II. Yönetim Yapısı
Akkoyunlular devlet yapısında büyük ölçüde İlhanlılardan etkilenmişlerdi. Yönetim birimlerinin çoğu İlhanlılar zamanında var olanların devamı veya kısmen değiştirilmiş şekli idi. Biz burada hükümdarlık kurumu yanında, merkezi yönetim birimlerinden saray ve divan teşkilatı ile taşradaki vilayetlerin yönetimini söz konusu edeceğiz.
1. Hükümdarlık Kurumu
Akkoyunlularda devletin ve ulusun başına geçecek hükümdar/beyin seçiminde aile ve konfederasyonu oluşturan aşiret reisleri söz sahibi idi.
Akkoyunlu Devleti’nin kurucu boyu Bayındırlu/Bayındıriyye adını, Oğuz Han’ın oğullarından Gök Han’ın büyük oğlu Bayındır’dan almıştır. “Daima nimetle dolu olan yer” anlamına gelen Bayındır kaynaklarda Oğuzların Üçok kolunun birinci boyu olarak sayılmakta, ongunu Sungur ve şölenlerdeki payı koyunun sol kürek kemiği olarak belirtilmektedir.59 Tihrânî, Hz. Adem’den Uzun Hasan’a ulaşan Oğuz boyu Bayındır’ın şeceresine yetmiş kuşak yerleştirmektedir:60 Oğuzlar devlet ve imparatorluk kuran Türklerden idiler. Geleneksel anlayışa göre, Türklerde taht A-shi-na/Oğuz Han oğullarına aittir.61
A. Akkoyunlu Hükümdarlarının
Unvanları
Akkoyunlu hükümdarlarına Hazret-i A’lâ veya A’lâ Hazret şeklinde hitap edilirdi.62 Öte yandan Akkoyunlu sikkelerinde sultan unvanı kullanılmıştır. Mesela, Hamza Bey “sultan-ı adil Hamza Bahadır” ifadesiyle para bastırmıştır.63
Akkoyunlu hükümdarları genel olarak beg/bey, sultan, melik, adil, bahadır gibi unvanlar almışlar, Uzun Hasan Bey ile birlikte bunların sayısı zirveye ulaşmıştır. Tarihçiler, Uzun Hasan Bey’i geleneksel Türk-İslam hükümdarlarında bulunan unvan ve niteliklerle tavsif etmişlerdir. Bu bağlamda, onu başlıca zeki, makul, kararlı, cesur, adil, muzaffer, güzel ahlaklı, ilim dostu, alimlerin himayecisi gibi niteliklerle anmışlardır. Diyarbakır Ulu Cami’de Uzun Hasan Bey’e ait 874/1469-70 tarihli kitabede “Mevlanâ es-Sultan, el-Melik, el-Âdil, el-Âlim, el-Âbid, el-Müeyyed, el-Muzaffer, el-Mansur, el-Bayundur, Hüsamü’d-dünya ve’d-din, Sultanü’l-İslam ve’l-müslimin, kaatiliü’l-fücret ve’l-mütemerridin”64 unvanları kullanılmıştır. Buna ilaveten Tihrânî de onun için dinî ve dünyevî şu unvanlara yer vermiştir: Hilafet sahibi, hilafetin muini, imamet sıfatlı, zıllullah, Ebu’n-Nasr ve’z-Zafer, saltanatın koruyucusu, imameti beklenen (el-imamu’l-muntazır), ahir zamanda adaleti gözlenen, sahip-kıran, Sultan Hasan Bahadır,65 mevud (söz verilmiş) kişi.”66
Uzun Hasan Bey de “hilafet sahibi,” “hilafetin muini” gibi unvanlarla anılmıştır. Devvâni de Uzun Hasan’a “halife” unvanı layık görmüştür.67 Ancak Uzun Hasan’ın bu unvanı kullanması, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed ve elinde kukla Abbasi halifesini bulunduran Memlüklere karşı bir meydan okuma olarak de
ğerlendirebilir. Fadlullah’ın Sultan Yakup’u “hilafet-penah” şeklinde nitelendirmesi,68 Akkoyunluların bu iddiayı uzun zaman sürdürdüklerini göstermektedir. Uzun Hasan Bey’in unvanları arasında yer alan İmamu’l-muntazar, İmamu’l-mev’ud Şii imamet/devlet başkanlığı teorisinin en önemli unsurlarıdır. Şiilere göre, Hz. Ali evladından devam eden imamet On İkinci İmam Muhammed el-Mehdi b. Hasan el-Askeri’nin 873’te gizlenmesiyle kayıp dönemine girmiştir. O Kıyamet’ten önce ortaya çıkarak dünyayı adaletle doldurup zulümden temizleyecektir. Bu imam, Şii imamet teorisinde imam el-muntazar (beklenen imam), mehdî-i muntazar (beklenen mehdi), imam el-mev’ud (söz verilmiş imam) veya mehdi el-mev’ud (söz verilmiş mehdi) olarak adlandırılmaktadır.69 Uzun Hasan, “öteden beri İslam için imameti beklenen (el-imamu’l-muntazır)”, “tüm insanlar tarafından ahir zamanda adaleti gözlenen” gibi ifadelerle belki de hakimiyeti altındaki Şii inancına sahip tebaasına mesaj vermekte, tartışmasız onların da önderi ve imamı olduğunu ihsas ettirmektedir. Akkoyunluların imamlık iddiasının da epeyce sürdüğü anlaşılmaktadır. Devvâni’ye imamın kim olduğu sorulduğunda “Şiiler için Hasan b. Muhammed, Sünniler için Yakup b. Hasan Türkmen” şeklinde cevaplandırmış70 Fadlullah da onu imam olarak anmıştır.71
Orta Çağ İslam dünyasının hakimiyet kavramları olan Sünnilere ait hilafet ve Şiilere ait imamet unvanlarını şahsında birleştiren Uzun Hasan Bey, hakimiyeti altındaki inanç coğrafyasına uygun olduğunu belirtmekte, tebaasına mezhep farkı gözetmeksizin yaklaştığı ve herkesin hükümdarı olduğu izlenimi vermektedir. Bu da onun evrensel hakimiyet iddiasının bir parçası olarak değerlendirilebilir.
B. Şehzadeler ve Lalalar
Her Türk hanedanı gibi Bayındırlar da varlıklarının ve iktidarlarının devamı olarak gördükleri şehzadelerinin temel dini ve dünyevi bilgileri almaları için özel hocalar tutarak eğitmişler, genç yaşlarda vilayet valiliği ve ordu komutanlığı gibi görevlere getirerek siyasi, askeri ve idari yönlerden tecrübe kazanmalarını sağlamışlardır. Belli bir yaşa gelen her şehzade, lalasıyla, kendisine ikta olarak verilen bir vilayete vali olarak gönderilirdi. Şehzade yetişinceye kadar vilayet lala tarafından yönetilirdi. Bu nedenle lalaların şehzadeler üzerinde büyük nüfuzları vardı. Hatta bu nüfuz zaman zaman iktidar/taht kavgalarında etkili olurdu. Şehzadeler, isyan veya muhalefet etmedikçe görevlerinden alınmazlardı.72
Daha önce değindiğimiz gibi Bayındırlılar verasette ekberiyeti göz önünde bulundurmuşlarsa da kendisini tahta varis gören her şehzade iktidar mücadelesine girişmiştir. Bu tutum Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasına yol açan etkenlerden biri olarak görülmektedir.
2. Merkezi Yönetim Birimleri
A. Saray: Devlethane / Dergâh
Akkoyunlularda da İlhanlılar ve Timurlularda olduğu gibi yönetim merkezine “Devlethâne veya “Devlethâne-i Padişahî” denirdi.73 Burada sultan ve vezirler yanında pek çok saray görevlisi bulunurdu. Bunların başlıcaları kullıkcılar/kullukçular, inaklar ve mühürdârlar idi.
a. Kullukçular: Kullukçular şu birimlerden oluşuyordu: 1. Yasavullar (teşrifatçı, yasakçı, muhafaza memuru olarak görev yaparlardı), 2. Bukâvullar, 3. Kuşcular (hükümdarı av kuşlarını yetiştirmek ve bakmakla yükümlü idiler), 4. Parsçılar, 5. Piyadeler (hükümdarın ayak işlerine bakarlardı), 6. Azaplar (haberci idiler), 7. Rikapdarlar (at koşumları ile ilgilenirlerdi), 8. Yamçılar (posta işlerinden sorumlu idiler), 9. Meşaleciler, 10. Mutfak hizmetçileri, 11. Has ahır hademeleri, 12. Çobanlar, 13. Nekkâreciler (bando heyeti) ve Ehl-i tarab (musiki heyeti), 14. Matbah-ı hümayûn hademeleri, 15. Şıracılar (şarapdârlar), 16. Ferraşlar (dayayıp döşeyenler), 17. Ayakçılar, 18. Cerrahlar, 19. Çarçılar (münâdi, dellal, asker haberci), 20. Kütüphane hizmetçileri, 21. Sanatkârlar,74 22. Eşik ağası (kapucu başı, mabeyinci), 23. Emir-i ahur (hükümdarın atının dizginlerini tutmakla görevli).75
Devvânî Şehzade Halil’in Şiraz’daki saray maiyetini şöyle saymaktadır: Yasavul 186, bukâvul 244, kuşçu 86, parsçı 28, piyade 378, azablı 186, nakkareci 50, rikabdâr 34, yamçı 38, meşâledâr 26, feyc 28, matbah hademesi 72, ferraş 110, has ahır hademesi 168, kütüphane memuru 58 musikişinas 98, çarçı ve kırıkçı 56, erbab-ı hiref 86, ayakçı (şarabdâr) 36.76
b. Mühürdâr: Hem sultanın hem de valilerin mühürdârları bulunurdu. “Mühürdar beg” adıyla çağrılan bu görevliler daima hükümdar veya vali ile beraber bulunurlar ve mühürlerini taşırlardı.77
c. Tevkiciler: Akkoyunlu hükümdar fermanlarına, tevkî, yarlığ veya yarlığ-ı hümayûn; bunları yazmakla görevli kişilere tevkici adı verilirdi.78 Akkoyunlu yazışmalarında kullanılan yazıya “tevkî” veya “divanî” yazı denirdi. Bu yazı Osmanlılarda daha da geliştirilerek kullanılmıştır.
Akkoyunlu Devleti’nde resmi dil Farsça idi. Akkoyunlulardan kalma Farsça çok sayıda belge günümüze kadar ulaşmıştır. Özellikle ülke içindeki resmi işlemlerde daima Farsça kullanılırdı. Topkapı Sarayı’ndaki belgeler arasında ve Feridun Bey’in Münşaat’ı ile diğer münşaat mecmualarında Akkoyunlularla ilgili Farsça çok sayıda belge bulunmaktadır. Bunun yanında bazı
belgelerde Uygur harfleri ile Türkçe yazışmalar da yapılıyordu.79
d. İnaklar: İnaklar, hükümdarın refakatçisi durumunda idiler. İnak, yerine göre değişiklik göstermekle birlikte esasen “mutemed”, “musahib” ve “nedim” anlamına gelmektedir.80 Özel ulaklık ve elçilik görevleri de üstlenen inaklar belli bir askeri birliğe de komuta edebiliyorlardı.81
B. Divan
Baş divana “Divan-ı ‘Alâ”,82 başkanına “sahib-i divan”, “emir-i divan,” “emir-i ‘azam,” “emir-i kübrâ” gibi unvanlar verilirdi. O divan mührünün sahibi idi.83 Divan emiri, saltanat naibi gibi, hükümdardan sonra gelen yüksek ve etkin bir mevkiye sahip, diğer ümeradan ileride idi. Eyalet valilerinin divanlarında da divan emiri bulunurdu.84
Sahib-i Divan’dan sonra bugünkü bakanlar gibi sahib-i a’zam denilen vezirler/diğer divan sahipleri vardı. Bunların bir kısmı doğrudan doğruya hükümdar ailesi ve sarayın hizmetlerine bakarken diğerleri ekonomik, askeri ve hukuki işlerden sorumlu idiler. Divan-ı ‘Alâ’ya bağlı Akkoyunlu divanlarının başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: 1. Divan-ı imarât,85 2. Divan-ı vezarât,86 3. Divan-ı memâlik (Yüce divan, devlet divanı),87 4. Divan-ı pervaneci,88 5. Divan-ı müstevfî,89 6. Divan-ı leşker,90 7. Divan-ı tavacı,91 8. Divan-ı erzak-ı cünd.92
Akkoyunlu divanlarının görev ve yetkileri ayrı ve geniş bir araştırma konusudur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla söz konusu divanlardan bazıları hakkında kaynaklarda sınırlı bilgi bulunmaktadır. Söz gelişi, Divan-ı ‘Alâ’da fermanları yazanlara pervaneci-i hümayûn veya pervaneci denirdi. Münşi-i memalik olarak da adlandırılan pervaneci bir bakıma devlet sekreteri gibi idi.93 Bu birime bağlı olarak her divanın bir veya daha fazla münşisi bulunurdu. Pervaneciler başlarına “otağa” adı verilen sorguç takarlardı.94 Divanı-ı Müstevfî de mali işlerden sorumlu divan idi. Emrindeki müstevfî adı verilen maliyeciler ile devletin gelir giderlerini kontrol ederdi.95
Akkoyunlularda askeri bürokrasi Türklerden oluşuyordu. Dinî, malî ve idarî bürokrasinin üst düzeyinde Farslar görev yapıyorlardı. Farsların durumu, Karakoyunlu ve Timurlu saraylarında hizmet veren aslı Fars olan Azerbaycan Kuzizîleri, Irak-ı Acem Sâvecîleri, Irak-ı Acem ve Fars Sâidîleri, Irak-ı Acem ve Geylan Deylemîleri ve Horasan Beyhakîlerinin Akkoyunlu Devleti’nin idarî, malî ve dinî işlerini ellerine almalarıyla daha da güçlendi.96
Sivil bürokrasideki bu yapılanma zaman zaman asıl unsur Türkmenler ile yönetim arasında, Kadı İsa Saveci ile Türkmenler arasındaki sürtüşme örneğinde olduğu gibi, soğuklukların yaşanmasına yol açıyordu. Bu gelişme bir anlamda devlet ile halkın arasındaki iletişimin kopması ve yönetimin kamuoyu desteğini kaybetmesi demekti.
C. Adliye / İlmiye Teşkilatı:
Sadaret / Kadıaskerlik
Unvanları arasında adil kavramına yer veren Akkoyunlu sultanları da mülkün ancak adalet ile payidar olacağının bilincinde olmuşlar ve bu kuruma değer vermişlerdir. Sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel fonksiyonları olan adli kurumların başında İslam’ın yorumcuları ve kısmen uygulayıcıları durumundaki ulema bulunuyordu. Ulema, sadrlık, kadıaskerlik, kadılık, muhtesiplik, müftülük, imamlık, müezzinlik, muallimlik ve müderrislik gibi görevleri üstlenmiştir.
Akkoyunlularda, yüksek ulema, verdikleri hizmet karşılığında aldıkları ücrete ilaveten suyurğal ve vakıflardan da pay alıyorlardı.97 Alt düzey ulemanın başlıca gelirleri zekat, fitre, hatim, hediye vb. kalemlerden oluşuyordu. Akkoyunlularda ulema, yöneticiler ile halk arasında bir köprü konumundaydı. Başka bir ifade ile yönetimin isteklerini halka aktarırken halkın beklentilerini de yöneticiler indinde seslendiriyordu. Bu bakımdan yöneticiler üstünde büyük etkileri ve yaptırım gücü vardı. Ulemanın doğrudan yönetici olarak görev yaptığı da oluyordu. Dini ve adli görevlerin dışında vilayetlerde hakimlik (valilik) makamına getirilen ulama kökenli yöneticilere rastlanıyordu.
Akkoyunlular iktidarlarının meşruiyet vasıtası olan dini kurum ve şahsiyetlere büyük saygı göstermişlerdir. Gülşenî’nin Uzun Hasan Bey huzurunda ulema hakkında yaptığı bir konuşma bu topluluğun o dönemdeki değerini ve gücünü ortaya koymaktadır. Gülşenî, ulemanın verese-i enbiya ve dinin direği olduğunu hatırlatıp, devlet ve toplum için önemine değinmiştir.98
Aynı şekilde Fars hakimi Sultan Halil’in 881/1476’da yaptırdığı geçiş töreninde de ulema ve dini şahsiyetlerin mevkiini açıkça görmekteyiz. Din ve mülk ikiz kardeştir ilkesinden hareketle Sultan Halil, leşker-i manevi adını verdiği dini şahsiyetleri a’lam ve mealimleri ile, orduya kutsallıkları ulaşsın diye söz konusu geçiş töreninde hazır bulundurmuş, diğer orduyu onların önünden geçirmiştir. Leşker-i manevi’ye dahil olan kişiler başlarında sadr olmak üzere şunlardır: Erbâb-ı medâris, erbâb-ı havânik, e’azım, erbâb-ı ‘amâyim (sarık giyenler), sadât-i ‘azam, meşâyıh, erbâb-i kulûb ve ehli tarikatler.99 Geçiş töreninde ülkenin çeşitli yerlerinden gelen seyyidler, kadılar, imamlar, mollalar, şeyhler, e’ali (yüce şahsiyetler) dervişan vs.’den oluşan 4.000 kişi ha
zır bulunmuştur. Sultan Halil törenin başlamasından hemen önce ferman çıkararak dini şahsiyetlerin yerini özel olarak ayırmış, onlara kimselerin ulaşıp zarar veremeyecekleri yüksekçe bir yer tahsis etmiştir. Onlar da ellerinde Seyyid Ahmed b. İmam Musa Rıza’nın tabl ve bayrakları ile geçiş yapmışlardı.100
Ulemanın beyaz sarık dışında özel bir kıyafetinin olup olmadığını bilemiyoruz. Ünlü alim Devvâni, Sultan Yakup’un zulume meylettiği kanısıyla sarığını çıkarmış ve onun ölümüne kadar takmamıştı.101 Belki de bu tavır ulemanın siyasi otoriteye gösterdiği bir tepki şekliydi.
D. Sadaret / Kadıaskerlik
Akkoyunlu Devleti’nde en yüksek dini teşkilat sadrlık/sadâret/divan-ı sadâret/kadısakerlik adlarıyla anılan kurum idi. Bu kurumun başındaki şahsa sadr-ı âli, kâdı’l-kudât veya kadıasker denirdi.102 Yetki, statü ve sorumluluk bakımından sadr-ı âlî klasik dönem İslam devletlerindeki kâdı’l-kudât, Osmanlılardaki şeyhulislamın karşılığı idi. O etki ve yetki bakımından emir-i azam’a eşit durumdaydı.
Merkezi yönetime çok yakın olan sadr-ı âlî belli konularda sultan dahil olmak üzere üst düzey yetkilileri zaman zaman bilgilendirirdi. Siyasi nitelikte ki bu hizmet yanında esas olarak Adliye, zabıta, eğitim, cami hizmetleri ile seyyid ve şerifler de Sadarete bağlı idi.103
Sadr unvanı taşıyan görevliler vilayetlerde de bulunmaktaydı. Sultan Halil’in Şiraz valiliği zamanında bu görev aynı unvanla Mevlana Alaaddin Beyhakî tarafından yürütülmekteydi.104
Sadrlık makamını genellikle Farslar ellerinde tutmuşlardır. Bununla beraber, Akkoyunlularda Türklerin de sadaret makamına getirildikleri görülmektedir. Söz gelişi, Uzun Hasan Bey, Tebriz’e girdiğinde mevcut umur-i şeriye sadâret başkanının insafsızlık ve zulümlerini duyup azlederek bir Türkü atamıştır.105 Akkoyunlu sadr-ı âlîlerinin hepsinin adını bilemiyoruz. Bazıları hakkında kaynaklarımızda kayıtlar bulunmaktadır. Uzun Hasan Bey zamanında sadr-ı ali Seyyid Alauddin Ali Beyhakî idi.106 Bu makama Sultan Yakup zamanında Savuçbulaklı Kadı İsa Sâcevî atanmıştır.107
3. Vilayetlerin Yönetimi
Akkoyunlularda ülke başlıca Fars, Yezd, Isfahan, Bağdad, Diyarbakır, Erzincan ve Şarki Karahisar vilayetlerine bölünmüştü. Vilayetler hem ikta hem de yönetim olarak hükümdar ailesinden olanlara ve emirlere tahsis edilirdi. Buraları, kalabalık maiyetleri ve düzenli saray teşkilatları ile şehzadeler yönetirlerdi. Şehzade Halil’in Fars Valiliği dönemindeki bir geçit resmi bir vilayetin saray/yönetim teşkilatı hakkında yeterli bilgi vermektedir. Valiler iktanın büyüklüğü ve gelirine göre hazır askeri kuvvet beslemekle yükümlüydüler. Ayrıca yanlarında aşiret kuvvetleri bulunurdu.108
Vilayetlerdeki Başlıca
Üst Düzey Yöneticiler
a. Daruga: Vilayetlerde şehzade ve emirden sonra, askeri sınıftan “Daruga” denilen bir amir bulunurdu. İlhanlılarda ve onların varisleri Türk devletlerinde görülen “herhangi bir şehrin veya idari bir sahanın idare ve inzibat işlerine bakan büyük memur”109 olan daruga, vali naibi veya sancakbeyi makamında vilayetin ikinci yetkili ve güçlü şahsı durumundaydı.110
b. Kutval: Vilayetlerin önemli askeri emirlerinden biri kutval idi. Bu emir büyük yönetim merkezlerindeki askeri amir ve kale komutanı idi. Bazen kutval ile daruga aynı şahıs olabilirdi.111
c. Mutesaddî-yi Hükümet: Vilayette görev yapan mutesaddî-yi hükümet, vali muavini konumundaydı. Söz gelişi Şehzade Halil’in bulunamadığı zamanlarda Bekir Bey Musullu adındaki kişi Şiraz’da bu görevi yürütmüştü.112
Ayrıca vilayetlerde belediye ve zabıta işleriyle meşgul tuşmal/tuşimal (mutemet, masraf katibi)113 kethuda, muhassıl/muhassal (vergi tahsildarı)114 ve tahvildar (muhasebeci, veznedar)115 bulunuyordu.
Sonuç
Akkoyunlu Devleti, Oğuzların Bayındır boyu tarafından kurulmuş bir 15. yüzyıl Yakın Doğu Türkmen İmparatorluğu’dur. Akkoyunlular, Karakoyunluları ortadan kaldırmışlar, Timurluları kendilerine tabi bir devlet haline getirmişler, Osmanlılar ve Memlükler ile bölgede hakimiyet mücadelesine girişmişlerdir. Akkoyunlu hakimiyet anlayışı başlangıçta geleneksel Türk değerlerine dayanırken Uzun Hasan Bey’den itibaren İslamî unsurlarla beslenmiştir.
Akkoyunlu dönemi siyasi, kültürel ve toplumsal bakımından Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Büyük Türk aşiretlerine dayanan Akkoyunlu Devleti’nin nizam ve teşkilatı Türk-İslam tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Akkoyunlu kültür unsurlarının pek çoğu, genelde bölgeyi, özelde Türkleri etkilemiştir. Söz gelimi, Akkoyunlu kanunnâmeleri Osmanlılar ve Safeviler tarafından uygulanmıştır. Bu durum, daha sonraları bir dünya devleti haline gelen Osmanlı Devleti’nin yapılanmasındaki Akkoyunlu etkisini göstermekte, aynı zamanda Türk hukuk ve kurumlar tarihine Akkoyunlu katkısını ortaya koymaktadır.
Akkoyunlular aynı zamanda, Avrupa devletleri ile siyasi ve ekonomik işbirliği ve ittifaklar kurmuş bir Türk hanedanıdır. Bu hanedanın Avrupa ile olan bu işbirliği tecrübesi, günümüz Türkiyesi’nin benzeri girişimine ışık tutabilecek unsurlar içermektedir. Söz konusu tecrübe Doğu-Batı yakınlaşması ve işbirliği ile iki medeniyetin eski zamanlarda başlayan ilişkilerinin yeni bir aşamasıdır.
Akkoyunlu hakimiyeti bugünkü Yakın Doğu’nun beşeri, kültürel ve siyasi coğrafyasını belirleyen etkenler arasındadır. Azerbaycan Türkleri bir yönüyle Akkoyunlu iktidarının kendi tarihlerinin bir parçası sayarken İran bu dönemi Safevi Devleti’nin kuruluşunu hazırlayan dönem olarak değerlendirmektedir. Akkoyunluların yıkılmasıyla İran’da Safeviler gibi bir Şii devletin ortaya çıkması, üzerinde düşünülmesi gereken konulardandır. Öte yandan Akkoyunluların başkentlerini Diyarbakır’dan Tebriz’e taşımaları, Anadolu’daki demografik yapıyı etkilemiş, Doğu Anadolu’da yaşayan çok sayıda Türkmenin İran’a göçmesine yol açmıştır. Ancak bu göç o İran’da Türkmen hakimiyetinin yeniden kurulmasını sağlamış, bu 20. yüzyılda Kacar Hanedanı’na kadar devam etmiş; Azerbaycan’da Türk nüfusunun artmasına yol açmıştır.
KAYNAKLAR
1 Bkz. Halil İnalcık, “Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi”, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, XIV/1, 1959, 73-87; İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara, 1987, 37 vd.; Ögel, Bahaddin, Türklerde Devlet Anlayışı Ankara, 1982.
2 Reşat Genç, “Karahanlılarda Hakimiyet Anlayışı”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, ed. H. Dursun Yıldız, İstanbul, 1989, ss. 164-181. Selçuklu sultanları gibi, Osmanlı hükümdarlarından Yıldırım Bayezid de iktidarını sağlamlaştırmak için, Mısır’daki Abbasi halifesinden, Sultanu’r-Rum unvanını istemiştir. İnalcık, 77.
3 Bernard Lewis, “İslam Devlet Müessese ve Telakkileri Üzerinde Bozkır Ahalisinin Tesiri”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, II/2-4, 1958, 209-230.
4 İnalcık, 78, 80.
5 Öğütnâme’yi, 9/15. yüzyıl tarihçilerinden Yazıcızade Ali’nin Tevârih-i Âli-i Selçuk (Oğuznâme) adlı eserinde (Topkapı Sarayı Müzesi Revan Köşkü ktp, no1390, v. 15a 16-17a 15) Merhum Kara Osman dahı bu öğüdü oğullarına verirmiş başlığıyla kaydetmiş. Bu eser, İbn Bibi’nin el-Evâmirü’l-Alâ’iye fi’l-Umûri’l-Ala’iye (Selçuknâme) adlı Farsça eserinin serbest çevirisidir. Mürsel Öztürk, el-Evamir çevirisi, Ankara, 1996, giriş, 11. Bu Öğütnâme’yi, “Osman Beg’in Oğullarına Öğüdüdür!” başlığıyla F. Sema Barutçu Özönder yeni Türk harflerine aktarıp kısmen sadeleştirerek yayınlanmıştır (KÖK Araştırmaları, Osmanlı Özel Sayısı, 2000, 11-23). Akkoyunlu tarihinin önemli uzmanlarından J. E. Woods onun Akkoyunlu Beyliği’nin kurucusu Kara Yülük Osman Bey olduğunu belirtmektedir. Woods, John E. The Aqqoyunlu, Clan, Confederation, Empire, A Study in 15th/9th Century Turko-Iranian Politics, Minneapolis, Chicago, 1976, 97. Barthold ve Togan Kara Osman’ın Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey olduğu kanaatini taşımaktadır. V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, haz. H. D. Yıldız, Ankara 1990, 486. Z. V. Togan Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970, 106. Bununla beraber, Osmanlı tarihlerinde Osman Bey’e ait bir vasiyetname metni yer almakta, başka bir öğüt veya nasihatten bahsedilmemektedir. Bkz. Aşıpaşazade, Tevârih-i Âl-i Osman, İstanbul, 1332, 32; Mehmed Neşrî, Kitab-ı Cihannümâ, haz. F. R. Unat-M. A. Köymen, I, Ankara 1949, 73; Hüseyin Algül, “Osman Gazi’nin Oğlu Orhan Gazi’ye Vasiyet ve Nasihatlarına Kuruluş Devri Osmanlı Devlet Felsefesi açısından bir Bakış”, İslami Araştırmalar, XII/3-4, 263-267. Algül’ün de vurguladığı gibi Osman Bey’e atfedilen vasiyet ve öğütlerde İslami nitelik çok bariz bir şekilde görülmekte, yasa gibi Türk ve Moğol değerlerinden söz edilmemektedir.
6 “Oturak olmazsanız beylik Türkmenlik ve Yörüklük edenlere kalır.” (Madde 1) Bu anlayış daha sonra da sürmüştür. Sultan Yakup’un (1478-1490) tarihçilerinden Fazlullah Hunci 15. yüzyıl sonlarında göçebeliği Bayındır boyunu hakimiyete çıkaran erdemler arasında sayarak şöyle demektedir: “Onlar (Bayındırlar), Horasan, Fars ve Kirman hakimlerinin çoğunda olduğu gibi pis alışkanlık eseri olan yerleşik hayata geçmeyip mevsimine göre yaylak ve kışlaklara gittiler. ” Fadlullah-Minorsky, Tarih-i Alem-ara-yı Emini (Persia in Ad. 1478-1490), London, 1957, 20. Bilge Tonyukuk da Göktürk yönetimini, etrafı çevrili şehirlerde oturmanın Türklere getireceği zarar konusunda uyarmıştı. Kafesoğlu, 49, 112.
7 Uzun Hasan, toprak düzenlemeleri başta olmak üzere vergilerle ilgili olarak yaptığı kanunlara, söz gelişi, “Defter-i yasaha-i vilayet-i Diyarıbekir, ” “Defter-i yasahâ-i livâ-i Mardin”, “Defter-i yasahâ-i livâ-i Ergani” gibi yasak adını vermiştir. Barkan, “Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e ait Kanunlar”, Tarih Vesikaları, I/2, 1941, 91 vd.
8 Ögel, 349-351, 357-359.
9 Reşiduddin’in (ö. 1310) kayıtlarına göre Oğuzların Üçok kolunun birinci boyu olan, Bayındırların şölenlerdeki payı koyunun sol kürek kemiğidir. Faruk Sümer, Bayındır” DİA, V, 245. Akkoyunlularda ülüş geleneği uzun süre devam etmiştir. Kutlu Bey, büyük oğlu Ahmed’i Palu’ya, diğer oğlu Pir Ali’yi Kiğı’ya en küçük oğlu Kara Yülük Osman’ı Ergani’ye hakim olarak atadı. Kara Yülük Osman da topraklarını bir çeşit ikta gibi oğulları ve yeğenleri arasında paylaştırdı. Silvan ve Tercil’i Bayındır’a, Harput’u Ali Bey’e, Erzincan ve Kemah’ı önce Yakup Bey, sonra Hamza Bey’e, Erzurum’u Şeyh Hasan’a, Karahisar (Şarki) ve Tercan’ı yeğeni Musa Bey’e, Bayburd’u yeğeni Kutlu Bey’e ve Urfa’yı yeğeni Tur Ali Bey’e olarak verdi. Uzun Hasan Bey (1453-1478) de Bağdad’ı Maksut Mirza’ya, Fars’ı da Halil Mirza’ya verdi. İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara 1988, 270.
10 Akkoyunlu beylerinden Kutlu Bey’in (791/1389) Sinur’deki, Pir Ali’nin (815/1431) Kiğı’daki mezar kitabelerinde de Bayındır Han’ın torunları olduğu ifade edilmektedir. Baygu, Erzurum, 255-56. Bu kitabelerin daha sonraki dönemlere ait olduğu iddia edilse de Akkoyunlu sikkelerinde de aynı vurgu bulunmaktadır. Woods, 67.
11 Bernard Lewis, “İslam Devlet Müessese ve Telakkileri Üzerinde Bozkır Ahalisinin Tesiri”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, II/2-4, 1958, 222-223.
12 Mesela, Ehl-i hal ve’l-akd Ali Bey’in veliahdlığı hususunda ittifak etti ve ona tabi oldu. Tihrânî, I, 115, çev. Mürsel, 81; Faruk Sümer, “Ak Koyunlular”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 40, Şubat 1986, 15.
13 Kara Osman Bey’in oğulları arasında çıkan iktidar kavgasının sona erdirilmesi için Harput’ta 840/1436 yazında toplanan Bayındır şurasında iç çatışma ve anlaşmazlıklara son verme kararı çıktı. Birliği sağlama çerçevesinde aile büyükleri Erzincan’daki Cafer b. Yakub ile yapılan görüşmede ekberiyet ilkesi zikredildi. Tihrânî, I, 126, çev. Öztürk 86.
Dostları ilə paylaş: |