Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə74/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   178

23 Rumların Sultan ile antlaşmasının sebebini kaynaklar her ne kadar kuşatmanın şiddetine bağlasa da bu andlaşma için, Sultan’ın Grek ahali üzerinde ağırlığı olan, sözü dinlenir Grek asıllı kayınpederi veya aralarında andlaşma olan İznik İmparatoru Laskaris aracı olmuş olabilir (İbn-i Bibi, I, 319-20; O. Turan, Türkiye, 281).

24 İbn-i Bibi, I, 115-21; O. Turan, Türkiye, 284-5; Cahen, Turquie, 67-8.
25 Heyd, I, 129-30; Ostrogorsky, 331-2; ş. Turan, 22-3.

26 Heyd, I, 334, dipnot 880.

27 O. Turan, Vesikalar, 139.

28 Gautier de Montbéliard, Kıbrıs Krallığı’nın gerçek banisi Amaury de Lusignan (1194-1205)’nın konnetabllığında bulunmuş Hugue’ün en büyük ablası Burgundia ile evli bir Fransız şövalyesiydi. Kıbrıs Kralı Amaury de Lusignan’nın ölümünden sonra on yaşındaki oğlu Hugue küçük olduğu için niyâbeten krallığın başına geçmiştir (Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, trc. Fikret Işıltan. Ankara 1992, III, 119; Melek Delilbaş, Türk Hükümdarlarına Ait Yunanca Ahidnâmeler ve Nâmeler (XIII-XV. yy.), Doçentlik Tezi, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Tarihi, Ankara 1980, 21-22.

29 İbn-i Bibi, I, 162-3.

30 Choniatês, 286, 290; Paul Wittek, “Bizanslılardan Türklere Geçen Yer Adları”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, I (1969), 220; O. Turan, Türkiye, 219, 242, 248.

31 İbn-i Bibi, I, 168-75; O. Turan, Türkiye, 302-7; Cahen, Turquie, 71-2. O dönemde tüccar için, bazergân, ehl-i bazar, hâce ve tâcir isimleri kullanılıyordu (Merçil, Meslekler, 147).

32 Cahen, Turquie, 125.

33 İbn-i Bibi, I, 162-7; İbn-i Vâsıl, Müferricü’l-kurûb fi ahbâr-ı benî Eyyûb, thk. Cemalüddin şeyyat, Kahire, 1953-1960, III, 233; Ahmed Tevhid, “Antalya Surları Kitâbeleri”, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, IX/86 (1341), 166-9; O. Turan, Türkiye, 308-12.

34 Tarihçiler Osmanlı-öncesi Türkiye’de mutad gümrük resminin, malın değerine göre (ad valorem) %2 olduğunu belirtseler de bu konuda referansları daha sonraki uygulamalardır. Dolayısıyla burada bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Çünkü genelde mutad gümrük advalorem %10 idi. İtalyan devletleri Bizans İmparatorluğu, Haçlı Prenslikleri, Kıbrıs ve Ermeni Krallıklarında hiç gümrük ödemiyordu. Mısır’da ise bu oran malın cinsine göre %16’ya kadar çıkıyordu. Pisalıların 1215’de elde ettikleri berata göre altın ve gümüşte gümrük %10, diğer mallarda %16 idi. Pisalılar %2 oranındaki vergi ödeme imtiyazını 1291’de elde edebildi. Kilikya Ermeni Krallığında ise 1355’de elde etti (Heyd, I, 463; Ş. Turan, 122).

35 Bu ibare o dönemlerde carî olan hukukî bir kaideye gönderme yapmaktadır. Buna göre bir gemi fırtına dolayısıyla hasara uğrar veya batarsa gemideki insan ve emtia hadisenin cereyan ettiği kıyılara hâkim devlete ait kabul edilirdi. Roma hukukuna aykırı ve gayr-i ahlakî görülen bu uygulama, 1079’da Latran’da aktedilen Konsil tarafından tel’in edilmişse de bir türlü yürürlükten kaldıramamışlardı. Fakat Venedikliler, Cenevizliler ve Kilikya Ermeni Krallığı kendi aralarında, yaptıkları akitlerle bu uygulamayı yürürlükten kaldırmayı başarmışlardır (O. Turan, Vesikalar, 113-4).

36 Zekeriyyâ Kazvinî, Asârü’l-bilâd ve ahbârü’l-ibâd, Beyrut, 1960, 240, 321; Francesco Balduccu Pegolotti, La pratica della mercatura, edit. Allan Evans, New York 1970, 34, 43, 293, 369, 376, naklen O. Turan, “Türkiye-Kıbrıs Münasebetleri”, 218.

37 M. E. Martin, “Notes and Documents, The Venetian-Seljuk Treaty of 1220”, English Historical Review, 96 (1980), 326.

38 Heyd, I, 333; O. Turan, Vesikalar, 124; Martin, 326. Ayrıca bu andlaşmaların değerlendirmesi için bkz. O. Turan, Vesikalar, 121-37; ş. Turan, 118-26.

39 Martin, 321. Jacobus Teopulo 10 Ekim 1219’den Haziran 1220’ye kadar İstanbul’da Venedik Podestası (Doge’un temsilcisi= vali, şehremini) olarak görev yapmıştı (Martin, 324). Elçi Emir Sipehsalar Şemsüddin Emir el-Gazi hakkında bkz. O. Turan, “Selçuklu Devri Vakfiyeleri III, Celâleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri,” TTK Belleten, XII/45 (1948), 136; O. Turan, Vesikalar, 64, 73, 132-4, not 39.

40 Metnin Türkçe tercümesi için bkz. O. Turan, Vesikalar, 143-6.

41 O. Turan, Vesikalar, 144-5; ş. Turan, 120.

42 O. Turan, Vesikalar, 144.

43 Venedik hâkimiyetindeki yerlerde yabancı tüccarlardan alınan gümrük %2. 5 (quarantesimo) idi (Ş. Turan, 122). Diğer memleketlerde alınan gümrüklerle karşılaştırıldığında Venediklilerin daha Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde gümrükte önemli bir imtiyaz elde etmişe benziyor. Gerçi İtalyan tacirler Bizans İmparatorluğu, Haçlı Prenslikleri, Kıbrıs ve Ermeni Krallıklarında hiç gümrük ödemiyordu (Ş. Turan, 122).

44 O. Turan, Vesikalar, 144. O. Turan bu hükmü değerlendirmeye tabi tutarak muahedede altın, gümüş ve değerli madenler için ithalatın, zahire için ihracatın serbest bırakılmış olması gerektiğini belirtiyor (O. Turan, Vesikalar, 130-1). Halbuki hüküm, O. Turan’ın yaptığı yoruma elverişli ayrıntıyı içermemektedir. Kıymetli madenlerin girişi için verginin kaldırılmış olabileceği düşünülebilir, fakat Türkiye’deki gümüş üretiminin yetersiz olup olmadığı ve yine o tarihlerde uzun süren kıtlıkların olup olmadığı göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla bu cümlenin lafzından, gerek kıymetli madenlerin gerekse zahirenin hem ihracatının hem de ithalatının gümrükten muaf tutulduğu anlaşılıyor. Ayrıca O. Turan’nın bu görüşünü tenkit için bkz. Ş. Turan, 122-3.

45 O. Turan göre Curia ile başında kadıların bulunduğu şer’î mahkemelerin dışında örfî davaların görüldüğü, başında Sultan’ın emrinde çalışan Emîr-i dâd veya Emîr-i adl’in bulunduğu Dîvân-i adl diğer adıyla Dîvân-i mezâlim kasdediliyordu (O. Turan, Vesikalar, 131-2; Erdoğan Merçil, “Selçuklularda Emîr-i Dâd Müessesesi”, TTK Belleten, 225 (1995), ss. 327-340).

46 Muahede-nâme’nin tercüme metni için bkz. O. Turan, Vesikalar, 143-6. Bu muahedenin değerlendirmesi için bkz. O. Turan, Vesikalar, 122-37; ş. Turan, 118-26.

47 İbn-i Bibi, I, 258-63; Bar Hebreaus, 516.

48 Wittek, “Selçukluların daha denize çok kısa bir süre önce kavuşmalarına rağmen, Alaiye’de kuvvetli bir tersane yaptırmalarını, onların denizciliğin ehemmiyetini çok iyi kavradıklarının en beliğ delili olduğunu” belirtiyor (Paul Wittek, Menteşe Beyliği, 13-15. Asırda Garbî Anadolu Tarihine Ait Tetkik, trc. O. ş. Gökyay, Ankara 1986, 30).

49 Heyd, I, 333; Martin, 326.

50 Martin, 326.

51 Friar William of Rubruck, “The Journal of Friar William of Rubruck 1253 to 1255”, Contemporaries of Marco Polo, edit. Manuel Komroff, New York, 1928, 206; Pegolotti, 369; G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce génois dans la mer noire au XIIIe siècle, Paris, 1929, 165; şap o devirde Avrupa kumaş endüstrisinde kullanılan en önemli bir hammadde idi ve tüketiminin önemli bir kısmı Foça, Kütahya ve Şebinkarahisar’daki maden yataklarından karşılanıyordu. Bu maden yataklarının son ikisi Selçuklu Devleti’nin sınırları içindeydi bkz. Cahen, “Commerce Anatolien”, 99; Claude Cahen, “L’alun avant Phocée”, Revue d’histoire économique, 1965, ss. 443-49; ş. Turan, 99.

52 Cahen, 1245’de Saint-Simon’un Latinlere mahsus bir şap tekelinden bahsetmemesine istinaden Venediklilerin bu hakkı, Selçukluların Moğollar tarafından bozguna uğratılmasından sonra elde ettiklerini düşünüyor. Zaten Venedikliler pek çok imtiyazı buradaki devletlerin dış gailelerle başı dertte iken en zayıf anlarında elde ettikleri bilinmektedir. Belki bu imtiyazların artışı daha Babaî İsyanı’nda başlamış olup Moğol istilâsına direnme de Selçuklular yanında yer almaları sebebiyle daha da artmış olabilir. Çünkü Venedikli bir tüccar 1243 senesinde Konya’daydı ve Moğollarla yapılan Kösedağ Savaşı’nda askeri şef olarak görev yapmıştı bkz. Cahen, “Commerce Anatolien”, 99.

53 Heyd, I, 335, dipnot 884.

54 O. Turan, Vesikalar, 124-5.

55 Heyd, I, dipnot 880.

56 Heyd, I, 406.

57 Heyd, I, 454-5; David Ayalon, “Memlûkler ve Deniz Kuvvetleri, İslam Alemi ile Hıristiyan Avrupa Arasındaki Mücadelenin Bir Safhası”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 25 (1971), 46-8; ş. Turan, 97.

58 İbn-i Battûta, Tuhfetü’l-nüzzâr fî garâibü’l-emsâr ve acâibü’l-esfâr, pub. -trad. C. Defrémery-Le d’B. R. Sanguinetti, Faximile, Frankfurt, 1994, 259-60; Eflâkî, Menâkıbü’l-arifîn, thk. Tahsin Yazıcı, Ankara 1976-1980, I, 474, 489, II, 789;-Ariflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1989, I, 513, 530, II, 200; Heyd, I, 608, 612; Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı, İstanbul 1983, 7-8.

59 O. Turan, Vesikalar, 83.

60 Eflâkî, Menâkıb, I, 91, Menkıbeler, I, 97.

61 O. Turan, Vesikalar, 79.

62 İbn-i Bibi, I, 317, 320; O. Turan, Türkiye, 342-3.

63 İbn-i Bibi, I, 316-7. Karadeniz havzasında tacize uğrayan tacirlerin Selçuklu sultanına durumlarını arzetmeleri, en azından siyasî açıdan Selçuklu Devleti’nin XIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren bu denizde sözü geçen en önemli güç olduğunu gösteriyor.

64 İbn-i Bibi, I, 325-45; Heyd, I, 329; A. Yakubovski, “İbn-i Bibi’nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerinin Sudak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikayesi”, trc. İsmail Kaynak, Anka

ra Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 12 (1954), 212; G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce génois dans la mer noire au XIIIe siècle, Paris 1929, 169-70; O. Turan, Türkiye, 359-3; Cahen, Turquie, 125.

65 İbn-i Bibi, I, 344.

66 Ş. Turan, 101-2.

67 Rubruck, 54-5; Merçil, Meslekler, 148-9.

68 Eflâkî, Menâkıb, I, 136-7, Menkıbeler, I, 145-6.

69 Bombacı, 80, naklen ş. Turan, 96.

70 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi 1243-1453, İstanbul 1974, I, 18-9; ş. Turan, 100.

71 M. Kemal Özergin, Anadolu Selçukluları Çağında Anadolu Yolları, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 1959, 129.

72 İbnü’l-Esîr, XII, 242; Selçuklular döneminde Sivas şehri için O. Turan’ın müstakil bir çalışmasına bkz. O. Turan, “Selçuklular Zamanında Sivas Şehri”, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 9 (1951), 449.

73 İbn-i Saîd, Kitâbu basti’l-arz fî’t-tûl ve’l-arz, nşr. Hınıs-Havan Kırnıt, Titvan 1985, 120.

74 Hamdullah Kazvinî, Nüzhatü’l-kulûb, thk. G. Le Strange, Faksimile, Frankfurt 1993, 94.

75 O. Turan, “Selçuklular Zamanında Sivas şehri”, 448-57.

76 Özergin, Yollar, 108-9, 117.

77 Özergin, Yollar, 51, 134; Akdağ, 23.

78 Zekeriyyâ Kazvînî, 531. Yabanlu Pazarı hakkında yapılmış müstakil ve kapsamlı çalışma için bkz. Sümer, 11-24.

79 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1993, 368.

80 İbnü’l-Esîr, XII, 95.

81 Saint-Quentin, 66-7.

82 el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebsâr fî memâlikü’l-emsâr adlı eserinden Türkiye ile ilgili kısmı: Al-’Umarî, Bericht über Anatolien in seinem Werke Masâlik al-absâr fî mamâlik al-amsâr, nşr. Franz Taeschner, Leipzig, 1929, 19 vd.

83 Ş. Turan, 96.

84 Zekeriyya Kazvînî belki biraz abartarak güzergâhlar boyunca her fersahda (4 saatlik=12000 adımlık=yaklaşık 6-7 kilometrelik mesafe) birhan bulunduğunu, insanların soğuktan kırılmadığını ve buralarda konaklayabildiklerini, ayrıca yemek, yakacak vs. ihtiyaçlarını karşılayabildiklerini kaydeder (Zekeriyya Kazvînî, 532). Fakat 30-40 km mesafede bir han yapılmıştı.

85 M. Kemal Özergin, “Anadolu’da Selçuklu Kervansarayları”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 20 (1965), ss. 144-170. Türkiye Selçuklu kervansarayları hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. O. Turan, “Selçuk Kervansarayları”, ss. 471-496; K. Erdmann, Das anatolische Karavansaray des 13. Jahrhunderts, Berlin, 1961, I-II.

86 İbn-i Saîd, 120.

87 Tanyeli, 64-6, 71-2, 77-8.

88 İbn-i Bibi, I, 115-21. Genel olarak vergi anlamına gelen bâc hususi olarak gümrük anlamına geliyordu. Ayrıca bâc yol emniyetini temin karşılığında, merkezî idareler tarafından tespit edilen muayyen tarifeye göre, alınan bir vergiydi. Bu vergiyi toplayan tahsiladara bâjdâr toplandığı yere bâjgâh denilmekteydi. (Fuad Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müesseseleri Tarihi, İstanbul 1983, 167-172).

Selçuklu Türkiyesi’nde Para

YRD. Doç. Dr. Ahmet AltIntaŞ

Karadeniz Teknik Üniversitesi Giresun Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye


arihin çok eski çağlarından beri altın ve gümüş gibi değerli madenler, mübadele aracı olarak kullanılmıştır. Bu madenler, para halinde kullanıma sunulacağı zaman devletlerin darphanelerinde belirli şekil ve ölçülere uyulmak kaydı ile darp edilirdi. Bu paraların üzerinde çoğu kez, devletle veya onu kestiren hükümdarla ilgili işaret ve yazılar bulunurdu. Yani para, bir cephesiyle manevî, öteki cephesiyle maddî bir hâkimiyet ve hükümdarlık sembolüdür. Para vasıtasıyla, hem hükümdarın unvan ve lakaplarını, hem de zamanının ekonomik durumunu öğrenmek mümkün olur. Öte yandan, para, hükümdarın siyasî statüsünü, yani bağımlı veya bağımsız bir hükümdar olduğunu belirlemek bakımından da önemli bir belge sayılır.1 Kıymetli maden hükmünde olmamakla beraber bakır metali de para şeklinde darp edilerek, küçük ölçüdeki alışverişlerde kullanılabilmekteydi. Devletler arası ticaret vs. gibi sebeplerle başka ülkelerde de kullanılabileceği her zaman muhtemel olan sikkelerin devletler arası bazı standartlara uygun olarak darp edilmesi gerekmekteydi.

Türkiye Selçukluları, Anadolu topraklarına ulaşıp burada yeni bir yurt edinme mücadelesi verdiği ilk yıllarda, kendi darphanelerinde basılmış paraları olmadığından, piyasada mevcut olan Büyük Selçuklu, Abbasi ve Bizans2 paralarını kullanmaya devam etmişlerdir. Daha doğru bir ifade ile Selçuklu Türkiyesi’nin ticarî münasebetlerini sürdürdüğü bütün Müslim ve gayrimüslim ülkelerin paraları piyasada geçerliliğini sürdürüyordu.3 Bilhassa Abbasî sikkelerinin İslâm ülkelerinde yaygın bir kullanım alanı mevcuttu ve Türkistan’da yaşadıkları yıllardan beri bu sikkeleri tanıyor ve kullanıyorlardı. Bu itibarla, Selçuklu sultanları daha sonra kendi adlarına kestirdikleri paralarda Abbasî sikke geleneğini örnek almışlar,4 başka hükümdarların sikke darbında kullandıkları madenleri onlar da kullanmışlardır. Sikke darbında kullanılan bu madenler, altın, gümüş ve bakırdan (bronz) ibarettir.5

A. Dinar (Altın Para)

İslâm aleminde teamül haline gelen anlayışa göre, 14 krat ağırlığında (2.95 gr. veya 2.97 gr.) altın sikkeye “dinar” denilmekteydi.6 Bahsedilen bu ağırlık, değişik ülkelerde ve değişik dönemlerde ufak tefek farklılıklar göstermektedir. Selçuklu Türkiyesi’nde Abbasî dinarları, yaygın bir şekilde tedavülde bulunuyordu. Altın sikke kesimi, devletlerin ekonomik gücüyle orantılı olduğundan her devlet, istediği zaman altın sikke kesemiyordu. Selçuklu sultanları arasında ilk altın sikkenin I. Alaeddin Keykubâd tarafından darp ettirilmiş7 olduğu şeklindeki iddialara rağmen, muahhar meskükat kataloglarında bu tarih, daha gerilere doğru götürülmektedir. Yeni araştırmalarda, II. Kılıçarslan’ın da altın sikke (dinar) darp ettirdiği,8 bu sikkede isim olarak “Kılıç bin Mesud” ibaresinin yer aldığı belirtilmektedir. Aynı kaynaklar, onun 573 tarihli, Konya’da darp ettirilen 4,20 gr., ağırlığında dinarından bahsetmektedir.9 Yine aynı araştırmalarda Yapı Kredi Bankası’nın koleksiyonunda bulunduğu belirtilen II. Süleymanşah’a ait 597 tarihli, süvari tasvirli 7.20 gr. ağırlığında, Konya’da darp edilen altın sikkeden de söz edilmekte, ancak bu ifadelerin ötesinde hiçbir ayrıntıya yer verilmemektedir.10 I. Alaeddin Keykubâd’dan önce dinar darp ettiren sultanlardan biri de onun selefi ve ağabeyisi olan I. İzzeddin Keykavus’tur. Spink Son Auction I.’de neşredilen bu sikkeye ait bilgilerin mahdut olmasına karşılık, yine aynı sultanın, Şerafettin Erel koleksiyonunda mevcut olan altın sikkesiyle ilgili ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Birincisinin 614 tarihli, 4.55 gr., ikincisinin 615 tarihli ve 4.40 gr. olduğunu öğrendiğimiz sikkelerin her ikisi de Sivas’ta darp edilmiştir.11

Selçuklulardan bize intikal eden kaynak eserlerde, I. Alaeddin Keykubâd’ın altın sikkelerinden ve bunlara verilen özel isimlerden bahsedilmektedir.12 Ancak daha önceki sultanların altın sikkelerine dair hiçbir işaret verilmemektedir. Bu itibarla, bir çok araştırmacı da Selçuklularda altın sikke

darbını I. Alaeddin Keykubâd ile başlatmaktadır. Tespit edildiği kadarıyla I. Alaeddin Keykubâd, 618-631 yılları arasındaki muhtelif yıllarda Kayseri, Konya ve Sivas darphanelerinde on ayrı parti halinde darp ettirmiştir. İlk kesilen dinarın ağırlığı 2.86 gr. olup dirhem-i şer’i karşılığı olan 14 krata tekabül etmektedir. Daha sonraki iki tanesi 4.1 gr., bir tanesi 5.23 gr. ve diğerleri ise yaklaşık 4.5 gr. ağırlığında basılmıştır.13 Dikkat edildiği takdirde bu sonrakilerden en ağır olanının dışındakiler, yaklaşık olarak 1 miskal (21 krat = 1.5 dirhem) ağırlığında tutulmuş ve muhtemelen halifelerin tedavülde bulunan altın sikkelerine büyüklük olarak uydurulmaya çalışılmıştır. Altın sikkeler üzerinde “dinar” ibaresinin yer alması gelenek olduğu halde, 618 yılında kesilen ve halife dinarlarından küçük ölçekli olan sikkeye “dirhem” ifadesi konulmuştur.14 Bu ifadenin sehven konulmuş olmasını kabul edemeyeceğimiz gibi, hilafet makamına karşı tevazu olarak da değerlendirmek çok makul görülmemektedir. Belki de bu işlem, uzun yıllar boyunca halkın dinar olarak tanıdığı halife altın sikkeleriyle aralarında mevcut olan ağırlık farkından dolayıdır.

Selçuklu Türkiyesi’nde bu tarihten sonra birkaç sultanın daha altın sikke bastıkları görülmektedir. Bu sultanların ilki Alaeddin Keykubâd’ın halefi ve oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev’dir (1237-1246).15 II. İzzeddin Keykavus’un birinci ve ikinci saltanatı (1254-1259), (1246-1249), üç kardeşin müşterek saltanatı (1249-1254),16 IV. Rükneddin Kılıçarslan (1259-1266), III. Kıyaseddin Keyhusrev (1266-1284),17 II. Gıyaseddin Mesud (1308-1308) ve III. Alaeddin Keykubâd (1298-1302) dönemlerine ait altın sikkeler mevcuttur.18 Haçlı seferleriyle başlayan yeni dönemde ekonomik üstünlüğü ele geçiren Avrupa, uzun bir aradan sonra yeniden altın para darbına başlamıştır. Floransa’da 1252’de zambaklı “florino”, Cenova’da 1284’te kuşlu “genovino” ve Venedik’te de “dukato” adlarıyla tanınan altın paralar basılmıştır.19 İslâm ülkeleriyle çok yoğun bir ticarî faaliyet içinde bulunan bu ülkelerin paraları, bütün doğu piyasalarında tanınmaktaydı. 3.559 gram ağırlığında olan bu altın paralar Selçuklu Türkiyesi’nde de kullanılıyordu.20

Selçuklu siyasî birliğinin parçalanması ve dahilî muharebeler ticareti olduğu gibi, para piyasasını da etkilemiştir. Beyliklerin kuruluş dönemlerinde, kendileri bir iki deneme21 dışında altın para basamadıkları gibi, mevcut Selçuklu altınları da piyasada bulunamaz olmuştu. Ülkede Batı altınları (duka, flori vb.) kullanılıyordu. Bundan sonra altın para ancak Fatih zamanında basılmıştır.22

B. Dirhem

“Dirhem” veya “direm”, geleneksel anlamda bir dirhem ağırlığında basılmış olan gümüş sikke anlamına gelmektedir. “Direm” şeklindeki telaffuz Farsça olup aynı anlamı ifade etmektedir. Selçuklu Türkiyesi’nde çok yaygın olan dirhem, gerek devletin maliye hesaplarında ve gerek halkın günlük piyasa işlemlerinde esas alınan değer ölçüsüdür.

Selçuklu Türkiyesi’nde ilk gümüş sikke, II. Kılıçarslan’ın otuzuncu saltanat yılının tarihini taşımakta olup 581 tarihlidir ve Konya’da kesilmiştir.23 14.5 krat ağırlığa sahip olan bu gümüş sikkenin belki en ilginç olan tarafı, üzerine “dirhem” yazılması gerekirken “dinar” yazılmış olmasıdır. Daha sonra İlhanlı Dönemi’nde Gazan Han tarafından kesilen 60 krat ağırlığındaki gümüş paralara da “dinar” ifadesi yazılmıştı.24 Bu dönemde, Selçuklularla komşu olan bütün Türk devletlerinde genel anlamda “para” kelimesi karşılığında “dirhem” kelimesi kullanılmakta ve bastıkları bakır paralara da “dirhem” ifadesi yazılmaktaydı. Bununla bağlantılı olarak Türkiye Selçukluları da, daha önce dirhem adıyla bastıkları bakır sikkelerden sonra ilk gümüş sikkelerine “dinar” yazmışlardır. Fakat bu usul, II. Kılıçarslan’dan sonra terk edilmiştir. Selçuklulara komşu ve onların tabiiyetinde olan, civardaki bütün Türk devletleri ve ilk dönem beyliklerinden hiçbirinde gümüş sikke mevcut değildir.25 Daha sonraki yıllarda I. Alaeddin Keykubâd’ın saltanatının son yıllarına tesadüf etmesi muhtemel Kilikya Ermeni Baronluğu’na ait bir gümüş sikkeye de kataloglarda rastlamaktayız. Rupenitlerden I. Hetum tarafından kesilmiş olan ve tabiiyetine binaen Arapça olarak I. Alaeddin Keykubâd’ın adını da ihtiva eden bu sikke, Selçuklu ananesine uygunluğu itibariyle konumuzu ilgilendirmektedir. 15 krat ağırlığında olan bu sikkenin basım tarihi ve basım yeri bilinmemekle beraber Sis’te darp edildiği tahmin edilmektedir.26 Esasen Kilikya Ermeni Kontları, Sultan II. Süleymanşah’tan itibaren Kösedağ bozgununa kadar (1243) Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarları adına paralar darp etmeye devam etmişlerdir.27

Alaeddin Keykubâd’ın tahta geçişine kadar şer’i dirhem karşılığı olan 14 krat civarında kesilmeye devam edilen Selçuklu dirhemi (halk arasındaki isimlendirme ile “Aded”)28 onun zamanında örfî dirhem karşılığı olan 16 krata çıkarılmak suretiyle daha cazip hale getirilmiştir.29

Selçuklu dinarlarının alışılan vezni, 1252’ye kadar çok az iniş ve çıkış göstererek istikrarını muhafaza etmiştir. Fakat Moğol nüfuzu döneminde IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın idaresinde bulunan Sivas darphanesinde 1252-1256 yılları arasında düşük vezinli gümüş dirhemler kesilmeye başlamıştır. II. İzzeddin Keykavus’un Hâkim olduğu Konya darphanesi, aynı yıllarda eski veznini muhafaza etmesine rağmen, Sivas darphanesindeki

sikkelerin gümüş miktarında yapılan kısıntı, ülkede mali sıkıntının başlamış olduğunu göstermektedir. Hatta üç kardeşin müşterek saltanatı sırasında ortaya çıkan ihtilaflardan faydalanan bazı açık gözler Sivas’ta sahte sikke basmaya dahi cür’et etmişlerdir.30 Bu durum, devlet iktisadiyatı bakımından bir zaaf teşkil etmektedir; bu nedenle Sultan II. İzzeddin Keykavus, Türkiye’nin her tarafında nüfuzunu sağladıktan sonra 1257’de dirhemi eski veznine çıkarmaya muvaffak oldu.31

1243 ile 1327 yılları arasında Moğol tahakkümü altındaki Selçuklu Türkiyesi’nde meydana gelen siyasî ve içtimaî buhranların sebep olduğu tahribata rağmen, iktisadî sahadaki yıkılışın 1280’den sonra hızlandığını kabul etmek gerekir. Buna rağmen Sultan II. Gıyaseddin Mesud’un (1284-1296) saltanatının ilk yıllarına kadar küçük iniş çıkışlarla gelen dirhemin vezni, tekrar yükselerek 14 kratın üstüne çıkmıştır. Fakat 1298 yılından itibaren Selçuklu saltanatında meydana gelen otorite boşluğu dolayısıyla dirhem, tarihinde görülmedik bir düşüşle 10 krat ağırlığına kadar düşmüş ve Selçuklu saltanatı sona erinceye kadar bir daha kendini toparlayamamıştır.32 Bu buhran döneminde bir kısım Moğol idareciler, darphanecilerle anlaşarak düşük ayarlı paralar bastırmışlar ve bu yolla büyük menfaatler sağlamışlardır.33

Selçuklu dinarlarının Selçuklu dirhemlerine oranı hakkında çok kesin malumata sahip değiliz. Fakat I. Alaeddin Keykubâd döneminde hilafet merkezindeki oran bire on civarındaydı.34 Yani bir ölçek saf altın aynı miktardaki 10 ölçek gümüşe karşılık geliyordu. Bunu sikke cinsinden ifade etmek gerekirse; 10 dirhem (gümüş sikke) bir dinara (1 dirhem ağırlığında altın sikkeye) eşit sayılmaktaydı. Bu oranın Selçuklu Türkiyesi’nde de aynen geçerli olduğunu kabul etmek hatalı olmayacaktır.35 Gazan döneminde ise hem İlhanlı ülkesinde ve hem de Altınordu’da altının gümüşe oranının 1/12 olduğu daha net bir şekilde bilinmektedir36 ki aynı oranın dönemin Türkiyesi’nde de geçerli olduğu muhakkaktır.

Selçuklularda “Nısfıye” adıyla basılmış gümüş paralar da bulunmaktaydı. Ne zamandan itibaren uygulamaya başlandığına dair kesin bilgimiz mevcut olmamakla beraber, XIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren var olduğunu tahmin edebiliriz. Nısfiyeler, tedavülde bulunan gümüş dirhemlerin yarı ağırlığında sikkelerdi.37

Türkiye tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş olan Moğolların da kendi hükümdarları adına Anadolu’da kestikleri sikkeleri mevcut olduğundan dolayı bizim konumuzu bir miktar ilgilendirmektedir. Bu itibarla Moğol sikkelerine kısaca temas etmek gerekmektedir.

1243 Kösedağ bozgunu ile başlayan ilk dönemde Moğollar, Selçuklu Devleti’nin mali ve iktisadî yapısına müdahale etmemişler ve muhtar bırakmışlardır.38 İlhanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren bu muhtariyeti tedricen kaldırmışlardır. Anadolu’da ilk Moğol sikkeleri Hülagü (öl. 1265) zamanında darp edilmiştir. Buradaki maden ocakları da onların tekeline geçmiştir.39 Bununla beraber, Anadolu’da Moğol iktisadî sistemi ancak 1277 senesinde Abaka Han’n Mısır seferinden itibaren tatbik edilmiş olduğu görülmektedir. Bu sefer dönüşünde Aladağ’da, “Memalik-i Rûm” valisi olarak şehzade Kongurtay’ı ve memleketin imar ve iktisadî işlemleri için de Sahip Şemseddin Cuveynî’yi göndermiştir. Bu döneme kadar Anadolu’da mevcut olmayan “tamga” vergisini de Cuveynî’nin ihdas ettiği bildirilmektedir.40 İlhanlılar, Anadolu’nun Ahlat, Aksaray, Ankara, Beypazarı, Kayseri, Kırşehir, Konya, Malatya, Sinop, Sivas, Tokat vb. gibi şehirlerinde, Arapça ve Moğolca müşterek ibareleri içine alan paralar bastırmışlardır.41 Bu şehirlerde Moğol hükümdarları adına kesilen sikkeler, ekseriyetle Selçuklu dirhemlerine benzetiliyor ve ağırlığı 2.2 gr. ile 2.6 gr. arasında seyrediyordu. 1320’lerden sonra bir ara biraz yükselerek 2.8 grama çıkmıştır, fakat 1335’te tekrar 2,4 grama düşerek devam etmiştir.42


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin