Asker ve Yargıç: İki öykü, bir not
Baskın Oran
Önce, 1975’ten bir anı: 1974’te ilk defa dört aylık yedek subaylık çıkmış, o sırada Cenevre’ye bir yıllığına doktora-sonrası araştırmaya gitmişim, o zamanlar için büyük olanak, ama kaçırmamak için yarısında döndüm ve Kırkağaç’taki alaya teslim oldum.
Birkaç hafta sonra, bir haber fırtına gibi dolaştı yedek subay taburunda: “Acemi erlerden birini hırsızlık yaptı diye ayağından tavana asıp işkence yapmışlar!”. Çocuğu gidip görenler gelip gelip öğürüyordu tuvalette. Astsubay okulundan henüz gelmiş kısa boylu bir astsubay asmış oğlanı yukarıdaki kirişe ayağından, basmış sopayı, üzerinde de sigaralar söndürmüş. Sadece sonucu hatırlıyorum: Alay komutanı albaya gittik, bizi savdı, sonunda hiçbir şey olmadı, olay kapatıldı. Biz dört ayı bitirip terhis olduk.
Yüzme bilmeyen Türkiye’yi, yüzme öğrensin diye uluslararası kapitalizm okyanusuna iten 24 Ocak 1980 kararları alınmış, işçi direnişleri başlamış, bazı arkadaşlar telefon ettiler: “Bizim albay var ya, İzmir’deki TARİŞ grevini basan jandarma kuvvetlerini yöneten albay o albay”.
Er dövene ceza!
Şu anda hem emekli hem muvazzaf dört yıldızlı generaller Ergenekon’dan tutuklanıyor, insanlar şaşkın. Bunu çok önemli bir haber sanıyorlar. Asıl büyük haberin farkında değiller. 20.02.10 tarihli gazeteler, Ordu’nun son olaylar sonucu nasıl değişmeye zorlandığını örnekliyor:
ANKARA- Ağırlıkla cezaevleri ve karakollardaki kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili başvuruların yapıldığı TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na geçen aylarda ilginç bir dilekçe geldi. Ahmet Kum adlı vatandaş, oğlu Muhammed İbrahim Kum’un askerlik görevini yaptığı Narlıdere İstihkam Okulu’nda Takım Komutanı Piyade Üstçavuş Fatih Örs tarafından şiddete maruz kaldığını iddia ederek, Meclis’ten yardım istedi. Komisyon Başkanı Zafer Üskül 7 Aralık 2009’da Milli Savunma Bakanlığı’na bir yazı göndererek, konunun incelenmesini istedi.
Milli Savunma Bakanlığı’nın başvuruya ilişkin ‘gereği yapıldı’ yanıtı 11 Şubat’ta komisyona ulaştı: “İs. Er İbrahim Kum’un 16 Ekim 2009 tarihinde yoklamaya geç kaldığı ve tıraş olmadığı, bu disiplinsiz tutum ve davranışlarından dolayı Takım Komutanı P. Üçvş. A. Fatih Örs tarafından darp edildiği, bu kapsamda; Takım Komutanı P.Üçvş. A. Fatih Örs’ün askeri mahkemeye sevk edildiği, bölük komutanına nezaret eksikliği nedeniyle disiplin cezası verildiği, tabur komutanının ise bu tür olayların bir daha olmaması maksadıyla yazılı olarak uyarıldığı tespit edilmiştir.”
50’lerde yargı
Şimdi, başka bir konuya geçelim. Geçen hafta, AGOS YAZARI olmam nedeniyle bana hakaretin ve iftiranın serbest olduğunu ilan eden Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin, farklı düşünce sahiplerine hukuku nasıl uyguladığını örnekleriyle yazmıştım.
Artık yurt dışına yerleşmiş bulunan, epostayla tanıştığım bir İstanbul Ermenisi dostumdan aşağıdaki mektubu aldım:
Sayın ve Sevgili Hocam,
Bundan evvel de size yazmıştım. 1950 senelerinde, Türkiye Ermeni cemaatinin iki Institutiona oldukça büyük itimadı vardı. Birincisi ordu, ikincisi mahkemeler/adliye.
Maalesef 60 sene sonra, bu önemli institutionlar daha da gelişip kıymet ve itimat kazanacaklarına, üzücü bir duruma düşmüşler. Ne yazık. Şahsen, hem çok üzülüyorum, hem de kızıyorum.
Bu kadar gelişmiş, ekonomik alanda ilerlemiş, yüksek tahsilli yeni nesiller yetiştirmiş bir millete yakışmıyor böyle şeyler. Bilhassa Ergenekon, Kafes, Şemdinli, Trabzon, Diyarbakır vs. ve Yargıtay’ın bu son kararları ve açıklamaları. Bunlar Türkiye’nin alnına sürülmüş kara lekeler.
Yargıtay hakkında bir hatıram: Sene 1950 olmalı. İstanbul’da, Misak adlı bir vatandaş, kıskançlık sebebiyle sevgilisini öldürmüştü. Bu haber Ermeni cemaatinde duyulmamış bir heyecan yarattı. Jamanak ve Marmara gazeteleri günlerce bu hususta yazdılar. Mahkeme katili suçlu buldu ve idama mahkum etti. İş Yargıtay’a vardı. O zamanki Yargıtay’ın Başkanı (ben "Baskanı" diye hatırlıyorum yanılmış olabilirim) Sayın Burhanettin Ogen Bey, bir iki gün babamın dükkanına gelip, babamdan Ermeni cemaatinin bu idam kararı hakkında ne düşündüğünü öğrenmek için ziyaret etmişti. Babam çok dürüst ve doğru bir insandı, Burhanettin Bey’e "Memleketimizin kanunları ne ise o olacak Burhanettin Bey. Siz Ermeni cemaati için hiç merak etmeyin." diyerek kendisini rahatlatmıştı.
Öyle de oldu. Katil Misak idam edildi. Ermeni gazeteleri "Hak yerini buldu "diyerek haberi verdiler. Mesele kapandı.
O günkü Yargitay’dan bugünkü durumlara nasıl düştük Baskin Hocam? Nasıl ve nerede ,yanlış yola saptık? Hürmetler ederim.
Xxx
Bir not: Asker cami bombalar mı?
Bugünlerde yüksek rütbeli askerlerin gözaltına alınmasına tepkiler var. Org. Başbuğ diyor ki: “Allah Allah diye taarruz eden ordu nasıl cami bombalar?” Bilemem bombalar mı bombalamaz mı. Ama, Atatürk’ün evini bombalayan asker niye cami bombalamasın? 6-7 Eylül’ü yapabilmek için, müsteşarı bir tümgeneral olan (bu görevdeyken, korgeneral yapıldı) MİT bombalatmadı mı Atatürk’ün Selanik’teki evini? Yoksa bu genç ajan müsteşarından habersiz mi yapmıştı bu işi?
Dostları ilə paylaş: |