Medeniyette ileri gitmiş olan ülkelerin hepsinde sosyal yardım ve dayanışma kurumları vardır. Türkler bu geleneksel insani değerlerini Anadolu’da çok müsait ortam ve şartlar bularak devam ettirdiler. Anadolu’nun fethi tamamlandıktan sonra yerleşme, imar ve müesseseleşme dönemi yaşanır. Buranın artık ebedi vatan olarak benimsenmesi ile bu münbit topraklarda tarımda, ticarette ve imar faaliyetlerinde büyük bir canlılık görülür. XIII. yüzyıl bu bakımdan sayı ve çeşit itibariyle birçok vakfın tesis edildiği asırdır.
Selçuklu devri vakıfları hakkında tam bir değerlendirme yapmak için bu döneme ait olan bütün belgelerin okunup yayınlanması gerekir. Selçuklu Dönemi siyasi tarihinin ana hatlarını bildiğimiz halde sosyal tarihi için aynı şeyi söyleyemeyiz. Bu bakımdan dönemin sosyal hayatını daha çok incelememiz gerekiyor. Selçuklu Dönemi vakıf belgeleri olan vakfiyeler bu bakımdan eşsiz bilgiler içermektedirler.
Vakfiyelerden bir kısmı, önemleri ve uzunlukları gözönüne alınıp ayrıntılı şekilde incelenerek yayınlanmıştır. Vakfiyelerin dili Arapça olduğundan ilk aşamada bir dil sorunu ortaya çıkar. Her ne kadar bu vakfiyeler belirli bir form halinde ise de yer ve şahıs adlarını doğru teşhis etmek zordur. Bu belgeleri okuyanların, henüz tamamıyla Türkleşmemiş özel isimleri tanımaları ve topografik bilgi ile donanmaları icap eder. Meselenin belki bu yanı, incelemenin tamamlanmasını geciktirmiştir. Seçilip yayınlananlar genellikle orijinaldir. Orijinal olmayanlar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde defterlere geçirilmiştir.
Defterlerdeki kopya edilmiş bu vakfiyelerin bir kısmının Türkçe tercümesi, mütercimler tarafından yine defterlere yazılmıştır. Tabii bunların orijinallerden mi, yoksa ikinci elden belgelerden mi yazıldıklarını bilemiyoruz. Ayrıca Ankara Etnografya Müzesi, İstanbul Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde orijinal vakfiyeler vardır.
Burada Anadolu Selçukluları ve Beylikler dönemleri vakıfları ve vakfiyeleri üzerine yapılmış önemli yayın ve araştırmaları anmak yararlı olacaktır:
Osman Turan’ın Belleten dergisinde yayınlanmış olan bilimsel ve ayrıntılı üç makalesi metin, çeviri ve tahlil bölümlerini içermektedir.
1. “Selçuk Devri Vakfiyeleri I., Şemseddin Altun-Aba Vakfiyesi ve Hayatı”, Sayı: 42, Cilt: XI, Ankara, 1947.
2. “Selçuk Devri Vakfiyeleri II., Mübarizeddin Er-Tokuş ve Vakfiyesi”, Sayı: 43, C. XI, Ankara 1947.
3. “Selçuk Devri Vakfiyeleri III., Celaleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Sayı: 45, C. XII, Ankara 1948.
Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Cacaoğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, T.T.K. yayını, Ankara 1959.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Belleten’de “Karamanoğulları Devri Vesikalarından İbrahim Bey’in Karaman İmareti Vakfiyesi”, Sayı: 1, C. I, Ankara 1938 ile Vakıflar Dergisi’nde “Niğde’de Karamanoğlu Ali Bey Vakfiyesi”, Sayı: II, Ankara 1942’ni neşretti.
Zeki Oral’ın Konya’da yayınlanan Anıt dergisinin çeşitli sayılarında kısa olarak yayınladığı vakfiyelerden ayrı olarak Vakıflar Dergisi’nde:
“Turgutoğulları, Eserleri-Vakfiyeleri”, Sayı: III, Ankara 1956.
“Aksaray’ın Tarihi, Önemi ve Vakfiyeleri”, Sayı: V, Ankara 1962, adlı makaleleri yayınlanmıştır.
Belleten’de şu makaleleri yayınlanmıştır:
“Karamanoğulları Tarihine Ait Vesikalar, Yatağan Mürsel Vakfiyesi”, Sayı: 71, C. XVIII, Ankara 1954.
“Karaman’da Hoca Mahmud Mescidi, Darul-huffaz Vakfiyesi ve Kitabeleri”, Sayı: 90, C. XXIII, Ankara 1959.
Yine Z. Oral’ın İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde:
“Selçuklu Devri Vesikaları, Ahi Ahmed Nahcivanî Vakfiyesi”, Sayı: 3-4, C. III, Ankara 1954 adlı makalesi yayınlanmıştır.
M. Cevdet ilk defa Vakıflar Dergisi’nde, “Sıvas Darüşşifası Vakfiyesi ve Tercemesi”, Sayı: I, Ankara 1938 adlı makalesini yayınlamıştır.
R. Yinanç, XIII. yüzyılın ilk yarısına ait olan vakıflar üzerinde çalıştı. Bunlardan “Sivas Darüşşifa’sı Vakfiyesi” ve “Halifet Gazi Medresesi Vakfiyesi”ni ele alarak bu sonuncusunu Vakıflar Dergisi’nde Sayı: XV, Ankara 1982’ de yayınladı.
Ahmet Yaşar Ocak, “Emirci Sultan ve Zaviyesi”ni incelerken zaviyeye ait vakıf belgelerini de neşretti: Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: 9, İstanbul 1978.
Bu satırların yazarı, Vakıflar Dergisi, Sayı: XII’de “Turumtay Vakfiyesi”, Ankara 1978 ve Sayı: XIII’te “Râhatoğlu Vakfiyesi”, Ankara 1981, üzerinde çalıştı. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası adlı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı, müşterek yazarlı eserde “Divriği Ulu Cami Vakfiyesi”ni inceledi.
Ayrıca çeşitli monografiler, şehir tarihleri içinde de vakfiyelere yer ayrılmıştır. Bunlardan ilk planda olanları sayalım:
M. Ferit (Uğur), M. Mesut (Koman), ünlü Selçuklu Veziri ve yapmış olduğu hayırlardan ötürü sahibu’l-hayrat unvanını taşıyan Sahip-Ata Fahreddin’e hasrettikleri eserde, vakfiyesinden bahsederler: Selçuklu Veziri Sahip Ata İle Oğullarının Hayrat ve Eserleri, İstanbul 1934.
Rıdvan Nafiz ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Sivas Şehri adlı eserinde, (İstanbul 1928) ve bu sonuncu yazarın Kitabeler I, II, 1927-29 adlı eserinde vakfiyelerden parçalar verilmiştir.
Tarihte Kırşehr-i Gülşehri, İstanbul, 1948’in yazarı Cevat Hakkı Tarım bu il ile ilgili çeşitli vakıfnamelere yer verirken Ahi Evran’a ve vakfiyesine de geniş yer vermiştir.
İbrahim Hakkı Konyalı, yazmış olduğu birçok şehir tarihleri içinde o yerin kitabelerine ve vakıflarına da geniş yer ayırır.
Son olarak Mustafa Çetin Varlık’ın Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara 1974 adlı eserinde, Germiyanoğlu II. Yakub’un Kütahya’daki taş vakfiyesi ve vakıflarına yer verildiğini ayrıca ifade etmek gerekir.
Burada son zamanlarda, tez konusu yapılarak henüz yayınlanmayan vakfiyeler de bulunduğunu hatırdan uzak tutmayalım.
II. Sosyal Motifler
Şimdi bu vakfiyelerdeki önemli vakıf şartlarını ifade ederek, daha müreffeh bir toplum ve sosyal ilişki kurmak için nelerin öngörüldüğünü göstermeye çalışalım.
Vakfiyeler içinde sayı itibariyle en çok olan, cami vakfiyesidir. Cami, toplumun ibadet ihtiyacına cevap verdiği gibi, cemaatin bilgilendirilmesini, sevgi ve saygı ile kenetlenmesini de sağlamaktadır.
Eğitim: Selçuklular zamanında Anadolu’da bir eğitim kurumu olan medreseler vakıf olarak tesis edilmişlerdir. Bunların vakfiyelerinde kuruluşu ve işleyişi hakkında bilgi mevcuttur. Buradan öğrendiğimize göre medreselerde öğretim parasız olup, öğrencilerin yiyecek ve yatacak masrafları vakıf gelirlerinden karşılanır, ayrıca kendilerine harçlık verilirdi. Nitekim Konya’da Altun-Aba’nın (İplikçi) 1202 yılında tanzim edilen vakfiyesinde, yüksek seviyede 3 öğrenciye ayda 15 dinar; orta seviyede 15 öğrenciye ayda 10 dinar; ilk seviyede 20 öğrenciye de ayda 5’er dinar ödeneceği açıklanmaktadır. Ayrıca öğrencilerin ilim seviyelerini yükseltmek için her yıl medreseye 100 dinar değerinde kitap alınması şart kılınmıştır. Beş yıllık bir süre içinde başarı gösteremeyen ve derslere muntazam devam etmeyen öğrencilerin medreseden çıkarılacağı belirtilmiş ve bu masraflar için vakfedilen han, dükkan ve arazinin miktarı ve adları kaydedilmiştir.1
Vakfiyelerde, eğitimi yapılan bilim dalları ve kaç adet müderrisin görevli olacağı konusu yer alır. Konya Karatay Medresesi Vakfiyesi’nde müderrisin şeriat, hadis, tefsir, usûl ve fürû ilimlerinde liyakatlı biri olması hususu aranır. Kimi vakfiyelerde müderrisin hangi mezhepten olacağı belirtilir. Altun-Aba Vakfiyesinde müderrisin Hanefi mezhebinden olacağı açıkça belirtilmiştir. Sivas Gök Medrese’ye ait vakfiyede müderrisin, Şafii mezhebinden olması istenmiştir.2 Halifet Gazi Vakfiyesine göre ise, medreseye Hanefi olan öğrenciler kabul edilecektir.3 Buradan biz mezhep konusuna önem verildiğini; eğitimin belli bir anlayış doğrultusunda yapıldığını anlamaktayız.
Halifet Gazi’den yaklaşık 50 yıl sonra bir başka medresenin vakıf olarak tesis edildiği görülmektedir. Bu, Moğolların Amasya valisi olan Seyfeddin Turumtay’ın 1265 tarihinde vakfiyesini tanzim ettirdiği medresedir (Gökmedrese). Bölgenin, Cavlâkîler ve Babaîlerin dinî, siyasî hareketlerinden sonra daha sakin bir ortama kavuşmasına yardımcı olan Turumtay’ın, bu cami ve medreseyi, yine bu bölgede ehli sünnet görüşünü güçlendirmek için tesis etmiş olduğu görünüyor.4
Daha sonra diğer mezheplerden birini veya hepsini birden okutan veya astronomi, tıp gibi ilimlerle meşgul olan medreseler de kurulmuştur.
Sağlık: Sağlık alanında yapılan vakıf tesislerinin de bir hayli çok olduğu görülür. Bunlara Arapça Darüşşifa veya Farsça Bimaristan ismi verilir. En eskisi Kayseri’de bir hayırsever Türk kadını olan Gevher Nesibe Hatun ve Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kurulmuştur (1205). Şifâiye adı ile bilinen bu vakıf abidede yalnız hastalar ve deliler tedavi edilmiyor, tıp eğitimi de yapılıyordu. Sivas Darüşşifası, I. İzzeddin Keykavus tarafından 1217 tarihinde kurulmuştur. I. İzzeddin buraya mütevelli olarak Ferruh Abdullah’ı tayin eder. Bu mütevelli vakıf şartlarına göre, Darüşşifa’da ikamet eden gözhekimleri (kehhal) ve cerrahların vakıftan alacakları payı tespit eder. Yine vakıf şartları arasında, vakıf akârının üç yıldan fazla bir süre ile kiralanmaması kaydı dikkat çeker.5
Çankırı’da da bir vakıf Darüşşifa vardır. Atabeg Ferruh tarafından yaptırılan Çankırı Darüşşifası’nın 1235 tarihinde yapıldığı, kitabesinden anlaşılmaktadır. Tıp dünyasına alem olan yılanlı figür, taş üzerine kazınmıştır.6
Pervaneoğlu Ali Bey tarafından Kastamonu’da 1272 yılında bir hastane inşa edilmiştir. Yılanlı Dergâh diye bilinir. Kitabesinde buranın mâristan olarak yapıldığına dair Arapça bir kayıt vardır. Ayrıca Peygamberin bir hadisi de yer alır: “Ey Allah’ın kulları, hastalarınızı ilaçla tedavi ettiriniz. Çünkü Allah Taala her dert için bir ilaç yaratmıştır. Yalnız ölümün ilacı yoktur.” Bu mübarek mâristanın inşasını Allah’ın rahmetine muhtaç, mağfiretine en yoksul Süleyman b. Ali emretti. Allah onun hayırlı işlerini kabul etsin ve günahlarını affetsin. Hayır kazanmak için bu binayı vakfetti (1272).7
Bu dönem için diğer önemli vakıf hastaneler hayırsever bir kadın olan Turan Melek Sultan’ın Divriği’de 1228’de yaptırdığı Divriği Darüşşifası; 1277 tarihli Tokat Darüşşifası; Amasya’da İlhanlı hükümdarı Olcaytu Mehmed’in haremi İlduz Hatun nâmına yaptırdığı 1308 tarihli Darüşşifa anılmalıdır.8
Aileyi Güçlendirme: Türk vakıfları içinde aile fertlerine kurulan vakıf gelirlerinden pay verme veya yönetime katılma şartlarına çokça rastlanılması dikkat çekicidir. Ö. L. Barkan “Şer’î Miras Hukuku ve Evladlık Vakıflar” adlı makalesinde9 evladlık vakıflar üzerinde durmuştur. Evladlık vakıf yoluyla, vâkıflar, genellikle mülklerini vakıf haline sokmakta, vasiyet halinde 1/3’ü aşmayacak olan selahiyetlerini, aşmak imkanı buldular. Böylece hukukî bir usûlle İslam miras hukukunun miras ve vasiyetle ilgili hükümlerinden kurtuldular. Bu, netice itibariyle, mülkiyetin bölüşülmemesini, tek ekonomik güç olarak, aile fertleri arasında kalmasını sağlamıştır.
Öte yandan örnek olarak ele aldığımız birkaç Türk Vakfiyesinde aile fertlerinin korunması sarahaten şarta bağlanmıştır. Bu bazen bir mali pay, bazen bir tevliyet ve bazen dolaylı koruma şeklinde ortaya çıkar.
Râhatoğlu Vakfı’na (1320) baktığımızda: “Vâkfın muhtaç akrabasına, ihtiyarlara, kocakarılara, dullara, kötürüm, kör ve cüzzamlılara, fukara ve miskinlerin techiz ve tekfinlerine vakıf gelirinin sarf edilmesi” hükmü vardır. Ayrıca “vâkıfın muhtaç olan akrabasına, karınlarını doyuracak ve giyimlerine yetecek miktar; dullar, kocakarılar ve muhtaç kadınlara devamlı surette her ay üç men atılmış iyi pamuktan her birine birer okka pamuk, yaşlı erkeklere birer dirhem para” vs. şartlar yer alır.
Bunların içinde ismen anılarak Râhatoğlu ailesinden Rükneddin Hattab’ın kızı Dilşad için özel bir şart konulmuştur ki, ailenin korunması için örnek teşkil eder. Buna göre: Vâkıfın kız torunu Dilşad’a 5 yaşına kadar yılda 720, 15 yaşına kadar yılda 1200 dirhem harcanması, vakfın ikinci 1/5’inden artan miktar ile cihazının hazırlanması ve münasibiyle evlendirilmesi şart kılınmıştır.10
Zürrî vakıf türünde rastlanan bu kabil şartlardan biri de Kırşehir, Caca Nureddin Vakfiyesi’nde görülür. Burada Cacaoğlu Nureddin, kaydı hayat şartıyla kız kardeşi Devlet Hatun için vakıf şart kılmıştır.11
Yukarıda adı geçen Seyfeddin Turumtay adına düzenlenen Vakfiyede ise aile fertlerini koruma başka bir şekilde tezahür eder. Müderrislik vazifesinin, vâkıfın evladına verilmesi, “kendi evlad ve ahfadından salih ve lâyık kimseler bulundukça, bir yabancının onlar üzerine takdim ve tercih edilmemesi” hükmü yer alır. Böyle bir kayda Turumtay’dan önce, Osman Turan’ın yayınladığı Altun-Aba Medresesi Vakfiyesi’nde (1202) veya Karatay Medresesi Vakfiyesi’nde (1253) rastlanmaz. İlk bakışta aile fertlerini ilme iten bir şarta yer verdiği düşünülürse de, daha bilgililerin önünü kesmek açısından ve de tekelci bir hal almasından dolayı vakfın gelişmesine engel bir vakıf şartıdır.12
Önemli bir vakfiye de hem aile ve hem de toplum bağlarını güçlendirmeye örnek olması bakımından Candaroğlu İsmail Bey’in vakfiyesidir. Burada onurlu bir şekilde köle azad etme yöntemine şahid oluyoruz. İmarete hizmet için alınmış olan üç köleye, günlük ücret olarak 3 dirhem ayrılacak, bu kölelerin hizmet süreleri 6 yılı doldurduğunda her birinin azad edilmeleri ve ayrılan para ile de yeni köleler alınarak bu işlemin sürüp gitmesi şartı mevcuttur. Vakfın bu sosyal işlevi, köle azad edilmesi konusunda, Anadolu’da daha Beylikler döneminde kurumlaşmış bir sosyal hizmeti gözler önüne sermektedir.13
Kervansaraylar-Hanlar: Selçuk kervansarayları, büyük yollar üzerine, sultanlar, vezirler ve devlet adamları tarafından zengin vakıflarla kurulmuş büyük tesislerdir. Ordulara konaklama yeri olarak da kullanılan bu yerlerin başlıca iki fonksiyonu vardır: Birincisi, zengin ticarî mallar nakleden kervanları hudut bölgelerinde düşman çapulcularından, göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyarak emniyetli konak yerlerini sağlamak; ikincisi, yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmekti. Gerçekten bu maksatla kervansaraylarda vücuda getirilen tesisler çok dikkate değer. İçlerinde yatakhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarları, ticari eşyayı koyacak depoları, yolcuların hayvanlarını koyacak ahırları, samanlıkları, yolcuların ibadetleri için mescitleri, misafirlerin yıkanmaları için hamamları, şadırvanları, hastahaneleri ve hatta kayıtlardan çıkarabildiğimize göre, eczahaneleri, yolcuların ayakkabılarını tamir ve fakir yolculara yenisini yapmak için ayakkabıcıları, hayvanları nallamak için nalbantlara varıncaya kadar her ihtiyacı karşılayacak teşkilat ve tesisleri ve bütün bunları ve bunlara dair gelir ve masrafları idare edecek divan ve memurları vardı. Bu büyük yollar üzerinde kurulan Sultan Hanları, bir vakıf olarak, oraya inen yolcu zengin olsun fakir olsun her türlü ihtiyacını karşılayacak durumda donatılmıştı.14
Bu geleneğin daha sonraki yüzyıllarda sürdüğü görülmektedir. Meselâ, Mısır’dan İstanbul’a kadar, 67 günlük bir yolculuk yapan Samuel ben David Yemşel, güzergâhta, her gece bir han veya kervansaray bulduklarını, bunlardan mahrum iki küçük kasabada ise, yolculara tahsis edilmiş misafir odalarında ağırlandıklarını yazmaktadır.15
Osman Turan’ın incelediği Celaleddin Karatay vakıflarından Kervansaray vakfı (inşası 1240) işleyişi bakımından enteresandır: Vâkıf Celaleddin Karatay, kervansarayın masraflarını, memur ve hademelerin işlerini idare ve kontrol etmek için mütevelli, müşrif (müfettiş) ve nâzırdan oluşan bir heyet tayin etmiştir. Kervansarayın muzif ve hânî (hancı) unvanlı iki görevliden ilki kervansarayın idare amiridir; yolcuların kabul ve yeme, yatma ve diğer işlerini idare eder. Hancı da hayvanların bakımı ve ahır işleriyle meşgul olur. Bir de ihtiyaç memuru (emir-i havayicî) vardır ki bunun vazifesi hanın erzak ve levazım işlerine bakmaktır. Ayrıca aşçı ve ayakkabıcı gibi görevliler çalışmaktadır. Karatay Vakfiyesi’nde, hayvanların hasta oldukları vakit bakımları düşünülmüş ve bir baytarın görevlendirilmesi ve alacağı ücret zikredilmiştir. Ama burada bir tabip kaydı yoktur. Muhtemelen ağır hastalara yakından hekim getiriliyordu. Halbuki, bu konuda, Kütahya’da bulunan Germiyanoğlu Yakub Beğ’in İmaretine ait vakfiye kitabesinde, imarette hasta olarak bulunanlara hekim getirilmesi ve ilaç verilmesi kaydına rastlarız.16
Selçuk Dönemi için de geçerli olan, Vakıf Kervansaraylarının fonksiyonları konusunda Evliya Çelebi’nin şu sözleri bize ışık tutmaktadır: “Akşam yemeğinden sonra, kapıdan mehterhane çalınıp, kapı kapatılır. Bekçiler kandiller yakıp dibinde yatarlar. Eğer gece yarısı dışarıdan misafir gelirse kapıyı açıp içeri alırlar, hazır olan yemekten getirirler. Amma, cihan yıkılsa içeriden dışarıya bir âdem bırakmazlar. Vakıf kurucusunun şartı böyledir. Bütün misafirler kalkınca, yine mehterhane dövülüp, herkes malından haberdar olur. Hancılar, dellallar gibi: ‘Ey Ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, atınız tamam mıdır?’ diye rica edip nida ederler. Misafirlerin cümlesi: ‘Tamamdır. Hak, hayrat sahibine rahmet eyleye.’ Dediklerinde kapıcılar kapıları açıp, yine kapı dibinde: ‘Gâfil gitmen, bisât gaip etmen, herkesi refik etmen yürü Allah âsân getire.’ diye dua ve nasihat ederler. Herkes bir tarafa revan olur.”
İmaret: Yaygın olan imaret vakıflarının dikkat çekici tahsisleri vardır. Karamanoğlu İbrahim Bey Vakfiyesi’nde şu satırlar yer alır: “Eğer imarete âlim ve şeyhlerden ulu misafirler gelecek olursa, mütevelli onları güzel karşılayacak ve imaretin en mutena yerinde konuklayacak, yemeklerini derhal hazırlayacak ve onlara has simitler ikram edecektir. Bu suretle, ziyafet ve ağırlama üç gün sürecek, misafirlerin hayvanlarına doyacak kadar yulaf ve arpa verilecektir.”17
Kütahya’daki II. Yakub Beğ’in İmareti ile ilgili taş vakfiyede, bu yere gelen misafirlere yardım ve hastalarla ilgili şartlar yer alır. Vakfiyenin dili ile buradan bir parçayı sunalım: “…Gelen misafirlerin atına, yine üç güne dek yem vereler. Andan gerü anda olan misafirlere ve mücavirlere adetinde aşı ve ekmeği ilkin anlara bol vereler, andan sonra gerü kalanı vereler. Ve dahi anda kim ki hasta olası olsa, ana hekim getireler, ilaç itdüreler ve hekim hakkın vereler ve edviye parasın vereler.”18
İnsanlara karşılıksız hizmeti amaçlayan bir vakıf da asıl adı Hacı Mehmed olan Ali Pehlevan’ın Milas’ın Yavadı köyündeki tesisidir. Adı Dâr-ı Sulehâ denen câmi, zaviye ve hücrelerden ibarettir. Burada tek tek sayamadı
ğımız vakıf gelirlerini vâkıf: “Ehl-i vezaif ve hayrat ve sûfiyye ve fukara ve mesâkin ve sülehanın sabahda ve akşamda iaşe ve it’amlarına (doyurulmalarına)” sarfolunmasını şart kılmıştır.
Vakıf Su Yolları: İslamiyetin temizliğe ve suya verdiği önem Kur’an’da ve Peygamberin hadislerinde ifade edilmiştir. Bu hayata yansıtılarak su ile ilgili pek çok tesis kurulmuştur: Hamam, çeşme, selsebil, sebil, değirmen, sarnıç, kuyu, şadırvan ve diğerleri. Türkiye’de halen İslamî vakıf su tesislerinden XII-XIII. yüzyıl Selçuklu Dönemi’nden gelen eserler mevcuttur.
Sebil mimarisinin çok yaygın olduğu görülmektedir. Daha çok, şehirlerin merkezinde cami, medrese, han gibi yapıların ana cephelerinde XIII.yy.’da şekillenen, XVI.yüzyılda sayıları artan sebiller yapılmıştır. 1285 tarihli Konya Sahib-Ata Camii portalinde, 1299 tarihli Beyşehir Eşrefoğlu Süleyman Bey kuzey portalindeki sebiller örnek olarak verilebilir.
Sebiller vakıf şartlarına uygun olarak taşıma su ile doldurulduğu müddetçe vazife görmekte idiler. Bazı vakfiyelerde (Sahib-Ata), sıcak yaz günlerine rastlayan Ramazanlarda sebillerden sade su yerine buzlu su veya şerbet verilmesi mümkün olmaktadır.19
Su vakıfları içinde hamamların ayrı bir yeri vardır. Daha Selçuklular zamanında, Anadolu’nun birçok şehrinde yapılan hamamlar, büyük bir ihtiyaca cevap veren hayrî ve sosyal tesislerdir. Vakıf hamam olarak Atabey Muzaffereddin Yavlak Arslan tarafından yapılan ve vakfiyesi 1262 yılını taşıyan en eski hamam Kastamonu’dadır. Yine aynı şehirde Bey Hamamı olarak bilinen yer Candaroğlu İsmail Bey’in vakfıdır.20
Diğerleri: Vakıf türleri, insanın ihtiyaç duyduğu her şeyi kapsar. Bu ihtiyaçlar hem maddî hem manevî olmaktadır.
Selçuklular, İslama aykırı düşüncelere karşı, Sünniliği canlandırmak için vakıf medreseleri kurdukları gibi, ihtidayı teşvik için de, Hıristiyan, Yahudi ve putperestlerden İslam’ı kabul edecek olanların ihtiyaçlarının karşılanması, sünnet edilmeleri ve Kur’an öğrenmeleri amacıyla vakıf gelirlerinden pay ayırmışlardır.
Yine kimsesiz çocukların sünnet edilmeleri, giydirilmeleri ve fakir halktan ölenlerin tekfin ve techiz edilmeleri için vakıflardan pay ayrıldığına şahit oluyoruz.21
Böylece birçok vakıf türü gördük. Bunlardaki sosyal amaç insanlığın maddî ve manevî yükselmesidir. Çok ulvi bir duygunun ifadesi olarak vakıf eserleri, tarih boyunca insan farkı gözetmeden hatta bütün varlıklara hizmet vermiş ve kültürümüzün de temel taşları olmuşlardır.
DİPNOTLAR
1 O. Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri I., Şemseddin Altun-Aba ve Hayatı”, Belleten, Sayı: 42, s. 202-204.
2 O. Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri III., Celaleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, Sayı: 45, s. 74.
3 R. Yinanç, “Selçuklu Medreselerinden Amasya Halifet Gazi Medresesi ve Vakıfları”, Vakıflar Dergisi, C. XV, s. 5.
4 İ. Kayaoğlu, “Turumtay Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, C. XII, s. 101.
5 M. Cevdet, “Sıvas Darüşşifası Vakfiyesi ve Tercümesi”, Vakıflar Dergisi, C. I, s. 38.
6 S. Ünver, “Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri”, Malazgirt Armağanı, TTK. Yay. s. 14, kitabın sonundaki resimler içinde Kitabe yer almaktadır.
7 A. Gökoğlu, Paflagonya, I, Kastamonu 1952, s. 37.
8 S. Ünver, A. g. m., s. 19; İ. Kayaoğlu, “İslamda Vakıf ve Sağlık vakıfları”, Milli Kültür, Sayı: 45, 1984, s. 6-7.
9 Ö. L. Barkan, “Şer’î Miras Hukuku ve Evladlık Vakıflar”, İst. Ünv. Hukuk Fak. Mecm., C. VI, no. 1, İstanbul 1940.
10 İ. Kayaoğlu, “Râhatoğlu ve Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, C. XIII, s. 6-7.
11 A. Temir, Kırşehir Emiri Caca-oğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapca-Mogolca Vakfiyesi, T. T. K. Yay. Ankara 1959, s. 133.
12 İ. Kayaoğlu, “Turumtay Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, C. XII, s. 106.
13 İ. Kayaoğlu, “Candaroğlu İsmail Bey Vakfiyesi”, X. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1991, s. 1047.
14 O. Turan, “Selçuk Kervansarayları”, Belleten, Sayı: 39, Ankara 1939; İ. Kayaoğlu, “Selçuklular Devrinde Ticari Hayat”, A. Ü. İlahiyat Fak. Derg., C. XXIV, Ankara 1981, s. 363-64 vd.
15 B. Lewis, “1641-1642’de Bir Karayit’in Türkiye Seyahatnamesi”, Vakıflar Dergisi, C. III, s. 97-106.
16 O. Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri III., Celaleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, Sayı: 45, C. XII, s. 56-58.
17 İ. H. Uzunçarşılı, “Karamanoğulları Devri Vesikalarından İbrahim Bey’in Karaman İmareti Vakfiyesi”, Belleten, Sayı: 1, Ankara 1938.
18 M. Çetin Varlık, Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara 1979, s. 149.
19 Y. Önge, Su Yapıları, TTK. Yay., Ankara 1997, s. 19.
20 Y. Önge, “Vakıf Medeniyetinde Su ve Önemi”, I. Vakıf Haftası, Ankara 1983, s. 23.
21 O. Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri I., Şemseddin Altun-Aba Vakfiyesi ve Hayatı, Belleten, Sayı: 42, C. XI, Ankara 1947, s. 211.
KAYNAKLAR
Kayaoğlu, İsmet, “Selçuklu Vakıflarına Genel Bir Bakış”, II. Vakıf Haftası, Ankara 1987, s. 22-26.
Kayaoğlu, İsmet, “Râhatoğlu ve Vakfiyesi”, Vakıflar Dergisi, Sayı: XIII, Ankara, 1981, s. 1-30.
Önge, Yılmaz, Türk Mimarisinde Selçuklular ve Osmanlılar Döneminde Su Yapıları, TTK. Yay., Ankara 1997.
Temir, Ahmet, Kırşehir Emiri Caca-oğlu Nureddin’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, TTK Yay., Ankara 1959.
Turan, Osman, “Selçuk Devri Vakfiyeleri III., Celaleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Belleten, Sayı: 45, C. XII, Ankara 1948, s. 17-71.
Ünver, A. Süheyl, “Büyük Selçuklu İmparatorluğu Zamanında Vakıf Hastahanelerin Bir Kısmına Dair”, Vakıflar Dergisi, Sayı: I, Ankara 1938, s. 17-24.
Yediyıldız, Bahaeddin, “Vakıf” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C. XIII, MEB. yay., İstanbul. 1986, s. 153-172.
Afşin’de Eshab-ı Kehf Vakıfları
YaŞar BaŞ
Osmanlı Araştırmaları Vakfı / Türkiye
A. Eshab-ı Kehf
Dostları ilə paylaş: |