Sanatın ne olduğu sorusunu ortaya atan ve bu soruya ilk cevap arayan düşünür, güzellik metafiziğinin de kurucusu olan Platon'dur. Fakat Platon sanatı sanat olarak ele almaktan çok, onun sosyal ve politik yeri ve görevi üzerine düşünmüştür. Bu nedenle sanat felsefesinin kurucusu, sanatı kendi başına bir problem olarak ilk ele alan Aritoteles'tir diyebiliriz.
Aristoteles'in "poetika" adlı eseri düşünce tarihinin tanıdığı sanat üzerine yazılmış ilk eserdir. Eser günümüze bazı bölümleri eksik olarak ulaşmıştır. Aristoteles eserde genel bir poetika ile değil de edebiyat sanatı ve dil sorunuyla uğraşmıştır. Yine de eserde Aristoteles'in sanat, sanat teorisi ve sanat felsefesi ile ilgili çok önemli bazı düşünceleri bulunmaktadır. Fakat Aristoteles bu düşünceleri sistematik bir şekilde incelememiştir. Eğer Aristoteles genel anlamda poesis'i ele alan bir poetika yazmış ve diğer eserlerindeki sistematiği bu esere de uygulamış olsaydı; ancak 18. yüzyılda bağımsız bir disiplin haline gelebilen estetik, antik çağda Aristoteles'in eliyle kurulmuş olabilirdi.
Aristoteles'in Sanat Anlayışı
Platon, sanatın kaynağını açıklamak için "Prometheus" söylencesine başvurmuştu. Söylenceye göre Tanrılar, evren oluştuğu sırada hayvanları soğuktan korunmaları, düşmanlarına karşı kendilerini savunmaları ve yiyecek bulabilmeleri için çeşitli şekillerde donatmıştır. Fakat bu ilk dağıtım sırasında insan unutulmuştur. Çıplak ve savunmasız kalan insana acıyan Prometheus, göklerden ateş, Athena'dan dokuma sanatını, Hephasus'tan dokumacılık sanatını çalmış ve insana vermiştir. Bu grek söylencesi, sanatın dünyaya insanın çıplak doğa karşısındaki ilk gereksinimlerini karşılayacak kaynaklar ve beceriler olarak geldiğini anlatır. Yani sanatın kökeni, insanın yaşamını sürdürebilmek için girişeceği savaşta başarılı olabilmesi için, aklını kullanarak doğaya eklediği şeyler anlamına gelir.
Aristoteles ise sanatın kökenini Prometheus olarak değil de, insan eli olarak düşünür. Zanaatların doğuşunu açıklarken Platon'un Prometheus ile ilgili öyküsünü yadsır ve insanın çıplak, savunmasız olduğunu görerek onu öteki canlılardan daha aşağı görenler çok yanılıyorlar, der.
Aristoteles'e göre asıl aşağı olan yabanıl hayvanlardır. Çünkü onların tek bir silahı vardır, oysa insan başka araçlar yapmaya yarayan ellere sahiptir. İnsan doğanın en yetkin çocuğudur. Doğa ona zanaatları bulmasının kaynağı olan 'el'i vermiştir. Bu nedenle Aristoteles'e göre zanaatkarlık öykünme içgüdüsü ile bir arada olan bir beceriklilik ile başlar. İnsan doğanın yöntemlerini öykünür (mimesis). Sanat, insanın eliyle doğanın başlamış olduğu şeyi tamamlamaktır. Bu tamamlama işlemi ise öykünme ile sağlanır.
ANTİK DÖNEM SONRASI DEĞİŞİŞK FİKİRLER
( Georg Wilhelm Friedrich Hegel (27 Ağustos 1770, Stuttgart - 14 Kasım 1831, Berlin) Alman filozof)
Sanat Eseri Nasıl Oluşuyor :
Bir sanat eserinin tinselleştirilmesiyle (ether) eser mümkün olmaktadır. Hegel, buna sanatın etheri adını vermektedir. Buna yol açan Sanatsal alanlar arasında sıralama ise en katı maddeden, malzemeden, yani; mimariden en uçucu olanına, yani, müzik ve şiire doğru bir yükselme sırası izlemektedir. (Bu, Baudelaire’in uçuculuğu ile bulutlarıyla karşılaştırılabilinir. Bkz. Baudelaire, Le Sple en de Paris, çev: Tahsin Yücel, Adam Yayınları).
Sanat eserinin tini doğanın baskıcı tinin yadsınmasından oluşmaktadır. Hegele göre sanata yolaçarak güzel olarak kabul edilenin doğa güzelliğinin yadsınmasıdır aslında. Estetik denilen şey “sanatsal olarak güzellik bilimine” verilen adtır. “Estetik olarak ele alınan güzellik, doğal güzelliğin dışlanmasıdır” (Bkz. Hegel, L’introduction a l’introduction du Beau, Champs Flammarion, 1979, s.9).
A) Burada görüleceği gibi, doğanın denetim altına alınması işlemi içinde, daha üstün bir işlem ortaya koyulmaktadır. Estetik, yani, güzellik bilimi doğal güzellikten daha üstündür. Doğanın güzelliğinin karşısında bulunan güzellik bir bilimdir; bir başka deyişle, güzellik bilimine konu olan şey estetik olabilir.
B) Bu şekilde, Hegel için “göğün, dağın, taşın güzelliğine göre estetik güzellik daha üstündür’; çünkü estetik, estetik güzellik tinin (ruhun) ürünüdür” (s.10). Yani; ruh doğadan üstündür, ve bu üstünlüğü ruhun yarattığı ürünlere de yansımaktadır. “Bir insanın aklından geçen en kötü fikir bile doğanın büyük prodüksiyonundan daha yüksektir, daha iyidir” (s.10). (MARKS Arı ve İnsan...)
Hegel şu mantığı gütmekteydi: sanatsal güzel, yalnızca ve yalnızca ruh tarafından ortaya çıkarılmıştır. “Ruhun ürünü olmak şartıyla, sanatsal güzel doğal güzellikten üstündür’ (s.10). O halde, sanat kaynağını, kurtuluşunu ve selametini ruha bağlamakta, ruhtan esinlenmektedir.
Estetik kitabının ikinci cildinde Hegel “ Sanat gerçekliklere kendi soyutlamalarını katarak doğadan daha üstün sembolik bir tinsellik arayışına giriştir, bu bir çeşit öznelliktir “ Der... Müzikle ilgili bu durumu şöyle açıklar :
Sesler müzik ile, dış formdan ayrılır ve görünür-günlük algısallığını bırakır; işitme organı, kulak yoluyla müzikleşmiş sesler düzeni doğal referanslarını yitirir ve maddi olamayan ruhtan gelen ideallik kendini gösterir (a.g.e. s.322). Müzikleşen malzeme günlük kimliğini yadsır; müzik sesin bir yönünü (sıradanlığını) yok eder ve içsel öznellik ortaya çıkar.
(Immanuel Kant, 1724 -1804 Königsberg tarihleri arasında yaşamış olan ünlü Alman filozofu.)
O’nun estetik anlayışı yücenin yakalanışı şeklinde anlaşılabilir. Yüce ise, doğal olandan tamamen bağımsız değildir…Lyotard, (Jean François Lyotard; filozof, edebiyat teorisyeni, postmodernizmin ve postmodern felsefe 'nin öncülerinden olan çağdaş Fransız düşünürü 1924- 1998). “Yüce Ve, Avangard” adlı makalesinde (Lyotard, L’inhumain, Galilee, 1988), Kant’a göre yücenin tarifini şu şekilde vermektedir: “Güzel olanın duygusu, imgelerin işleviyle kavramların işlevi arasında doğal bir nesnenin veya bir sanat nesnesinin aracılığıyla ortaya çıkan serbest uyumun meydana getirdiği hazdır” (s.109). Yüce ise daha belirsizdir; haz ve acı burada birbirine karışmıştır. Hissedilen haz acıdan türemektedir. Herhangi büyük bir nesne, bir çöl, bir dağ, bir piramit veya bir okyanus üzerindeki fırtına, bir volkan patlaması bu fikri doğurabilir. Hayal gücü bu fikrin uygun olan temsiliyetini vermekte zorluk çeker. Bu ifadenin anlaşılamaması bir acıyı doğurur. Özne, algılamaya çalıştığı ile hayal etmeye çalıştığı arasında parçalanır, özne, mutlak olarak algılayamaz, Bu parçalanmanın verdiği acı bir çeşit zevki doğurur ve bu ikili bir haz duygusudur: Hayal gücünün yetersizliği görünemeyecek olanın kendisini göstermeye çalışır ve bu şekilde baktığı nesneyi aklı ile uyum haline getirir; aynı zamanda da imgelerin yetersizliği, fikirlerin erkinin büyüklüğünün negatif bir göstergesidir. Bu şekilde güzel duygusunun sakinliğine karşın yüceninhissedilişi, tutku doluluğu, tansiyonu / frekansı ortaya çıkarır. Sanat eseri bu frekansı harekete geçirebilendir
Kant’ta doğal olan ile sanat nesnesi arasında bir hiyerarşi yoktur. Ve de yüce ile güzel duygusu arasında bir hiyerarşiden bahsetmek mümkün değildir. Sadece aralarında bir kalite farkı vardır.
GÜNÜMÜZE GELİRKEN SANAT ÜZERİNE TANIMLAMALAR-SAPTAMALAR
(Arthur Clive Heward Bell 1881 –1864 İngiliz Sanat Kritikçisi)
1914 yılında Cezanne'dan etkilenerek yazdığı Sanat ('Art') isimli kitabında sanatın biçim vermek olduğunu savunmuştur. Bell'e göre her biçim bu klasmana girmez, çünkü önemli olan çizgi, şekil ve renk ilişkilerinin kendi aralarındaki kombinasyonudur. Bu görüş temsilin sanatsal beğeniye etki etmediğini söyler. Sanatı tamamen estetikle bağlantılı olarak tanımlar...
( Robin George Collingwood 1889 –1943 İngiliz Felsefeci ve Tarihçi)
1938'da basılan Sanatın İlkeleri ('The Principles of Art') isimli kitabında sanatın temel olarak duyguların yaratıcı ifadesi veya dışavurumu olduğunu söylemiştir. Bunun yanında sanat ve zanaat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre zanaat, malzemenin bir plan doğrultusunda daha önceden tasarlanmış bir son ürüne dönüştürülmesi iken sanatsal aktivite, araçlar ve amaçlar arasında, planlama ve uygulama arasında ayrım yapmayı gerektirmez. Bunun yanında bu görüşe göre, sanat herhangi bir duygunun da dışavurumu değildir. Bu duygu, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup, ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu olmalıdır. Bu aynı zamanda izleyiciyi de araştırmanın içine alır. Bu teori sanat olarak kabul edilen bazı eserleri (örneğin Rönesans Döneminde, sanatçının duygularını açığa çıkarmak değil, dinsel duygular uyandırmak amacıyla yapılan resimleri) kapsamadığı için, yerini değişik kuram aramalarına bırakmıştır.
( Arthur Coleman Danto (1924- .... ) ABD'li sanat eleştirmeni ve filozoftur. Günümüz estetik teorisinin önemli isimlerindendir:Colombia Ünv..)
Görüşü 1964'te yazdığı, Andy Warhol'un Brillo Kutuları eserinin, sanat eseri olarak kabul edilmeyen gerçek Brillo kutularından görünürde ayırt edilemez olmasından yola çıkan The Artworld ("Sanat Dünyası") makalesiyle atılmıştır. Bir şeyin sanat eseri olarak kabul edilmesi için gözle görünen,kendi içindeki özellikler dışında sanat teorisi, sanat tarihi bilinci gibi bağlamların da gerekli olduğunu söyler....”Eser olarak sunulmuş olanların sanat dünyası adını verdiği bir çevre ile bağıntılı bir şekilde etki etmesi gerekir “ Der... (Kurumsal Teori)
-
George Dickie (1926 doğumlu bir Amerikalı Felsefe Profesörü)
Danto'nun yukarıdaki görüşleri daha sonrasında onun makalesindenden yola çıkan George Dickie bir teori geliştiriyor ve 1974'te yazdığı Art and the Aesthetics ("Sanat ve Estetik") isimli kitabında sanatın tanımını şöyle yapıyor: "Bazı kişi ve çevrelerin kendisine, sosyal bir kurumu (sanat dünyası) temsil eden bazı kişi/kişiler tarafından beğenilmeye aday olmaya hak kazandırdığı özgün bir yapıt" olarak yapmıştır. Bu tanımda sanat eseri değerlendirmeye alınmayıp tarafsız bir anlamda kullanılmış, sadece değerlendirmeye aday olduğu belirtilmiştir.
Bu yaklaşıma göre :
-
Sanat eseri, sanat dünyası çevresine sunulmak üzere yaratılmış özgün bir yapıttır.
-
Sanatçı, sanat eseri yaratımına bilinçli olarak katkıda bulunan bir kişidir.
-
Sanat insanları, kendilerine sunulan sanat nesnesini anlamak için belli bir birikime sahip kişilerdir.
-
Sanat dünyası, tüm sanat dünyası sistemlerinin bütünüdür.
-
Sanat dünyası sistemi, bir sanat eserinin bir sanatçı tarafından bir sanat dünyası çevresine sunulmasına yarayan bir çerçevedir.
Bu görüşte bütün bunlar ile düşünülerek özetle şu denmekte :
Sanat eseri: Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır. Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.
|