basâir (a.i. basîret'in c.) ibretli görünüşler, deliller, ibretler.
basal (a.i.) bot. soğan ve benzeri gibi kökler.
basala (a.i.) hek. vücûdun bir tarafında yaratılıştan kalma kabartı.
basala-i sîsâiyye anat. murdar iliğin dimağ ile birleştiği yerde görünen kabartı.
bâ-sâmân (f.b.s.) 1. zengin, varlıklı. 2. düzgün, düzenli.
basaliyye (a.i.) bot. soğan.
basar (a.i.c. ebsâr) 1. göz. 2. görme.
Hadîd-ül-basar gözü keskin.
Kuvvet-i basar gözün iyi görmesi.
basar-ı ayneynî psik. iki gözle görme, fr. vision binoculaire.
basar-ı müzdevic hek. çift görme, iki gözle birden görme.
basar-ül-hakk Tann'nın algılayıcı gözü.
basâret göz açıklığı, inceden inceye etraflı, derin görüş.
basarî (a.s. basar'dan) görüşle ilgili olan.
bâ-savâb (a.zf.) doğrulukla, doğruca.
basbasa (a.i.) 1. köpeğin yaltaklanması, kuyruğunu sallayıp sokulması. 2. dalkavukların nefret edilecek hâli.
bâsır (a.s. basar'dan) gören, görücü.
bâsıra (a.i. basar'dan) 1. görmek kuvveti ve hassası, görüş, görme. 2. göz. (bkz: ayn, çeşm).
bâsıt (a.s. bast'dan) 1. yayan, yayıcı.
bâsıt-ül-keff (avuç açan) dilenci.
bâsıt-ür-rızk Allah. 2. anat. bir uzvu uzatıp açan [adalel.
bâsıta (a.i.) biy. açan, fr.tenseur.
basîta-i şemsiyye astr. güneş saati, fr. cadran solaire.
basî (a.i.c. busu') ter.
bâsia (a.i.) çok kırmızı olan dudak.
bâsia-i mahbûbe sevgilinin kırmızı dudağı.
bâsik (a.s.) eli açık, cömert [adam].
bâsika (a.i.) ağzına kadar su dolu olan kuyu.
bâsil (a.s.) 1. kahraman, yiğit, cesur kimse. 2. haram şey. 3. fena, sert, kötü söz. 4. çirkin kimse.
basîle (a.i.) soğan çeşidi.
bâsim (a.s. besm'den) güler yüzlü, şen adam. (bkz. bessâm).
basîr (a.s. basar'dan) görüp, anlayan.
bâsire (f.i.) ekin.
basîret (a.i.) 1. önden görüş, seziş. 2. istanbul'da İ 869- 1 878 yıllarında Ali Efendi tarafından yayımlanmış "Menâfii vataniyye ve havâdis-i mûmiyyeye dâir millet gazetesi".
basîret-i kalb gönül uyanıklığı.
basîret-kâr a f h ç) ; basiretli, önden gören, sezişli.
basîret-kârâne (a.f.zf.) önden görene, sezene yakışacak surette.
basîret-kârî (a.b.i.) önden görmeklik.
basît (a.s. bast'dan) 1. sâde, düz, arızasız, engelsiz. 2. açık, geniş, yayvan, yaygın. 3. sâde, yalın. 4. neşeli, şen, güleryüzlü. 5. i. aruz vezinlerinden biri. (bkz. aruz). 6. kolay, (bkz: asan, sehl).
basît-ül-vech güleryüzlü, güleç.
basît-ül-yed eliaçık, cömert.
bâsita (a.i.) uzak yer.
basîte (a.i.) 1. döşeme minder. 2. düz yer, arz. 3. yükseklik ölçmeye yarayan yayvan Güneş saati.
bast (a.i.) 1. yayma, açma, uzun uzadıya anlatma, (bkz: ityân, serd).
bast fî makam-il-hafî Allah'ın abdi mah-lûkat ile zahiren bast demesi. Bu; abd'in halk için batman rahmete vesîle olmasını iktizâ eder. Böyle olan abid eşyayı istîâb eder. Onun her şeyde tesîri olur; hiçbir şey onun üzerinde müessir olamaz.
bast fî makam-il-kalb Nefis makamında rica mesabesindedir. Lütuf ve rahmeti, kurb ve ünsü kabule işarettir, [mukabili kabz'dır].
bast-ı bisât halı, kilim, örtü gibi şeyleri sermek.
bast-ı cevâb karşılık verme.
bast-ı dâ'vâ dâva açma.
bast-ı makal söz açma.
bast-ı mukaddemât asıl maksada girmeden bir şeyler söyleme. 2. mat. tüm sayılı bir kesrin tüm sayısını, kesrin paydasıyla çarpıp payına katmak ve çıkanı pay yapıp asıl paydasını olduğu gibi bırakmak. 3. tas. rica hâli. [Kabule, rahmete, ünse işaret olarak Allah tarafından tevcihin gelmesine de "bast" denilir].
bast-ı yed el uzatma, yerine getirme, üzerine alma, baskın çıkmaya çalışma.
bast ü beyân açığa vurma, açıklama, ortaya koyma.
bâstân (f.s.) 1. mazi, geçmiş, eski. 2. i. târih.
bâstân-i bîbaka sonsuz târih, dünyâ.
bâstân-şinâs (f.b.s.) târih, geçmiş zaman.
bâsûr (a.i.c. bevâsîr) ; hek. mayasıl; kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesinden ve bâzan iltihaplanmasından dolayı makadın içinde ve dışında peyda olan memeler yüzünden makattan kan veya cerahat gelme, fr. hemorro'ides.
bâsûrî (a.s.) basurla ilgili.
Evrâm-ı bâsûriyye basur memeleri.
bâş (f.n.) olsun, ola.
bâşak (a.i.) zool. bir cins küçük atmaca.
bâşâm (f.i.) perde, örtü.
bâşâme, bâşûme (f.i.) kadınların örtündükleri yaşmak, bürümcük, tülbent, başörtüsü, namaz bezi.
bâşe (f.i.) atmaca [kuş].
bâşe-i felek "nesr-i tâir" ve "vâki" denilen iki yıldız.
bâşed (f.e.) olur, ola.
Gah bâşed, gâh ne-bâşed kâh olur, kâh olmaz.
bâşeng (f.i.) 1. asma üzerinde bulunan üzüm salkımı. 2. tohumluk olmak üzere alıkonulan sarı ve iri hıyar.
bâşgûn, bâşgûne (f.s.) 1. ters, başaşağı. 2. şom, uğursuz, (bkz. bâzgûn, bâzgûne, vâjgûn, vâjgûne).
bâşir (a.s.) 1. müjdeci. 2. güler, mesut, mutlu.
bâş-pâre (t.f.b.i.) 1. baş parçası. 2. muz. ney, nısfiye ve girift'lerde, âletin yu karı ucunda bulunan ve üflemek üzere dudağa dokundurulan kısmına denilir ki, sazdan ayrılabilen bir kısımdır ve kamıştan değil, aşınmasın ve iyi dursun diye ceviz, şimşir gibi kıymetli ağaçlardan veya fildişi, boynuz, kehli- bar gibi maddelerden yapılır, [fagot, klarnet gi bi nefesli çalgılarda da böyle ayn ağızlık parçası mevcuttur].
bat (a.i.). (bkz. batt).
batâet (a.i.) yavaşlık, ağırlık, ağır davranma.
Batâlese (a.i.c.) Ptolemeos soyundan gelen hükümdarlar.
batâlet (a.i.) 1. işsizlik, avarelik. 2. cesaret, kahramanlık.
batânet (a.i.) 1. büyük kannhhk. 2. çok yiyicilik, oburluk.
batar (a.i.) 1. çok sevinme. 2. kibirlenme 3. haksızlık etme.
batarika (a.i. batrik'in c.) patrikler.
batbata (a.i.) 1. kazın ötmesi. 2. kazın suya dalışı.
bâtere (f.i.) tef. (bkz: dâire).
bathâ' (a.i.c. bitâh) 1. çakıl taşlı büyük dere. 2. Mekke'de dağ arasında bulunan bir dere. 3, dağ arasındaki dere. 4. h. i. Mek-ke-i Mükerreme.
bâtıl (a.s. butlân'dan) boş, beyhude, yalan; çürük.
bâtıl i'tikad boş inanç.
batın (a.i.c. butun, ebtân) 1. karın. 2. nesil, soy. (bkz: batn).
bâtın (a.i.c. bevâtın) 1. iç. 2. iç yüz. 3. gizli, görünmeyen nesne. 4. Tanrı. S. içteki, içyüzdeki.
Ehl-i bâtın sofiler, ilâhî sırra ermiş bulunanlar.
Havâss-ı bâtına fels. "hissi müşterek, hayâl, vehm, hafıza, mutasarrıfa" denilen beş iç duygusu. 6. (a.i.c. ebtine) çukur, kuytu yer.
bâtınen (a.zf.) dâhilen, içyüzünde; içinden olarak.
bâtınî (a.s.) dahilî, sır ve hakikatle ilgili [zahirî mukabili].
bâtıniyye (a.i.) bâtıl mezheplerden biri olup âyetlerin dış mânâlarından ziyâde bâtın, iç mânâlarına ehemmiyet verdikleri için Tanrı sıfatlarının bâzılarını şüpheli gösterirler; Hasan Sabbah'ın tarikatı.
bâtıye (a.i.) içki sürahisi.
batî (a.s. batâet'den) yavaş, ağır hareketli.
batî-ül-hareke hareketi, davranışı ağır.
batî-ül-hazm hazmı güç. sindirimi ağır.
batî-ül-mizâc tabiatı, huyu ağır, yavaş olan.
Batîh (a.s.) zengin [adam].
batîha (a.i.c. batâyih) sazlı, kamışlı dere.
bâtik (a.s.) keskin, (bkz: bürrân).
batîn (a.s.) 1. büyük karınlı. 2. uzak yer.
batîr (a.i.) nalbant.
bâtir (f.i.) turna kuşu.
bâtir (a.s.) keskin [kılıç].
bâtire (a.i.c. bevâtir) keskin kılıç, (bkz: tîg-i bürrân).
batîş (a.s. batş'dan) sertlikle, şiddetle hareket eden.
batn (a.i.c. ebtân, bütün), (bkz: batın).
batnen ba'de batnın soydan soya, nesilden nesile, kuşaktan kuşağa, ["evvelki batında kimse varken ikinci batında olan kimse istifâde edemez" demektir].
batn-ı kebîr büyük karın.
batnî (a.s.) karına mensup, karınla ilgili.
batş (-i-) zor veşiddetle yakalayış, sertlikle tutuş.
batt (a.i.) l. kaz. 2. kaz şeklindeki sürahi, su kabı.
battâl (a.s. batâlet'den) 1. cesur, kahraman. 2. pek büyük. 3. işe yaramaz, hantal. 4. işsiz.
battâliyye (a.i. battâl'dan) [eskiden] işi bitmiş olan resmî kâğıtların konulduğu torba.
battâniyye (a.i. bat'dan) yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanılan yünden yapılmış kalın örtü.
Baûza, bauz (a.i.) sivrisinek.
bâver (f.i.) 1. tasdik, inanma. 2. s. sağlam; pek doğru.
bayâtî (f.i.) muz. (bkz: beyâtî).
bâ-vücûd-ki (f.a.b.s.) böyle iken, bununla beraber, (bkz: maa-hazâ).
bâyeste (f.s.) lüzumlu, gerekli.
bay-gân (f.b.i.) bekçi, koruyucu.
bâyız (a.s. beyzâ'dan) yumurtlayan, yumurtlayıcı.
bâyi (a.s. bey'den) satan, satıcı.
bâyiiyye (a.i.) pazar yerlerine gönderilen mevad ve eşyadan gümrük intisap resminden başka olarak alınan resim.
bâyin (a.s. beyn'den) aralayıcı, ayırıcı.
Talâk-ı bayin boşayan tarafından ric'ati mümkün olmayan talâk.
bâyir (a.i.) sürülmemiş, açılmamış, sen, katı, ham toprak.
bâyiste (f.s.) zarurî, lâzım, gerekli.
bâyiste-i hestî Cenâbı Hak.
baykar (a.s.) çulha, bez ve kumaş dokuyan.
baykara (a.i.) 1. helak olma, mahvolma. 2. böbürlene böbürlene salınarak yürüme. 3. malı çok olma.
bayrak (f.i.) bayrak, sancak, (bkz: alem).
bayrak-dâr (f.b.s.) bayrak taşıyan, (bkz: alem-dâr, sancak-dâr).
Bayrâmiyye (o.i.) Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından XIV. asrın sonlanyla XV. asrın ilk yarısında Ankara'da kurulan bir tarikat.
baytâr (a.i.) hayvan hekimi, veteriner.
baytara (a.i,) baytarlık, hayvan hekimliği.
baytarî (a.s.) baytarlıkla, veterinerlikle ilgili, [müen. "baytariyye"].
bayzar (a.i.) 1. rahmin başlangıcındaki et parçası, dilcik, (bkz: bazr). 2. sövme, sövüp sayma.
bâz (a.zf.) 1. geri, gerisin geriye. 2. tekrar, yeniden.
bâz (f.i.) 1. doğan [kuş], şehbaz, şahin. 2. s. açık. 4. tekrar, geri; yine. 5. bir kulaç boyu. 6. iniş. 7. fark etme, ayırma. 8. sel uğrağı. 9. yan taraf. 10. karış. 11. dönük. 12. şarap. 13. haraç.
Ser-bâz başı açık. 3. s. oynatıcı, oynayan.
Âteş-bâz ateşle oynayan;
Cân-bâz canı ile oynayan, canbaz, fr. acrobate;
Kumar-bâz kumar oynayan, kumarcı.
bâz-ül-Eşheb Hz. Abdül-Kadir Geylânî'nin lâkabı.
ba'z (a.i.) bir şeyin küçük kısmı, parçası. 2. s. bir kaç, bir miktar, bir kısım, bir takım.
ba'zân (a.zf.) vakit vakit, ara-sıra.
bâzâr (f.i.) 1. pazar, çarşı. 2. alışveriş. 3. pazar yeri.
Şâhid-i bâzâr zayıf ahlâklı kadın.
bâzâr-ı âlem bütün çarşı, pazar.
bâzâr-ı Ukâz (bkz: sûk-ı Ukâz).
bâzâr-gâh (f.b.i.) pazar yeri, çarşı.
bâzârî (f.s.) pazarla ilgili, pazarda alınıp satılan.
bâz-bân (f-b.i.) doğancı, kuşçu.
bâzbe-hazîne (f.a.b.i.) geri verilmek üzere eğreti olarak hazîneden alınan şeyler.
bâz-dâr (f.b.i.) doğancı, avcı, kuşçu, kuşçubaşı.
bâzek (f.i.) küçük doğan [kuş].
bâzende (f.s.) oynayan, oynayıcı, dansöz.
bâzende-zebân (f.b.s.) geveze, boşboğaz.
bâzergân (f.b.i.) 1. bezirgan, tacir. 2. ağa makamında Yahudilere verilen bir ad.
bâzergânî (f.b.i.) tüccarlık.
bâz-geşt (f.b.i.) geri dönme. 2. pişmanlık. 3. gerileme; çöküş.
bâzgûn, bâzgûne 1. ters, başaşağı. 2. şom, uğursuz, (bkz. bâşgûne).
bâzgüşâ (f.b.i.) insandaki ayırdetme kuvveti.
bâz-hâne (f.b.i.) ev kuşlarının yetiştirildiği ve barındırıldığı yer.
ba'zı (a.zf.) birazı, bir kısmı; kimi.
bâzıa (a.i.) hek. derisi kesilmek üzere olan yara.
bâzıh (a.s.) yüce, yüksek.
Cibâl-i bâzıha yüce, yüksek dağlar.
bâzık (a.s.) zekî, anlayışlı.
bâzî (a.s.) 1. beğenmeyen, istihfaf eden, ağzıbozuk, küfürbaz.
bâzî (f.i.) oyun, eğlence.
bâzîçe 1. oyuncak. 2. oyun, eğlence.
bâyî-gâh (f.b.i.) oyun yeri, eğlence yeri.
bâzî-gede oyun yeri, eğlence
bâzî-ger (f.b.s.) oyun oynayan, rakseden, köçek, çengi.
bâzî-gerî (f.b.i.) köçeklik, çengilik, oyunculuk.
bâzî-gûş (f.b.s.) şen, lâtîfeci kimse.
bâzî-hâne (f.bi) oyun, eğlence yeri.
bâzil (a.s. bezl'den) bol bol veren, dağıtan.
bâzir (a.s.) 1. ekici, eken. 2. dedikoducu. 3. geveze.
bâz-keşt (f.b.i.) Nakşî tâbirlerin-dendir. Nakşî tarikatında hususî olarak mevcut on bir kelimeden birisi, [diğerleri hoş derdem, nazar ber kadem, sefer der vatan, halvet der encümen, yâd-kird, nigâh-daşt, yâd-dâşt, vu-kuf-ı zamânî, vukuf-ı adedî, vukuf-ı kalbî'dir].
bâzmânde (f.b.s.) 1. geri kalmış, durmuş. 2. kafasız, kabiliyetsiz.
bâz-nâme (f.b.i.) kuşçuluk, bilhassa avcı kuşlar için yazılan eser.
bâz-pes (f.b.zf.) 1. geri. 2. yeniden, tekrar.
bazr (a.i.) kadınk nişânesindeki fazla et, dilcik.
bâzû (f.i.) 1. kolun omuz ile dirsek arasındaki kısmı, pazı. 2. meç. güç, kuvvet ve istidat.
bâzû-bend (f.b.i.) kolbağı, pazvant (pazıbent).
bâzû-dirâz (f.b.s.) "uzun kollu" 1. nüfuzlu, sözü geçer. 2. zâlim. 3. müdahaleci. 4. İsferdiyâr'ın oğlu Behmen'in lâkabıdır.
-be (f.e.) 1. kelimelere -e hâlini verir.
dest-be-dest elele. 2. -e kadar mânâsını verir
Tâ-besabâh sabaha kadar.
be-ceyb yakaya doğru.
be-der dışarı.
be-dûş omuzda.
be-gâyet çok aşın, son derece.
be-hakkı hakkı için.
be hakkı Hudâ Allah hakkı için.
be-hod kendi başına, yalnız.
be-hem-zede (bkz: behem-zede).
be-hükm-i kader kaderin hükmüyle.
be-hükm-i kadî kadı kararıyla.
be-hükm-i li-llâh Allah'ın hükmünce.
be-kavl-i şârî' huk. kanunu koyana göre.
bebân, bebbân (a.i.) tarz, üslûp, yol.
bebbân-ı şübbân gençlerin tarzı, yürüyüşü, yolu.
bebga (a.i.) dudu, papağan, (bkz: pebga).
bebgaiyye (a.i.) fels. papağanlık, fr. psittacisme.
bebr, bebir (f.i.) eski kitaplara göre, Hindistan'da ve Afrika'da bulunur, kediye benzer, gayet büyük, üstü yol yol tüylü, saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeden, arslanın bile korktuğu, azgın bir canavarmış. [eski lûgat çiler, "böbürlenmek" kelimesinin "bebir"den geldiğini söylerler].
bec (f.i.) 1. su ve şarap sızıntısı. 2. ağzın içi, avurt.
becâ' (a.s.) 1. geniş, bol.
Ayn-i becâ' geniş, iri göz. 2. i. geyik, karaca.
becâ (f.zf.) yerinde, uygun.
becâ-nâ-becâ yerli ve yersiz, iyi ve kötü, uygun ve uygunsuz.
becâyiş (f.i.) değişme, karşılıklı yer değiştirme.
becbece (a.i.) çocuk avutmak için yapılan gürültü, hokkabazlık, tuhaflık.
becce-i kûy (bkz: veled-i gayr-i meşru).
bece (a.i.) sivilce, arpacık [çıban].
becel (a.i.) 1. yalan, iftira, (bkz: bühtan). 2. şaşma.
becidd (f.s.) 1. ciddî, gerçek. 2. z f. cidden, gerçekten.
becîl (a.s.) 1. büyük, itibarlı, gösterişli, muhterem kimse. 2. şişman.
becîr (a.s.) birçok.
becrâ' (a.s.) 1. göbeği çıkık [kadın]. 2. yüksek [yer, tepe].
beççe, beçe (f.i.c. beçegân) insan veya hayvan yavrusu.
beççe-i nev yeni doğmuş çocuk veya hayvan.
beçe-i hor (bkz: beçe-i hurşîd).
beçe-i hûnîn (kanlı yavru) acı gözyaşları.
beçe-i hûrşîd (Güneşin yavrusu) kıymetli taş veya mâden.
beçe-i tâvus-ı ulvî (gökteki tavusun yavrusu) 1) Güneş. 2) Ay. 3. gündüz. 4) ateş. 5) yakut.
beçe-bâz (f.i.) "çocukla oynayan" gulâmpâre, kulampara.
beçedân (f.i.) rahim, dölyatağı.
beçe-dâr (f.s.) 1. çocuğu, yavrusu olan. 2. hâmile, gebe.
beçe-gân (f.b.i. beççe ve beçe'nin c.) yavrular, çocuklar.
beçegân-ı dîde gözyaşları.
beçek (f.i.) bir çeşit kesici âlet; küçük silâh.
bed (f.s. "fena" mânâsına c. bedân) 1. fena, yaramaz, çirkin. 2. i. kötülük. 3. i. ateş tutuşturmaya mahsus yan yanmış paçavra.
bed (a.i.) başlama, başlayış.
bed'-i besmele tar. eskiden Osmanlı sa-raylannda şehzadelere verilen ilk okuma dersi.
bedâat (a.i.) bedülik, güzellik; yenilik, (bkz: bedûat).
bedâd (a.i.) 1. fırka. 2. hisse, nasip, pay. 3. savaşacak akran.
bed-âgaz (f.b.s.) başlangıcı kötü; kötü bir şekilde başlanmış.
bed-ahd (f.a.b.s.) ahdinde durmayan, vefasız.
bedâhe, bedâhet (a.i.) 1. herhangi bir konuya dâir birdenbire söz söyleme. 2. mant. apaçıklık, fr. evidence.
bedâheten (a.zf.) birdenbire, ansızın, düşünmeksizin, (bkz. bi-1-bedâhe).
bed-ahlâk (f.a.b.s.) huyu ve ahlâkı kötü olan [kimse].
Bedahş (f.i.) Bedahşan yakutu.
bedahş-i muzâb şarap.
bed-ahter (f.b.s.) yıldızı, talihi kötü olan [kimse].
bed-âhû (f.b.s.) huyu, karakteri bozuk.
bedâih (a.i. bedîh'in c.) güzel sözler.
bedâih-ül-ukul akıllıca söylenen sözler.
bedâl (a.i.) mübadele, trampa, değişme, değiştirme.
bed-amel (f.a.b.s.) işi ve hareketi fena olan.
bed-âmûz (f.b.s.) 1. fenalık öğrenmiş. 2. fenalık öğreten.
bedân (f.s. bed'in c.) 1. fenalar, yaramazlar; çirkinler. 2. f. z f. onunla
bed'an (a.zf.) başlangıçta; ilkin, ilkönce.
bed-asl (f.a.b.s.) soyu kötü, aslı fena
bed-âvâz (f.a.b.s.) fena sesli.
Bedânet (a.i.) yağlı, semiz olma, semizlik
Bedâvet (a.i.) 1. bedevîlik, yürüklük, göçebelik. 2 . çöl.
bedâvî (a.i. bedevî'nin c.) bedeviler, göçebeler, çölde yaşayanlar.
bedâyi' (a.i. bedî', bedîa'nın c.) eşi ve benzeri olmayan güzel, mükemmel ve yeni şeyler.
bedâyi'-i âsâr eserlerin güzelleri.
bedâyî'-i lâfzıyye ed. şekil, kelime güzellikleri.
bedâyi'-i ma'neviyye ed. mânâ güzellikleri.
bedâyi' (a.i. bidâa'nın c.) sermâyeler, anamallar.
bedâyi-i âşinâ (a. f.b.s.) güzellik tanıyan, güzellikten anlayan.
bed-âyin (f.b.s.) geleneği, göreneği ve âyini kötü olan.
bedâyi'-pesend (a.f.b.s.) güzelligi takdir eden.
bedâyi'-şinâs (a.f.b.s.). (bkz: bedâyi'-âşinâ)
bedâyi'-perver (a.f.b.s.)sanatkâr, sanatçı.
bed-baht (f.b.s.) bahtsız, bahtı kara, kara bahtlı, talihsiz.
bed-bîn (f.b.s.) fena gören, kötümser, fr. pessimiste.
bed-bînâne (f.b.zf.) hiçbir şeyi beğenmeyen, her şeyi fena gören adama yakışacak surette, kötümserce.
bed-bînî (f.b.s.) fena görürlük, kötümserlik.
bed-bû (f.b.s.) fena kokulu, kokan.
bed-bûd (f.b.s.) fena yapılı.
bed-bûk (f.s.) hâin, korkak.
bed-cins f a h y) ; cinsi bozuk.
bed-çehre (f.b.s.). (bkz. bed-çihre).
bed-çeşm (f.b.s.) nazarı değen, hasetçi.
bed-çihre (f.b.s.) çirkin yüzlü,
beddâl (a.i.) bakkal,
bedde (a.i.) takat, derman, güç. (bkz: bidde).
bed-dil (f.b.s.) yüreksiz, korkak. (
bed-dimağ (f.a.b.s.) kaprisli, inatçı,
bed-dua (f.a.b.i.) inkisar, ilenç.
bed-edâ (f.a.b.s.) nezaketsiz, terbiyesiz,kaba [kimse].
bedel (a.i.c. bedelât) 1. karşılık, karşı. 2. bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. (bkz: ivaz). 3. başkasının adına ve masraf lyla hacca giden.
bedel-i askerî askerlik bedeli, askere gitmemek için verilen para.
bedel-i cizye tar. Buğdan beyleriyle Dobra, Venedik cumhuriyetlerinin verdiği kesin vergi.
bedel-i hâss tar. Has yerine hazîneden verilen para.
bedel mâ-yetehallel vücudun sarfiyatını tamamlayan yiyecekler.
bedel-i misl huk. tasarruf hakkı mukabilinde verilen muaccele-i misil, yâni emsaline uygun peşin para.
bedel-i nakdî aşk. askerlik yapmakla görevli ve yükümlü bulunan bir kimsenin askere gitmemek için verdiği para.
bedel-i öşr ekilmesi bırakılmış bir tarla için öşre karşılık alınan bedel.
bedel-i rakabe huk. kölenin şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi mukabilinde vermeyi deruhte ettiği "ıtk" veya "kitabet" akçesi.
bedel-i tımâr tar. bir beylik arazî (malikâne) veya muayyen bir kira karşılığında birine bırakılan arazi (mukattaa) ye konulan vergi.
bedel-i zeâmet tar. zeamet, tımar sahiplerinin haklarını, devletin gerekli bulduğu hallerde hazîneye maledilmesi üzerine zeamet sahibine verilen aylık.
bedelen (a.zf.) yerine, karşılığında, mukabilinde.
beden (a.i.c. ebdân) gövde, vücut, cisim, ten.
bed'en (a.zf.). (bkz. bed'an).
bed-encâm (f.a.b.s.) '. sonu kötü.
bed-endâm (f.b.s.) biçimsiz, çarpık, kambur.
bed-endîş (f.b.s.) kötülük düşünen.
bedene (a.i.c. budun) kurbanlık deve.
bedenen (a.zf.) 1. beden ile, şahsen. 2. vücutça.
bedenî, bedeniyye (a.s.) bedene mensup, vücutla ilgili. Terbiye-i bedeniyye
beden-kâr (a.f.b.i.) kakum kaplı bir nevi kısa ceket, [büyük memurlar giyerdi].
beden-nûr (a.b.i.) samur kaplı bir nevi ceket, [büyük memurlar giyerdi].
be-der (f.i.) dışarı.
be-dergâh (f.b.i.) l. kapıya çıkma. 2. tar. acemi ocağında ve ocak dışındaki türlü hizmetlere verilmiş olan acemilerin, Yeniçeri ocağına kayıt ve kabulleri hakkında kullanılan bir kelime.
bedestân (f.i.) değerli eşya ve mücevherlerin alınıp satıldığı çarşı, (bkz: be-ziztân).
bed'et (a.i.) başlangıç.
bed'eten (a.zf.) ilk başta.
bed'etmek (a.t.b.m.) başlamak.
bedevî (a.i.) 1. göçebe. 2. çölde yaşayan.
Bedevî (a.i.) Seyyit Ahmed-ül-Bedevî tarafından kurulan tarikat. Seyyit Ali'nin oğludur. Seyyit Ali'nin babası Seyyit ibrahim, onun babası Seyyit Mehmed, Seyyit Meh-med'in babası da Seyyit Ebî Bekr'dir. 576 (1180-1179) senesinde Fas şehrinde dünyâya geldi. 675 (1276) da Mısır'da vefat ederek Tan-ta'daki türbesine gömüldü.
bedevîyâne (a.f.zf.) çölde yaşayanlara uygun bir surette.
bedeviyyet (a.i.) bedevîlik, göçebelik.
bed-fercâm (f.b.s.) âkibeti, sonu fena.
bed-fermâ (f.b.s.) fenalık ve ayıp işlemesini emreden.
bed-fiâl (f.a.b.s.) yaptığı işler kötü olan.
bed-gevher (f.b.s.) cevheri fena, mayası bozuk.
bed-girdâr (f.b.s.). (bkz. bed-kâr).
bed-gû (f.b.s.) aleyhte bulunan münafık, dedikoducu.
bed-güher [gevher] (f.b.s.) içi, tabiatı fena, soysuz, mayası bozuk.
bed-gümân (f.b.s.) her şeyden şüphe eden, şüpheci, septik.
bed-hâh (f.b.s.) her işin fenalığını isteyen.
bed-hâhâne (f.b.zf.) kötülük, fenalık isteyene yakışacak surette.
bed-hâl (f.a.b.s.) hâli kötü, düşkün.
bed-hisâl (f.a.b.s.) hasletleri, huylan kötü.
bed-hu[y] (f.b.s.) 1. kötü huylu, huysuz. 2. i. kötü huy.
bedi' (a.s.) 1. eşi ve benzeri olmayan, mükemmel bir şeyi icâdeden.
bedî'-üs-semâvâti ve-l-arz Cenâbıhak. 2. yeni, garip, eşsiz ve görülüp işitilmemiş. 3. i. ed. sözün üzel olması usûl ve kaidelerinden bahseden ilmin adı, estetik.
bedîa (a.i.c. bedâyi') 1. beğenilen ve takdîredilen pek yeni şey. 2. i. kadın adı.
bedîa-i hayâliyye ülkü, fr. ideal,
bedîa-zâr (a.f.b.i.) güzellik yeri.
bedîd, bedîdâr (f.s.) meşhur; görünür; açık, meydanda, (bkz. âşkâr, hüveydâ).
bedîh (a.s.) şan ve şerefi büyük olan.
bedîhe (a.s.) 1. düşünmeden, birdenbire söylenen güzel söz. 2. i. başlangıç.
bedîhe-gû (f.b.s.) bedîhe, güzel söz söyleyen, söylemeye alışık bulunan kimse.
bedîhî (a.s.c. bedîhiyyât) 1. akla kendiliğinden gelen. 2. delilsiz, açık olan, besbelli.
bedîhî-i ûlâ ispata ihtiyaç olmayan, gün gibi aşikâr hakikat.
bedîhiyyât bedîhî'nin c.) delili ve ispatı gerekmeyen açık şeyler.
bedîhiyyet (a.i.) bedîhî olma, besbeüilik, açık olma.
bediî (a.s.) 1. güzel. 2. i. güzellik.
bedîî kırâat ed. konuyu ses ve işaretlerle canlandırarak çok güzel okuma.
bedîiyyât (a.i.) estetik, (bkz. ilm-i bedâyi').
bedîl (a.i.) 1. bir şeyin karşılığı, (bkz: ivaz). 2. tutuşulan bir bahiste aldanan kimsenin vereceği şey.
bed-kadem (f.a.b.s.) ayağı uğursuz, kademsiz.
bed-kâr (f.b.s.) işi, hareketi kötü; işi, hareketi fena.
bed-legâm (f.b.s.) "gem almaz, serkeş at"l. âsî, serkeş, söz dinlemeyen "kimse. 2. i. bedevi, çöl adamı.
bed-lika (f.a.b.s.) kötü yüzlü, çirkin suratlı.
bed-maâş (f.a.b.s.) yaşayışı davranışı iyi olmayan, kötü olan.
bed-mâye (f.b.s.) soysuz, sütü bozuk.
bed-meniş (f.b.s.) kötü huylu, kötü tabîath.
bed-mest (f.b.s.) 1. sarhoşluğu kötü, fena sarhoş. 2. kendini bilmeyecek derecede sarhoş.
bed-mestî (f.b.i.) bedmestlik, kötü sarhoşluk.
bed-mihr (f.b.s.) iyilik etmeyen, insaniyetsiz.
bed-nâm (f.b.s.) kötü adlı, fena tanınmış, adı kötüye çıkmış.
Dostları ilə paylaş: |