EL-GAFUR(C.C.)
“Çok yarlığayıcı.”
Allah Teâlâ'nın mağfireti o kadar çoktur ki, şeytan bile ümitlenir, bağış umar. Mağfiret, Cenâb-ı Zülcelâl'in yarlığamasıdır. O kadar ki, kulun kusuru dağları aşsa onu yine saklar, üzerine bir perde örter. Meydana çıkarıp da o kulu rezil ve rüsvây etmez.
Allahü Teâlâ, eğer insanların kusurlarını meydana çıkarıp yüzlerine vursaydı, hiç kimsede mecal kalmaz, kimse halkın içine çıkamazdı.
Yüce Allah'ın bu keremiyle insanların halleri hep gizli kalıyor ve böylece cemiyet hayatı sürüp gidiyor. Bu sayede insanlar birbirini seviyor, öbürü ötekine kucak açıyor, el uzatıyor. İnsanın gönlünde yumak olan düşünceler aşikâr edilseydi, herkes birbirinden bucak bucak kaçardı. Halkın içinde iyi, güzel ve hoş düşünen olduğu gibi, iğrenç emeller besleyenler de vardır. İşte bütün bunların gizlenmesi Allahü Teâlâ'nın kulları hesabına büyük lütfudur. Zaten her şeyimiz O'nun lütf u keremine dayalı.
Padişah, geda, güzel, çirkin, zengin, fakir, kadın, erkek, hasta, sağlam, genç, ihtiyar kim varsa herkes Cenâb-ı Kibriya'nın rahmetine muhtaç olduğu gibi affına ve mağfiretine dahi muhtaçtır. O'nun rahmeti olmadan kimse cennete giremez, O'nun keremi yetişmeden de kimse cehennemden kurtulamaz.
Bir kudsî hadis var ki, kullar için pek büyük müjdedir.
Bir kimse ümit yuvasındaki yavru kuşlar gibi çırpınır, Rabbinin makamından korkarak ve O'nun rahmetini umarak tevbe ederse muradının incisi hâsıl olur. Kudreti ve rahmeti sonsuz olan Allah buyuruyor ki:
“Ey meleklerim! (Siz de şahid olun ki), ben artık bu kulumdan utanır oldum. (Ben koğuyorum, o İsrarla yine geliyor), onu kayıtsız şartsız affettim.” 126
Allah (Azze ve Celle), kullarına karşı bu kadar merhametli. Kul günah işliyor, Allah onu bütün gözlerden gizliyor, bununla da kalmıyor, o günahın üzerine bir kalem çekiyor, günahı yok ediyor. Kusurlarımızı örtmesi, ruhanîlerden bile o günahı gizlemesi itibariyle Yüce Allah “Gafûr” dur.
İnsanlarda çok kere nefsânî ve şeytanî arzular plâna geçer. Çok kere aklın gözü kör olur ve o insan kendisini günahın isyanın kucağında buluverir. Bu sebeple her zaman ve her lâhza Allahü Teâlâ'nın af ve mağfiretine ihtiyacımız vardır.
Hicran gecesinden ümit sabahına çıkan dertliler gibi Allah Teâlâ'nın rahmetine ümitli olmalıyız, azabından da korkmalıyız. Ümidimizi tevbe istiğfar ederek kuvvetlendirmeli ve rabbimizden bağış dilemeliyiz. O bizi bağışlamazsa, kimse bağışlayamaz. O bir şey vermezse, kimse bir şey vermeye kadir olamaz.
“El-Gafûr” ism-i şerifi, O'nun mağfiretinin çok geniş ve rahmetinin sonsuz olduğunu ifade etmektedir. O'nun bu ismi sebebiyle kusurlarımız gizlenip durmaktadır. Ona hamd olsun! 127
EŞ-ŞEKÛR (C.C.)
“Kendi rızası için yapılan iyi şeyleri daha güzeli ve daha ziyadesiyle karşılayan.”
Şükür, teşekkür etmek mânâsına geldiği gibi iyiliği iyilikle karşılamak anlamına da gelir. Şükür, Yüce Yaratıcımıza karşı yapmamız gereken kulluk vecîbesidir. Bizden nam ve eser yokken Allahü Teâlâ rahmetinin eseri olarak bizi yaratmış, varlık âlemine getirmiş ve namütenahi nimetlere mazhar kılmıştır. O'nun üzerimizdeki nimetlerini sayacak olsak, buna sayılar kâfi gelmez. Bu cihan bağında başak toplayan herkes iradesinde serbesttir. Ya şükür yolunu tutar, iki âlemde de mesud olur, yahut küfran çölünde çadır kurup felâketleri ve sonu gelmez belâları satın alır.
Rabbine karşı şükreden bir kulu rabbi karşılıksız bırakmaz. Onun elini eteğini nimetlerle, ecirlerle doldurur. Bu çok çok görülmüştür.
Bütün âlem halkı şükretmiş olsa, Cenâb-ı Hakk'ın şanına bir şey katamazlar, yine bütün varlıklar isyan etse O'nun şanından bir şey eksik edemezler. Çünkü O, eşi ve benzeri bulunmayan bir yaratıcıdır ve kimseye muhtaç değildir, fakat bütün âlem O'na muhtaçtır. Bir iyiliğe bin iyilik vermek de elindedir, bir zerreyi dağlar kadar büyütmek de elindedir. O, öyle fazl u kerem sahibidir ki iyilikleri kat kat artırır. O kadar ki, kulun niyetine göre akılların alamayacağı büyüklükte mükâfatlar ihsan eder.
Meselâ: Bizim dünyada yapmış olduğumuz güzel ameller ve hareketler cenneti satın almaya yeter mi? İnsan dünyada, deniz kenarında bir köşk almaya kalksa, buna herkesin serveti ve ömrü kâfi mi? Elbette değil. Fakat her mü'min cennete dahil olacaktır. İşte bu Allahü Teâlâ'nın fazl u keremidir. Ve Allah (Azze ve Celle) Şekûr'dur. Yani şükreden kullarına mahz-ı lütfundan nimetlerini artırarak şükür muamelesi yapar.
Davud (a.s.) Rabbine şöyle yalvarışta bulundu:
“Ey Rabbim, dedi, nimet senden olduğu gibi, o nimete şükür de senin hidayetindendir. Şu halde ben bu nimetlerin hangisine şükredeyim?”
Allahü Teâlâ buyurdu ki:
“Kulum bana şükründe aczini bildi mi, şükretti demektir.”
Şükür, lisanın zineti, ömrün bereketi, kalbin safâsı, vicdanın cilâsıdır. Bilirsiniz ki, avcı avını yakalamak için tuzak kurar... İnsanlar da şükürde devamlı olurlarsa, Allah'ın nimetini şükür tuzağı ile elde ederler. Böyle de söz olur mu? Bak gör. Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki:
“Andolsun, eğer şükrederseniz size nimetimi artırırım.” 128
Demek ki şükredilmediği zaman nimetler elden gider ve belâlar dalga dalga gelir, hayatın tadı kaçar.
İnsanlar kendilerine gelmiş olan nimetleri görüp, “ben kazandım, ben yaptım, ben elde ettim” dememeli, nimetlerin Allah'tan olduğunu bilmeli ve bunu ikrar etmelidir. Senin bahçendeki lâlenin başına kına yakan bahçıvan değil Allahü Teâlâ'dır. Kuru üzüm çubuğunun ucunda salkım salkım taneler yaratan da ancak O'dur. Gözünü, kulağını da sen kendin yapmadın, kafanın içine aklı koyan da baban değil. Aslına bakarsan bir nefes için iki şükür gerekir, bir aldığın nefes, bir de verdiğin nefes.
Azîz ve Celîl olan Allah buyuruyor ki:
“Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, gönüller verdik.” 129 Göze, kulağa, ele, ayağa, mala, mülke ve daha nice şeylere mazhar kılman insan, artık şükretmez, nankörlük ederse, onun insanlık defterinde yeri olabilir mi? Nankörlük edenler Yüce Allah'ın sevgisine, rahmetine, rızasına eremezler.
Cihanın önünde ve sonunda misli bulunmayan Rahmet Nebi (s.a.v) efendimiz, geceler boyu ibadet eder, ayakları şişinceye kadar kıyamda dururlardı. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulduğunda:
“Şükreden bir kul olmak istemez miyim?” derlerdi. İslâm büyükleri, velîler ve arifler şükür ipine tutundukları için bu devlete mazhar olmuşlardır.
Bir gün, dertli bir adam Sehl Hazretlerine gelip hâlinden şikayet etti:
“Ey âlem Şeyhi! Evime hırsız girdi, bütün yiyeceğimi ve giyeceğimi götürdü!”
Büyük velî tatlı bir tebessümle buyurdular ki:
“A kardeş! Sen Rabbine şükret!.. Ya şeytan kalbine girip imanını çalsaydı halin nice olurdu?”
Biz gece gündüz başımızı secdeden kaldırmamış olsak, yine iman nimetinin şükrünü ödemiş olamayız.
Âlemde hevâ ve hevesin peşinde gidenler murada erememişlerdir. Nimetlere şükredenler ise iki cihanın da saadet güllerini dermişler ve rablerinin rızasını kazanmışlardır. Hazreti Nuh için Allahü Teâlâ: “İnnehû kâne abden şekûren = Şüphesiz Nuh şükreden bir kul idi” buyurmuştur.
Şeyh Sadî şu incileri saçar:
“Dostça şükür için söz söyleyemiyorum. Çünkü O'na lâyık şükrü bilemiyorum.
Vücudumdaki her kıl O'nun bir ihsanıdır. Nasıl mümkün olur ki herbir kıl için bir şükür edeyim.”
Gönüller Sultanı Hazreti Mevlânâ da şöyle der:
“Nimeti verenin lütfuna şükretmek aklen vâcibtir; yoksa ebedî gazab kapısı açılır.
Allahü Teâlâ insana baş verir; ona şükrânelik olarak bir secde ister. Keza, ayak ihsan eder; ona teşekkür makamında namazda bir ka'de ister...
Nimete şükretmek o nimetten daha iyidir. Şükretmesini seven kimse, nimet tarafına meyletmez. Rabbine kullukla zevkiyâb olur.
Nimet, bir şeyin derisi ve kabuğu, şükürse, onun içi ve canıdır. Çünkü şükür seni dostun nezdine kadar götürür.
Nimet insana gaflet verir, şükür ise uyanıklık getirir. Allahü Teâlâ'nın nimetini şükür tuzağı ile avla!”
Ben bu aczimle o büyükler gibi söz söylemeye kendimde derman bulamam. Ancak şöyle derim:
Ömründe olmalıdır hamd, sena, şükür demi,
Selâmet Cûdi'sine böyle varacak gemi! 130
Dostları ilə paylaş: |