Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə166/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   178

Yunan ve Roma şehirlerinin önemli yapılarından birisi de çeşmelerdir. Roma mimarisinde çeşmeleri, umumî ve lüks evlerin bahçelerinde bulunan çeşmeler11 olarak iki grupta incelemek mümkündür. Roma Dönemi’nde zengin insanlar evlerinin bahçelerine çok zengin şekilde mozaikle süslenmiş yuvarlak kemerli çeşmeler inşa etmişlerdir. Bu yapılarda su, çeşme nişi içerisindeki bir oluktan akmaktadır. Bu çeşmelerin en güzel örneği Pompei’de bulunmaktadır.12 Bu dönemde yapılan abidevî çeşmelere “nympheum” adı verilmiştir. Romalılar çağında Anadolu’nun bütün kentlerine çok sayıda bu çeşmelerden yapılmıştır. Kaynaklardan kanallarla getirilen su, nympheumun havuzunda toplanmıştır. Çeşme binasının önü ve havuzun çevresi çok zengin kabartma ve heykellerle zenginleştirilmiştir. Bu çeşmelerin en ünlüleri Efes’teki Hadrian Çeşmesi ile Miletos ve Side antik kentlerindeki eserlerdir.13 Bizans Dönemi’nde ise daha küçük boyutlu çeşmeler inşa edilmiştir. Hıristiyan sembolleri ile süslenmiş iki Bizans çeşmesi Efes harabelerinde bulunmuştur14.

Orta Çağ İslâm şehirlerinde, dinin temizliğe ve suya büyük önem vermesi, Hz. Peygamber’in sadakaların en faziletlisinin “su temini” olduğunu söylemesi, çeşme inşasını teşvik edici unsurlar olmuştur.15 İslâm fetihleriyle ele geçirilen bölgelerdeki antik çeşmelerin onarılarak kullanıldığı bilinmektedir. X. yüzyılda İspanya’da

Endülüs Emevilerine ait su yolu ve Aslanlı Çeşme, İslâm mimarisinde ilk çeşme örnekleridir.16 Ayrıca Tunus, Fas, Cezayir ve Mısır’da değişik zamanlarda inşa edilmiş çeşmelere rastlanmaktadır.17

Türklerin hayrat veya sadaka olarak yaptıkları çeşmeler şehir, kasaba veya yerleşme merkezlerinde olduğu gibi, ana yolların kenarlarında, açıklık ve kırlık yerlerde de inşa edilmiştir. Yerleşme bölgelerinde yapılan çeşmelerin suyu büyük oranda kaynaklardan su kanalları veya künkler vasıtasıyla getirilmiştir18. Su kaynağından suyu şehir merkezine nakletmek için kullanılan künklere Osmanlı Dönemi’nde pöhrenk adı verilmiştir. Bu pöhrenkler ortalama olarak 0.35-0.40 metre uzunluğunda, 0.13-0.16 metre çapındadır. Ağız kısımları (birleşme yerleri) erkekli dişili olarak yapılır ve birbirinin içerisine geçirilmekte ve bağlantı yerleri de su kaçıntısını önlemek amacı ile löküm adı verilen ve kireç ile zeytinyağının karıştırılmasıyla elde edilen bir harçla sıvanmaktadır.

Çeşme mimarisinde suyun akıtılması için, göz gibi bir deliğin olması yetmez. Suyun kullanılabilir şekilde akıtılması için “lüle”den faydalanılması gerekir. Lüle aynı zamanda bir su ölçü birimidir. Lülenin alt katları su terminolojisinde değişik isimlerle, farklı ölçüleri ifade etmek için kullanılmaktadır. “Masura” lüle’nin 1/4’idir. Masuranın bir diğer adı da “hilâl” dir. Her masura dörde bölünerek “çuvaldız” adı verilen su ölçüsü ortaya çıkar. Sözlüklerde lüle, “bentlerde toplanan ve şehre isale edilen suyun, evler, çeşmeler, hamamlar ve diğer yapılara belirli miktarlarda verilmesi için suyu maksemlerde ölçmeye mahsus küçük ve ince bir boru parçası” olarak tarif edilir. Lüle tabir olunan su ölçeği yuvarlak bir küre şeklinde ve 30 dirhem ağırlığında bir kurşun topun girebileceği kadar bir delikten akan su miktarıdır.19

Eski vakıf kayıtlarında yapılara tahsis edilen su miktarı lüle veya masura olarak belirtilmiştir. Hatta bu su hakkı, emlak gibi senetle (tapuyla) alınıp satılmıştır.20 Böyle bir uygulamayı H. 1075-M. 1664 tarihinde Kayseri’nin Yalman mahallesinde bulunan bir çeşmenin 11 masuralık vakıf suyunun bir masurasının çeşmenin mütevelli heyeti tarafından satıldığını Kayseri Şer’iye Sicil Defterlerindeki bilgilerden öğreniyoruz.21

Türk mimarisinde en eski çeşmelerden biri, Mardin’de Artuklulardan Necmeddin İlgazi tarafından 1109-1122 yılları arasında geniş bir külliye içerisine yaptırılmıştır. Bu çeşme, günümüze çok az kısmı sağlam olarak ulaşabilen hamamın avluya komşu olan cephesinin köşesinde yer almaktadır. Çeşmenin üzeri çapraz tonozla örtülüdür.22

Selçuklu Devri’nde ilk çeşmelerin nasıl olduğu hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Ancak diğer su tesisleri gibi sağlam durumdaki antik devir çeşmelerinin Türkler tarafından da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Günümüze gelebilen Selçuklu çeşmeleri genellikle medrese, han, cami ve tekke yapılarının ön cephelerine ya da iç avlularına açılan cümle kapılarının yakınlarındaki bir eyvan içerisine, yapıların önünden geçen yola ya da meydana açılan yüzlerine inşa edildikleri mevcut örneklerden anlaşılmaktadır. En basit çeşme örneği 1204 tarihli Kızılören (Emir Kutlu) Kervansarayı’nın ön cephesindeki fevkani köşk mescidin altındaki duvar üzerinde görülmektedir. Dış görünüşü ile hiçbir özelliği olmayan çeşme çok sadedir23. Sade ve basit çeşmelerin bir diğer örneği de 1239 yılında inşa edilen Ağzıkarahan’ın cephesindedir. Bu çeşme de zemin kaplaması arasına yerleştirilmiş, lüleli bir su haznesi ile zemindeki bir yalaktan ibarettir24. Bu iki örnek Selçuklu yapılarında rastlanan en basit çeşme tipinin erken tarihli ilk örnekleridir. Anadolu’da bilinen Selçuklu çeşmeleri arasında Pazar Hatun Hanı (H. 636-M. 1238-39) çeşmesi mimari açıdan ve dekoratif yönden önem taşıyan en eski örnektir. Bu çeşme hanın kapısının sol tarafında bulunmaktadır. Fazla derin olmayan çeşme nişi sade profillerle hareketlendirilmiştir. Çeşmenin suyunu akıtan iki lülesi ejder başlı olup bronzdan yapılmıştır.25

Kayseri’de Sahabiye Medresesi’nin bitişiğinde yer alan çeşme H. 665-M. 1266 yılında Sahip Ata tarafından inşa ettirilmiştir. Çeşme orijinal yerinden sökülerek bugün bulunduğu yere nakledilmiştir.26 Orijinal hali bilinmeyen bu çeşme nişinin üzeri muhtemelen yapılan son onarımlar esnasında yuvarlak kemerli olarak yenilenmiş olmalıdır. Selçuklu Devri çeşmelerinin en güzel ve en süslü örneğini 1271 tarihli Sivas Gökmedrese’nin cephesinde görmekteyiz. Bu çeşmede iki ayrı cinsten taş kullanılmak suretiyle renkli bir görünüşün oluşması sağlanmıştır. Fazla derin olmayan çeşme nişinin üzeri üç dilimli dekoratif bir kemerle örtülmüştür. Çeşme üzerinde gayet ince işlenmiş geometrik ve bitkisel süslemeler görülür.27

Moğol istilasından sonra, Selçuklu Dönemi’ndeki üslûp değişikliğine paralel olarak XIII. yüzyılın son çeyreğinde, özellikle Doğu Anadolu’da hakim olan İlhanlı tesiriyle çeşmeler de anıtsal ölçülerde yapılmaya başlan

mıştır. Anadolu’da bilinen en büyük Selçuklu çeşmesi, Erzurum Hatuniye Medresesi’nin ön yüzünde yer alır. Bu çeşme nişinin etrafı kabartma profillerle çerçeve içine alınmıştır.28

Yukarıda bahsedilen Selçuklu yapılarının dış cephelerindeki çeşmelerin ortak özelliği, değişik kompozisyon ve dekorasyonlarına rağmen fazla derin olmayan nişler halinde inşa edilmiş olmalarıdır. Çeşme nişlerinin fazla derin olmamasının nedeni de duvarların taşıyıcı olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu duvarlara açılacak büyük ebatlı nişler duvarların taşıyıcı fonksiyonunu kaybetmesine sebep olacaktır.29

Selçuklu Dönemi’nde bağımsız olarak yapılan çeşmelerden Niğde Aleaddin Camii’nin karşısında yer alan Hatıroğlu Çeşmesi (1277), Afyon’un Çay ilçesindeki Yusuf bin Yakub Medresesi önündeki çeşme (1278) ve Bolvadin’deki Alaca Çeşme (1278), yukarıda bahsedilen örneklerden müstakil olarak yapılmış olmaları nedeniyle ayrılmaktadır.30

XIV. yüzyılda mevcut örneklerin yapımına devam edilmiştir.

XV. yüzyıldan itibaren kalabalıklaşan şehirlerin su ihtiyacını karşılamak üzere, değişik çeşmeler yapılmaya başlanmıştır. Bu yüzyılda karşımıza çıkan çeşme tiplerinden birisi depolu çeşmelerdir. Bu tip çeşmelerin üzerleri kubbe veya tonozlarla örtülmüştür. Depoya gelen su hiçbir zaman lüleden akan sudan fazla değildir. Bu tip çeşmelere örnek olarak Isparta Yılankıran (1519) Çeşmesi’ni verebiliriz.31 Yine çeşmelerin ahşap bir saçakla korunduğunu gösteren en eski örnekler bu yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Bu uygulamaya örnek olarak, Afyon Gedik Ahmet Paşa Medresesi (1472) ön cephesinin solundaki çeşmeyi gösterebiliriz.32 Bu yüzyılda inşa edilen çeşmelerin temel özelliği, Selçuklu Dönemi’ndeki çeşme nişlerinin üzerini örten kemerin sivri olması geleneğinin devam etmesidir.

XVI. yüzyılda inşa edilen çeşmelerde büyük değişiklikler dikkati çeker. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Sadece insanların su içebilmeleri için yapılan ve bazı yapıların dış veya iç cephelerine yerleştirilen suluk adını verdiğimiz çeşmeler bu yüzyılda inşa edilmeye başlanmıştır. Örnek olarak Süleymaniye (1557) maksemi verilebilir. Yine Süleymaniye Külliyesi’nde görülen sıra abdest muslukları bu dönemde karşımıza çıkan bir uygulamadır.33 Bu dönemde inşa edilen çeşmelerin nişleri içerisinde dinlenme sekileri ile su tası koymak için nişler de yapılmaya başlanmıştır. Yine bu yüzyılda karşımıza çıkan bir diğer çeşme tipi de namazgâhlı çeşmelerdir. Bu çeşmelere örnek olarak Vezir Mehmet Paşa Çeşmesi’ni (1583) verebiliriz.34 Bu dönemde karşımıza çıkan çeşmelerden bir diğeri de saray, köşk, kasır gibi sivil mimarlık yapılarının pencere söveleri ya da duvar nişleri içlerine yerleştirilmiş dekoratif çeşmelerdir. Bunlara örnek olarak Topkapı Sarayı’ndaki Sünnet Köşkü’nde bulunan çeşmeyi gösterebiliriz. XVI. yüzyılda karşılaştığımız diğer bir çeşme tipi de, meydan ve iskelebaşı çeşmeleridir. Abidevî görünüşe sahip olan bu çeşmelerin bazen tek yüzlerinde, bazen de iki veya dört yüzlerinde çeşme olan nişleri vardır. İstanbul’daki meydan çeşmelerinin ilk örneği Kumkapı Nişancı’da H. 999-M. 1590 yılında, Halil Cevkan tarafından inşa edilmiştir. Bu çeşme ahenkli oranlara sahip olup her cephesinde çeşme nişleri vardır.35 Bu yüzyılda inşa edilen çeşmelerin süsleme programlarında da bazı değişiklikler göze çarpmaktadır. Bunlardan bazıları; çeşme nişi kemerinin köşeliklerine ve kemer kilit taşı üzerine rozet ve gülçelerin işlenmesi ile bu dönemde diğer anıtlarda da karşımıza çıkan selvi ağacı, lâle, karanfil gibi bitkisel motiflerin çeşmelerin ayna taşlarına işlenmiş olmasıdır.

XVII. yüzyıldan itibaren depolu meydan çeşmelerinin yapılması artmıştır. Örnek olarak Mahmut Paşa Camii avlusu dışında küçük bir meydanın ortasında yer alan Güzelce Mahmud Paşa Çeşmesi (H. 1031-M. 1621-22) verilebilir. Yapıldıktan sonra birkaç kez onarım gören bu çeşme çok sadedir.36

Anadolu’da XVIII. yüzyıla kadar inşa edilen çeşmelerde esas cephe biçimlendirilişini oluşturan kemer formu sivridir. Bu yüzyıldan itibaren ise yuvarlak formlu kemerlerin tercih edildiği gözlenmektedir. XVIII. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan bir çeşme tipi de özellikle Boğaziçi ve Haliç sahillerinde denizden gelenlerin veya sandalla dolaşan insanların istifade edebilmeleri için yapılan küçük sahil çeşmeleridir.37 Örnek olarak Kandilli İskele Çeşmesi ile Küçük Su Mihrişah Valide Sultan Çeşmesi verilebilir. Bu yüzyılda karşımıza çıkan bir diğer çeşme tipi de sütun şeklindeki çeşmelerdir. Bu tip çeşmelerde mermer direğin içinde bir su kanalı oyulmuş olup önüne de musluk bağlanmıştır. Sütunların üst kısımlarına kitabe yazılmıştır. Örnek olarak, İstanbul Kara Mustafa Paşa Camii avlusundaki 1737/38 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılan çeşme gösterilebilir. Tarabya’da H. 1247-M. 1831-32 tarihli Sultan II. Mahmud çeşmeleri bu tipin en güzel örnekleridir.38 XVIII. yüzyılda karşımıza çıkan anıtsal ölçülerdeki meydan çeşmelerinin en güzel örneği, Topkapı Sarayı’nın esas girişi, Bab-ı Hümayun önüne Sultan III. Ahmet tarafından 1728-29 tarihinde inşa ettirilen çeşmedir. Dört cepheli çeşmenin köşelerinde sebiller, ortada çeşme nişi, çeşme nişinin yanlarında mihrap şeklinde oturma sekileri bulunmaktadır. Sultan III. Ahmet’in aynı tarihlerde yaptırdığı bir diğer abidevî meydan çeşmesi de Üsküdar İskele Meydanı’nı süsle

mektedir. Bu çeşmenin Topkapı Sarayı önündeki çeşmeden tek farkı köşelerde sebillerin bulunmamasıdır. Buna karşılık süsleme daha ölçülü olup insan boyunda su içme muslukları vardır.39 XVIII. yüzyıldan itibaren batıdan etkilenen mimarlar çeşmeleri aşırı derecede süslemeye başlamışlardır. Özellikle Lale Devri’nde (1718-1730) inşa edilen çeşmeler daha zarif ve zengin şekillerle süslü olarak yapılmışlardır. Çeşme cepheleri genellikle mermerle kaplanarak kemerlere değişik formlar verilmiştir. Bazı çeşmelerin yüzleri ise, barok mimarinin etkisinde kalarak tabak içerisindeki çiçek ve meyveler esas olmak üzere çok zengin bir şekilde natüralist bir anlayışla süslenmiştir. Bu uygulamaya Bereketzade Çeşmesi (1732), Kabataş Hekim Ali Paşa Çeşmesi (1733) ve Kaptan Hacı Hüseyin Paşa (1732) çeşmeleri örnek olarak verilebilir.40 Lâle Devri’nde üzerleri kabartmalarla süslü çeşmelerin yapılmasına rağmen klâsik üslûpta sivri kemerli çeşmelerin inşasına da devam edilmiştir. İstanbul Mevlanakapı civarında Emine Sultan (H. 1151-M. 1738-39), Fatih Külliyesi’ndeki medreselerin arasındaki geçit üzerinde bulunan Hacı Ahmed Emin Ağa (H. 1151-M. 1738-39) çeşmeleri eski geleneği devam ettiren örnekler olarak gösterilebilir41. Yine bu yüzyılda inşa edilen çeşmelerin cephelerine, oval çerçeveler içerisine tuğraların kabartma olarak işlenmeleri de dikkati çekmektedir.

XIX. yüzyılda mevcut örneklerin yapımına devam edilmekle birlikte neoklasik akımın etkisiyle klasik dönem özelliklerini taşıyan bazı çeşme örnekleri yapılmıştır. İstanbul Balmumcu Meydan Çeşmesi ile Orhaniye Kışlası önündeki çeşme, tamamen klasik Türk çeşme mimarisine dönüşün işaretlerini üzerlerinde taşımaktadır.42 Yine bu yüzyılda inşa edilen çeşme nişlerinin yan yüzlerinde plastrların kullanılması ve özellikle Anadolu’daki çeşmelerde antik mimarî geleneğinin devamı olan içiçe iki kemer, duvara gömülü sütun, sütunce ve plastrlar, çeşme nişinin üzerini örten küresel örtünün taşlarının ışınsal olarak dizilmesi gibi uygulamalarla dikkati çekmektedir.43 Yine bu yüzyıldan itibaren inşa edilen çeşmelerde ise mimarideki batılaşmaya paralel olarak kıvrık dallar ve akant yapraklarından oluşan süsleme kompozisyonlarının yoğun bir şekilde uygulandığı görülmektedir.

XX. yüzyılda vakıf sularının belediyelere devredilmesi, modern su şebekelerinin kurulması ve evlere su verilmesi nedeniyle sanat değeri olan çeşmelerin inşası büyük oranda durmuştur. Bugün sudan bahanelerle en çok ortadan kaldırılan kültür varlıklarımızdan biri olan çeşmelerimizi, kentli olmanın bilinciyle geçmişe saygı duyarak korumak, medeniyet tarihimiz açısından gelecek kuşaklara aktarmak zorundayız.


1 Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi Su Yapıları (Çeşmeler-Hamamlar), Kayseri, 2000, s. 235, 236.; Mustafa Denktaş, Kayseri’de Türk Döneminde İnşa Edilen ve Günümüze Ulaşamayan Yapılar, Kayseri, 2000, s. 169.

2 Mustafa Denktaş, Kayseri’de Türk Döneminde., s. 191, 192.; Mustafa Denktaş, Karaman Çeşmeleri, Kayseri, 2000, s. 10, 11.

3 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 1986, s. 189.

4 Yılmaz Önge, “Türk Su Mimarisinde Suluk Adını Verdiğimiz Çeşmeler”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Konya, 1981, s. 1-15.

5 Semavi Eyice, Çeşme, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. VIII, İstanbul 1993, s. 277.

6 Yılmaz Önge, Türk Su Mimarisinde., s. 5.

7 Semavi Eyice, Çeşme, s. 277.

8 Nermin Sinemoğlu, “Tarihi İstanbul Çeşmeleri”, Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarmalıdır?, I. Seminer Bildirileri, İstanbul, 1985, s. 89.

9 Nermin Sinemoğlu, a.g.m., s. 89.

10 Semavi Eyice, Çeşme, s. 277.

11 Behçet Ünsal, Mimari Tarihi, İstanbul, 1973, s. 508.

12 Semavi Eyice, Çeşme, s. 277.

13 Ekrem Akurgal, Ancient Civilizations and Ruins of Turkey, İstanbul, 1978, s. 158, 220, 337.; Nermin Sinemoğlu, a.g.m., s. 89.; Semavi Eyice, Çeşme, s. 277.

14 Semavi Eyice, Çeşme, s. 277.

15 Hatice Aynur-Hakan T. Karateke, III. Ahmed Devri İstanbul Çeşmeleri, İstanbul, 1995, s. 33-39.

16 Semavi Eyice, Çeşme, s. 277-78.

17 Hatice Aynur-Hakan T. Karateke, a.g.e., s. 39.

18 Su yolları ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz., Kazım Çeçen, Mimar Sinan ve Kırkçeşme Tesisleri, İstanbul, 1988.; Halkalı Suları, İstanbul, 1991.; Üsküdar Suları, İstanbul, 1991.

19 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimler ve Terimler Sözlüğü, C. II, İstanbul, 1983, s. 372.

20 Yılmaz Önge, Türk Su Mimarisinde., s. 6.

21 Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi., s. 85; Naci Aslan, Kayseri Şer’iyye Sicilleri H. 1084, 1087 Tarih ve 81, 84 Numaralı Defterlerin İslâm Hukuku Açısından Tahlili, (E. Ü. Basılmamış Doktora Tezi), Kayseri, 1995, s. 135.

22 Semavi Eyice, Çeşme, s. 278.

23 Bu çeşme defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Yılmaz Önge, Türk Su Mimarisinde., s. 11.

24 Yılmaz Önge, Türk Su Mimarisinde., s. 11.

25 Yılmaz Önge, “Anadolu’da Ejder Başlı Madeni Çeşme Lüleleri”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Sayı: 1, Ankara, 1969, s. 183-185; Adı geçen ejder başlı çeşme lüleleri 1970’li yılların başında kaybolmuştur. Daha sonra bulunan bu ejder başlı çeşme lüleleri için bkz. Hakkı Acun, “Tokat-Pazar Mahperi Hatun Kervansarayı Çeşmesinin Ejder Başlı Lülesinin Bulunuşu”, Yılmaz Önge’ye Armağan, Konya, 1993, s. 263-266.

26 M. Mesud Koman-M. Ferid Uğur, Selçuklu Veziri Sahib Ata ve Oğullarının Hayatı ve Eserleri, İstanbul, 1934, s. 102; Yılmaz Ön

ge, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları, Ankara, 1997, s. 46.; Halil Edhem, Kayseriye Şehri, (Haz: Kemal Göde), Ankara, 1982, s. 121.; Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi., s. 28.

27 Yılmaz Önge, Türk Su Mimarisinde., s. 11.; Semavi Eyice, Çeşme, s. 279.

28 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 54.; Semavi Eyice, Çeşme, s. 279.

29 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 12.

30 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 50-52.

31 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 58.

32 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 57-58.

33 Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 15, 65, 66.; Yılmaz Önge, “Mimar Kocasinan’ın Türk Mimarisine Getirdiği Bazı Yenilikler”, XIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Ankara, 1983, s. 1698; Yılmaz Önge, “Mimar Kocasinan’ın Şadırvanları”, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı, İstanbul, 1988, s. 188-189.

34 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280; Yılmaz Önge, “İstanbul’un Namazgahlı Çeşmelerinden Vezir Mehmed Paşa Çeşmesi”, Semavi Eyice’ye Armağan. İstanbul Yazıları, İstanbul, 1992, s. 189.

35 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280.

36 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280.

37 A. Süheyl Ünver, “Boğaziçi ve Haliç Deniz Kenarı Çeşmeler”, Önasya, C. VI, Sayı: 61/62, Ankara, 1970, s. 11.; Yılmaz Önge, Türk Mimarisinde., s. 16.

38 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280.

39 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280-81.; Semavi Eyice, “Ahmed III. Çeşmesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. II, İstanbul, 1989, s. 39-41.

40 Örçün Barışta, İstanbul Çeşmeleri, Bereketzade Çeşmesi, İstanbul, 1989, Örçün Barışta, İstanbul Çeşmeleri Beyoğlu Cihetindeki Meyve Tabağı Motifleriyle Bezenmiş Tek Cepheli Anıt Çeşmeler, Ankara, 1991. Semavi Eyice, “Bereketzade Çeşmesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. V, İstanbul, 1992, s. 489, Örçün Barışta, İstanbul Çeşmeleri, Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Meydan Çeşmesi, Ankara, 1993.

41 Semavi Eyice, Çeşme, s. 284.

42 Semavi Eyice, Çeşme, s. 280.

43 Mustafa Denktaş, Kayseri’deki Tarihi., s. 298.

Türk Sanatında Kale Mimarisi

Yrd. Doç. Dr. Alİ BORAN

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

arihin erken dönemlerinden itibaren kale mimarîsi, askerlik ve teknik ile savaş usullerinin ilerlemesine paralel olarak gelişme göstermiştir. Eski çağlarından günümüze kadar Türk sanatı, kendine özgün özelliğini korumuş ve dünya sanatı içinde de daima önemli bir yere sahip olmuştur. Öz Türkçede kıla - kütle ve kalav - kârgir anlamlarında kullanılan kale, Azericede “gala”, Başkurtçada “nığıtma”, Kazakçada “korğan”, Kırgızcada “çep” şeklinde söylenmektedir.1 Türkler İslâmiyet’i kabul etmeden önce kale yerine “balık” kelimesini de kullanmışlardır. İslâmiyet’i kabulden sonra balık yerine kale sözcüğü yaygınlaşmıştır.2 Karahanlı Türkleri ile Oğuz Türkleri ise “Balık” kelimesi yerine “Kent” sözünü kullanmışlardır. Kaşgarlı Mahmud, balık sözünün bu mânâsını bilmekte ve onun İslâmiyet’ten önce Türkler tarafından şehir ve kale anlamında kullanıldığı söylemektedir.3 Kale kelimesinin kökü olan ve Arapça “ka-le’a” fiilinden gelen “kal” mastarı, “bir şeyi kökünden sökmek” manasına gelmektedir. “Kulâ’a” ve “Kullâ’a” kelimeleri “tepe gibi yüksek olan şey” anlamı taşımaktadır.

Tarih boyunca kaleler, genellikle şehirlerin etrafı, yol kavşağı, önemli yere giden ana yol, geçit yeri, dağlar arasındaki boğaz, denize uzanan burun, kıyıdan az uzaktaki adalar, köprü başları, denizlerin boğazları gibi stratejik yerlerde, arazinin tabii özelliklerinden de yararlanılarak inşâ edilmiştir. Kaleler yapılırken kolay ve az sayıda bir kuvvetle savunulabilmesi, gerektiğinde içeridekilerin dışarı çıkabilmesi için bir bölümün olması, uzun süre kuşatmalara dayanabilmesi, kalenin birkaç yönünün tabii şekilde korunması gibi unsurlar göz önünde tutularak inşâ edilmişlerdir. Kaleler çoğunlukla sürekli kalın bir duvar (sur, beden) ve duvar boyunca dizilen aralıklı burçlardan oluşmaktadır. Duvarlar genellikle taş, kimi zaman da tuğladan yapılır ve Horasan harcıyla örülür. Burçlar birbirini görebilecek ve korunabilecek biçimde konumlanırlar. Kale duvarlarının üstü, savunanların her yere yetişebilmelerini sağlamak amacıyla düz yapılır ve bu düzlüğe “seğirdim yeri” denir. Duvar üstünde “barbata” denen mazgallı bir korkuluk yer almaktadır. Kayalık tepelerdekiler hâriç, genellikle duvarların alt kısımlarında içi su dolu savunma hendeği bulunur. Kalenin girişini korumak ve hendek üzerinden geçişi sağlamak için iner-kalkar ahşap bir köprü yapılır.

Kale duvarlarının hemen önündeki toprak banda “tahte’l-kal’a (tahtakale)” denir. Bazı kale duvarlarının üst bölümlerinde “senkendaz” veya “küluhendaz” denen ve alt bölümlerindeki deliklerden taş, kaynar su vb. atılarak duvar diplerinin korunduğu ahşap ya da taş çıkmalar yapılmıştır. Kale mimarîsinin en önemli bölümü, kule veya burçlardır. Kulelerden birisi diğerlerinden yüksek ve sağlam tutulur. Bu kuleye balâhisar veya baş kule denilmiştir. Yiyecek ambarı, sarnıçlar ve koğuşlar kalelerde bulunması gereken bölümlerdir.4

Kaleler, genellikle iç kale, dış kale, şehristan ve ahmedek gibi bölümlerden oluşmaktadır. Ahmedek ve dış kale, bazı kalelerde bulunmamaktadır. Bunun yerine kale, sadece iç kale bölümünden ibaret olabilmektedir. İç kale; surlarla çevrili bir kentin en yüksek yerinde hükümdarın, beyin ya da komutanın oturmasına ayrılmış, en son savunma yeri olan kale bölümüne denir. Surlarla çevrili iç kalede, yönetici sarayı, beylerin konutları, darphâne, tutuk evi ve ibadethâne (câmi-kilise) gibi yapılar yer almaktadır. Kentin asıl bölümünü oluşturan şehristan (şehir), ticaret ve konut alanlarını, dînî ve diğer kamu yapılarını içine alan bölüme denmektedir. Kentin asıl bölümünü oluşturan şehrin etrafını çeviren sura da dış kale adı verilmektedir. Bir surla çevrili Türk kentlerinin şehristan bölümünde; mahalleler, çıkmaz sokaklar, saray, kamu yapıları, meydan, ulu câmi, vakıf kurumları ve pazar yerleri gibi bölümler genellikle yer almaktadır. Kalelerin tamiri yakın zamana

kadar devam etmiştir. Bu bağlamda, burada kalelerin inşâ tarihine ya da köklü tamiratına göre bir sınıflama yoluna gidilerek dönem tasnifi yapılmıştır.

Orta Asya’daki Kaleler

(Hun, Göktürk, Uygur ve

Büyük Selçuklu Dönemi)

Moğolistan’da yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Hunlar’ın bazı şehirlerinin etrafının surlarla çevrili olduğu ortaya çıkmıştır. Göktürkler döneminde, 629 yılında Hnen-Çanğ Çin’den Hindistan’a giderken I-Gu şehrinde çöl kesiminde beş kule görmüştür. Bunlar yolun güvenliğine sağlayan askerî karakol niteliğindeki kalelerdir.

Çu ve Talas bölgesindeki en eski yerleşme yerleri ve şehirlerinin Türkler ve Soğdakların ortaklaşa kurdukları ve bu şehirlerin etrafının surlarla çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Göktürk döneminde Çu Havzası’nda As Bara önemli bir şehirdir. Şehirler önce evlerin yapılması, sonra zamanla etrafının tümseklerle çevrilmesi, daha sonra da tümseklerin yerini duvarların alması şeklinde oluşmuştur.

Karahanlılara kadar şehirlerin genel ortak yönleri, dörtgen şeklinde küçük iç kalelerin olması ve ayrıca şehrin etrafının da surlarla çevrilmesidir. Surların etrafında bazen de hendek yer almaktadır. Bazı şehirlerin iç kalelerinin de etrafı hendekle çevrilerek koruması güçlendirilmiştir. Karahanlılar’da ise iç ve dış sur şeklinde iki surla oluştuğu dikkati çekmektedir.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   162   163   164   165   166   167   168   169   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin