Ashab-ı ahruf


ASHAP bk. Sahabe. ASIL



Yüklə 1,41 Mb.
səhifə8/52
tarix27.12.2018
ölçüsü1,41 Mb.
#87127
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52

ASHAP

bk. Sahabe.



ASIL

Fıkıh, hadis, tasavvuf, felsefe ve mantık alanlarında çeşitli anlamlarda kullanılan terim.



Fıkıh Adlı Asıl

Sözlükte "Kök, dip, temel, kaide, kaynak, bir şeyin esası, dayanağı gibi mânalara gelen asıl (çoğulu usûl), fı­kıh terimi olarak başlıca şu anlamlarda kullanılır.



1- “Delil”. Şer'î hükümlerin da­yanak ve kaynağını teşkil eden kitap, sünnet, icmâ, kıyas ve diğer delilleri ifa­de etmek için kullanılır. Meselâ “Bu me­selede asıl kitaptır” dendiği zaman o konudaki hükmün Kur'an'a dayandığı kastedilmiş olur.

2- “Küllî kaide”. Fıkıhta küllî kaidelere asıl, onlara dayanan cüz'î meselelere de fer denir. Meselâ “Yakın şek ile zail olmaz” küllî kaidesi bir asıl. ona dayanan bütün cüz'î meseleler de onun ferleridir.

3- “İstishâb kaidesin­de önceki hal”. Bir konuda değişmeyi gerektiren sonraki halin ortaya çıkma­sından önceki durumu ifade eder. Me­selâ abdestli bir kimsenin abdestinin bozulup bozulmadığında şüphe etmesi halinde, önceki hali (abdestli oluşu) asıl olup hüküm ona göredir. Abdesti bo­zulmuş bir kimsenin daha sonra abdest alıp almadığında şüphe etmesi duru­munda ise abdestsiz oluşu asıldır. Bu İki örnek aynı zamanda yukarıda zikre­dilen küllî kaidenin de birer feridir.

4- “Vasfın mukabili”. Bu mânada kullanılı­şı, daha çok Hanefîler'in butlan ve fe­sat arasındaki ayırımlarında görülür. Onlara göre butlana yol açan sebepler şeyin aslına, fesada yol açan sebepler de vasfına taalluk eder.

5- “Bir kimse­nin soyundan geldiği en yakın akraba­ları”. Bunlar baba, anne ve her iki ta­raftan dedeler ve ninelerdir. Kişinin bu temel nesep zincirini oluşturan yakınla­rı onun usul'ü, kendi çocukları, çocuk­larının çocukları... da Fürû’udur. Usul ve fürû mahremiyet, miras, nafaka, ze­kât vb. birçok fıkhı konuda diğer yakınlardan farklı hükümlere tâbidir.

6- “Kı­yasın rükünlerinden biri”. Şer'î bir delil olan kıyasta, hakkında nas bulunan ve hükmü kıyas yapılarak hakkında nas bulunmayan diğer meseleye aktarılan ana meseleye asıl denir.

7- “Vakfedilen mal”. Osmanlılar'da vakıf akdinin ko­nusunu teşkil eden menkul veya gayri menkul mallara -ister başlangıçta vakfedilen ister sonradan bunlara ilâve edi­len mallar olsun asl-ı vakf denmektey­di. Bu terimin mukabili de avâid-i vakftır (vakfın gelirleri).

8- “Bazı dinî ve huku­kî konularda öncelikle gerekli olan hu­sus”. Şer'î hükmün ilk önce taalluk etti­ği ve kendisi olmayınca yerine bedeli bulunan şeye asıl, bedel olan şeye de halef denir. Asıl kelimesi bu mânada. Mecelle'de geçen bazı fıkhı kaidelerde zikredilmektedir.

a- “Asıl sabit olmadı­ğı halde ferin sabit olduğu varittir” 78 Meselâ bir kimsenin, falan ba­na borçludur ve falan da buna kefildir, diye iddiada bulunması halinde borçlu inkâr eder ve kefil de ikrarda bulunur­sa kefilin söz konusu meblâğı ödemesi gerekir.

b- “Asıl sakıt olunca fer de sa­kıt olur” 79 Meselâ alacaklının borçluyu ibrası halinde kefil de sorum­luluktan kurtulur.

c- “Aslın ifası kabil olmayınca bedeli ifa olunur” 80 Gaspolunan şeyin helaki halinde iadesi mümkün olmayınca misli veya kıymeti­nin ödenmesi, abdest alma imkânı bu­lunmadığında teyemmüm yapılması bu­nun misalleri olarak zikredilebilir.

9- “Mi­ras hukukunda ashâbü'l-ferâiz'in his­selerinin ortak paydası”. Bu mânada aslü'l-mes'ele şeklinde kullanılır. Miras taksiminde hisse sahiplerine düşen mik­tarları tesbit için yapılan hesapta orta­ya çıkan ortak paydaya aslü'l-mes'ele veya mahreç denir. Ortak paydanın pay­ların toplamına eşit olması halinde his­seler tam olarak dağıtılmış olur. Ortak payda ve payların birbirine eşit olduğu bu duruma âdile denir. Payların topla­mı ortak paydadan çok olunca avp, ak­si durumda da red hali söz konusu­dur.

10- Fakihler alışverişle ilgili konula­rı ele alırken meyve, sebze ve diğer zi­raî ürünlere nisbetle onların ağaç, kök ve bitkileri, menfaat ve hukukuna nis­betle de bina ve arazi gibi gayri men­kullerin bizzat kendileri mânasına da asıl kelimesini kullanırlar.

11- Asıl keli­mesi çoğul şekliyle (usûl) bazı ilimlere izafetle de kullanılır. Bu durumda, söz konusu ilmin öğretim ve araştırmala­rında esas alınan ve o ilmin dayandığı genel kaideler kastedilir; bu kaideler bazan müstakil bir ilim dalını oluşturur: Usûl-i fıkıh, usûl-i hadîs, usûl-i tefsîr gibi.

12- Bunlardan başka asıl kelimesi "Rüchân”, “Lâyık ve gerekli olma”, “İhti­yaç duyulan şey” gibi mânalarda da kul­lanılmaktadır.

Bibliyografya



1- et-Ta'rifât, “Asi” md.

2- Tâcü'l-arûs, “Aşi” md.

3- Ebü'l-Bekâ. Külliyyât, Bulak 125.

4- Mecelle, md. 50, 53, 81.

5- Ali Himmet Berki. Vak­fa Dair Yazıları Eserlerle Vakfıyye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tabirler, Ankara 1966.

6- Hüseyin Halef el-Cübûrî. “el-Aşi ve'1-halef 'inde'l-usûliyyin”, Mecelletü'l-Bahşi'l-Umî ve't-türâşi'l-İslamî, V, Mekke 1402.

7- Bahâeddin Yediyıldız. “Vakıf”, İA, XIII, 156.

8- Mv.Fİ, XIX, 369-371.

9- Hayreddin Kara­man. “Asi”, İBA, I, 255.

10- Mv.F, V, 55-62.

Hadis Adlı Asıl

Asıl hadis ilminde “Hoca­nın kitabi; hoca; bir babın dayandığı te­mel hadis” gibi değişik mânalarda kulla­nılır. Bunları şöyle sıralamak mümkün­dür:



1- Hocanın rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden kitaba veya hocanın kendi nüshasına asıl denir. Hoca hadis rivayet ederken bu hadisleri ya ezberden veya kitabından okur. Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik kıraat yoluyla hadis rivayet eden hocanın yanında bulunan kitaptaki ha­disleri ezbere bilmesini şart koşarlar. Bu şekildeki hadis öğreniminde hocanın ez­bere bilmediği aslını güvenilir bir tale­besinin elinde tutması halinde taham­mülün sıhhati hakkında ihtilâf edilmiş­tir. Ancak hadisçilerin çoğu bu şekilde­ki tahammülü sahih saymışlardır. Eğer hoca aslını ezberlemişse bunun hocada bulunmasıyla bir başkasının elinde bu­lunması arasında fark yoktur. Her tale­benin fer” denilen kendi kitabını hoca­daki aslıyla karşılaştırması gereklidir. Karşılaştırılmamış bir kitaptan yapılan rivayet, ancak râvinin asıldan hatasız is­tinsah eden biri olması, güvenilir bir asıl­dan istinsah etmesi ve karşılaştırma yapmadığını belirtmesi durumunda caiz görülmüştür.

2- Hadis rivayet eden kim­se (hoca. şeyh), talebesine nisbetle asıl sayılır.

3- Genel olarak sahih hadisler ih­tiva eden ve bu yönüyle şöhret bularak müslümanlartn itimadını kazanmış olan hadis kitabı. Bu nevi hadis kitapları bir­den fazla olduğu takdirde bunlara usul de denir: Usûl-i sitte (Kütüb-i Sitte) gi­bi.

4- Hadisin senedi yani râvilerin zikredildiği kısmı.

Bibliyografya



1- İbnü's-Salâh, '”Ulûmu'l-hadîs (nşr. Nûreddin Itr), Beyrut 1972.

2- Tîbî. el-Hulâşa fî uşûli'l-hadîş (nşr. Subhî es-Sâmerrâî), Bağdad 1391/1971.

3- Sehâvî. Fethu'l-muğiş, Kahire 1388/1968.

4- Süyûtî. Tedrîbü'r-râvi, I, 127; II, 12. 19, 77.

5- Ali el-Kârî. Muştalahâtü ehli'I-eşer, İs­tanbul 1327.

6- Tecrid Tercemesi, I, 384.

Tasavvuf Adlı Asıl

Süfîler tasavvufun te­mel esaslarına asıl (çoğulu usûl), ikinci derecedeki esaslarına da fer' (çoğulu tü­rü) adını verirler. Serrâc'a göre tevhid, marifet, iman, yakın ve sıdk birer asıl, bunların temeli olan hidayet ise aslü'l-usûldür. Haller, makamlar, ameller, taatlar bu asılların fer'leridir.

Sûfiler nelerin asıl olduğu konusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. İlk sûfilerden Sehl et-Tüsterî'ye göre Kur'an'a sımsıkı sarılmak, sünnete uymak, helâl yemek, eziyet etmemek, günahtan sa­kınmak, tevbe etmek, haklan yerine ge­tirmek tasavvufun esasıdır. Nasrâbâdî ise tasavvufun esaslarını şöyle sıralar: Kur'an ve hadise sımsıkı bağlanmak, hevâ'yı, hevesi ve bid'atları terketmek. şeyhlere saygı göstermek, halkın hata­larını hoş görmek, dostlarla iyi geçin­mek ve onlara hizmet etmek, güzel huy sahibi olmak. Evrâc ta devam etmek, te'vile ve ruhsatlara yanaşmamak. Bûnan el-Hammâl ise vaad edilen rızkın verileceğine güvenmeyi, emirleri yerine getirmeyi, derunî halleri kontrol etme­yi, dünya ve âhiret kaygısını içinden ata­rak hakka sarılmayı tasavvufun aslı ola­rak kabul eder.

Süfiler iyilik ve kötülüklerin kökünü ve kaynağını tesbit için çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatim el-Asamm'a göre taatın aslı korku, ümit ve sevgi; günahın aslı kibir, hırs ve hasettir. Ebü'l-Hüseyin el-Fârisî cömert, alçak gönül­lü, kanaatkar ve iyi huylu olmayı iyiliğin aslı sayar. Hücvîri. gerek asıl gerekse fer' olan şeylerin bir zahiri, bir de bâ­tını bulunduğunu söyler. Usûlün zahiri kelime-i şehâdet. bâtını marifetin haki­katidir. Fürdun zahiri sürekli ve düzen­li amel, bâtını iyi niyettir. Bâtını olma­yan hakikatin (tasavvufun) zahiri müna­fıklık, zâhirsiz hakikatin bâtını zındıklık­tır. Bunun gibi bâtınsız şeriatın zahiri alâyiş, zâhirsiz şeriatın bâtını hevâ ve hevestir. Süffîler rüsumdan usule ka­çarlar, yani şekilciliği bırakarak mesele­lerin köküne ve kaynağına inerler. Onlar vusul için usule riayeti şart koşar, birçok bid'at ve dalâletin asıllara dikkat etmemekten kaynaklandığını söylerler. Meselâ bütün mutasavvıflara göre Al­lah'a eren kul hür olur. Burada hürri­yet. Allah'ın emir ve yasaklarına uyup uymama konusunda hür ve serbest ol­ma mânasına değil Allah'tan başkasına kul olmama, Allah'a tam olarak kul olma anlamına gelmektedir. Bu noktada İbâhîliğe kayanlar usulü dikkate alma­dıkları için sapıtmışlardır. İbnü'l-Arabî'ye göre aslın özelliği gizli kalmak, fer'in özelliği açığa çıkmaktır. Onun için diğer asıllar gibi eşyanın aslı olan hak da gizli ve gaybdır. Onun fer'i yani tecellîsi açık­tır. Tecellîler ondan gelir, yine ona dö­nerler. Çünkü her şey aslına rücû eder.

Tasavvufta asıllar umumiyetle on ola­rak tesbit edilmiştir. Herevî'nin Menûzilü's-sû’inn'de tesbit ettiği on esas şunlardır: Kast. azim, irade, edep, yakın, üns, zikir, fakr, gına, makâmü'l-murâd. Necmeddîn-i Kübrâ'nın el-Uşûlü'l-'aşere risalesinde açıkladığı on esas da şunlardır: Tevbe, zühd, tevekkül, kana­at, uzlet, zikir, Allah'a teveccüh, sabır, murakabe, rızâ ilk zamanlarda asıl di­ye bahsedilen hususlar daha sonraları tasavvufî makamlar olarak görülmüş­tür. Tarikat ve tekke âdâb ve erkânına da usul denir.

Bibliyografya



1- Hakîm et-Tirmizî. Hatmü'l-evliyâ.

2- Serrâc, et-Lüma.

3- Sülemî. Tabakât.

4- Kuşeyrî. er-Risâle.

5- Hücvirî. Keşfü'l-mahcûb, Tahran 1337 hş.

6- Baklî, Meşrebut-ervâh.

7- Baklî, Şerh-i Şathiyyât, Tahran 1360 hş./1981.

8- İbnü'l-Arabî, el-Fütûh, I, 4, 75; III, 346; IV, 248.

9- Herevî, Menâzil.

10- İbn Kayyım el-Cevziyye. Medâricü's-Stikîn, Beyrut 1403/1983, I, 508.

11- Şâtibî, el-İ'tişâm, I, 97.

Felsefe Adlı Asıl

Aristo'ya göre asıl, var­lığı meydana getiren maddî, sûrî, fail ve gaye sebeplerden yalnız maddî sebep anlamında kullanılır. Bu anlamda sebep maddî bir varlığı ifade eder ki bu mad­de bir başka şeyin varlığı için zaruri ve asıl sebeptir. Meselâ gümüş, vazonun; ağaç, sandalyenin asıl maddesi ve dola­yısıyla sebebidir.

Mantık terminolojisinde asıl. kavram (tasavvurat) ve önerme (tasdikat) mantı­ğının temel konularını ve gayelerini be­lirleyen bir terimdir. Meselâ kavramla­rın aslı beş küllîdir (cins. nevi, fasıl, hassa, araz), gayesi ise ispat teorisinde uygula­nan kıyastır. Çünkü hükmü teşkil eden asıl unsur tek tek kavramlardır; kıya­sı meydana getiren asıl unsur ise öner­melerdir (hükümler). Şu halde kavramlar yoksa hükümler de yoktur. Hükümler yoksa kıyastan da söz edilemez. Çünkü aslın bulunmadığı yerde fer'in varlığını düşünmek mümkün değildir.

Bibliyografya



1- Aristoteles (Aristo), Metaphysica (trc Tricot}, Paris 1953.

2- Gazzâlî, Mi'yârü'l-İlm.

3- Gazzâlî, Makâşıdii'l-fetâsife (nşr Süleyman Dünya), Kahire 1961.

4- Tehânevî. Keşşaf, I, 85.

5- E. Goblot. Traite de logique. Paris 1941.


Yüklə 1,41 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin