Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə59/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   178

Anadolu Selçukluları ibadetlerin özellikle halk tarafından yerine getirilmesine son derece önem vermişlerdir. Hatta bunun için, halkın cemaatle namaz kılmak üzere camilere gitmelerini temin etmek maksadıyla, ayet ve hadislerle delillendirdikleri emirname bile çıkarıldığına tanık olmaktayız. Selçukluların son dönemlerinde idari yapıyla birlikte halkın dini ve ahlaki yaşayışının da zayıflamasıyla kaleme alınan bu emirnamede, halkın nefsani ve şeytani hevesler içine dalmış olduğu, namazlarını terk ettikleri, bundan dolayı camilerin boş kaldığı vurgulanmaktadır. Emirnamede, ilgili görevlilerden, bütün Anadolu halkının, namazlarını kılması için teşvik edilmesi ve zorlanması istenmektedir. Yolcu durumunda bulunmayan yerleşik halk kitlelerinden ezan sesini işitebilen herkesin farz namazlarını mutlaka cemaatle kılmaları gerektiği, buna uymayanlar için şeriatın emri gereğince sert ve zorlayıcı tedbirlere başvurulacağı belirtilmektedir.63

Anadolu Selçuklu Devleti’nin din politikası, resmi olarak Sünnilik üzerine kurulmuştur. Selçuklular daha ilk dönemlerden itibaren Ehl-i Sünnet akidelerini ve özellikle Hanefîliği bütün güçleriyle koruma altına almışlardır. İslam kaynakları bu durumu gayet açık bir biçimde ortaya koymaktadırlar.64 Selçuklu Türkiyesi’nde hükümlerin Hanefî mezhebine göre verilmiş olması,65 Anadolu Selçuklularının da Hanefîlik ekolünü benimsediklerini göstermektedir. Nitekim ünlü seyyahımız İbnu Battûta da Anadolu halkının Hanefî mezhebine mensup olduğunu söyledikten sonra, o dönemde eğitimin bu mezhebe göre yapıldığını nakletmektedir.66 Dönemin diğer kaynakları da Anadolu sultanları hakkında övgü dolu ifadeler kullanırken, onların döneminde Hanefî mezhebinin gücünün en yüksek noktasına ulaştığını söylemektedirler.67

Ancak Selçukluların kısmen de olsa Şafii mezhebini de dikkate aldıklarını görmekteyiz. Mesela Anadolu Selçuklu Devleti’nin son derece önemli makamlarından biri olan ve ilmiye sınıfının en üst derecesini temsil eden kadı’l-kudatlık makamına meşhur Sirâceddin Urmevî tayin edilmiştir ki, bu kişi Şafii mezhebine mensup bir âlim idi.68 Ayrıca devlet adamlarından Fahreddin Ali, Sivas’ta yaptırmış olduğu Gök Medrese’nin müderrisinin Şafii mezhebine mensup olmasını şart koşmuştur.69

Aslında Anadolu Selçuklularının resmi Sünnilik politikası gütmesi, onların hoşgörüsüz, kendi dışındaki dini yönelişlere karşı baskıcı bir tavır aldıkları şeklinde yorumlanmamalıdır. Gerçekte Selçuklular hiçbir dönemde diğer mezheplere karşı baskıcı bir tavır içine girmemişler, sadece İslam dinini tahrip etmeye çalışan Batınîlere karşı mücadele etmişlerdir. Bu dönemde devletin, çeşitli mezheplere ve dini akımlara karşı belli bir siyaseti vardı. Buna göre devlet, mezhep ve dini akımlar arasındaki ahenk ve düzenin korunmasını sağlar, çeşitli dinsel unsurların birbirleriyle çatışma içine girmelerini önlerdi. Yani devlet, dinsel akımların asayişi bozması durumunda müdahalede bulunur, bunun dışında herhangi bir müdahalede bulunmazdı.

Bütün Orta Çağ devletlerinde olduğu gibi, Anadolu Selçuklu Devleti’nde de idare, din referanslıdır. Çünkü bu dönemde hükümdarların, hakim oldukları ülkelerde dinin kurallarını dikkate almaları, kendilerine itaatin vazgeçilmez bir şartı olarak görülmüştür. Anili Kadı Burhaneddin, I. İzzeddin Keykâvüs’ün, devletinin idaresini dine istinat ettirdiğini söylemek suretiyle,70 Selçukluların devlet idaresinde dini referans olarak aldığına dikkat çekmiştir. Anadolu Selçuklu sultanları tahta çıkma merasimlerinde dini unsurları ihmal etmeyerek yönetimlerinde dinin daima dikkate alınacağının işaretini vermişlerdir. Nitekim I. Alaaddin Keykubat saltanat tahtına oturduğu zaman din adamları, beyler ve diğer devlet büyükleri gelip elini öpmüşler, daha sonra kadı

nın da telkini ile camiye gitmişler, burada sultana bey’at yemini etmişlerdir.71

Anadolu sultanlarının dini kuralları dikkate alarak hareket ettiklerinin çarpıcı bir örneğini de Aksarâyî nakletmektedir ki, bu nakil aynı zamanda miras uygulamalarının dini esaslar çerçevesinde meydana geldiğini göstermektedir.72 Aslında Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’da sosyal medeni ilişkiler kaynağını dinden almıştır. Evlenmeler, boşanmalar, miras paylaşımları, nafakalar, borçlar gibi sosyal ve medeni hayatla ilgili hukuki kurallar tamamen dini delillere dayanılarak çözüme kavuşturulmaktaydı. Bu konuda kaynaklarda çok sayıda bilgiler bulmak mümkündür.73 Nitekim Köprülü de medeni hukuk sahasında hükümlerin dini delillere göre ortaya konduğunu söylemek suretiyle bu konuya dikkat çekmiştir.74

Anadolu’da Gayrimüslimlerin Durumu

Bilindiği gibi Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’da, Müslümanların yanı sıra özellikle Hıristiyanların çoğunluğunu oluşturduğu gayrimüslimler de mevcuttu. Selçuklu sultanları bu gayrimüslim unsurlarla iyi diyalog içinde bulunmuşlardır. Onlar, gerek Anadolu’daki, gerekse Bizans ülkesindeki Hıristiyanlarla, evlilik yoluyla akrabalıklar kurmuşlardır. Bundan dolayı Hıristiyan unsurun Selçuklu sarayında etkili olduğu görülmektedir. Sultanların Hıristiyan eşleri arasında Ermenilerden, Gürcülerden ve Rumlardan kadınlar bulunmaktaydı.

Selçuklu sultan ve şehzadelerinin zaman zaman İstanbul’a gitmek durumunda kalmaları ve Hıristiyan kadınlarla yaptıkları evlilikler, onların Hıristiyan halka karşı sempati duymalarında ve toleranslı davranmalarında kuşkusuz etkili olmuştur.75 Selçuklu Devleti’nde gayrimüslimler önemli sayılacak noktalarda görevler almışlardır. Mesela Kayseri gibi önemli bir şehrin iğdişbaşılık görevinde bulunan Hacuk oğlu Hüsam’ın, Ermeni asıllı olduğu söylenmektedir.76 Yine tarihi kaynaklarımız, II. İzzeddin Keykâvüs’ün Rum dayılarından bahsederek, bunların devlet işlerine karıştığını ifade etmektedirler.77 Örnekleri çoğaltmamız elbette mümkündür. Ancak asıl önemli olan, Selçukluların hizmetinde bulunan bu Hıristiyan unsurların kendi milliyetlerini ve dinlerini koruyabildikleridir.

Anadolu Selçuklularında gayrimüslimlerin dini bakımdan da daima hoşgörü içinde yaşadıklarını, kendilerine dini açıdan hiçbir zorluk çıkarılmadığını görmekteyiz. Gerçekten Selçuklu sultanları, kendi dinlerinden olmayan vatandaşlarına her bakımdan tam bir din özgürlüğü tanımışlardır.78 Hatta I. İzzeddin Keykâvüs’ün gayrimüslimlere gösterdiği büyük hoşgörü, İbnu’l-Arabî gibi büyük bir İslam düşünürünü kızdırmış, bu sebeple o, bu sultana ihtarda bulunmuştur.79

Anadolu Selçuklu sultanlarının gayrimüslimlere karşı göstermiş olduğu bu hoşgörülü tavır Müslüman halka da yansımıştır. Anadolu’daki farklı dinsel kesimler, burada genel itibarıyla ahenk içinde yaşamışlardır. Hatta dış düşmanlara karşı hem Müslüman kesim, hem de gayrimüslim kesim birlikte hareket etmişler, ülkelerini korumak için ortak hareket etme kararı almışlardır. Örneğin, Moğolların Selçukluları mağlup etmesiyle, ileri gelenler Malatya’dan kaçmış ve bu sebeple şehir bir müddet idarecisiz kalmıştır. Bunun üzerine şehirdeki Müslümanlarla gayrimüslimler, aralarında sadakat yemini etmişler ve şehrin patriğini başlarına idareci olarak tayin etmişlerdir.80

Anadolu’da ilk zamanlarda birbirine ihtiyatla yaklaşan iki farklı kültürün insanları zaman geçtikçe birbirlerini daha iyi anlamaya başlamışlardır. Meselâ Süryani Mihael, eserinin bir yerinde Türklerin son derece merhametsiz olduklarını söylerken, hatta bazı olayları gayet dramatik bir biçimde tasvir ederken, sonraki yıllarda ise ilk yıllardaki düşüncelerinin tam tersine, Türklerin Hıristiyanlara hiçbir kötülük yapmadıklarını söylemiştir.81 Karşılıklı tanışmanın sonucu olarak Selçuklu Türkleri ile yerli halk arasında genel itibarıyla daha yakın bir dostluk ve daha sıcak ilişkiler meydana gelmiştir.

Bu dostluk ilişkileri dönemin Hıristiyan kaynakları tarafından da teyit edilmiştir. Niketas’ın ifadesine göre, Beyşehir Gölü’ndeki adalarda yaşayan Hıristiyan halkın Konya’daki Türklerle oldukça sıkı ilişkileri vardı. Buradaki Hıristiyanlar Konyalılarla gayet kuvvetli dostluk kurmuşlardı. Bu yüzden onların tarafını tutuyorlar, Bizansı kendilerine düşman gibi görüyorlardı. Hatta Niketas, buradaki Hıristiyanları, söz konusu dostluklarından ve Bizans’a karşı sergiledikleri tavırlarından dolayı yadırgamıştır.82

Birbirleriyle köylerde sınır sınıra, şehirlerde ise çoğu zaman iç içe yaşayan bu iki farklı din mensupları arasında hiçbir zaman derin bir düşmanlık meydana gelmemiştir. Nadir durumlarda meydana gelen bazı olumsuz durumları bir kenara bırakırsak, halk kitleleri birbirleriyle uyum sağlamışlardır. İki halk arasındaki bu uyum Türk-Bizans sınırları üzerinde dahi devam etmiştir. Bu sebeple uçlarda yaşayan Müslüman ve Hıristiyanlar arasında bile dini sebeplerden dolayı ortaya çıkmış herhangi bir mücadeleye rastlamadığımızı söyleyebiliriz.83 İki halk arasındaki ilişkiler fanatizmden uzak, güzel bir dostluk havası içinde devam etmiştir. Türklerin dinsel tarihiyle ilgili yapmış olduğu çalışmalarla tanınan Jean-Paul Roux, Anadolu Selçuklu sultanlarının tüm hakimi

yetleri boyunca Türklerle Ermeni ve Rum halkları arasındaki ilişkilerin daima sıcak ve mükemmel olduğunu söyleyerek, bu gerçeğe vurgu yapmıştır.84 İki taraf arasındaki bu dostluk ve kaynaşma çok yönlü ilişki ve etkileşimlerin meydana gelmesine de yol açmıştır.

Anadolu Selçukluları

Döneminde Din Kurumları

Anadolu Selçuklularının dine karşı gösterdiği ilgi ve önemin bir sonucu olarak, gerek devlet eliyle, gerekse özel teşebbüsler sonucu Anadolu coğrafyasında çok sayıda dini kurumlar oluşturulmuştur. Devlet eliyle oluşturulan bu kurumların başında “Nikâbet Teşkilatı” gelmektedir. Bu teşkilatın esas görevi, seyyid ve şerifleri araştırarak kendilerini Hz. Peygamberin soyuna nispet eden sahtekarları saptamak, gerçek seyyidlere sağlanan kolaylıkları en iyi bir biçimde organize etmektir.

Anadolu Selçuklularının bu kuruma son derece önem verdiği görülmektedir. Onların bu kuruma verdiği ehemmiyet, kuşkusuz, peygamber torunlarına gösterdikleri saygının bir tezahürüdür. Nitekim seyyidler Selçuklu Devleti tarafından, Hz. Peygamberin bir emaneti ve “Risalet ağacının meyveleri, nübüvvet deryasının incileri” olarak görülmüştür.85 Bu saygıdan dolayı Anadolu Selçuklu Devleti seyyidlerin bütün ihtiyaçlarını karşılamış, onlara geçimlerini temin etmek maksadıyla devlet ödeneği ayırarak maaş vermiştir. Er-Râvendî, Anadolu Selçukluları döneminde seyyidler için kurulan vakıf ve verilen maaş ve ödenek gibi şeylerin başka hiçbir devirde bu kadar fazla olmadığını belirtmek suretiyle86 bu noktaya işarette bulunmuştur. Anadolu’da yaşadıkları müddetçe gösterdikleri bütün faaliyetlerde kendilerine her türlü kolaylığın sağlanması için özel fermanlar çıkarılmıştır. Bu fermanlarda devlet yetkililerinden, seyyide ayrılan ödeneğin aksatılmadan ödenmesi, ticaret yapanlardan vergi alınmaması, devletin bütün yetkililerinin bu ferman ve beratlara mutlaka uymaları gerektiği belirtilmiştir.87

Dini mahiyette ve dini referanslara sahip olduğunda kuşku bulunmayan vakıf müessesesi de, Anadolu Selçuklularının, üzerinde önemle durduğu dinsel kurumlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde dini, sosyal ve kültürel bütün kurumlar vakıflar aracılığıyla finanse edilmiştir. Selçuklu Türkiyesi’nde vakıf faaliyetleri o kadar ileri boyuttaydı ki, kaynaklar, bu dönemde hayvanlar için bile vakıfların kurulduğunu haber vermektedir.88 Ülke içinde son derece yaygınlaşmış ve sosyal ve ekonomik hayatta vazgeçilmez bir yer edinmiş olan vakıfların idaresi için özel bir birim kurulmuştur. Bir nevi vakıflar nezareti olan bu birim, menşurlarda “Divan-ı tevliyet” olarak yerini almış89 ve buraya çok önemli devlet adamları tayin edilmiştir.

Daha İslam’ın ilk yıllarından itibaren başta ibadetlerin yerine getirilmesi olmak üzere, çok yönlü maksatlarla kullanılan mescit ve camiler, Anadolu Selçuklularının üzerinde önemle durduğu ve yapımına öncelik verdiği dini kurumlardır. Onlar Anadolu’da Bizans’la mücadele yıllarında bile cami yapmayı ihmal etmemişler, sükûnet döneminde ise söz konusu coğrafyadaki yerleşim birimlerinde bu dinsel mekanların yapımına devam etmişlerdir. Camilere devlet tarafından imam ve hatipler tayin edilmiştir.90 Hem camilerin ihtiyaçları, hem de buralara tayin edilenlerin maaşları vakıflarla karşılanmıştır.91

Bu arada Selçuklular hafızlık olgusunu da Anadolu’da bir kurum haline getirmişlerdir. Onlar, şehirlere, diğer görevlilerin yanı sıra, hafızlar da tayin etmişlerdir.92 Hatta Selçuklular, kendi saraylarında “Hassa hafızı” adı altında bir birim bile oluşturmuşlardır. Anadolu’da bunun dışında türbe hafızlığı da ihdas edilmiştir.93 Hatta bazı medreselerde de hafız tayinleri yapıldığını görmekteyiz ki,94 bunlar Anadolu Selçuklularının hafızlık konusuna nasıl hassasiyet gösterdiklerinin birer göstergesidir.

Selçukluların Anadolu’da eğitim kurumu olarak çok sayıda açtığı medreselere paralel olarak oluşturdukları müesseselerden bir diğeri, müderrislik kurumudur. Selçuklular Anadolu’da önemli yerleşim birimlerinde mutlaka bir medrese yaptırmışlardır. Onların bu çabalarının, Anadolu halkının daha çok dini eğitimlerini sağlamaya yönelik olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu dönemde medreselerde daha ziyade dini ilimlerin okutulduğunu bilmekteyiz. Nitekim Sultan Baybars’la birlikte Anadolu’ya gelmiş olan İbnu’z-Zahir, yazdığı bir risalede, Kayseri’deki medreselerin mükemmelliğinden bahsederek, bunun, Kayseri halkının şer’î ve dini ilimlere rağbetini gösteren bir delil olduğunu söylemek suretiyle,95 medreselerde okutulan ilimlerin dini ilimler olduğuna işaret etmiştir. Selçuklular bu kurumlara liyakatli âlimlerden oluşan müderrisler tayin etmişlerdir. Bu tayinler büyük bir ciddiyet ve resmiyetle yapılmış, bu konuda devlet tarafından menşurlar çıkarılmıştır.96

Anadolu Selçuklularının, yapımına önem verdikleri din ve kültür kurumlarından biri de tekke ve zaviyelerdir. Gerçekten Selçuklular bu kurumları, devletlerinin kuruluş ve daha sonra da gelişme dönemlerinde devlet eliyle daima desteklemişler,97 köylere varıncaya kadar Anadolu’yu tekke ve zaviyelerle doldurmuşlardır. Onların, inşa ettikleri tekke ve zaviyelere verdikleri önemi, büyük kent merkezlerinde oluşturdukları tam teşekküllü yapılar üzerinde görmekteyiz.
Nitekim İbnu’z-Zahir, Kayseri’de gördüğü tekke ve zaviyelerden övgüyle bahsederek şunları söyler: “Kayseri’de tekkeler, ribatlar gördüm. Bu binalar, yaptıranların himmet sahibi olduklarını, şer’î ve dini ilimlere karşı duydukları samimi ilgiyi gösterir. Bu binalar sağlam oldukları gibi, parlatılmış ve süslenmiş, en güzel kırmızı taşlardan yapılmıştır. Zeminleri de yine en güzel bir biçimde bunlarla döşenmiştir. Tekkelerdeki kapkacaklar ve oturmak için yapılmış sedirler, en güzel çinilerle süslenmiştir. Yere serilmiş olan halıları da en değerli Gürcü halılarındandır.”98 İbnu’z-zahir’in zikrettiği bu bilgiler, Selçukluların tekke ve zaviye yapımına verdikleri önemi göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Dini yönünün yanı sıra, iskan ve kolonizasyon aracı olarak da görev yapmış olan tekke ve zaviyeler, Selçuklu Dönemi’nde genel hizmet müesseseleri haline gelmişlerdir. Bu müesseselerin başına devlet tarafından şeyhler tayin edilmiş ve böylece Anadolu’da tekke ve zaviye şeyhliği kurumu ortaya çıkmıştır. Bundan sonra da şeyhlik görevi bir devlet memuriyeti haline gelmiştir.99 Zaviye şeyhlerinin görev, yetki ve hakları, bu göreve yapılan atamalar vasıtasıyla çıkartılmış olan menşurlarda detaylı bir şekilde belirtilmiştir.100

Sonuç

Görüldüğü gibi Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’da dini bakımdan parlak bir periyot yaşanmıştır. Bu periyot, daha çok Orta Asya, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinden gelen İslam âlimleri ve sufilerinin söz konusu coğrafyada faaliyet göstermeleriyle başlamış, Selçuklu sultanları ve devlet adamlarının onları himaye etmeleri ve kendilerine gereken kolaylığı göstermeleriyle gelişmiş, nihayet Anadolu Selçuklu Devleti’nin çeşitli dinsel kurumlar oluşturmasıyla zirveye ulaşmıştır.



Selçuklular Dönemi’nde Anadolu’nun İslamlaşmasında ve burada dini hayatın sürekli olarak canlılığını muhafaza etmesinde, tasavvufun ve tasavvuf büyüklerinin rolleri göz ardı edilemeyecek kadar büyük olmuştur. Dini hayatın canlılığında, gördüğümüz gibi, Selçuklu sultanlarının ve devletinin politikaları da etkili olmuştur. Her şeyden önce, özellikle kuruluş ve yükseliş dönemlerinin hükümdarları dinî ve ahlakî meziyetlere sahip olmalarıyla dikkat çekmektedir. Söz konusu meziyetlere sahip olan sultanların idaresindeki devlet tarafından, bu canlılığın devamı için emirnameler çıkarılmıştır. Bu dönemde Anadolu’daki gayrimüslimler, daha önce kendi devletlerinin idareleri altında bile görmedikleri bir toleransa sahip olmuşlardır.

Anadolu Selçuklularında din referanslı sosyal ve kültürel kurumların inşa ve imarına büyük önem verilmiştir. Bütün bunların sonucunda Anadolu toprakları, her bakımdan, daha önce görmediği bir refah ve gelişme seviyesine ulaşmış, büyük bir kültür ve medeniyet hareketine ev sahipliği yapmıştır.


DİPNOTLAR

1 Bu akınla ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Kafesoğlu, İbrahim, “Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (1015-1020) ve Bunun Tarihi Ehemmiyeti”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Köprülü Armağanı, İstanbul, 1953, s. 259-274.

2 Gibbons, Herbert Adams, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, çev. Ragıp Hulûsi Özdem, Osmanlıcadan aktaran: Hüseyin Dağ, Ankara, 1998, s. 13.

3 Gordlevski, V., Anadolu Selçuklu Devleti, çev. Azer Yaran, Ankara, 1988, 318.

4 Bausani, A., “Religion in the Saljuq Period”, The Cambridge History of Iran, edit. J. A. Boyle, Cambridge, 1968, V, 296.

5 Köprülü, Fuat, Anadolu’da İslamiyet, nşr. Mehmet Kanar, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 49, (Babinger’le birlikte); Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “XII. ve XIII. Asırlarda Anadolu’daki Fikir Hareketleri ile İçtimai Müesseselere Bir Bakış”, III. Türk Tarih Kongresi (Tebliğler), Ankara, 1948, s. 294.

6 Eflâkî, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri (Menâkıbu’l-Ârifîn), çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1989, I, 294.

7 Aksarâyî, Kerimeddin Mahmud, Selçukî Devletleri Tarihi (Müsâmeretü’l-Ahbâr), çev. M. Nuri Gençosman, Ankara, 1943, s. 174-175.

8 Lambton, A. K., “Changing Concepts of Justice and Injustice from the 5th/11th Century to the 8th/14th Century in Persia: The Saljuk Empire and the Ilkhanete”, Studia Islamica, LXVIII (1988), s. 46.

9 Bu nasihat mektubu için bkz. İbnu’l-Arabî, Muhyiddin Muhammed b. Ali, el-Futûhâtu’l-Mekkiyye, Mektebetu’s-Sakafatu’r-Reyniyye, b. y. y., b. t. y., IV, 547-548.

10 Uzunçarşılı, “XII. -XIII. Asırlarda Anadolu’da Fikir Hareketleri”, s. 296-297; Cahen, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, çev. Yıldız Moran, İstanbul, 1984, s. 251-252; Tahralı, Mustafa, “Muhyiddin İbn Arabî ve Türkiye’ye tesirleri”, Endülüs’ten İspanya’ya, Ankara, 1996, s. 70.

11 İbnu Mulakkin, Sirâcuddin Ebû Hafs Umer b. Ali b. Ahmed, Tabakatu’l-Evliyâ, nşr. Nureddin Şureybe, Beyrut, 1986, s. 443.

12 İbnu Bîbî, el-Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca’ferî er-Rugadî, el-Evâmiru’l-Alâiye fi’l-Umûri’l-Alâiye, çev. Mürsel Öztürk, Ankara, 1996, I, 251-252.

13 Bkz. Melikoff, Iréne, “Les Origines Centre-Asiatiques du Sufisme Anatolian”, Turcica, XX (1988), s. 7-18.

14 Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, s. 250.

15 Balcıoğlu, Tahir Harîmî, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, (Hilmi Ziya Ülken’in mukaddime yazısıyla birlikte), b. y. y., b. t. y., s. 83.

16 Bu konuyla ilgili bazı örnekler için bkz. İbnu Battûta, Seyahatnâme-i İbnu Battûta, çev. Mehmed Şerif, İstanbul, 1333-1335, I, 327-328, 335-337; Evliya Çelebi, Muhammed Zıllî b. Derviş, Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, Derseâdet, 1314-1318, II, 18.

17 Bazı örnekler için bkz. a. k., II, 18; III, 453; V, 61.

18 Balcıoğlu, a.g.e., s. 88; Gordlevski, a.g.e., s. 317.

19 Câmî, Abdurrahman, Nefehâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds, (Lâ

mii’ Çelebi tercüme ve şerhiyle birlikte), İstanbul, 1980, s. 513; 514.

20 A. k, s. 491; Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimi’l-Fütüvve, nşr. Kemal Eraslan, Ankara, 1996, s. 276-277.

21 Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s. 48-49; Ocak, Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı, İstanbul, 1996, s. 63-64; a. mlf., La Revolte de Baba Resul ou la Formation de L’Heterodoxie Musulmane en Anatolie au XIII. Siecle, Ankara, 1989, s. 27. Bu heterodoks şeyh ve dervişlerin Anadolu’daki yaşayışları, statüleri, Sünni yazarların ve halk kitlelerinin bunlara yaklaşımı hakkında bazı tespitler için ayrıca bkz. Turan, Osman, “Selçuk Türkiyesi Din Tarihine Dair Bir Kaynak: Fustâtu al-Adâle fî Kavâid is-Saltana”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Köprülü Armağanı, İstanbul, 1953, s. 531-552.

22 Heterodoks sufilerin, Anadolu’da meydana gelen ihtidalarda oynadığı roller ve bu konudaki bir değerlendirme için bkz. Ocak, Ahmet Yaşar, “Bazı Menâkıbnamelere Göre XIII-XIV. Yüzyıllardaki İhtidalarda Heterodoks Şeyh ve Dervişlerin Rolü”, Osmanlı Araştırmaları, II, İstanbul, 1981, s. 31-42.

23 Câmî, a.g.e., s. 484-485.

24 Evliya Çelebi, a.g.e., III, 194.

25 Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1991, s. 196-204.

26 Babinger, Franz, Anadolu’da İslamiyet, çev. Ragıp Hulusi, nşr. Mehmet Kanar, İstanbul, 1996, s. 17.

27 Âşıkpaşazâde, Âşıkpaşazâde Tarihi (Tevârih-i Âli Osman), nşr. Âli Beğ, İstanbul, 1332, s. 205.

28 Nizamülmülk, Siyasetname, çev. Muhammed Şerif Çavdaroğlu, İstanbul, ts., s. 72.

29 Ahmed b. Mahmud, Selçuk-Name, nşr. Erdoğan Merçil, İstanbul, 1977, II, 9-10.

30 Hasluck, F. W., Christianity and Islam under the Sultans, Oxford, 1929, I, 167.

31 Vryonis, Speros Jr., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Elevent through the Fifteenth Century, London, 1971, 382.

32 Ünver, Süheyl, “Anadolu Selçuklu Hanedanı Tahtları Üzerine”, VII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Ankara, 1972, I, 406.

33 Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s. 42.

34 İbnu Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâiye, I, 241.

35 Er-Râvendî, Muhammed b. Ali b. Süleyman, Râhatu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr, çev. Ahmet Ateş, Ankara, 1957, I, 65.

36 Eflâkî, a.g.e., I, 420.

37 A. k., I, 375-376.

38 Turan, Osman, “Les Souverains Seldjoukides et Leurs Sujets Non-Musulmans”, Studia Islamica, I, 86.

39 İbnu’l-Adîm, Kemaleddin Ebû’l-Kasım ‘Umer, Zubdetu’l-Haleb fî Tarîhi’l-Haleb, nşr. Sâmi ed-Dehhân, Damas, 1954, II, 295 (neşredenin haşiyesi).

40 İbnu Bîbî, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, çev. M. Nuri Gençosman, Ankara, 1941, s. 35.

41 İbnu’l-Esîr, ‘Izzuddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Muhammed, el-Kâmil fî’t-Tarîh, Beyrut, 1965-1966, XII, 146.

42 Affan Seljuk, “Saljukid Period and the Persian Historiography”, Islamic Culture, III (1977), s. 181.

43 Er-Râvendî, a.g.e., I, 121.

44 Şiirle birlikte bkz. İbnu Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâiye, I, 111-113.

45 A. k., I, 149; Togan, Zeki Velidî, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981, s. 205.

46 Mektup için bkz. İbnu’l-Arabî, a.g.e., IV, 547-548.

47 Hasluck, a.g.e., I, 167.

48 Neşrî, Mehmed, Kitâb-ı Cihan-Nûma, nşr. F. R. Unat-M. A. Köymen, Ankara, 1949, I, 37-39.

49 Devletşah, Tezkire-i Devletşah, çev. Necati Lügal, Ankara, 1963-1967, I, 313.

50 Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s. 53.

51 Bütün bu adı geçen şahsiyetlerin din büyüklerine gösterdikleri yakın ve sıcak ilişkilerle ilgili olarak sırasıyla bkz. İbnu Bîbî, a.g.e., II, 93-94, 132, 207-208.

52 Köprülü, Fuad, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, Ankara, 1999, s. 65.

53 Er-Râvendî, a.g.e., I, 65.

54 İbnu Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâiye, I, 246.

55 A. k., I, 32.

56 Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul, 1996, s. 438.

57 Mesela bkz. İbnu Bîbî, el-Evâmiru’l-Alâiye, II, 76.

58 Aksarâyî, a.g.e., s. 145.

59 A. k., s. 172.

60 Bkz. Takârîru’l-Manâsıb, nşr. Osman Turan (Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar içinde), Ankara, 1988, s. 79.

61 El-Hûyî, Hasan b. Abdi’l-Mu’min, Rusûmu’r-Resâil ve Nucûmu’l-Fezâil (Gunyetu’l-Kâtib ile birlikte), nşr. Adnan Sadık Erzi, Ankara, 1963, s. 34.

62 Bkz. Kazvînî, Zekeriyya b. Muhammed b. Mahmud, Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-Ibâd, Beyrut, ts., s. 537-538.

63 Takârîru’l-Manâsıb, s. 80.

64 Örnek olarak bkz. İbnu Kesîr, ‘Imâduddîn Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, 1977, XII, 69; Ayrıca bkz. Köprülü, Anadoluda İslamiyet, s. 49.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin