AyşEGÜl güNGÖR



Yüklə 22,11 Kb.
tarix26.07.2018
ölçüsü22,11 Kb.
#59575

AYŞEGÜL GÜNGÖR

İlk okula başladığım yıl babam yılbaşı hediyesi olarak bir ECE ajandası vermişti. Bu ajandaya sevdiğim ve sevmediğim şeyleri yazmamı ve her yıl o yılla ilgili bir dilekler ve yapılacaklar listesi hazırlamamı istedi. O listede okuyacağım kitaplar, ileride gireceğim sınav tarihleri ve hatta tatillerde yapacaklarım yer alacaktı. 7 yasında babam gibi bir ajanda sahibi olmanın bende yarattığı mutluluğu hala hatırlarım. Kendimi bir anda büyükler liginde hissetmiştim. Okul hayatım boyunca ve iş hayatında ajandam ve onun son sayfasında yer alan yapılacaklar listesi benim için vazgeçilmez olmuştu. Yıl sonlarında babamın bana o gelecek yıla ait ajandayı almasını büyük bir mutlulukla bekler ve onunda birlikte gelecek yıla ait hayaller kurmaya ve yeni yıla ait yapılacalar listesi hazırlmaya bayılırdım.

Böylece gelecek yıla ait kendime hedefler koyuyor ve yıl sonunda o hedefleri gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyordum. Yapılacaklar listesin başında da gelecek yıla ait olan istekler ve alınacaklar yer alıyordu. Tabi bunları gerçekleştirmek için para biriktirmek gerekiyordu.Böylece kumbaralarla da sıkı bir ilişki kurdum. Bu nedenle bankalar ile tanıştım. İlk başlarda banka ile tek ilişkim Akbank’ın uğur böcekli ve İş Bankası’nın çantalı kumbarasından ibaretti. Kumbaralar beni o kadar cezp etmişti ki, daha çocukken gelecekte bankacı olmayı kafama koymuştum. Ailemde ve çevremde bankacı yoktu.

Yıllar geçtikçe daha bilinçli bir şekilde bankacılıkla ilgilenmeye başladım. Okul çıkışında Beyazıt’tan Eminönü’ne yürürken Cağaloğlu’ndaki İMKB’nın binasının önünden geçerken bir gün içeride işlem yapanlardan biri olacağımı hayal ederdim. Bu hayal okul başarısıyla da birleşince çok gecikmedi ve kendimi bankacılık sektöründe buldum. 12 senede epey hızlı bir yol kat ettim. Biraz yetenek, biraz bilgi ve şans ile birlikte 28 yaşında o zamanın en başarılı kurumlarından biri olan bir bankanın aracı kurumunun genel müdür yardımcısı oldum.

Çok mutluydum. Çok çalışıyordum ve kendimle gurur duyuyordum. O kadar işime odaklanmıştım ki, çevremde olan biten gelişmeleri fark edemez hale gelmiştim. Bir gün kaçınılmaz olan oldu ve çalıştığım bankada üst yönetim değişti. Ben giden ekibin bir parçasıydım, gelenler ise benim başarımı gözardı edip kendi ekiplerini kurmaya heves ediyorlardı. Biraz ani bir kararla, biraz da aşırı kendime güven nedeniyle bir anda ayrıldım. Ben ayrıldıktan bir ay sonra banka TMSF’ye devredildi ve arkasından da bir yabancı bankaya satıldı.

Ayrılır ayrılmaz hayatımdaki yapılması gereken işler listesini hazırladım. 7 yıldır evliydim ve eşimi gerçekten çok seviyordum. İki kişilik çok güzel yoğun ve eğlenceli bir hayatımız vardı. İkimiz de çok çalışıyorduk ve bu halimizden memnunduk. Artık bir çocuk sahibi olmanın zamanı geldiğini düşünüyorduk. Hem ekonomik konjoktür gereği hem de çocuk sahibi olmak için bir süre çalışmamaya karar verdim. Ama herşey planladığım gibi olmadı ve bir türlü hamile kalamadım. Bu zaman içinde tekrar eski yoğun günlerimi özlemeye başlamıştım. Bir üniversitede yüksek lisans dersi vermeye başladım.

Bir yıl böyle geçti, bu yıl içinde yapılacaklar listemde hedefler bölümü boş kalmıştı. Kendimi işe yaramaz hissetmeye başlamıştım. Hem çocuk sahibi olamamış hem de hala istediğim gibi bir iş bulamamıştım. Bir gün bir arkadaşımın önerisiyle onun patronu ile tanıştım. Kendisi Türkiye’nin önde gelen aracı kurumlarından birinin sahibiydi. Yaptığımız uzun bir görüşmenin sonunda bana, insan kaynakları konusuna yönelmemi tavsiye etti. Yıllar boyunca yapmış olduğum traderlığın ve büyüme evresinde bulunan bir bankada çalışmış olmamın insan kaynakları ile bütünleştiği zaman beni başarıya götüreceğini söyledi. Gülüp geçtim. Ben iyi bir traderdım ve çok iyi bir bankacıydım. İnsan kaynaklarında ne işim vardı? “Hoş bir sohbet oldu” diyerek ayrıldım.

İki ay sonra telefonum çaldı. Çalışırsam ancak burada çalışırım dediğim bir banka benimle görüşmek istiyordu. İçimde müthiş bir ışık yandı. Yoksa eski günlerime dönme fırsatını mı yakalamıştım? Yoğun geçen bir aylık görüşmeler sonucunda bana daha önce yapmış olduğum işe benzer bir pozisyonu teklif ettiler. Eşimle konuşup tam kabul edecekken hayat bana sürpriz yaptı. Hamile olduğumu anladım.


O an anladım ki hayat bir yapılacaklar listesi değildi ve tüm dilekler benim istediğim sırada ve zamanda gerçekleşmiyordu. Hayatın kendine göre bir planlaması vardı ve bu planlama kesinlikle benim arzum doğrultusunda olmuyordu. Benim gibi tüm zamanını ajanda ile geçiren, orada yazan liste tamamlandıkça ancak mutlu olan ve ancak defteri dolduğunda kendini huzurlu hisseden biri için bu duruma alışmak çok zordu.

Bu arada eşim “niye kendi işini yapmıyorsun?” dedi. “Bir eğitim şirketi kurabilirsin ve finans sektörüne eğitim verebilirsin”. İlk başta imkansız gibi gözüken ve hayat planımda hiç yer almayan bu fikre sıcak bakmaya başladım. Ne de olsa bankada iç eğitmen olarak görev aldığım için eğitim tecrübem vardı ve tecrübeli banka çalışanlarının neye ihtiyaç duyduğunu anlayabilirdim. İç eğitmenlik maceram yönettiğimiz fonların getirilerini gururla anlattığım bir toplantıda bankamızın çok saygı duyduğum genel müdürünün beni şok eden bir şekilde “iyi de önemli olan bu getiriyi kaç kişinin elde ettiği, fonların satışı nasıl gidiyor?” diye sormasıyla başlamıştı. İlk başta bu eleştirisini kişisel olarak algılayıp kendi kendime “bak başarın taktir edilmiyor” dedim. Ertesi gün haklı olabileceğini düşündüm ve bu fonlar nasıl satılır diye düşünmeye başladım. Kampanya veya promosyon yapmanın bir anlamı yoktu.

Ne de olsa getir paranı bana ver ben sana TV vereyim diyemezsiniz. Eğer yanlış pozisyon alır ve para kaybederseniz bunun geri dönüşü yoktur. Esasında her şey gözünüzün önünde durmaktadır. Önemli olan onu görebilmektir. Ekibimle birlikte kısa süreli bir eğitim programı hazırladık ve banka kanalıyla Türkiye’nin her yerinde uygulamaya başladık. İlk öğrendiğim” senin ne bildiğin değil, nasıl söylediğin önemlidir” sözünün gerçek haliyle karşılaşmak oldu. 2 yıl süren bu eğitimlerin sonunda ben ve o zamanki ekibim hem iyi eğitmenler olmuş, hem de yönettiğimiz fonları müşterimiz olan herkesin alabilmesini, en azından haberdar olmasını sağlamıştık. Artık bu tecrübeyi kendi işimde hayata geçirmem gerekiyordu.

“Yorgunluk” ve “yapamam” kelimelerini defterimden silmiştim. O dönemde kendimi Arı Maya gibi hissediyordum. Üniversite de doktora derslerine devam ediyor, aynı zamanda başka bir üniversitede ders veriyor, haftada iki kere sabahları oğlumu oyun grubuna götürüyor ve şirketimle ile ilgili stratejik planlar da üretiyordum. O günleri yaşamasaydım bu günlere ulaşabilir miydim, bilmiyorum.

İlk yıl hepimiz için çok zordu. Yıl sonuna doğru belli konularda eğitim verebilir hale gelmiştik. Bu sefer işin en zor kısmı ile karşı karşıyaydım. Kendimi ve şirketimi nasıl tanıtacaktım? Şu ana kadar hep iyi kurumlarda çalışmış ve işimle iligli bir konu ile ilgili pazarlama faliyetinde bulunurken çalıştığım kurumun adını ve güvenilirliğini kullanmıştım. Oysa şimdi hem kurumu, hem de kendimi tanıtmak ve marka bilinilirliğini en baştan yaratmak zorundaydım. Neredeyse hiç bilmediğim bir sektörde, daha önce hiç yapmadığım bir işi yapıyordum. Yeni sektörümün diğer oyuncuları hakkında en ufak bir bilgim bile yoktu.

Rekabet nasıl işler? Ürün nasıl fiyatlanır? Kurallar nedir? Bütün bunları yeniden oluşturdum. Bir çok şey deneme ve yanılma ile oldu. Bana biraz zaman ve para kaybettirdi. O dönemde arkadaşlarım “niye uğraşıyorsun? Al yurt dışından bir temsilcilik ve onun şemsiyesi altında çalış” diyorlardı. Oysa ben kendi bildiğimi okuma niyetindeydim. Kimseyi dinlemedim. Bu nedenle zaman zaman karşımda aşılması güç duvarlar buldum.

Bir yandan yeni bir iş kurmanın getirdiği zorluklarla uğraşırken, diğer yandan da iyi bir anne olmaya çabalıyordum. Oyun grubuyla başladığımız ana okuluna oğlum 2 yaşından itibaren önce yarım gün daha sonra da benim iş yoğunluğumun artması nedeni ile tam gün olarak devam etti. Her gün oğlumu sabah okula bırakıyor, öğlen ya ben ya da babası onu alıp eve geri götürüyorduk. Bir süre sonra ikimizin iş temposu onu hergün bırakıp almaya elvermedi ve okulun servisine 2,5 yaşında iken yazdırdık. Ağzında emziği ile bana servisin penceresinden el sallayışını hiç unutamayacağım. O gün ilk defa bir birey olduğunu bağımsızlığı sevdiğini ve büyümeye başladığını hissettim. Annelik ve iş hayatı ile günler geçerken oğlum 4 yaşına geldi. Bir akşam bana “Anne. Anneler tiyatrosunda hangi rolü alacaksın?” dedi. Okulları her yıl annelerin rol aldıkları bir masalı tiyatro olarak düzenliyor ve tüm çocuklara anneler oyunu sergiliyorlardı. Zaman isteyen bir işti ve düzenli olarak provalara gitmek gerekiyordu. Meşgul olduğumu ve çok önemli bir proje üzerinde çalıştığı söyleyince (gerçekten çok önemliydi, yeniden yapılanan bir kamu kurumuna eğitimler verecektik) o küçük suratı bir anda değişti ve “seni orada görmek isterdim” dedi. Bir anda paniğe kapıldım.


“Her şeyi başaracağım diye oğlumu mutsuz etmeye mi başlamıştım yoksa?” diye düşündüm. “Peki” dedim. “Bu sene hangi oyun oynanacak?” Gözleri parladı ve “Alaaddin’in Sihirli Lambası” dedi. “Ben senin kaplan olmanı isterdim” diye ilave etti Bir an düşündüm. O masalda Prenses Yasemin, Alaaddin, büyücü veya lamba cini varken benim oğlum benim kaplan olmamı istiyordu. “Neden?” dedim. “Neden kaplan?” “Çünkü, o çok güçlü” dedi. “Senin gibi iyileri koruyor ve herkesi korkutuyor”dedi. Gözümden akan yaşlara hakim olamadım. Oğlumun gözünde güçlü bir anneydim ve kaplan olmam gerekiyordu. Ertesi gün provalar başlayacaktı.

Ben okul müdürüne telefon edip “kaplan rolü hale boşsa o rolü ben oynamak istiyorum” dedim. Okul müdürümüz gülerek “tabii arzu ederseniz diğer velilerinde onayını alarak sizin provanızı biraz daha geç bir saate alabiliriz” dedi. Böylece tiyatro maceram başladı. Kaplan rolüme hemen ısındım. Zor bir rolüm yoktu esasında. Bol bol kükrüyor ve “kötüler cezalarını bulur” gibi bazı sözler diyordum. Ben kükredikçe oğlum kahkalar atıyor ve “en güzel benim annem kükrer” diyerek ortada dolaşıyordu.

Nihayet oyunu sahneye koyacağımız gün geldi ve ne yazık ki korktuğum da başıma geldi. O gün ve o saat bizim en önemli toplantımızla çakıştı. Daire başkanına toplantıyı ertemek istediğimi söylemem gerekiyordu. Önce, “bir bahane uydurmalıyım” diye düşündüm. Sonra doğruyu söylemeye karar verdim. Daire başkanı beni duyunca her zamanki ciddi haliyle ancak bir şartla dedi. “Kaplan halinizi görmek istiyorum. Bana bir resim getirin lütfen.” Can hıraş toplantıdan çıktım ve okula gittim. 3-5 yaş arasındaki çocukları bir tiyatro salonunda oturtmak ne demek bilir misiniz? Oyun başlamıştı. Bütün arkadaşlarım ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu ve salondan çocuk bağrışmaları geliyordu ve bir türlü oyuna konsantre olamıyorduk. Hızla üstümü değiştirip kaplan kostümümü giydim ve sahneye çıktım bir anda ses kesildi en güzel kükrememi yaparak “kötüler cezasını bulur ve ben kötüleri yerim” dedim ve sahnede bir kaplan gibi yürüdüm. Bir anda salondaki çocuk bağrışları kesildi. Bütün çocuklar pür dikkat oyunu seyrediyordu. Oyun bitince tüm çocuklar etrafımı sardı. Herkes kaplana dokunmak istiyordu. Bir anda okuldaki en popüler anne olmuştum. Oğlum kucağıma çıkarak “kaplan benim annem” diye bağırıyordu, benim de gözlerimden yaşlar akıyordu.

İkinci iş hayatım böyle anılarla dolu. Oğlumun büyürken sahip olduğu öz güveni başarıya dönüştürmesi beni mutlu ediyor. Ne zaman umutsuzluğa kapılsam kaplan olduğum anı hatırlıyorum ve içimden kükreyerek “kötüler cezasını bulur ve ben onları yerim” diyorum. Önümüzde daha uzun bir yol var. Yapacak daha çok işimiz ve gerçekleştirmemiz gereken hedeflerimiz var.

Neler öğrendim?

Öncelikle hayatta mutluluğun yapılacaklar listesini adım adım takip etmek olmadığını öğrendim. Yapılacaklar listesi hazırlamak başarıyı sağlıyor ama mutluluk için yeterli değil.
Hayatın sıralamasının benim isteklerimde aynı zaman diliminde buluşmamasının dünyanın sonu olmadığını öğrendim.

Anı yaşamanın önemini ama an yaşanacak diye geleceği unutmamak gerektiğini öğrendim.


En önemli motivasyon kaynağının insanın kendisi olduğunu öğrendim. Tek başımaydım ve aşağıya düştüğümde beni kaldıracak kimse yoktu. Kendi kendime kalkmak zorundaydım.
Her zaman ileriye bakmak gerektiğini, yaşanan her olayın yaşanması gerektiği için yaşandığını öğrendim.

Dostlarımın kim olduğunu ve ne olursa olsun gerçekten yanımda olanların kim olduğunu öğrendim. Bu tecrübe zaman zaman çok acı verdi bana. Ama sonucunda herkesi olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim.


İş hayatında başarının iletişimden geçtiğini, karşı tarafın ne istediğini anlamanın ve zamanlamanın önemini öğrendim.



Karmaşık olaylara küçük bir çocuğun baktığı gibi bakmaya başlayınca çözülebileceğini öğrendim.

En önemlisi yeteneğimin sınırsız olduğunu ancak onu keşfetmenin zor olduğunu ve çok çaba gerektirdiğini öğrendim.
Yüklə 22,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin