Diğer devlet erkanı gibi beylerbeyi de iktâlara sahipti. Ve genellikle hükümet merkezinde ya da merkeze yakın olan kendi iktâsında bulunur ve savaş zamanı cepheye giderdi. Meselâ beylerbeyi Hatiroğlu Şerefüddin kendi iktâı olan Niğde’de bulunuyordu.74 Selçuklu tarihi boyunca kendi dönemleri içinde devletin bütün işlerinde bariz olarak nüfuzu görülen komutanlar arasında Seyfüddin Eyne, Şemsüddin Yavtaş, Şemsüddin Mes’ud bin Hatir, Seyfüddin Torumtay, Kemâlüddin Kamiyâr ve Hüsamüddin Çoban en meşhurları idi. Ordunun sübaşıları ile mıntıka serasker veya serleşkerleri de beylerbeyine tâbi olduğundan bu makamı temsil eden kişiler büyük bir müsellah güce sahiptiler. Bu yüzden hükümdarlar çoğu zaman kendilerinden çekinirlerdi.
Gerek şehzâdeler arası mücadelelerde gerekse devletin içinde bulunduğu kargaşalıklar esnasında devreye giren ordu devletin idare mekanizması içinde büyük bir nüfuza sahipti. Şehzadeler arası mücadelelerde I. Alâeddin Keykubâd ve İzzüddin Keykâvus mücadelesinde olduğu gibi orduyu yanına alan şehzade başarılı olabiliyor ve tahta geçip otoritesini tesis ediyordu.
Türkiye Selçuklu Devleti’nin “Yükselme Dönemi” de diyebileceğimiz 1176-1243 tarihleri arasında Selçuklu tahtında bulunan sultanlar Beylerbeyinin nüfuzunu kırmayı başarmışlar zaman zaman onları hile ile öldürmek ya da bu makama güvendikleri birini tayin etmek suretiyle kendilerini güvenceye almışlardır. Meselâ I. Alâeddin Keykubâd kendisinden şüphe ettiği Seyfüddin Eyne’yi öldürmüş ve yerine Komnen ailesinden bir mühtedi olan Emir Komninos’u tayin etmişti.75
Alâeddin Keykubâd’ın ölümünden önce kendisinin son Beylerbeyi, ilim ve faziletiyle meşhur Kemâlüddin Kamiyâr’a Eyyübi hükümdarı Melik Adil’in kızından doğan oğlu İzzüddin Kılıçarslan’ın tahta geçirilmesi hususunda vasiyette bulunmuş ve kendisinden söz almıştır. Ancak büyük oğlu daha tedârikli davranarak tahtı ele geçirmiş Kemâlüddin Kamiyâr’ı da öldürmüştür.
İbn Bibi’de geçen bir kayda göre Kemâlüddin Kamiyar orta dereceli bir emir (Ümerâ-yı Evsat’dan) iken Sultan I. Alâeddin Keykubâd’ın Alâiye’de kale dışında yaptırdığı av evine (şikar-hane) giderken sultanın yanında kendisi de yer almış ve dönüşte kalenin ayağında atı tökezleyip düşmüştü. Bunun üzerine Kemâlüddin atının eyerini sırtına vurup evine giderken durumu gören sul
tanın has nedimlerinden ve yakınlarından olan Şeş Telâk-ı Ahlatî’nin oğlu Nureddin onun bu halini sultana söylemişti. Sultan kaleye dönüp atının üzerinden indikten sonra Kemâlüddin Kamiyâr’ı yanına çağırıp gönlünü aldı. Ve kendisine özel bir hil’at, bin kırmızı dinar, 5 palanlı katır, 10 eyerli ve başlıklı at ve 5 erkek köle (gulam) verdi. Emirlerine de ona saygı göstermelerini söyledi. Ayrıca o zamana kadar geliri 100 bin akçe olan ve 60 asker barındıran Sivas’ın “Kars” adıyla meşhur Zara vilâyetini iktâ olarak verdi.76
Bu vesileyle sultan indinde yıldızı parlayan Kemâlüddin daha sonra Beylerbeyi makamına dahi getirildi.
Aksarayî’nin eserinde “emâret-i beylerbeyi” adı ile zikredilen beylerbeyliği makamı 1243’ten sonra Moğollar’ın kontrolüne geçmişti. Moğollar “Sipehdar-ı Kebir” ve “Sipehdâr-ı Memleket” unvanını da taşıyan beylerbeyini ya ençok güvendikleri Selçuk ricali arasından ya da kendilerine en çok hediyeler sunan kişiler arasından seçiliyorlardı. Ayrıca beylerbeyi yaptığı bütün icraatından dolayı Moğollara sorumlu idi ve yargıya çekilebiliyordu. Uc beylerbeyliği ise “Emir-i Vilâyet-i Uç” adını taşıyordu.77
Vilâyetlerde ise serleşkerler vardı. Bunlar kaynaklarda “emir-i leşker-i vilayet” veya “sipehdâr-ı vilâyet” olarak da geçmektedir.78 Serleşkerler görevli oldukları vilâyetlerin en yüksek askerî amiri idi. Ayrıca emniyet ve asayişi sağlamakla da mükelleftiler. Bunlar savaş veya sefer esnasında sultanın ya da Melikü’l-Ümera’nın kumanda ettiği orduya katılıyorlardı.
Serleşkerlerin emrinde kale kütuvali (muhafızı) bulunmaktaydı ki; bunlara Türkçe Uluğ Kutluğ Bilge Kütüvâl-Beg veya Emir-i Sipehsâlâr-ı Kebir ve Melikü’l-Mustahfizîn gibi lakaplar veriliyordu.79 Kütuvallerin maiyetinde hâris, durc-dâr, diz-dâr gibi muhafızlar bulunuyordu.80
İbn Bibi’de geçen “igdişbaşı” tabiri de orduya ait ıstılahlardan biridir.81 Uzunçarşılı’dan öğrendiğimiz malumata göre iğdiş iki mânâya gelmektedir. İğdişin birinci mânâsı kısırlaştırılmış insan veya hayvan demektir. İğdişin diğer mânâsı ise karışık soydan gelen insanlara yani ya annesi veya babası Türk olanlara denilir. Nitekim Selçuklu tarihi boyunca iki farklı olayda iğdişlerden bahsedilir. Bunlardan ilki I. İzzüddin Keykâvus ile kardeşi Alâeddin Keykubad arasındaki Ankara Mücadelesi esnasındadır. İzzüddin Keykâvus kardeşini Ankara kalesinde teslim olmağa mecbur etmiş, sonra da onu şehrin sarayından çıkartıp iğdişlerin birinin evinde göz altına aldırmış ve başına muhafızlar koymuştur.82
İkinci olay ise II. Gıyâsüddin Keyhüsrev zamanında geçer. 1240 yılında Anadolu’da sosyo-politik bir ayaklanma çıkaran Baba İshâk ve taraftarları Anadolu’da tedhiş esasına dayanan faaliyetlerini sürdürdükleri bir esnada Sivas’a girmişler ve Sivas iğdişbaşı olan Hurremşah adlı kişiyle diğer ileri gelenleri öldürmüşlerdir.83
Selçuklu ordusu hükümdarın lüzum gördüğü yerde (muasker) toplanır ve sonra da uğurlu sayılan bir günde hükümdarın otağı taşraya çıkarılıp kurulurdu.84
Ordu tertibatı diğer İslâm orduları gibi yapılırdı. Yani “Talâye”,85 “talia” veya “pişdar” denilen mukaddime birlikler önde, sağda meymene, solda meysere yer alıyordu. Sultan genellikle ordunun “kalbgâh” denilen merkezinde bulunurdu. Ardcı birliklere ise “Saka” denilirdi.86
Sultan I. İzzüddin Keykâvus 1218 yılında Suriye seferi için güneye yönelmiş ve ordusuyla Elbistan’a kadar gelmişti. Bu sırada ileri gelen adamlarıyla bir meşveret meclisi tertip ederek harekâta nereden başlanılması gerektiği hususunda fikir teatisinde bulundu. Adamları da kendisine Merzban, Raban ve Tell-başir yolunun en uygun güzergâh olduğunu bildirdiler. Zirâ bu yol Halep’e kadar düzlük idi. Bunun üzerine Emir-i Arız orduyu yukarıda belirttiğimiz düzene uygun bir şekilde hazırlayıp planı yazıya geçirdi ve durumu sultana bildirdi. Sultan I. İzzüddin Keykâvus da kendisine arz edilen plan ve tertibi beğendi.87 Böylece sefer başarılı bir şekilde gerçekleşti.
Selçuklu Sultan ve kumandanları aralarındaki haberleşmeyi de “kussad” denilen haberciler sayesinde gerçekleştiriyorlardı. Kussadlar sadece savaş veya sefer sırasında muhabereyi sağlamakla kalmayıp bir sultanın cülus haberini ülkenin her tarafına bildirmek, vilâyetlere fetihnâme, emsile (misaller) ve fermanlar ulaştırmak, devlet erkânı arasındaki haberleşmeyi sağlamak ve istihbarat yapmak gibi görevleri de ifâ ediyorlardı.88
Techizat
Türkiye Selçuklu Devleti ordusunun piyâde ve süvari birliklerden oluştuğunu ancak süvarilerin orduda önemli bir yer işgal ettiğini daha önce belirtmiştik. Bu durumda atın süvari birliklerin vazgeçemeyeceği unsur olması tabiidir. Bütün Türk Devletlerinde olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da gerek orduda ve gerekse sultanlar indinde atın özel bir yeri var idi. Meselâ Sultan III. Gıyâsüddin Keyhüsrev çok iyi ata binerdi.89 Aynı şekilde IV. Kılıçarslan da maiyetinin bütün uyarılarına ve ısrarına muhalif bir şekilde Aksaray sarayının merdivenlerini at ile inip çıkardı.90 Bu da gösteriyor ki; o dönemde at yetiştiriciliği ve at neslinin ıslahı oldukça önem arz ediyordu. Nitekim bunun en güzel örneği Pervâne Muinüddin zamanında yaşanmıştı. Takip etmiş olduğu iki yönlü siyaset yüzünden Pervâne’nin öldürüleceğini anlayan has adamlarından biri Pervâne’ye İlhanlı hükümdarı Abaka gelmeden önce kaçması için iyi bir cins at getirmiş, Pervâne de kendisinin kaçması halinde Anadolu halkına zulüm edileceğini ileri sürerek bu yola başvurmamıştı. 91
Bu devirde at sadece savaş techizatı değil, aynı zamanda kıymetli bir hediye addediliyordu. Niğde civa
rında bir kalede bulunan Türkmenler isyan etmişler, bunun üzerine Saltanat Naibi Emirşah bu isyanı bastırmak için harekete geçmişti. Bunun üzerine kaledeki Türkmenler kendilerinin affedilmesi için ona ve beraberindeki Moğol kumandanına iyi cins atlar göndermişler, ancak buna rağmen Emirşah kaleyi cebren almıştı.92
1243 yılına kadar bölgenin en büyük ve en müreffeh devletini ikâme eden Selçuklular, ordularında devrin bütün klasik silâhlarını isti’mal ediyorlardı. Özellikle kale muhasarasında kullanılan ve mancınık nev’inden bir düzenekle karşı tarafa ok atan çarh veya tiriçarh, ok ve yay,93 kılıç, kargı, çomak, demir, topuz (debbuz), gürz (derbaş), nacak (teberzin),94 zırh (kaz-agand),95 kalkan (siper),96 taş gülle, arrâde ve kaleye tırmanmak için merdiven gibi savaş ve kuşatma silahları birinci planda idi. Ayrıca yakma ve yıkma silahı olarak kullanılan tiner, neft ve mancınık da önemliydi. Osmanlı Devleti’nde lağımcılarla aynı görevi ifâ eden neftçiler mevcuttu. Barutçular da neftçiler gibi yakma ve ateşe verme hususunda büyük bir ehemmiyeti haizdi. Kale delme görevini “Nekkab” denilen kişiler üstlenmişti. I. Gıyâsüddin Keyhüsrev, Antalya’yı fethederken şehrin etrafına 10 mancınık,97 I. Alâeddin Keykubâd Harput kalesini muhasara ettirirken de 19 mancınık kurdurmuştu. Yine I. Alâeddin Keykubâd zamanında beylerbeyi olan Kemâlüddin Kamiyar ile Çaşnıgir Emir Mübârizüddin Çavlı Gürcü vilayetlerini fethe çıkarken mancınık, arrade, neffatlar, nekkâblar, taş atanlar, yaycılar ve diğer savaş araç ve gereçlerini kullananları bulup bütün cephane aletlerini tertip etmişlerdi.98 Cephanelik mânâsında ise “zered-hane” tâbiri kullanılıyordu.99
Teşkilât
Teşkilât tâbiri oldukça şumûllü bir mânâ arz etmesine karşılık buradan kastımız ordunun adedleri, taktik ve stratejisidir.
Ordu Âdetleri
Selçuklu ordusunda disipline büyük bir önem verilirdi. Düzeni bozan ve emre itaat etmeyenler bunun cezasını hayatıyla öderdi. Meselâ III. Gıyâsüddin Keyhüsrev ve Sahip Ata Fahrüddin Ali Cimri isyanında sefere katılmayan Emir-i Bozorg-i Uç (uç beylerbeyi) Ali ile maiyetini öldürmüşlerdi.100
İki ordu arasında mübâreze (teke tek kavga) usulü vardı. İzzüddin Keykâvus kardeşi Alâeddin Keykubâd’ı Ankara Kalesi’nde muhasara ettiği sırada iki tarafın kumandanlarından, aralarında çocukluktan itibaren bir düşmanlık bulunan Emir-i Candar Necmüddin Behramşah ile Emir Mübârizüddin İsa ellerine mızrak, topuz ve kılıç alarak mübârezeye girişmişlerdi. 101
Orduda ganimetin paylaşılması hususunda İslâmi gelenek hakimdi. Zaferden sonra sultan ordunun elde ettiği ganimet malından “Humsuhâs” adıyla beşte birini alırdı. I. Gıyâsüddin Keyhüsrev 1206 yılında Antalya’yı fethedip payitahta dönerken sahilden bir menzil yol aldıktan sonra Dudan mevkiinde durup Saltanat divanı Naibi’ni (Nüvvâb-ı Divan-ı Saltanat) davet ederek ganimetden beşte birinin “ahmâs-ı has” olarak hazineye verilmesi gerektiğini ferman etmişti.102
Selçuklu ordusu çeşitli vesilelerle bahsettiğimiz gibi etnik bakımdan oldukça çeşitli idi. Yassı-Çemen, Kösedağ gibi büyük muharebelerde müslüman Türk askerlerinin yanı sıra, Gürcü, Ermeni, Frenk, Rum, Rus ve Arap birlikleri de yer alıyordu.103
Selçuklu ordusunda bir diğer uygulama da savaş sırasında İznik ve Trabzon Rum Devletleri ile Ermeni Krallığı gibi vassal devletlerin birliklerinden istifâde edilmesiydi. Birliklerin vasfı, sayısı ve görevi gib hususlar metbû ve tâbi arasında yapılan karşılıklı ahid ve anlaşmalarla düzenlenirdi. Bu aynı zamanda vassallığın bir yükümlülüğü idi. I. Alâeddin Keykubâd zamanında Kahta Kalesi’nin Mübârizüddin Çavlı tarafından kuşatılması sırasında İznik Rum Devleti’nden gelen ve Ferdahle evladından olan beş kişi kuşatmada yardımcı birlikler arasında görev almış ve büyük hizmetleri geçmişti.
Orduda gûy-i çevgan (çevgan oyunu) rağbette idi. Bu oyun sultanlar arasında da büyük rağbet görmekteydi. I. İzzüddin Keykâvus haftada bir, I. Alâeddin Keykubâd da haftada iki kez sarayın bahçesinde teşrifat usullerine uygun olmak kaydıyla çevgen oynarlardı.104
Savaşta rehin alma usulü de uygulanıyordu. Lûlûve Kalesi kütuvali Sabıküddin isyan ettiği zaman üzerine saltanat naibi Emirşah sevkedilmişti. Emirşah, Sabıküddin’in naiblerinden birini ve küçük oğlunu rehin alarak kaleye gönderdi. Bunun üzerine Sabıküddin itaatini arz etti. Emirşah da rehinlere hediyeler verdi ve dönmelerine izin verdi.105
Ordunun gerisinde zayi olan eşya ve hayvanları toplamakla görevli bir müfreze vardı. Asker kendisine ait olmayan hiçbir eşyayı almaz; sahipsiz eşyaları toplayıcılara haber verirdi. Toplayıcılar o eşyayı veya hayvanı alır, eğer eşya ise hükümdarın otağının kapısına asıp teşhir edilmesini sağlar, sahibi bulununca da teslim ederlerdi. Hayvan ise sahibi bulununcaya kadar hizmette kullanılırdı. Orduda kayıp eşya veya hayvanları, şahit gösterip almaları için dellâllar bağırtılırdı; kendisine ait olmayan eşyayı alan veya hayvanlarını zapt edemeyip başkasının tarlasına ve bostanına zarar verilmesini sağlayan kişiler derhal idam edilirdi.
Ordunun Emirü’l-Ümerâsı veya harekât esnasında en yetkili olan büyük kumandan muharebe hususunda
yapacağı işlere dair ordu erkanıyla meşveret ve müzâkerelerde bulunurdu. Bu da gösteriyor ki ordu içinde hiyerarşik düzen olmakla beraber demokratik bir sistem uygulanıyordu.
Bir ülke zapt edildiği zaman veya bir zafer kazanıldığında etrafa fetihnâmeler, hükümdarlara hediyeler (Hanı yağma) göndermek ve bayram (berâm) yapmak usul ve kanundu. Meselâ I. İzzüddin Keykâvus Antalya’yı 1216 yılında ikinci defa fethettiği zaman bir fetihnâme yayınlamıştı. Ayrıca şehrin fethi Cuma günü gerçekleşmiş, fetih bayramıyla Ramazan Bayramı birleşmişti.106 Ayrıca Şehrin fetihnâmesi İbn Bibi’nin ifâdesi ile dünyanın her yerine gönderilmiş, fetihten elde edilen ganimetler de padişahlara önem sırası ile hediye edilmişti.107
Fetihnâmeler sadece sultanların fetihlerde bulunduğu ikbâl devirlerinde değil, Moğol tahakkümü altında bulunulduğu inkırâz devirlerinde de yayınlanıyordu. IV. Kılıçarslan döneminde Türkmenlerden Kerimüddin Karaman ile kardeşleri Bunsuz ve Zeynü’l Hac isyan etmişlerdi. Kılıçarslan isyanı bastırınca fetihnâmeler hazırlatıp kussad (haberciler) vasıtasıyla bütün vilayetlere göndertmişti.108 Moğol tahakkümüne isyan eden Niğde emiri Hatiroğlu Şerefüddin de zafer kazandığını zannedip etraf vilayetlere fetihnâmeler göndermişti.109
Selçuklu Ordusunun Uyguladığı Taktik ve Stratejileri
Bilindiği üzere taktik askerî kuvvetleri savaş meydanında hareket ettirme ve kullanmaktır. Strateji ise birliklerin hazır bulunması gereken yerlere tesbit ve belli noktalara sevkedilmesi yani “sevkü’l-ceyş” hadisesidir.
Selçuklu ordusu yapmış olduğu muharebelerde genellikle eski Türk savaş taktik ve stratejilerini uygulamışlardır. Meselâ II. Kılıçarslan 1176 yılında Eskişehir yolunu bırakıp Denizli yönünde ilerlemeye başlayan ve Selçuklu ordusunu gafil avlamak ve Konya’yı ele geçirmek isteyen Bizans İmparatoru Manuel’e karşı oldukça usta bir taktik uygulamıştı. O askerlerinin bir kısmına adetâ gerilla görevi vermek suretiyle düşmanın sağ ve solundan rahatsız edilip yıpranmalarını sağladı. Köyleri, su ve iâşe kaynaklarını tahrip ettirdi. Bu sırada Bizans ordusunda dizanteri başlamıştı. Bizans ordusu, Denizli’den çıkıp dar ve sarp kayalıklarla çevrili Kumdanlı (Miryokefalon) vadisine girdi ve sultanın kurduğu pusuya düştü. Geçitler kapatıldı. Bizans ordusu uçurumlar ile çevrili bu dar vadide şiddetli bir hücuma uğratılıp imhâ edildi. Pek çok ganimet elde edildi. İmparator Manuel geçidi açmak için bizzat hücuma geçti ise bunu başaramadı, kalkanı ve miğferi parçalandı.110 Bunun üzerine İmparator II. Kılıçarslan’a sulh teklifinde bulundu.
I. İzzüddin Keykâvus’un Halep seferi sırasında ordunun sevk ve idaresi de yine tamamen Türk aded ve geleneklerine uygun bir şekilde düzenlenmişti.
Türkiye Selçuklularında Donanma
Türklerin Anadolu’yu fethedinceye kadar yaşadıkları coğrafyaya baktığımızda onların daha önce Anadolu gibi etrafı denizlerle çevrili bir coğrafyaya hiç de alışık olmadıklarını görürüz. Bu sebeple diyebiliriz ki bozkırların mücadeleci kavmi Türkler ilk defa 1071’den sonra denizlerle tanışmışlardır. Onların bu döneme kadar geçirdikleri merhalelerde deniz ve denizciliğe dair tecrübelerinin bulunmaması yeni fethedilen bu coğrafyanın stratejik konumu düşünüldüğünde dezavantaj gibi gözükmektedir. Ancak onlar Anadolu’ya yerleşir yerleşmez yeni bir vatanı sahiplenmenin heyecanı yanı sıra bu yeni coğrafyanın tabii özelliklerine adapte olmanın da heyecanını yaşamışlardır. Bu ruh hali içerisinde bulundukları coğrafyanın stratejik konumunu en iyi şekilde kavrayıp ona uygun bir politika takip etmeyi başarmışlardır.
1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya göçen Türkler arasında Ege Denizi’nde Koyun Adaları önlerinde faaliyet gösteren Çaka Bey’i Türk denizcilik tarihinde ilk donanma kurucusu olarak kabul etmek mümkündür. Çaka Bey 1080’lerde İzmit’te kurmuş olduğu donanmasıyla ciddi fetihlerde bulunmuş, Trakya ve hatta Karadeniz’in kuzeyindeki Peçenekler ve damadı I. Kılıçarslan ile ittifak kurmak suretiyle İstanbul’u fethetmek istemiştir.
Ancak Bizans’ın devreye girmesi neticesinde Bizans’ın klasik entrikalarından birine aldanan I. Kılıçarslan kayınpederi Çaka Bey’in faaliyetlerinin kendi aleyhinde olduğunu düşünerek vermiş olduğu bir ziyafetle Çaka Bey’i öldürtmüştür.111
Kaynaklarda hakkında fazla bilgi bulamadığımız ilk Selçuklu donanması ise Süleyman Şah’ın Antakya seferine çıkarken yerine başkumandan olarak bıraktığı Ebu’l-Kasım tarafından kurulmuştur. Süleyman Şah’ın metbû devlet Büyük Selçuklu Devleti ile giriştiği rekabet sebebiyle doğuya yöneldiği bir sırada İznik’te kalan, Osman Turan’ın tespitiyle Selçuklu hanedanına mensup olan ve bu yüzden “sultan” unvanını alan Ebu’l Kasım tam bir sultan edasıyla 1086 yılında Marmara sahillerinde Kios limanında gemi inşâsına başlamış, Bizans ile donanma sayesinde daha iyi mücadele edileceği idrâkine varmıştı.112 Hattâ
bu çerçevede Çaka Bey ve Peçeneklerin desteğini almayı da düşünüyordu. Durumu istihbarat eden Bizans Makedonya’da yerleştirdiği “Vardar Türkleri”ne Tadik (Tadikios) kumandasında bir orduyu İznik üzerine gönderirken donanmayı da Butumites idâresinde harekete geçirdi. Bizans ordusu İznik önlerinde karargâh kurup kuşat
ma hazırlıklarına girişti. Türkler küçük bir baskın yapıp hemen surlar içine kapandılar. Bizans donanması da henüz inşâ halindeki Selçuklu gemilerini ateşe verdi.113 Böylece Bizans karada Türkü Türk’e kırdırmakla denizde de Selçuklu donanmasını yakmakla başarıya ulaşmış gözüküyordu. Ancak bu durum Selçuklu Devleti’ni yıldırmadı. Aksine Selçuklular bundan sonra denizlerdeki faaliyetlerin ve donanmanın ehemmiyetini daha da iyi kavradılar.
Selçuklu Devleti için denizcilikte üstünlük ve güçlü bir donanmanın mevcudiyeti üç bakımdan büyük önem arz ediyordu. Bunlardan birincisi; savunma amaçlı idi. İkincisi; Türk hâkimiyet anlayışından kaynaklanan hükümdarın milletine karşı vazifeleri çerçevesinde değerlendirilebilirdi. Çünkü Türk devletlerinde hükümdarın en önemli vazifelerinden biri halkın refahını temin etmekti. Bu sebeple Selçuklu Sultanlarının uygulamış oldukları ekonomik politikalarında bu amil birinci sırada rol oynamıştır. Selçuklu sultanları devletin yükselme devrinin başlangıcı olarak kabul edebileceğimiz 1176 Kumdanlı Zaferi’nin akabinde Selçuklu ekonomisinin gelişmesi için büyük bir çaba sarfetmişler, Selçuklu ekonomisini dünya ekonomisi ile bütünleştirmeye (entegre etmeye) çalışmışlardır. Bunun için ticarette özellikle de Anadolu’nun coğrafi konumu ile yakın alakalı olan deniz ticaretine büyük önem vermişlerdir. Üçüncüsü ise yeni fethedilen bu ülkenin bütün nimetlerinden istifâde daha doğrusu onu vatan haline getirebilme ile alâkalıdır. Selçuklu sultanlarının temel politikalarından biri de Anadolu’nun tabii sınırlarına ulaşmak, onu tam anlamıyla bir Türk vatanı haline getirmektir. İşte bu sayılan amiller neticesinde Selçuklu sultanları denizciliğe ve donanmaya gereken ehemmiyeti vermişlerdir.
İlk Selçuklu hükümdarı olan Süleyman Şah zamanında onun komutanlarından olan Kara Tekin 1085 yılında Sinop ve çevresini fethetmişti. Sinop 1096 yılında gerçekleşen ilk Haçlı Seferinden sonra tekrar Bizans’ın eline geçti. Esasen I. Haçlı Seferine kadar gerek Batı Anadolu’da ve gerekse Marmara sahillerinde Üsküdar’a kadar ulaşan fetihler bu tarihten sonra belli bir süre duraklamış ve bu seferden sonra Türkiye Selçuklu Devleti bir “kara devleti” haline gelmiştir. Bu tür acı tecrübeleri yaşayan Selçuklu Sultanları daha sonraki dönemlerde daha temkinli davranıp güçlü donanmalar inşâ ettirdiler. Bu donanmaların inşâ edildiği üç önemli merkez vardı. Bunlar güneyde Antalya ve Alaiye ile kuzeyde Sinop idi. Çünkü dönemin en önemli liman şehri olan bu yerler hem gemi kerestesi tedârikine hem de donanma inşâsına en uygun yerlerdi.
İlk olarak II. Kılıçarslan uygulamış olduğu ekonomik politikaya muvâzeneli olarak güneyde önemli bir ticaret limanı olan Antalya üzerine bir sefer düzenledi. 1182’de Antalya’yı kuşattı. Ancak alamadı. Bu şehri 1207’de I. Gıyâsüddin Keyhüsrev ele geçirdi.114 Fakat birkaç yıl sonra şehir tekrar elden çıktı. Şehrin ikinci defa fethedilmesi 1216 yılında I. İzzüddin Keykâvus zamanında gerçekleşti.
1176’dan sonra II. Kılıçarslan’ın ülkesini on bir oğlu arasında paylaştırması neticesinde Tokat meliki olan Rüknüddin Süleyman Şah Samsun kıyılarını fethetmiş, Rumların elinde bulunan bu şehrin yakınlarında Müslüman Samsun’un kurulmasını sağlamıştı.
Kuzey’in en önemli ticaret limanı olan Sinop, ikinci kez Türklerin eline 1214 yılında I. İzzüddin Keykâvus zamanında geçti. Ancak Kösedağ Savaşı’ndan sona devletin siyasî gücünü yitirmesi sebebiyle 1259 yılında şehir tekrar Trabzon Rumlarının işgaline uğradı. Şehrin üçüncü kez 1266 yılında ele geçirilmesi o dönemde vezir olan Pervâne Müinüddin’in ve inkırâz içindeki devletin en önemli hadisesi olmuştur. Sinop’u kendi eli ile fethetmek sonra da bu şehri bir nevi kılıç hakkı olarak almak isteyen Pervâne, Danişmend ili, Niksar, Samsun ve çevresinden topladığı 4000 kadar süvariyle karadan harekâta geçmiş, ancak başarılı olamamış, sonradan temin ettiği gemiler ve 1000 kadar askerle pek çetin bir mücâdele sonucunda 1266 baharında şehri ele geçirmiştir.115 Fetihten sonra sultandan şehrin ve ona ait ilin kendisine temlikini istemiş, Sultan IV.
Kılıçarslan da beklenen “temlik menşurunu” derhal göndermiştir.116 Zirâ Pervane bu fetih planını ve temlik hususunu daha Tebriz’e Abaka’nın yanına gittiği bır sırada Abaka’dan izin almak suretiyle kararlaştırmış, kendisine temliknâmenin gönderilmesi sadece olayın tasdik edilmesini ve sağlama alınmasını temin etmiştir.
Müteaddid defalar Türklerin elinden çıkan ve tekrar ele geçen Sinop’un bir diğer özelliği de bütün Karadeniz ve hattâ Kırım sahillerinde faaliyette bulunmaya elverişli önemli bir üss olması idi. Filhakika I. Alâeddin Keykubâd zamanında Kastamonu muktaı olan Hüsâmeddin Çoban’ın Karadeniz ticaret yolunu açmak için Suğdak üzerine sefere gönderilip büyük başarılar elde ettiği bilinmektedir. Bir plan dahilinde gerçekleşen bu sefer sonunda devrin önemli ticaret merkezlerinden olan Suğdak ele geçirilmiş, Rus knezliklerine ağır darbeler vurulmuş ve Karadeniz ticaret yolu açılmıştır. Ayrıca bu yolun açılmasıyla pek çok Kıpçak Türk’ü Anadolu’ya akın edip Karadeniz bölgesine yerleşmiş ve bölgenin Türkleşmesini sağlamıştır.117
Güney’deki ikinci büyük liman şehri olan Alaiye’nin ele geçirilmesi ise I. Alâeddin Keykubad zamanında gerçekleşmiştir. Alâeddin Keykubâd 1221 yılında Rumların elinde bulunan ve “Kalonoros” adıyla anılan şehrin kalesini ele geçirmiş ve şehrin adı kendi adına nisbetle “Alâiye” olarak anılmıştır. Alâeddin Keykubâd
şehri ele geçirdikten sonra burada adı ve şanıyla mütenâsip medeni tesisler inşâ ettirmiş, kışı bahar gibi güzel olan şehri kendisi ve halefleri için kışlık bir istirahat beldesi haline getirmiştir.118 Burada 12 kapılı bir saray yaptıran Keykubâd şehrin Antalya’ya yakın olması sebebiyle burada bir donanma da inşâ ettirmiştir.
Türkiye Selçuklu Devleti donanmasındaki komutanlara gelince; XIII. yüzyılın ilk yarısı sonlarında Selçuklu teşkilatında “Reisü’l-Bahr” unvanlı büyük bir memur bulunup Selçukluların Karadeniz’de en mühim deniz üssü olan Sinop’ta oturduğu bilinmektedir.119 Bu dönemde Şüca’üddin adında biri Reisü’l-Bahr iken bir aralık Moğolların itimadına binean II. Gıyâsüddin Keyhüsrev zamanında saltanat naibliği gibi devletin en mühim vazifelerinden birine tayin olunduğu sonra da vezir Şemsüddin ile aralarının açılıp tekrar Sinop’a çekildiği bildirilir.120 Aynı yüzyılın ikinci yarısında kaynaklarda Selçuklu ümerâsı arasında pek mühim bir mevkii olan “Emirü’s Sevâhil Hoca Yunus” ile “Melikü’s-Sevahil Bahaüddin”den bahsedilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |