Atatürk İlkeleri ve İnklap Tarihi


Osmanlı Dönemine Kısa Bir Bakış



Yüklə 2,15 Mb.
səhifə35/40
tarix29.10.2017
ölçüsü2,15 Mb.
#19570
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40

Osmanlı Dönemine Kısa Bir Bakış


Çok uzun bir süre, 19. yüzyıl ortalarına kadar, Osmanlı Devleti’nde, yukarıda ana niteliklerini saydığımız biçimde bir halkçılık uygulaması bulunduğunu ileri sürmek pek olası değildir. İmparatorlukta ulusal egemenliğe dayalı bir halk yönetimi hiçbir zaman mevcut olmamıştır. Eşitlik ilkesi de 19. yüzyıl ortalarına kadar, Fransız İhtilalinin getirdiği modele uygun biçimde uygulanmamıştır; zaten çağın Genel koşulları bakımından da böyle bir uygulamayı Osmanlı Devleti’nde bulmak kabil değildi.
19. yüzyıl başlarına kadar bütün toplumlarda bireylerin hukuk açısından eşitsizliği mevcut düzenlerin doğal bir gereği idi. Ancak Amerikan bağımsızlığı ve ardından Fransız ihtilali ile bazı uluslarda ve göreceli olarak eşitlik ilkesinin yerleşmeye başladığını biliyorsunuz. Bu konuda Batı’dan örnekler verelim: Avrupa’da soylular [asiller-aristokratlar] ile papazlar diğer yurttaşlar karşısında ayrıcalıklı idiler. Devletin üst yöneticilik yerlerine gelmek soyluların ve bazı durumlarda papazların hakkı idi. Bundan başka, soylular ile papazlar vergi de ödemezlerdi. Devletin bütün yükünü soylular ile papazlar dışında kalanlar çekerler, büyük bir eşitsizlik altında

ezilirlerdi.

Osmanlı toplumunda "soylular" sınıfı yoktu. Bu, Türklerin çok güzel bir geleneğidir. Ayrıca bu gelenek, İslam dininin eşitlik anlayışı ile de birleşerek daha da gelişmişti. Ama toplumda başka türlü farklılıklar vardı. Yurttaşların Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar biçiminde iki ana kategoriye ayrıldıklarını biliyorsunuz. Devlet hizmetlerine girme hakkı Müslümanlara aitti. Sayıları milyonları bulan Müslüman olmayan yurttaşların ise -birkaç istisnai makam dışında- böyle bir hakları kesinlikle yoktu. Müslüman olmayan yurttaşlar ayrıca, Müslüman yurttaşlardan biraz daha fazla vergi de öderlerdi. Gelelim Müslüman devlet görevlilerine: Bunların da bazı ayrıcalıkları vardı. En önemlisi vergi ödememeleri idi. Devlet hizmetinde bulunan yöneticiler, bu ayrıcalığa karşılık padişahın kulu sayıldıklarından canları ve malları güvensizlik içindeydi. Vergi ödemezlerdi ama, en küçük bir suç işledikleri zaman en ağır cezalara bile çarptırılabilirlerdi. Bu durumda mallarına da el konulurdu. Hatta eceli ile ölen yöneticilerin bile bazen "padişahın servetinden" oluştuğu gerekçesi ile mallarına el konulduğu görülürdü. Ama bir grup başka yönetici vardı ki onlar tam anlamıyla güvenlik içindeydiler. Bunlar "din bilginleri" anlamına gelen "ulema" sınıfını oluştururlardı. Ulema, yargı işleri başta olmak üzere çeşitli şer’i görevlerde bulunurdu. Onlar padişahın kulu sayılmadıklarından hem canları hem de mal arı güvenlik içindeydi. Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki, Osmanlı yurttaşları da yasalar karşısında tam bir eşitliğe sahip değillerdi; yani göreceli bir eşitsizlikten bile söz edilebilir. İşte böyle bir anlayış ortamı içinde yöneticiler ile ulema kendilerini bir seçkinler zümresi olarak görmüşler, bu ayrıcalıklarını belirtmek için geride kalan insanlara bir ölçüde "halk" anlamına gelecek "reaya" adını takmışlardı. Bu yolla kendilerini onlardan ayırmışlardı. Divan edebiyatı seçkinlerin uğraşısı idi. Arı, temiz, anlaşılır Türkçe ile yazan ozanlara "avami" yani "halktan" denilirdi. Halk, seçkinlerin altında, onlara denk olmayan bir büyük grup oluşturuyordu.
19. yüzyılın sonlarına doğru, Tanzimat ve Islahat fermanlarının doğurduğu etki ile toplum üyeleri arasındaki hukuksal eşitsizlik bir ölçüde yumuşadı. Ama "seçkinlerle" "halk" arasındaki fark sürüyordu. Bunun bir toplumun sağlıklı gelişmesinde ne kadar büyük bir sakınca olduğunu anlayanlar, yeni beliren "Türkçülük" akımının temsilcileri idi.

İlkönce edebiyatta, dilin sadeleştirilerek hızla Divan Edebiyatından kopması, halkçılığın ilk belirtisi sayılabilir. Gerçekten o güne kadar "aydınların" dilini halk anlayamıyordu. Bu engelin kaldırılması, her iki grup arasında düşünce iletişimin sağlanılmaya çalışılması gerçekten "halk" için atılmış büyük bir adımdır. Genç ulusçular bu yolla halka inmenin ciddi hazırlıklarını yapıyorlardı.


Ancak, seçkinler ile halk arasındaki farkların sadece bu çaba ile ortadan kaldırılması mümkün değildi. Esas, halkı da seçkinlerin düzeyine getirecek diğer önlemleri almak, öte yandan da "seçkin" dediğimiz bu kişileri halkın dertleri ile yakından ve gönülden uğraşmaya yönlendirmek gerekiyordu. İşte Osmanlı döneminin sonlarına doğru gelişen yeni Türk edebiyatı ile buna koşut olarak doğan ulusçuluk akımları bu yola gidişin ilk öncü hareketleridir. Fakat, bu adımların gerçek hedefine ulaşması, aradaki ikiliğin tam olarak kaldırılması, ilkönce ulusal egemenlik ilkesine geçişle, yani halkın kendi kendini yönetir duruma gelmesi temeli üzerinde gerçekleşebilirdi. Ayrıca kafalardaki Tanzimat ikiciliğinin de kaldırılması en önemli koşullardandı. Bu hedeflere Kurtuluş Savaşı’ndan başlayarak evre evre erişildi.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Halkçılık

Büyük mücadele ancak tek koşula bağlıydı: Savaşı halka indirmek. Bunu yapabilmek için de halkı bu davaya kazandırmak gerekiyordu. Bunun gerçekleşmesi için de Yine tek yol vardı: Ulus egemenliğine dayalı yeni bir devlet kurmak... İşte Mustafa Kemal Paşa’nın hepimizin bildiği temel stratejisi budur. Bu nedenledir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi doğrudan doğruya halka dayanmış, halkın mutluluğunu kendine hedef almıştır. Bakınız daha işin başında, 18 Eylül 1920’de yayımlanan ve kısa sürede ünlenen bildirisinde Meclis ne diyordu: "...halkın hep içinde bulunduğu sefaletin sebeplerini kaldırarak yerine refah ve mutluluk getirmek Meclis’in baş amacıdır". Bu ve buna benzer duyuru ve aynı koşuttaki çalışmaları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi "halkın" içinden çıktığı bilincine varmıştır. Birkaç yıl öncesine kadar halk kavramını böylesine geliştirerek siyasetin temeli yapmak düşünülemezdi bile. Zaferin kazanılmasından sonra da bu ilkeye Meclis sıkı sıkıya sarılmıştır. Meclis ve çevresi, Önderin belirlediği yollardan biri olan "halkçılık" ilkesinin gelişmesine çaba harcamış ve Türk halkını bir bütün, ayrıcalıksız bireylerden oluşan tam birlik durumuna eriştirmek için uğraşmıştır. Bütün bu çalışmalar Atatürk’ün düşünceleri örnek tutularak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle O’nun halkçılık anlayışını görmek gerekmektedir.



Atatürk’ün Halkçılığı

Atatürk’ün ortaya koyduğu halkçılık ilkesi üç esas üzerinde yükselir. Bunları sırasıyla görelim (Atatürk'ten alıntılar Genelkurmay Başkanlığı yayını olan "Atatürkçülük-Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri" (Ankara 1983) adlı derlemeden aktarılmıştır (S 92 v.d.)).

• Yeni kurulan devlet, belli bir zümreye, belirli çıkarlara sahip kimselere değil, doğrudan doğruya halka dayanır."Bunu bir kelime ile ifade etmek gerekirse diyebiliriz ki, yeni Türkiye Devleti halka değer veren bir devlettir, halkın devletidir (1923)"."Bugünkü varlığımızın temel niteliği ulusun Genel eğilimini kanıtlamıştır, o da halkçılık ve halk hükümetidir (1920)". Halkın devletinde elbette bütün güç de halkta olacaktır. "Bizim görüşümüz -ki halkçılıktır- gücün, kudretin, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki bu, dünyanın en güçlü bir esası, bir ilkesidir (1921)". Öyle ise halk kendi geleceğine de sahip çıkacaktır. "İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani ulusun bizzat kendi geleceğine sahip olması esası anayasamız ile saptanmıştır (1921)". Görüldüğü gibi bu son cümlesi ile Atatürk halkçılığın bir cephesini de belirtmektedir. Bu da ulusal egemenlik ile halkçılığın denk düşmesidir. Buradan da gerçek anlamı ile demokrasi çıkar:"Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümettir. Ve dilimizde bu hükümet, halk hükümeti olarak ifade edilir (1922)"

• Atatürk halkın içindeki çeşitli tabakaları, grupları, kümeleri yalnız iş alanları bakımından farklı görür Bunun dışında bütün bireyler, birbirine eşittir; ayrıca her meslek sahibi de diğerleriyle aynı saygınlığı görür."Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve toplumsal yaşam için iş bölümü itibarıyla çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas ilkelerimizdendir (1931)". "Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil, aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir (1923)". Bütün yurttaşlar birbirine eşittir. Kimseye tanınmış bir ayrıcalık yoktur.

• Atatürk’e göre halkçılığın esaslarından biri de, halkın mutluluğunun, Yine halkça, bir bütün olarak sağlanmasıdır. Bunu gerçekleştirmek için de herkesin çalışması gerektir: "Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve yaşamını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzun içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde... halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir hukuk sistemidir (1931)". "Çalışma sonuçları dengeli olarak değerlendirilecektir. Toplumdaki çeşitli kesimlerin çıkarları birbirine denk sayılmalıdır. Ancak böylece toplumsal barış kazanılır ve sürdürülür. Bu görüşlerin bütünü sınıflar arasındaki çıkar çatışmalarını ortadan kaldıracak önlemlerle son bulmalıdır. Bu sayede biri diğerinin gelişmesini zorlayıp yıpratacak zararlı çatışmalar yerine çalışmada iş bölümü ve çıkarlarda denklik ve uyum sağlanmış olur (1931)". İşbölümü üzerinde Atatürk çok durmuş, "sınıf" yerine, işbölümü yaparak çalışanları koymuş, bunlar arasında "çıkarlarda denklik" sağlama gibi bugünün "gelir dağılımı adaleti"ni karşılayacak çok yaşamsal bir görevi yerine getirme işini de devlete vermiştir. Son derece önemsediği iç barış ancak böyle sağlanacaktır. Atatürk’ün bu görüşleri çok moderndir ve bugünkü Anayasamıza da yansımıştır. Bildiğiniz gibi, Anayasamızın 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerini sayarken "sosyal bir hukuk devleti" özelliğini vurgulamıştır. Özetleyecek olursak Atatürk, Türk halkını kendi kendini yöneten, ulusal egemenlik esasına göre demokratik bir rejim içinde yaşayan, birbirine hakça eşit, toplumsal dayanışma içinde bulunan insanların oluşturduğu bir bütün olarak görmektedir. Halkçılık bu esasları pekiştirmek, birliği güçlendirmek, insanları mutlu kılmak için her türlü önlemi almak için çalışmayı amaçlayan bir akımdır.

DEVLETÇİLİK



Devletçilik Kavramı ve Tarihsel Gelişimi

Anımsayacaksınız, ekonomi alanında yapılan büyük değişiklikleri anlatırken bir yöntem olarak "devletçilik"in nasıl doğup geliştiğini göstermeye çalışmıştık. Ama bu kavramı sadece "ekonomik" açıdan sizlere tanıttık. Devletçilik aslında çok daha yaygın ve köklü bir akımdır. Bu nedenle de Atatürk ilkeleri arasına alınmıştır. Şimdi bu kavramı daha geniş açıdan yorumlayıp değerlendirmeye çalışalım:


Anımsayacağımız gibi devlet, toplum biçiminde yaşayan insanların, aralarındaki düzeni kurma ve sürdürme için oluşturdukları bir güçtür. Bu güç kurumlaşmış ve çok uzun bir tarihsel süreç sonunda modern devlet ortaya çıkmıştır. Öyle ise devletin temel varlık nedeni, insanlar arasında düzeni sağlamaktır.

Bir devlet dayandığı anlayışa, onu yönetenlerin niteliklerine göre, düzeni sağlama bakımından diğer devletlerden farklı yöntemler uygulayabilir. Böylece devlet çeşitleri belirir. Bu konulara daha önce değinmiştik. Devletin ana görevi düzeni kurup sürdürmek olduğuna göre, bunu sağlamak için başvurduğu yolların "devletçi" olmasından kaçınılamaz; zira düzen ancak, devletin doğrudan doğruya müdahalesi ile sağlanır. Başka güçlerin müdahalesi devletin amacı olan düzeni getiremez; tam tersi kargaşa yaratır. Bu nedenle düzeni sağlamak için devletlerin başvurmak zorunda oldukları yöntemler zorunlu olarak "devletin gücünü" göstermesi gereken müdahalelerdir; yani devletçi eylemlerdir. Bu bakımdan "devletçilik" her devlette var olan bir davranıştır. Başka bir deyişle, bir devletin toplumsal düzeni sağlamak için kullandığı yöntemler "devletçilik"ten başka bir ad ile anılamaz. Bundan dolayı her devlet "devletçidir" diyoruz. Ama bu ana tanıma rağmen devletçiliğin ölçüsü toplumlara, zamana ve gereksinimlere göre değişmektedir. Öyle ise her zaman ve her yerde geçerli belli bir devletçilik ölçüsü bulmak mümkün değildir.

Devletçilik kavramı özellikle 19. yüzyıldan itibaren yoğun bir biçimde bilimsel olarak araştırılmaya başlanmıştır. Pek çok düşünür bu kavramı ekonomik açıdan inceledi. Onlara göre devletin "kendi varlığından" doğan görevleri vardır: Ülkeyi savunmak, adalet dağıtmak, asayişi sürdürmek gibi temel görevlerdir bunlar. Bu görevlerin yerine getirilmesi "devletçilik" sayılmaz. Ama devlet bu alanların da dışına taşıp müdahalelerini genişletirse o zaman "devletçi" olmuş sayılır. Bu alanlar da doğrudan doğruya ekonomik niteliklidirler; ekonomik yaşamla ilgilidirler. Devletin ekonomik yaşam alanlarına müdahale edip etmemesi, ederse bunun ölçüsünün saptanması hem iktisatçılar hem de hukukçular tarafından tartışılmıştır ve günümüzde de niteliği biraz değişmekle birlikte bu tür tartışmalar sürmektedir. Devletçiliği sadece ekonomi alanıyla sınırlamak, bizim görüşümüze göre kavramı son derece daraltmak olur. Devlet, varlığı gereği, toplumun her kesimine ve kurumuna gereksinmeler doğdukça müdahale eder ve bu onun devletlik niteliğinin zorunlu ve doğal bir sonucudur. İşte asıl devletçilik, bütün bu müdahalelerden çıkar. Bu müdahalelerin kuralları, ölçüsü Genel ve geniş anlamda devletçiliği doğurur. Ama bir önemli gerçek vardır:İnsanların en yaşamsal gereksinmeleri hep ekonomi alanında belirir. Bundan dolayı hele günümüzde ekonomik kurumlar toplum yaşayışında en öncelikli sıraya oturmuştur. Bundan dolayı "devletçilik" denildiği zaman ilk akla gelen "ekonomi alanına devlet müdahalesi" oluyor. Kimi zamanlarda bu çağrışım doğru gibi değerlendirilmişse de biz açıklamalarımızı Genel ve geniş anlamda devletçilik üzerinde toplayacağız. Aksi takdirde, bu kavramı son derece kısır ve "devlet" ile bağdaşamayan bir duruma sokmuş olabiliriz.

Türkiye’de Devletçilik


Yüklə 2,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin