişilikli, kimi zaman dengesiz biri olduğu anlaşılıyor.
Carl Gustav Jung, 26 Temmuz 1875’te İsviçre’nin Basel şehrinin Kesswil kasabasında bir kilise rahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası iyi yürekli, kendi halinde pasif bir insandı. Annesinin daha etkin ve aktif kişilikli, kimi zaman dengesiz biri olduğu anlaşılıyor.
Annesinin ve babasının mutlu bir evlilik yaşadıkları pek söylenemez. Çoğu zaman ayrı odalarda yatan iki karı kocalardı.
Küçük Jung’un annesi ve babası arasındaki bu durum onu çok üzer ve çevresindekilerden sıkıldığında evlerinin tavan arasına gider uzunca bir süre orda otururdu.
Küçük Jung’un annesi ve babası arasındaki bu durum onu çok üzer ve çevresindekilerden sıkıldığında evlerinin tavan arasına gider uzunca bir süre orda otururdu.
Oradaki en iyi dostu tahtadan oyduğu bir insan modeliydi. Onunla saatlerce konuşur, iç dünyasını ona dökerdi.
Jung küçük yaşlarından itibaren başlayan ve yaşamının sonlarına kadar devam eden ilginç ve son derece tuhaf rüyalar görürdü. Rüyaları hep canlı ve tazeydi.
Jung küçük yaşlarından itibaren başlayan ve yaşamının sonlarına kadar devam eden ilginç ve son derece tuhaf rüyalar görürdü. Rüyaları hep canlı ve tazeydi.
Nitekim bu rüyalardan birini, on iki yaşındayken görür. Bu rüya dünya görüşünü büyük ölçüde etkiledi.
İlköğretimi on bir yaşına kadar köy okulunda okudu ve daha sonra köy okulundan ayrılarak Basel kentinde bir okula başladı.
İlköğretimi on bir yaşına kadar köy okulunda okudu ve daha sonra köy okulundan ayrılarak Basel kentinde bir okula başladı.
Jung Bir süre sonra okuldan sıkılmaya başladı, derslerine ayırmak zorunda olduğu zaman yüzünden ilgi duyduğu konularda okumaya pek fırsat bulamıyordu.
Bir gün beden eğitimi dersinde bayılma nöbeti geçirdi ve bu durum sonraları tekrar etti. Bu durum sıklaşınca derslere ve okula ara vermek zorunda kaldı. Bu zamanları ilgi duyduğu konularda kitaplar okuyarak geçirdi.
Onun haricinde günlerini ya babasının kitaplığında ya da ağaçlar ve hayvanlar arasında geçirdi.
Onun haricinde günlerini ya babasının kitaplığında ya da ağaçlar ve hayvanlar arasında geçirdi.
Fakat bir gün ailesinin kendisinden ve geleceğinden umudunu kestiğini söylediğini duyunca paniğe kapıldı. Bayılma nöbetleri durdu ve tekrar okula döndü. Derslerine daha sıkı çalıştı.
Okulda, arkadaşları arasında sevilmiyor değildi, ancak zihin yetenekleri ve kaygıları arkadaşlarınkinden başka, çok daha üstün olduğu için, içine kapanık ve yalnızdı.
Lise yıllarında felsefeye merak saran Jung artık o kadar içe kapanık biri değildi. Hem bedence gelişmesi hem de kendine güveninin artması ile birlikte daha atılgan ve konuşkan biri oldu ve arkadaşlar edinmeye başladı. Bu yıllarda felsefe ve din konularıyla fazlasıyla meşgul olan Jung üniversitede fen alanını seçti ve ilerleyen yıllarda da tıp eğitimine devam etti.
Lise yıllarında felsefeye merak saran Jung artık o kadar içe kapanık biri değildi. Hem bedence gelişmesi hem de kendine güveninin artması ile birlikte daha atılgan ve konuşkan biri oldu ve arkadaşlar edinmeye başladı. Bu yıllarda felsefe ve din konularıyla fazlasıyla meşgul olan Jung üniversitede fen alanını seçti ve ilerleyen yıllarda da tıp eğitimine devam etti.
Jung liseyi bitirdikten sonra hangi alanda üniversite öğrenimi görmek istediği konusunda kararsızdı. İlgilendiği dört alan(Fen, Tarih, Felsefe. Arkeoloji) vardı.
Fakat bu dört alandan hiçbirini okumadı. Tıp fakültesine yazıldı ve eğitimi orda devam etti.
Fakat bu dört alandan hiçbirini okumadı. Tıp fakültesine yazıldı ve eğitimi orda devam etti.
Jung, iç hastalıkları alanında uzmanlaşmak istiyordu fakat maddi durumu buna elvermiyordu.
Bu arada Jung parapsikolojik konulara ayrı bir ilgi duyardı. Bir yaz tatilinde yaşadığı iki olay onu özellikle çok etkilemişti.
İlk olay odasında çalışırken oldu. Birden silah patlamasına benzer bir ses duyan Jung yandaki odaya gittiğinde odada duran büyük masanın ortadan ikiye bölündüğünü gördü.
Jung’u etkileyen ikinci bir olay ise büyük bir bıçağı ekmek sepetinde paramparça olmuş bir şekilde bulmasıydı.
Jung’u etkileyen ikinci bir olay ise büyük bir bıçağı ekmek sepetinde paramparça olmuş bir şekilde bulmasıydı.
Bu esrarengiz olaylar Jung’un psikolojiye duyacağı ilginin başlangıç safhalarıydı. O yazın sonunda okula dönen Jung, Kraft-Ebing’in psikiyatri kitabını okuyunca şok oldu. Gelecekte seçeceği mesleği zihninde belirlemiş oldu.
Yirmi dört yaşına geldiğinde, kesin kararını verdi.
Okuldaki profesörleri Jungun bu kararını hoş karşılamamıştı fakat Jung kesin kararlıydı ve aklına koyduğunu da yaptı.
Tıp doktoru diplomasını 1900 yılında alan Jung, ilk olarak Zürih’teki Burghölzi Psikiyatri Hastanesi’nde ‘şizofreni’ terimini ortaya koyan ve bu bozuklukla ilgili çalışmaları ile tanınan Eugen Bleuler ile birlikte çalışmaya başladı.
Tıp doktoru diplomasını 1900 yılında alan Jung, ilk olarak Zürih’teki Burghölzi Psikiyatri Hastanesi’nde ‘şizofreni’ terimini ortaya koyan ve bu bozuklukla ilgili çalışmaları ile tanınan Eugen Bleuler ile birlikte çalışmaya başladı.
1903'te Emma Rauschenbach ile evlendi. Eşinin ölümüne kadar süren evlikleri boyuca Jung ondan çok destek aldı. Emma, beş çocuğunu yetiştirmesinin yanında Jung'a çalışmalarında da yardımcı oldu ve Jung'un terapi yöntemini uygulamayı da öğrendi.
Jung 1900 yılında Freud'un "Rüyaların Yorumu" isimli kitabını okuduktan sonra onun fikirlerinden oldukça etkilenmişti ve yayınlarını yakından izliyordu. 1906 yılında şizofreni üzerine yazdığı bir kitapta ifade ettiği düşünceler Freud'un düşünceleri gibi hiç olumlu karşılanmadı ancak Freud'la tanışması da bu kitap sayesinde oldu.
Jung 1900 yılında Freud'un "Rüyaların Yorumu" isimli kitabını okuduktan sonra onun fikirlerinden oldukça etkilenmişti ve yayınlarını yakından izliyordu. 1906 yılında şizofreni üzerine yazdığı bir kitapta ifade ettiği düşünceler Freud'un düşünceleri gibi hiç olumlu karşılanmadı ancak Freud'la tanışması da bu kitap sayesinde oldu.
En nihayetinde Freud, Jung’u Viyana’ya davet eder ve Jung bu daveti kabul eder.
İlk kez 1907 yılının mart ayında öğleden sonra buluşan ikili hiç ara vermeksizin on üç saat konuştular. Böylelikle 6 senelik dostlukları başlamış oldu.
İlk kez 1907 yılının mart ayında öğleden sonra buluşan ikili hiç ara vermeksizin on üç saat konuştular. Böylelikle 6 senelik dostlukları başlamış oldu.
Dostlukları öylesine pekişti ki Freud, Uluslararası Psikanaliz Demeği kurulduğunda Jung'un başkan seçilmesini sağladı. Bu dönemde Freud onu evladı ve kendi veliahdı gibi görüyordu.
Günü geldiğinde konferans vermek üzere birlikte birçok seyahate çıkarlar. Bu seyahatlerden biri1909 da Amerika’ya yaptıkları gemi seyahatiydi.
Günü geldiğinde konferans vermek üzere birlikte birçok seyahate çıkarlar. Bu seyahatlerden biri1909 da Amerika’ya yaptıkları gemi seyahatiydi.
Seyahat sırasında birbirlerine rüyalarını anlattılar. Jung, Freud’dan gördüğü bir rüyayı çağrışımlarla zenginleştirmesini istediğinde beklenmedik bir tepkiyle karşılaştı.
Neticede bu seyahat birlikte yaptıkları son seyahat oldu ve ikili bir daha hiç eskisi gibi olamadı.
Jung, zamanla Freud’la aralarındaki düşünsel anlaşmazlıkları fark ederek dile getirmeye başladı. Freud ise bu girişimleri kendisine ihanet olarak algıladı ve Jung'un kendi kuramını geliştirme çabası olarak değerlendirdi.
Jung, zamanla Freud’la aralarındaki düşünsel anlaşmazlıkları fark ederek dile getirmeye başladı. Freud ise bu girişimleri kendisine ihanet olarak algıladı ve Jung'un kendi kuramını geliştirme çabası olarak değerlendirdi.
1912 yılında yayımladığı "Bilinçdışının Psikolojisi” isimli eserinde Freud'un kuramını eleştirmesine değin altı sene süren birliktelikleri 1913 yılında birbirlerinden tamamıyla kopmalarıyla son buldu.
Jung’un 1913 yılında yaşadığı iç gerilim ve çatışma sonucu meydana gelen olay parapsikolojiye olan inancının bir kez daha haklı olduğunu gösteriyordu.
Jung’un 1913 yılında yaşadığı iç gerilim ve çatışma sonucu meydana gelen olay parapsikolojiye olan inancının bir kez daha haklı olduğunu gösteriyordu.
Jung aklını oynattığını düşündürten birtakım iç çatışma yaşar. Sonunda kendisini tedirgin eden baskının dışa doğru yöneldiğini söyler. San ki bu durum ruhsal bir durumdan değil de somut bir gerçekten kaynaklanıyordu.
Jung gözü önünden bir türlü gitmeyen bir görüntü görür. Dünya kana bulanır. Her yer yakıp yıkılır. Başta bunun bir akut şizofreni başlangıcı olabileceğinin düşündü fakat 1914 yılının 1 ağustos gününe gelindiğinde Birinci Dünya Savaşı patlak verir.
Jung gözü önünden bir türlü gitmeyen bir görüntü görür. Dünya kana bulanır. Her yer yakıp yıkılır. Başta bunun bir akut şizofreni başlangıcı olabileceğinin düşündü fakat 1914 yılının 1 ağustos gününe gelindiğinde Birinci Dünya Savaşı patlak verir.
Jung bu durum karşısında şok oldu. İç çatışmaların sebebi yaklaşan dünya savaşının ilk belirtileriydi. Bu durum eski görüşlerinin geçerliliğini gösteriyordu.
Bu ayrılıktan sonra Jung doğduğu yer olan Kesswil‘e dönerek altı yıl boyunca insanlardan uzakta kendi bilinçdışının derinliklerini keşfe çıktı. Uzunca bir süre üretkenlikten kopan Jung bu zaman içerisinde normal dışı diye nitelendirilebilecek birçok deneyim yaşadı.
Bu ayrılıktan sonra Jung doğduğu yer olan Kesswil‘e dönerek altı yıl boyunca insanlardan uzakta kendi bilinçdışının derinliklerini keşfe çıktı. Uzunca bir süre üretkenlikten kopan Jung bu zaman içerisinde normal dışı diye nitelendirilebilecek birçok deneyim yaşadı.
Jung’un Kendisi bu dönemi, bireyleşme ve kendini keşfetme süreci olarak görmekte ve geliştirdiği bir çok kavramın evrenselliği konusunda netleştiği bir dönem olarak değerlendirmektedir.
Bu dönemin sonunda ise jung, en iyi yapıtlarından biri olan ‘Psikolojik Tipler’i yazdı.
Bu dönemin sonunda ise jung, en iyi yapıtlarından biri olan ‘Psikolojik Tipler’i yazdı.
Bu kitapta Freud ve ondan ayrılan bir diğer psikanalist olan Adler’den farklılıklarını açıkladı. Karakter tiplerinin tanımını yaptı, dışadönüklükle içedönüklüğün tanımını yaptı ve duygu ile düşüncenin ayrımını tartıştı.
Ayrıca jung bu dönemde evinde öğrencilerle birçok toplantı düzenledi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi sempatizanlığı ile suçlanan Jung bunu üzüntüyle karşılamış ve bu suçlamayı kesinlikle kabul etmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi sempatizanlığı ile suçlanan Jung bunu üzüntüyle karşılamış ve bu suçlamayı kesinlikle kabul etmemiştir.
Yaşamının geri kalan bölümünü dünyayı dolaşıp konferanslar vermeye ve Amerika, Asya ve Afrika'da farklı kültürleri inceleyerek insanın doğası konusundaki anlayışını geliştirmeye adamıştır.
Bu seyahatlerden edindiği izlenimlerin sonucunda kollaktif(ırksal) bilinçaltı kavramını geliştirdi.
Daha sonra falcılığa yönelik Çin ekolü olan I Ching’le de ilgilenen Jung, 1944 te ünlü yapıtlarından biri olan ‘Psikoloji ve Sihir’i yayınladı.
1955 yılında eşinin ölümünden sonra günlerini evinde yakınları ile birlikte geçirmiş ve 6 Haziran 1961'de 86 yaşında, doğduğu kasaba olan Kesswil’de yaşamını yitirmiştir.
1955 yılında eşinin ölümünden sonra günlerini evinde yakınları ile birlikte geçirmiş ve 6 Haziran 1961'de 86 yaşında, doğduğu kasaba olan Kesswil’de yaşamını yitirmiştir.
Jungun analitik psikoloji kuramı, psikanaliz kuramın temelleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla bilinçdışının varlığını kabul etmiş fakat psikanalizin temel unsurlarından olan id, ego ve süperego mekanizmaları yerine bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltı olmak üzere üç boyutlu bir yapı kabul etmiştir.
Jungun analitik psikoloji kuramı, psikanaliz kuramın temelleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla bilinçdışının varlığını kabul etmiş fakat psikanalizin temel unsurlarından olan id, ego ve süperego mekanizmaları yerine bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltı olmak üzere üç boyutlu bir yapı kabul etmiştir.
Analitik psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı libidonun niteliği ile ilgilidir.
Analitik psikoloji ile Freud’un psikanalizi arasındaki temel görüş ayrılığı libidonun niteliği ile ilgilidir.
İnsan gelişiminde güdülerin ve amaçların yeri Jung’u Freud’dan ayıran bir diğer unsurdur. Freud’a göre yaşam ölüm araya girinceye değin yinelenen içgüdüsel eylemlerden oluşur. Oysa Jung insanı kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içinde bulunan bir varlık olarak görür.
Jung’un kuramında, kişilik gelişiminde ırk ve soyaçekim faktörlerine önem verilmiştir. Freud’un kuramı ise saf deterministik bir anlayışla oluşturulmuş bir kuramdır.
Jung’un kuramında, kişilik gelişiminde ırk ve soyaçekim faktörlerine önem verilmiştir. Freud’un kuramı ise saf deterministik bir anlayışla oluşturulmuş bir kuramdır.
Freud insanı çocukluk yaşantılarının kurbanı olarak görüyorken, Jung, insanların şekillenmelerinin sağlayıcısının geçmişleri, geleceğe yönelik hedef ve ümitleri olduğunu savunmuştur.
Freud ve Jung arasındaki en belirgin ayrılıklardan biri bilinçaltının niteliğiyle ilgilidir.
Freud ve Jung arasındaki en belirgin ayrılıklardan biri bilinçaltının niteliğiyle ilgilidir.
Freud’a göre kişiliğin bilinçli ve bilinçli olmayan iki yönü vardır. Bunlar bilinç ve bilinçaltıdır. Freud’a göre bilinçaltı genelde cinsellikle yüklü, hoş karşılanmayan, çocuksu hatta vahşice olan ve unutmak istenilen her şeyin bulunduğu yerdir.
Jung’a göre ise kişiliğin Bireysel(kişisel) ve Kolektif(ırksal) bilinçaltı diye iki yönü vardır.
Jung ekolünde kişiliğin tümü psişe olarak adlandırılır. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim durumunda bulunan sistemlerden oluşur. Bunlar, bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır.
Jung ekolünde kişiliğin tümü psişe olarak adlandırılır. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim durumunda bulunan sistemlerden oluşur. Bunlar, bilinç, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır.
Bilinçaltı bizi bizden daha iyi bilir (C. Jung).
İki katlı tanımadığım görmediğim bir evdeyim. Benim evimmiş, üst katta bulunuyorum, salon gibi bir yerdi burası; içi, rokoko üslubunda döşenmiş, değerli eşyalarla dolu. Duvarlarda birtakım değerli tablolar var. Tuhafıma gidiyor evin benim oluşu. Hiç te fena değilmiş diyorum. Derken alt katı merak ediyorum, merdivenlerden inerek zemine varıyorum. Burada her şey daha eski. Kendi kendime, buradaki eşyalar ya 15. Ya da 16. yy.’dan kalma olmalı diyorum. Mobilyalar orta çağdan kalma, zemin kırmızı tuğla. Her yer karanlık. Bir odadan ötekine geçerken, şu evi şöyle bir baştan başa dolaşsam diyorum. Ağır bir kapıya geliyorum, açıyorum onu. Karşıma taş bir merdiven çıkıyor. Basamaklar bodruma iniyor. Kendimi bu kez çok güzel kubbeli bir holde buluyorum.
İki katlı tanımadığım görmediğim bir evdeyim. Benim evimmiş, üst katta bulunuyorum, salon gibi bir yerdi burası; içi, rokoko üslubunda döşenmiş, değerli eşyalarla dolu. Duvarlarda birtakım değerli tablolar var. Tuhafıma gidiyor evin benim oluşu. Hiç te fena değilmiş diyorum. Derken alt katı merak ediyorum, merdivenlerden inerek zemine varıyorum. Burada her şey daha eski. Kendi kendime, buradaki eşyalar ya 15. Ya da 16. yy.’dan kalma olmalı diyorum. Mobilyalar orta çağdan kalma, zemin kırmızı tuğla. Her yer karanlık. Bir odadan ötekine geçerken, şu evi şöyle bir baştan başa dolaşsam diyorum. Ağır bir kapıya geliyorum, açıyorum onu. Karşıma taş bir merdiven çıkıyor. Basamaklar bodruma iniyor. Kendimi bu kez çok güzel kubbeli bir holde buluyorum.
Pek eski görünümlü bir yer burası. Duvarları inceliyorum, birde bakıyorum normal taş bloklar arasında tuğladan örülmüş katlar görüyorum, harçta da tuğla kırıkları var. Bunu görür görme duvarların eski Roma’dan kalma olduğunu anlıyorum. İlgim gittikçe artıyor. Zemine daha dikkatle bakıyorum. Kalıp taşlarla döşeli, birinde de bir halka var. Halkayı tutup çekiyorum: taş kalıp kalkıyor, gene aşağıya inen dar taş basamaklar. İniyorum, bu kez kayadan oyulmuş alçak tavanlı bir mağarada buluyorum kendimi. Yer tozla kaplı, tozlar içinde de insan kemikleri ve kırık çanak parçaları var, sanki ilkel bir uygarlık kalıntıları bunlar. Çok eskiden kalma olduğu belli, yarı yarıya parçalanmış iki insan kafatasıyla karşılaşıyorum ve uyanıyorum.
Pek eski görünümlü bir yer burası. Duvarları inceliyorum, birde bakıyorum normal taş bloklar arasında tuğladan örülmüş katlar görüyorum, harçta da tuğla kırıkları var. Bunu görür görme duvarların eski Roma’dan kalma olduğunu anlıyorum. İlgim gittikçe artıyor. Zemine daha dikkatle bakıyorum. Kalıp taşlarla döşeli, birinde de bir halka var. Halkayı tutup çekiyorum: taş kalıp kalkıyor, gene aşağıya inen dar taş basamaklar. İniyorum, bu kez kayadan oyulmuş alçak tavanlı bir mağarada buluyorum kendimi. Yer tozla kaplı, tozlar içinde de insan kemikleri ve kırık çanak parçaları var, sanki ilkel bir uygarlık kalıntıları bunlar. Çok eskiden kalma olduğu belli, yarı yarıya parçalanmış iki insan kafatasıyla karşılaşıyorum ve uyanıyorum.
Algıları ve anıları kapsar. Çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur.
Algıları ve anıları kapsar. Çevremize adapte olabilmemizi mümkün kılan gerçeklikle bağlantı kurmanın bir yoludur.
Bilincin merkezinde ego vardır. Bilinci, bilinçaltının yanında ikincil öneme sahip bir unsur olarak görmektedir. Bilincin görünen yanından çok, gizli kalmış görünmeyen yanlarına dikkat çeker.
Jung’a göre iki bilinçaltı seviyesi bulunmaktadır. Bunlar, kişisel bilinçaltı ve kollektif bilinçaltıdır.
Jung’a göre bilincin dört temel boyutu vardır bunlar: Düşünme , duyumsama, hissetme ve sezgidir. Kalıtım ve çevre koşulları, bireyin hangi boyutta bu zihinsel gelişimi göstereceğini belirler. Bilincin bu boyutlarının her biri, içe ve dışa dönük diye ikiye ayrılır.
Jung’a göre bilincin dört temel boyutu vardır bunlar: Düşünme , duyumsama, hissetme ve sezgidir. Kalıtım ve çevre koşulları, bireyin hangi boyutta bu zihinsel gelişimi göstereceğini belirler. Bilincin bu boyutlarının her biri, içe ve dışa dönük diye ikiye ayrılır.
Bir insanın bilincinin diğer insanlarınkinden farklılaşması sürecine bireyleşme denir. Bireyleşmenin amacı, bir insanın kendisini tanıması, bir başka deyişle bilinç alanını genişletmesidir.
Bilincin bireyleşmesi sonucu meydana gelir. Bilincin zihinsel örgütüdür. Bilinç düzeyindeki algılardan anılardan, düşünce ve duygulardan oluşur.
Bilincin bireyleşmesi sonucu meydana gelir. Bilincin zihinsel örgütüdür. Bilinç düzeyindeki algılardan anılardan, düşünce ve duygulardan oluşur.
Ego bir düşünceyi, bir anıyı ya da bir duyguyu seçmedikçe kişi bunların varlığından haberdar olamaz.
Ego kimliğimizin tutarlı ve bütün olmasını sağlar. Egonun seçiciliği sayesinde biz bu gün dünkü ile aynı insan olduğumuzu hissederiz.
Egonun hangi tür yaşantılara geçit vereceği bireyin zihin yapısına göredir.
Ego bir düşünceyi, anıyı ya da duyguyu seçmedikçe kişi bunların varlığından haberdar olamaz. Son derece seçici olan ego, bir damıtma aygıtına benzer. Kendisine ulaşan ruhsal olayların pek azı bilinç düzeyine çıkabilir. Bu nedenle günlük yaşantılarımızın birçoğunun farkında olmayız. Egonun bu görevi olmasaydı, insanın katlanamayacağı sayıda duygu, düşünce,algı ve anı bilinç düzeyini doldurmuş olurdu.
Ego bir düşünceyi, anıyı ya da duyguyu seçmedikçe kişi bunların varlığından haberdar olamaz. Son derece seçici olan ego, bir damıtma aygıtına benzer. Kendisine ulaşan ruhsal olayların pek azı bilinç düzeyine çıkabilir. Bu nedenle günlük yaşantılarımızın birçoğunun farkında olmayız. Egonun bu görevi olmasaydı, insanın katlanamayacağı sayıda duygu, düşünce,algı ve anı bilinç düzeyini doldurmuş olurdu.
Egonun hangi tür yaşantılara geçit vereceği, bireye egemen olan zihin işlevi tarafından belirlenir. Eğer insan duygusal tipte ise ego daha çok sayıda duygunun bilince ulaşmasına geçit verir. Düşünmeye yönelik bir tipte, düşünceler öncelikle bilince kabul edilirler. Güçlü yaşantılar egonun kapılarını zorlayarak bilince ulaşabilir, zayıf olanlar geri çevrilir.
Egonun hangi tür yaşantılara geçit vereceği, bireye egemen olan zihin işlevi tarafından belirlenir. Eğer insan duygusal tipte ise ego daha çok sayıda duygunun bilince ulaşmasına geçit verir. Düşünmeye yönelik bir tipte, düşünceler öncelikle bilince kabul edilirler. Güçlü yaşantılar egonun kapılarını zorlayarak bilince ulaşabilir, zayıf olanlar geri çevrilir.
Egonun geri çevirdiği yaşantılar psişenin içinde kaybolmazlar. Çünkü yaşanmış olan şeyler varlığını yitirmezler. Kişisel bilinçaltında toplanırlar.
Egonun geri çevirdiği yaşantılar psişenin içinde kaybolmazlar. Çünkü yaşanmış olan şeyler varlığını yitirmezler. Kişisel bilinçaltında toplanırlar.
bilincin hemen altındadır ve bireye aittir. Kişisel bilinçaltı, anılardan, arzulardan, dürtülerden, silik algılardan ve unutulmuş deneyimlerden oluşur. Kişisel bilinçaltındaki deneyimler, gruplaşarak, Karmaşaları(kompleksleri) oluştururlar.
Karmaşaların nasıl oluştuğu konusunda Jung, önceleri Freud’un görüşlerini paylaşmış ve bunların ilk çocukluk yaşantılarından kaynaklandığını kabul etmişti. Sonraları bu görüşle yetinmeyen Jung, insan varlığında çocukluk yaşantılarından daha derin bir fenomenin var olabileceğini düşünmüş ve araştırmaları sonucunda psişenin bir diğer düzeyi olan Kollektif(ortak) bilinçdışı‘nın tanımını yapmıştır.
Karmaşaların nasıl oluştuğu konusunda Jung, önceleri Freud’un görüşlerini paylaşmış ve bunların ilk çocukluk yaşantılarından kaynaklandığını kabul etmişti. Sonraları bu görüşle yetinmeyen Jung, insan varlığında çocukluk yaşantılarından daha derin bir fenomenin var olabileceğini düşünmüş ve araştırmaları sonucunda psişenin bir diğer düzeyi olan Kollektif(ortak) bilinçdışı‘nın tanımını yapmıştır.
Bu konuda sonradan sürdürülen incelemeler, karmaşaların kişiliğin bütünü içinde bağımsız küçük kişilikler oluşturduklarını göstermiştir.
Kişisel bilinçdışında bastırılan düşüncelerin bir araya gelmesi ile oluşur. Kompleksler kişiyi hakimiyeti altına alarak, adım adım yaşamına egemen olur, yaşam enerjisini emerler.
Kişisel bilinçdışında bastırılan düşüncelerin bir araya gelmesi ile oluşur. Kompleksler kişiyi hakimiyeti altına alarak, adım adım yaşamına egemen olur, yaşam enerjisini emerler.
Bilinçdışı komplekslerini keşfeden, bunların kölesi olduğunu fark eden birey, bu zincirleri kırıp köleliğinden kurtulabilirse, özgür bir birey olarak, yeni bir varoluşsal sürece girer.
Birey tarafından bilinmeyen geçmişteki atalarının da dahil olduğu tüm nesillerin deneyimlerini kapsar. Kişiliğin temelini şekillendirir ve genel evrimsel deneyimlerden oluşur. Kişilikteki en etkili güçtür. Çünkü şimdiki davranışlarımızın hepsini yönlendirir.
Birey tarafından bilinmeyen geçmişteki atalarının da dahil olduğu tüm nesillerin deneyimlerini kapsar. Kişiliğin temelini şekillendirir ve genel evrimsel deneyimlerden oluşur. Kişilikteki en etkili güçtür. Çünkü şimdiki davranışlarımızın hepsini yönlendirir.
Jung’a göre tüm insanlarda kollektif bilinç ortaktır(Karanlıktan korkmak vb.). Burası bir tür olarak edindiğimiz tüm deneyimlerin depolandığı yerdir; hepimiz bu bilgiyle doğarız. Yine de hiçbir zaman doğrudan bunun bilincinde olamayız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkiler, en çok da duygusal olanları. Fakat biz bunu ancak dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz.
Kollektif bilinçaltının etkilerini diğerlerinden çok daha açık bir şekilde gösteren bazı deneyimler vardır: İlk görüşte aşk, dejavu (o anı daha önce yaşamışsınız hissi v.b.).
Kollektif bilinçaltının etkilerini diğerlerinden çok daha açık bir şekilde gösteren bazı deneyimler vardır: İlk görüşte aşk, dejavu (o anı daha önce yaşamışsınız hissi v.b.).
Daha geniş anlamda düşündüğümüzde, tüm dünyadaki ve tüm zamanlardaki sanatçı ve müzisyenlerin paylaştığı yaratıcı deneyimler, tüm dinlerdeki mistiklerin ruhsal deneyimleri ya da rüyalardaki, fantezilerdeki, mitolojilerdeki, peri masallarındaki ve edebiyattaki paralellikler kollektif bilinçaltına birer örnektir.
Jung kollektif bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişinin benzer bir durumla karşılaşan atalarıyla benzer şekilde davranmasına hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden var olan belirleyicileridir.
Jung kollektif bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişinin benzer bir durumla karşılaşan atalarıyla benzer şekilde davranmasına hazırlayan zihinsel deneyimlerin daha önceden var olan belirleyicileridir.
Birçok arketipten bahsetmek mümkün fakat Jung, ayrı bir kişilik sistemi olarak gördüğü dört arketip sistemi tanımlamıştır. Bunlar, persona, anima-animus, gölge ve bendir.
Persona aynı zamanda İnsanın kendisi olmayan bir kişiliği yaşamasıdır. Bir insanın evde, okulda, ve arkadaşlık ortamında farklı farklı maskeleri vardır.
Persona aynı zamanda İnsanın kendisi olmayan bir kişiliği yaşamasıdır. Bir insanın evde, okulda, ve arkadaşlık ortamında farklı farklı maskeleri vardır.
Personasının aşırı egemenliği altına girmiş biri kendine yabancılaşır ve sürekli bir gerilim yaşar. Bu bağlamda egonun persona ile özdeşleşmesine “şişme” denilir. Böyle bir insan, rolüne kendini fazla kaptırdığından kendine aşırı önem vermeye başlar ve rolü diğer insanlarında oynamasını ister.
Her bir cinsin, hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler gösterdiği görüşünü yansıtır. Anima; erkeklerdeki dişilik özelliğini, animus; kadınlardaki erkeksilik özelliğini gösterir.
Her bir cinsin, hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler gösterdiği görüşünü yansıtır. Anima; erkeklerdeki dişilik özelliğini, animus; kadınlardaki erkeksilik özelliğini gösterir.
Bu arketipler insanın karşı cinsi anlayabilmesine yardımcı olur. Uyumlu bir insanda karşı cinse ait yönler davranışlara da yansır. Jung’a göre her erkek kendinde doğuştan var olan kadın imgesine (anima) uyan kişileri evlenmek için tercih eder. Kadın ise kendi animusuna uyan erkeklere yönelir.
Anima-animus sayesinde birey karşı cinsi daha iyi anlar ve onunla iletişim kurar. Jung bireylerin anima ya da animus yönlerini reddetmelerinin kötü sonuçlar doğuracağını söylemiştir.
Anima-animus sayesinde birey karşı cinsi daha iyi anlar ve onunla iletişim kurar. Jung bireylerin anima ya da animus yönlerini reddetmelerinin kötü sonuçlar doğuracağını söylemiştir.
insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvansı yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır.
insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvansı yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır.
Uygar olabilmemiz için gölgemizdeki hayvansı eğilimleri evcilleştirmemiz gerekir.
Gölgenin olumlu tarafı insani gelişim için gerekli olan spontanlığın, yaratıcılığın, iç görünün ve yoğun coşkuların kaynağı olmasıdır.
Ego ve gölge işbirliği yaptığında
kişi kendini yaşam dolu ve
canlı hisseder. Gölgenin
reddedilmesi kişiliğin sönük
kalmasına neden olur.
En önemli arketiptir. Ben, bilinçaltının tüm yönlerini dengeler. Kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandırır.
En önemli arketiptir. Ben, bilinçaltının tüm yönlerini dengeler. Kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandırır.
Jung, ben’i, kendini gerçekleştirmeye benzetir. Kendini gerçekleştirme ile kişiliğin tüm yönlerinin bir ahenk ve olgunluk, uyum içerisinde olmasını kastetmiştir. Bu durum 35-40 yaş arasında ortaya çıkmaya başlar.
Ben her zaman tam bir bütünleşmeye çabalar. Bir insan kendisini uyum içinde hissedebildiği zaman ben görevini iyi yapıyor demektir.
Jung hepimizin ulaşmaya çalıştığı tam bir birlik ve bütünlüğün çeşitli kültürlerde defalarca rastlanılan bir sembol olan bütünleşme çemberi (mandala) veya sihirli halka ile temsil edilebileceğini söylemiştir.
Jung hepimizin ulaşmaya çalıştığı tam bir birlik ve bütünlüğün çeşitli kültürlerde defalarca rastlanılan bir sembol olan bütünleşme çemberi (mandala) veya sihirli halka ile temsil edilebileceğini söylemiştir.
İnsanın karmaşık bir organizma olduğunu ve insan davranışlarında doğal, içsel ve sosyal mekanizmanın karmaşık bir bütününün etkili olduğunu savunur. Kişi bir yaşam evresinden diğerine geçerken kendiliğin yeni yönleri ortaya çıkar ve etkinlik kazanırlar.
İnsanın karmaşık bir organizma olduğunu ve insan davranışlarında doğal, içsel ve sosyal mekanizmanın karmaşık bir bütününün etkili olduğunu savunur. Kişi bir yaşam evresinden diğerine geçerken kendiliğin yeni yönleri ortaya çıkar ve etkinlik kazanırlar.
Jung insan hayatını iki temel bölüme ayırmıştır:
İlk yarıda insan daha çok biyolojik yönüne ve toplumsal boyuta önem verir.
Yaşamın ikinci yarısında insanlar için varoluş mücadelesi anlamını değiştirir. Değer yargılarının değiştiği bu dönemde (kırklı yaşlar) depresyonlar ve sinir hastalıklarında artış görülür.
Bireyleşme: Yaşamına ayrımlaşmamış bir bütün olarak başlayan bireyin kişiliğinin her bir sisteminin faklılaşması ve kendi içinde alt sistemlere ayrılmasıdır. Buna bireyleşim de denir.
Bireyleşme: Yaşamına ayrımlaşmamış bir bütün olarak başlayan bireyin kişiliğinin her bir sisteminin faklılaşması ve kendi içinde alt sistemlere ayrılmasıdır. Buna bireyleşim de denir.
Bütünleşme: Bireyleşme ile iç içedir. İlk aşamada kişiliğin tüm yönleri bireyleşir. İkinci aşamada kişiliğin birbirine karşıt eğilimleri birleşir. Bu sürecin sonunda ben arketipi oluşur.
Jung, ruhsal yapının işleyişini 3 temel ilke ile açıklar. Bunlardan ilki Karşıtlar İlkesi’dir.
Jung, ruhsal yapının işleyişini 3 temel ilke ile açıklar. Bunlardan ilki Karşıtlar İlkesi’dir.
Her istek hemen bir karşıtına da işaret eder. Örneğin, eğer iyi bir düşünce varsa, derinlerde başka bir yerde karşıt bir kötü düşünce bulunmaktadır. Aslında temel nokta şudur: İyilik anlayışına sahip olabilmem için, bir kötülük anlayışım da olması gerekir, siyahın beyaz olmadan var olamayacağı gibi.
Jung’a göre, zihnin gücünü yaratan karşıtlıklardır. Bu bir pilin artı ve eksi uçlarına ya da bir atomun bölünüşüne benzer. Enerjiyi yaratan zıtlıklardır; güçlü bir zıtlık güçlü enerji, zayıf bir zıtlık zayıf enerji ortaya çıkarır.
Eş Değerlilik: Eşdeğerlik ilkesine göre, kişiliğin bir bölümündeki enerji azalır ya da yok olursa aynı miktar enerji başka bir ruhsal alanda ortaya çıkar. Enerji yok olmaz. Enerji bir bölümden diğerine geçerken birincinin bazı özelliklerini diğerine taşır.(Top oynamaya ilgisi azalan çocuğun maket yapmaya ilgisi artabilir. Entropi ilkesi, enerjinin psikenin çeşitli bölümleri arasında denge kurma çabasını tanımlar. Enerji alış-verişi süreklidir ve asla dengeye ulaşamaz. Gerilim ve çatışma vardır.
Eş Değerlilik: Eşdeğerlik ilkesine göre, kişiliğin bir bölümündeki enerji azalır ya da yok olursa aynı miktar enerji başka bir ruhsal alanda ortaya çıkar. Enerji yok olmaz. Enerji bir bölümden diğerine geçerken birincinin bazı özelliklerini diğerine taşır.(Top oynamaya ilgisi azalan çocuğun maket yapmaya ilgisi artabilir. Entropi ilkesi, enerjinin psikenin çeşitli bölümleri arasında denge kurma çabasını tanımlar. Enerji alış-verişi süreklidir ve asla dengeye ulaşamaz. Gerilim ve çatışma vardır.
Yaşamın ilk yıllarında çocuğun psişesi ebeveynlerininkinin bir yansımasıdır.
Yaşamın ilk yıllarında çocuğun psişesi ebeveynlerininkinin bir yansımasıdır.
Bu durumda ebeveynlerin ruhsal sorunları da çocuğa yansır. Okula başlayan çocuğun özdeşiminde çözülme başlar. Bu noktada ebeveynin koruyucu ya da baskıcı tutumu çocuğun bireyleşimini zedeler.
Ebeveynler birlikte personanın gelişiminde etkilidirler. Toplum ve toplumun kültürü ve toplumun onayladıkları da etkilidir.
Çocukluk: Doğumdan ergenliğe kadar sürer. Çocuk bilinçlidir ancak gerçek bir egodan söz edilemez.
Çocukluk: Doğumdan ergenliğe kadar sürer. Çocuk bilinçlidir ancak gerçek bir egodan söz edilemez.
İçgüdülerinin egemenliğinde yaşar ve bağımlıdır. Davranışları düzensizdir. Büyüdükçe bellek süreleri uzar ve bir kimlik duygusu oluşmaya başlar.
Gençlik: Ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerini kapsar.Bedensel değişikliklere ruhsal değişiklikler eşlik eder.
Gençlik: Ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerini kapsar.Bedensel değişikliklere ruhsal değişiklikler eşlik eder.
Genç, çok çeşitli kararlar almak ve toplumsal yaşama yeni uyumlar geliştirmek zorundadır. Çocukluk düşlerini sürdürmek ve gerçekliği kabul etmek istemeyen bireyler için bu dönem sorunları da birlikte getirir.
Zorlukların ortak noktası çocukluk
düzeyindeki bilinçten kopma güçlüğüdür. Bu dönemin temel gelişimsel görevi dışa yönelme
ve yaşamla baş edebilmedir.
Orta Yaş: Bu dönem 35 ve 40 yaşları arasında başlar. Kişi çevresine uyum sağlamış ve toplumun bir parçası haline gelmiştir.
Orta Yaş: Bu dönem 35 ve 40 yaşları arasında başlar. Kişi çevresine uyum sağlamış ve toplumun bir parçası haline gelmiştir.
İkinci yaşan döneminde, edinilmiş yöntemlerin terk edilerek ruhsal enerjinin yeni kollara kanalize edilebilmesini sağlayabilmek, yaşamın en zor aşamalarından biridir.
Bu dönemin temel gelişimsel görevi bütün bir kişilik oluşturmaktır. Derin düşünme hareketlilik daha fazla önem kazanmaya başlar. Bütünleşme süreci yaşanır.
Jung’a göre bu dönemde yaşama
Jung’a göre bu dönemde yaşama
yeniden anlam katabilmek için
varılması gereken yer maddeci
amaçların ötesinde manevi ve
kültürel boyutlan içermelidir.
Orta yaş kişinin kendini tanıma ve
içsel derinliklerini hissetme zamanıdır.
Yaşlılık: Jung’un yaklaşımını
Yaşlılık: Jung’un yaklaşımını
diğerlerinden ayıran önemli özelliklerden
biri de yaşlılık döneminde bile insanın
tüm kişisel gelişim potansiyelini
gerçekleştirme eğilimini sürdürdüğüdür.
Yaşlılık dönemi bir bakıma çocukluğa
benzer, ölüm doğum kadar önemlidir.
Tekrar bilinçdışına teslim olunulur.
Jung’a göre belkide yaşam ölümle son bulmuyordur, çünkü kişi kendini gerçekleştirmek için sonsuz bir arayış içindedir.
Jung, içedönüklüğü ve dışadönüklüğü bilincin bir parçası olarak görmüş ve belirli durumlara bu iki şekilde tepki verildiğini söylemiştir.
Jung, içedönüklüğü ve dışadönüklüğü bilincin bir parçası olarak görmüş ve belirli durumlara bu iki şekilde tepki verildiğini söylemiştir.
Dışadönük kişi enerjisini kendisi dışındaki olaylara, insanlara ve durumlara yöneltir. Bu tür bir insan çevresinden çok etkilenir, sokulgandır ve kendine güvenir.
İçedönük insanın enerjisi, kendi içine doğru yönelmiştir. Bu tür bir kişi dalgın, kendi düşüncelerini gözden geçiren, dışsal etkilere dayanıklı, kendine az güvenen, çekingen ve utangaçtır.
Jung ruhsal işlevleri dört bölümde toplamıştır: düşünme, hissetme, duygu ve sezgi.
Jung ruhsal işlevleri dört bölümde toplamıştır: düşünme, hissetme, duygu ve sezgi.
1. Düşünme: Düşünceler arasında bağlantı kurarak genel bir kavrama ulaşmayı ya da bir soruna çözüm bulmayı amaçlar. Olayları anlayabilmemizi sağlar.
2. Hissetme: Değerlendirme işlevini üstlenir. Bir düşüncenin olumlu ya da olumsuz duygular oluşturmasına göre o düşünceyi kabul veya reddeder.
3. Duyu: Duyu organlarının uyarılması sonucu algılanan duyuları içerir.
4. Sezgi: Bir düşünce ya da duygu katkısı olmaksızın, o andaki yaşantının insanda oluşturduğu izlenimi tanımlar. Esasen kişi sezgilerinin nereden kaynaklandığını da kestiremez.
Düşünme ve hissetme, mantık ve muhakemeyi gerektiren tepki vermenin rasyonel biçimleri iken, duyu ve sezinleme rasyonel değildir.
Düşünme ve hissetme, mantık ve muhakemeyi gerektiren tepki vermenin rasyonel biçimleri iken, duyu ve sezinleme rasyonel değildir.
Jung’un tanımladığı bu dört işlev bilincin yaşantılara ayarlanmasını sağlar.
Duyular bizi bir şeyin varlığından haberdar eder;
düşünce bize bu şeyin ne olduğunu anlatır;
hissetme bu şeyin bizim için iyi ya da kötü olduğunu bildirir;
sezgi ise bu şeyin nereden gelip nereye gittiğini fark etmemizi sağlar.
1. Dışadönük Düşünen Tip: Bu tipte bir insanın yaşamına nesnel düşünceler egemendir. Enerjisini öğrenmeye ve nesnel dünya hakkında bilgi toplamaya yönelten bilim adamı bu tipe örnek olarak gösterilebilir. Amacı nesnel dünyadaki olguları anlamak yasaları ortaya çıkarmak ve kuramsal formüller yaratmaktır.
1. Dışadönük Düşünen Tip: Bu tipte bir insanın yaşamına nesnel düşünceler egemendir. Enerjisini öğrenmeye ve nesnel dünya hakkında bilgi toplamaya yönelten bilim adamı bu tipe örnek olarak gösterilebilir. Amacı nesnel dünyadaki olguları anlamak yasaları ortaya çıkarmak ve kuramsal formüller yaratmaktır.
Bu tip insanların Düşünme fonksiyonu baskın, hissetme fonksiyonu bilinçdışında olduğu için diğerleri üzerinde soğuk ve kendini beğenmiş bir kişi izlenimi bırakabilirler. Darwin ve Einstein ,bu tipe verilebilecek ünlü örneklerdir.
Dış dünyayı olduğu şekliyle algılamaya önem verirler ve nesnel gerçekle ilgilidirler. Gerçekçidirler, nesnel gerçeklikle ilgili ayrıntılardan hoşlanırlar ancak soyutlamalara, değerlere ve anlamlara ayıracak pek fazla zamanları yoktur.
Dış dünyayı olduğu şekliyle algılamaya önem verirler ve nesnel gerçekle ilgilidirler. Gerçekçidirler, nesnel gerçeklikle ilgili ayrıntılardan hoşlanırlar ancak soyutlamalara, değerlere ve anlamlara ayıracak pek fazla zamanları yoktur.
Hayalci değildirler, dış dünyayı deneyimleri ile öğrenmeye çalışırlar. Erkekler arasında daha yaygın olan dışadönük duyumsal tip haz arayıcıdır ve bedensel zevklere eğilimlidir.
Nesnel gerçeklikle başa çıkmak için genellikle sezgilerine başvuran kimselerdir. Zamanlarını genelde dış dünyada yeni olasılıklar aramaya verir. Dışadönük sezgisel tipler belli bir durumla ilgili gizli olasılıkları farketmede ve gelecekteki gelişmeleri tahmin etmede oldukça başarılıdırlar.
Nesnel gerçeklikle başa çıkmak için genellikle sezgilerine başvuran kimselerdir. Zamanlarını genelde dış dünyada yeni olasılıklar aramaya verir. Dışadönük sezgisel tipler belli bir durumla ilgili gizli olasılıkları farketmede ve gelecekteki gelişmeleri tahmin etmede oldukça başarılıdırlar.
Baskın işlev rasyonel olmadığı için akıl yürütmede eksiktirler. Yenilik bu kimseler için oldukça ödüllendirici olduğu için rutin şeylerden sıkılırlar ve sürekli yeni ortamlar, yeni uğraşlar ve yeni insanlar ararlar. Kadınlar arasında daha yaygın olan dışadönük sezgisel tipin bilinçdışı tutumu içedönüklük, işlevi ise duyumdur.
Kadınlar arasında daha yaygın olan bu tip dış değerlere uyan yargılara önem verir. Bu tip insanlar tutucu oldukları ve her konuda popüler standartları kabul ettikleri için değerler ve yargıları basmakalıp olma eğilimindedir. Modayı izleme eğiliminde olan dışadönük hisseden tip grup standartlarına da uyma eğilimindedir.
Kadınlar arasında daha yaygın olan bu tip dış değerlere uyan yargılara önem verir. Bu tip insanlar tutucu oldukları ve her konuda popüler standartları kabul ettikleri için değerler ve yargıları basmakalıp olma eğilimindedir. Modayı izleme eğiliminde olan dışadönük hisseden tip grup standartlarına da uyma eğilimindedir.
Bu kişiler sıkça görüştükleri kişilerle uyum İçindedirler ve onlar tarafından nazik ve geçimli kimseler olarak tanınırlar. Bilinç dışı tutumları içedönüklük, işlevleri ise düşünmedir.
Dışadönük duyumsal tipin aksine nesnel uyarıcının harekete geçirdiği öznel duyumlara önem verirler. Dış dünyayı yavan ve basmakalıp bulur. Dış dünyadan uzak durmayı tercih eden bu tip kendi iç dünyasını dış dünyadan daha ilgi çekici bulur.
Dışadönük duyumsal tipin aksine nesnel uyarıcının harekete geçirdiği öznel duyumlara önem verirler. Dış dünyayı yavan ve basmakalıp bulur. Dış dünyadan uzak durmayı tercih eden bu tip kendi iç dünyasını dış dünyadan daha ilgi çekici bulur.
Başkaları üzerinde sakin, edilgen ve kendine hakim bir kişi izlenimi bırakan içedönük duyumsal tip, kısır duygu ve düşünceleri nedeniyle diğerleri tarafından ilginç bulunmaz.
Bu tipler de düşünceler üzerinde durmaya önem verirler ancak daha çok öznel düşüncelere yönelmişlerdir. Nesnel dünyaya karşı fazla ilgi göstermeme eğiliminde olan içedönük düşünen tip daha çok teori vs fikirlere önem verir.
Bu tipler de düşünceler üzerinde durmaya önem verirler ancak daha çok öznel düşüncelere yönelmişlerdir. Nesnel dünyaya karşı fazla ilgi göstermeme eğiliminde olan içedönük düşünen tip daha çok teori vs fikirlere önem verir.
Kendi düşünceleriyle baş başa kalmayı başkalarıyla birlikte olmaya tercih eden bu kişiler için düşüncelerinin başkalarınca kabul edilmesi pek önemli değildir.
Dışadönük sezgisel tipin aksine nesnel dünyadaki olanaklarla fazla meşgul olmayan içedönük sezgisel tip nesnel dünyanın kendisinde açığa çıkardığı şeylerle ilgilenir.
Dışadönük sezgisel tipin aksine nesnel dünyadaki olanaklarla fazla meşgul olmayan içedönük sezgisel tip nesnel dünyanın kendisinde açığa çıkardığı şeylerle ilgilenir.
İmgelerin ve düşüncelerin peşinde koşan bu kişiler çevrelerindeki insanlar tarafından anlaşılması güç biri olarak tanınırlar. Kendilerine göre ise anlaşılmamış bir dahidirler.
İçsel ve öznel koşullara ilişkin yargılara önem veren içedönük hisseden tip kendine saklama eğiliminde olduğu oldukça farklı değerlere sahiptir. Komformist değildir, sıklıkla popüler düşüncenin aksini savunur.
Derin duygusal deneyimler yaşar ancak bunları diğer insanlarla paylaşmayı tercih etmez. Bu nedenle dış görünüşü soğuk, ketum ve gizemlidir. Kadınlar arasında daha yaygın olan bu tip genelde sessiz ve zor anlaşılır bir yapıya sahiptir ve çevresine hoş, sükunetli, gizemli ve karizma bir izlenim verir.
Jung, bu karakter tiplerinin fazla gelişmiş bilinçli tutumları ve bastırılmış bilinçdışı tutumları içerdikleri, dolayısıyla uç örnekler olduklarını işaret eder.
Jung, bu karakter tiplerinin fazla gelişmiş bilinçli tutumları ve bastırılmış bilinçdışı tutumları içerdikleri, dolayısıyla uç örnekler olduklarını işaret eder.
Gerçekte insan ya içe ya da dışa dönüktür. Dört işlevden biri diğer üçüne göre bilinçli dünyasına egemendir. Jung bunu birincil işlev olarak adlandırır. Bunun yanı sıra bir de yardımcı işlev vardır. Y. İşlev birinci işleve hizmet eder ve bağımsız değildir. Bu nedenle B. İşleve karşıt çalışmaz.
Kolektif bilinçaltında arketiplerin incelenmesi Jung'u bazı ilginç sonuçlara götürmüştür. Bunların en önemlilerinden biri insanlardaki, «doğal dinsel» işlevdir. İnsanın ruh sağlığı ve kararlılığı, iç güdülerinin olduğu kadar «Doğal dinsel işlevlerinde» uygun bir biçimde ifade edilmesine bağlıdır.
Kolektif bilinçaltında arketiplerin incelenmesi Jung'u bazı ilginç sonuçlara götürmüştür. Bunların en önemlilerinden biri insanlardaki, «doğal dinsel» işlevdir. İnsanın ruh sağlığı ve kararlılığı, iç güdülerinin olduğu kadar «Doğal dinsel işlevlerinde» uygun bir biçimde ifade edilmesine bağlıdır.
Jung'a göre kollektif bilinçdışı ve arketipleri incelediğimizde insanın bir dini işleve sahip olduğunu ve bu işlevin kendi doğrultusunda insanı cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri kadar güçlü bir şekilde etkilediğini görürüz.
Jung’un bilimsel psikolojiye katkısı daha çok dolaylı bir şekilde olmuştur. Kendini gerçekleştirme, içedönüklük, dışadönüklük, kompleks gibi kavramları çağdaş psikolojiye kazandırmıştır.
Jung’un bilimsel psikolojiye katkısı daha çok dolaylı bir şekilde olmuştur. Kendini gerçekleştirme, içedönüklük, dışadönüklük, kompleks gibi kavramları çağdaş psikolojiye kazandırmıştır.
Jung’un psikolojik tipler hakkındaki görüşleri sayesinde Myers-Briggs göstergesi geliştirilmiştir. Bu gösterge bir kişilik testidir ve çalışan seçiminde ve danışmalık alanlarında kullanılmıştır.
Jung’un içedönüklük ve dışadönüklük tutumlarını ölçen bir başka kişilik testine ilham vermiştir. Bu da Maudsley kişilik envanteridir. Bu sayede Jung’un görüşlerinin bir kısmının deneysel testlere uygun olduğu saptanmıştır.
Jung’un içedönüklük ve dışadönüklük tutumlarını ölçen bir başka kişilik testine ilham vermiştir. Bu da Maudsley kişilik envanteridir. Bu sayede Jung’un görüşlerinin bir kısmının deneysel testlere uygun olduğu saptanmıştır.
Jung’un kelime çağrışım testi, Rorshach mürekkep lekesi testinin gelişimini sağlamıştır. Maslow ve E. Ericson, Jung’un orta yaşın kişilik değişimi için çok önemli olduğu yaklaşımını benimsemişlerdir.
Jung Çalışmalarıyla insan ruhunun yapısı ve işleyişi konusundaki kavrayışımızı daha da zenginleştirmiştir. Kollektif bilinçaltı ve arketip kavramları her ne kadar deneysel olarak ölçülemeseler de birçok insanı etkilemeye devam etmektedir.
Jung Çalışmalarıyla insan ruhunun yapısı ve işleyişi konusundaki kavrayışımızı daha da zenginleştirmiştir. Kollektif bilinçaltı ve arketip kavramları her ne kadar deneysel olarak ölçülemeseler de birçok insanı etkilemeye devam etmektedir.
Jung’un düşüncelerimizin ve fantezilerimizin bizden bağımsız olarak hareket eden kompleksler tarafından yönlendirildiğini söylemesi hala eleştirilen bir şeydir.
Jung’un eleştirildiği diğer bir nokta mistik olaylara ve parapsikolojiye olan yatkınlığıdır.
Jung’un eleştirildiği diğer bir nokta mistik olaylara ve parapsikolojiye olan yatkınlığıdır.
Kollektif bilinçaltı ve arketipler kanıtlanması imkansız iddialar olarak kalmayı sürdürmektedir. Bu yönleri ile kuramının bilimselliği hep tartışma konusu olmuştur.
Bütün bu eleştirilere rağmen Jung’un kuramı modern düşünce çağının en dikkate değer başarılarından biri olarak kalmayı sürdürmektedir. Bugün dahi kuramının dünya çapında taraftarı ve bu kimselerce kurulmuş Jung enstitüleri bulunmaktadır.
“Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır.”
“Ruhun başka hiçbir şeye indirgenemeyecek kadar kendine özgü bir doğası vardır.”
“Bilinçdışı bizi bizden daha iyi bilir.”
“Eğer bir bireyi anlamak istiyorsam, ortalama insan hakkındaki tüm bilimsel bilgileri bir yana atıp, tüm teorileri gözardı ederek tümüyle yeni ve önyargısız bir tavır benimsemek zorundayım.”
(Jung tüm rüyalarını, fantazilerini, hayallerini dikkatlice kaydetmiş; ayrıca onları çizerek, resmederek ve heykellerini yaparak göz önüne sermiştir.
(Jung tüm rüyalarını, fantazilerini, hayallerini dikkatlice kaydetmiş; ayrıca onları çizerek, resmederek ve heykellerini yaparak göz önüne sermiştir.
Deneyimlerinin kendilerini kişileştirme eğiliminde olduklarını gören Jung, bu keşfinin sonunda yaşlı bir bilgin ve onun yanındaki küçük bir kızla karşılaşmıştır. Yaşlı bilgin bir dizi rüyadan sonra bir tür ruhsal rehber haline dönüşmüş; küçük kız ise dişi ruh “anima”yı temsil ederek onun biliçaltının derinlikleriyle iletişime geçmesinde temel araç olmuştur.
Jung’un anlatımıyla bilinçaltının kapısında derimsi kahverengi bir cüce bekliyordu. Bu, Jung’un egosunun ilkel yoldaşı “gölge” idi. Jung rüyasında kendisinin ve cücenin “Siegfried” adını verdiği sarışın güzel bir genç kızı öldürdüğünü gördü. Jung’a göre bu, bir süre sonra tüm Avrupada derin bir üzüntü yaratacak zafer ve kahramanlık düşkünlüğünün tehlikelerine işaret eden bir uyarıydı –aynı zamanda da kendisinin Sigmund Freud’u kahramanlaştırma eğiliminin tehlikeleri hakkında bir uyarı!
Jung’un anlatımıyla bilinçaltının kapısında derimsi kahverengi bir cüce bekliyordu. Bu, Jung’un egosunun ilkel yoldaşı “gölge” idi. Jung rüyasında kendisinin ve cücenin “Siegfried” adını verdiği sarışın güzel bir genç kızı öldürdüğünü gördü. Jung’a göre bu, bir süre sonra tüm Avrupada derin bir üzüntü yaratacak zafer ve kahramanlık düşkünlüğünün tehlikelerine işaret eden bir uyarıydı –aynı zamanda da kendisinin Sigmund Freud’u kahramanlaştırma eğiliminin tehlikeleri hakkında bir uyarı!
Jung ölüler ile ilgili de pek çok rüya gördü; ölüler, ölülerin toprakları ve ölülerin yükselişi hakkında. Bunlar tamamıyla bilinçaltını temsil ediyordu
Jung ölüler ile ilgili de pek çok rüya gördü; ölüler, ölülerin toprakları ve ölülerin yükselişi hakkında. Bunlar tamamıyla bilinçaltını temsil ediyordu
–Bu Freud’un üstünde fazlaca durduğu nispeten “küçük” kişisel bilinçaltı değil, tüm insanlığın kollektif bilinçaltıydı ve tüm ölüleri, kişisel hayaletlerimiz de dahil, kapsayabilirdi. Eğer mitolojiyi, geçmişi yeniden anımsayabilirsek, bu hayaletleri de anlayabilecek, ölülerden huzursuz olmayacak ve zihinsel hastalıklarımızı iyileştirebilecektik.)