nâbiga (a.s.c. nevâbig) 1. şanı, şöhreti büyük adam. 2. sonradan şâir olan. 3. büyük Arap şâiri Nâbıgatü-z-Zübyânî.
nâ-bînâ (f.b.s.c. nâ-bînâyân) a'mâ, gözü görmez, anadan doğma kör. (bkz: a'mâ, darîr, kûr).
nâ-bînâ-yân (f.b.s. nâ-bînâ'nın c.) a'mâlar, gözü görmezler, anadan doğma körler, (bkz: adırrâ, azırrâ).
nâ-bînâyî (f.b.i.) körlük, a'mâlık.
nâbit (a.s. nebât'dan) yerden biten, yerden çıkıp büyüyen, [müen. "nâbite"].
nâbite (a.s. nebât'dan) ["nâbit" in müen.]. (bkz: nâbit).
nâbite (a.i.) bir kabilede yeni çıkan küçük evlât.
nâbiz (a.i.) savaşan, savaşçı, (bkz: muhârib).
Nabt (a.h.i.) Arap yarımadasının kuzeyinde oturan Süryanilerden bir kısım.
Nabtî (a.s.) Nabt kavmine mensup, onunla ilgili.
nâ-bûd (f.b.s.) 1. yok olan, bulunmayan. (bkz: ma'dûm). 2. sonradan yok alan. 3. iflâs etmiş, perîşan olmuş, (bkz. muzmahil).
nâ-bûd-mend (f.b.s.) fakir, yoksul.
nabz (a.i.) 1. biy. Atar damar, vurur damar. 2. mec. hâlet-i rûhiyye, psikoloji.
nabza (a.i.) damarın bir kere atması.
nabz-âşnâ (a.f.b.s.) nabızdan anlayan, mizaç bilen.
nabz-gîr (a.f.b.s.) nabza, mizaca göre davranmasını bilen, yaranmasını bilen
[birine].
nabzî (a.s.) damarın atmasıyla ilgili.
nâ-câiz (f.a.b.s.) caiz değil, yapılmaz.
na'cât (a.i. na'ce'nin c.) dişi koyunlar. (bkz: niâc).
na'ce (a.i.c. niâc, na'cât) dişi koyun.
nâcî (a.s. necât'dan) 1. necat bulan, kurtulan, selâmete kavuşan. 2. cehennemden kurtulmuş, cennetlik. 3. i. erkek adı. [müen. nâciye].
Nâcî (a.h.i.) İstanbul'da saraç esnafından Ali Ağa adında namuslu bir adamın oğlu olup meşhur muharrirlerden Ahmed Midhat Efendi'nin damadıdır. Babasının ölümünden sonra Rumeli'ye gidip Varna medreselerinde sağlam bir tahsil görmüş, yine orada rüştiye hocalığında bulunmuş, sonra İstanbul'a gelerek "Tercemân-ı hakikat" gazetesine intisâbetmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilen Naci 1893’te kırk dört yaşında iken İstanbul'da vefat etmiştir. Manzum eserleri şunlardır: Âteşpâre, Şerare, Fürûzân, Hamiyyet, Zâtün-nitâkayn, Ertuğrul Gazi, Terkîb-i bend, Yadigâr-ı Naci, Takti' yahut Aruz Nümunesi, Mesnevî-i Muallim Naci. Nesir olarak yazdıkları: İcâz-ı Kur'ân, Muammâ-yi ilâhî, Sânihât-ül-Arab, Sânihât-ı Acem, Emsâl-i Alî, Hikm-ür-rufâî, Nevâdir-ül-ekâbir, Sâib'de Söz, Hulâsat-ül-ahlâs, Ubeydiyye, Mütercim, Medrese Hâtıraları, Mecmûa-i Muallim, Istılâhât-ı Edebiyye, Numûne-i Suhen, Esâmî, Osmanlı Şâirleri, Muhammed Muzaffer mecmuası, Muhâberât, Mektuplarım. [Lûgat-i Nâcî, "fetva" kelimesine kadar kendi tarafından hazırlanmış, alt tarafı, Müstecâbîzâde İsmet Bey tarafından tamamlanmıştır].
nâci' (a.s.) hazmı kolay yiyecek.
nâcil (a.s.) soyu sopu temiz olan [insan, hayvan].
nâcins (f.a.b.s.) 1. cinsi bozuk. 2. aynı cinsten olmayan. 3. cinsi bozuk, alçak, soysuz, aşağılık.
nâcir (a.i.) ağaçlarda yaprak saplarının dibindeki filiz.
nâcis (a.i.) onulmaz hastalık.
nâciş (a.i.) avı ürkütüp avcı tarafına kovalayan adam.
nâçiz (a.i.c. nevâciz) azı dişi.
nâcû (f.i.) çam ağacı, (bkz: nâ-cüv).
nâcûd (f.i.) büyük kadeh, (bkz: peymâne).
nâ-cünbân (f.b.s.) kımıldanmaz, durağan.
nâ-cüsbân (f.b.s.). (bkz: nâ-çeşpân).
nâ-cüv (f.i.) çam ağacı, (bkz: nâcû).
nâ-cüvân-merd (f.b.s.) tamahkâr, pinti, cimri, elisıkı.
nâ-çâr (f.b.s.) 1. çaresiz, ister istemez. 2. …zorunda kalmış, (bkz. mecbur, muztar). 3. zavallı, (bkz. bî-çâre).
çâr-nâ-çâr ister istemez, (bkz: mutlaka).
nâ-çârî (f.b.i.) çaresizlik.
nâ'çe (a.f.i.) yumuşak yer.
nâ-çeh (f.i.) nacak, küçük balta.
nâ-çespân (f.b.s.) yaraşmaz, lâyık, uygun olmayan.
nâ-çîz (f.b.s.) 1. hiç hükmünde olan, değersiz, ehemmiyetsiz, çok küçük [şey]. 2. Recâizâde Ekrem'in 1886'da basılmış, Fransızca'dan yaptığı tercümeleri ihtiva eden bir eseri.
nâ-çîzâne (f.zf.) pek küçük, ehemmiyetsiz bir şey olarak.
nâ-çîzî (f.b.i.) nâçizlik, değersizlik, ehemmiyetsizlik.
nâ-dân (f.b.s.) 1. bilmez, (bkz: câhil). 2. nobran, kaba, terbiyesi kıt.
nâdânî (f.b.i.) 1. bilmezlik, (bkz: cihâlet). 2. nobranlık, kabalık.
nâ-dânist, nâ-dâniste (f.b.s.) bilmez, câhil.
nadar, nadâret (a.i.) altın. (bkz: zeheb, zer).
nâ-dâşt (f.b.s.) utanmaz, hayâsız, (bkz: halî-ül-izâr).
nâ-dâştî (f.b.i.) utanmazlık, hayasızlık.
nadc (a.i.). (bkz. nazc).
nâdd (a.i.) rızk, azık.
nâ-dem-saz (f.b.s.) âhenksiz, uygunsuz.
nâ-der-berâber (f.b.s.) birlikte olmayan, anlaşamayan, uyuşamayan.
nâ-derîde (f.b.s.) delinmemiş, delik açılmamış, (bkz: gayr-ı meskub, nâ-süfte).
nadh (a.i.). (bkz. nazh).
nâdıc (a.s.c. nevâdıc) kıvama gelmiş, olgunlaşmış.
nâdî (a.s. nidâ'dan) 1. nidâ eden, haykıran, çağıran, (bkz: münâdî). 2. (a.i.c. nevâdî). meclis, encümen, toplantı, (bkz bezm). 3. i. erkek adı.
nâdib (a.i.) ağıt yakan, ağıt ağlayan, (bkz: nâiha, nevvâh).
nâdic (a.s.) 1. iyi pişmiş et. 2. olgun meyva.
nâ-dîde (f.b.s.) 1. görülmemiş, görülmedik. 2. pek seyrek bulunan, çok değerli. 3. i. kadın adı.
nâdim (a.s. nedâmet'den. c. nâdimân) nedamet duyan, pişman olan.
nâdimân (a.s. nâdim'in c.) nedamet duyanlar, pişman olanlar.
nâdim-âne (a.f.zf.) pişman olarak, pişmanlıkla.
nâdimen (a.zf.) pişman olarak.
nâdimiyyet (a.i.) pişmanlık.
nadîr (a.s.). (bkz. nazîr).
nâdir (a.s. nedret'den. c. nâdirât, nevâdir) 1. seyrek, az, ender bulunur.
En-nâdirü ke-l-ma'dûm nâdir olan, az bulunan şey, yok gibidir, (bkz: mütenâdir). 2. i. erkek adı.
nâdir-ül-vücûd benzeri pek az bulunan [insan].
nâdirât (a.s. nâdir'in c.) seyrek, az, az bulunan şeyler, (bkz: nevâdir).
nâdire (a.i. ve s.) 1. nâdir olan şey. 2. kadın adı.
nâdire-i zaman zamanında bir eşi daha bulunmayan kimse.
nâdire-dân (f.b.s.) âlim, zarîf. (bkz: hurde-dân).
nâdire-gû (f.b.s.). (bkz. nâdire-senc).
nâdire-gûyân (f.b.s. nâdire-gû’nun c.) güzel fıkra anlatanlar, nükteli söz söyleyenler, (bkz. nâdire-sencân).
nâdire-kâr (f.b.s.) nâdir işler, sanatler yapan.
nâdiren (a.zf.) nâdir olarak, az olarak, pek az bulunur, çok aralıklı.
nâdire-perdâz (f.b.s.) güzel ve ince söz söyleyen.
nâdire-senc (f.b.s.c. nâdire-sencân) güzel fıkralar anlatan, nükteli sözler söyleyen, zarif [kimse]. (bkz: nâdire-gû, nükte-dân).
nâdire-sencân (f.b.s.) güzel fıkralar anlatanlar, nükteli söz söyleyenler, zarif kimseler.
nadret (a.i.). (bkz. nazret).
nâ-dürüst (f.b.s.) 1. doğru olmayan, eğri. 2. sağlam, gerçek olmayan. 3. haksız, yanlış.
nâ-dürüstî (f.b.i.) 1. doğru, gerçek olmama. 2. sağlam, gerçek olmama hâli, yanlışlık, haksızlık. 3 . eğrilik.
nâ-ehl (f.a.b.s.c. nâ-ehlân) ehil olmayan, ehliyetsiz.
nâ-ehlân (f.b.s. .na-ehl'in c.) ehil olmayanlar, ehliyetsizler.
nâ-encâm (f.b.s.) geleceğin sonu olmayan gün.
nâ-endâm (f.b.s.) biçimsiz, gayrı-muntazam.
nâ-endîş (f.b.s.) uzun uzadıya düşünmeye değmez, açık, mutlak, muhakkak, düşünmeyen.
Âkıbet-nâ-endîş sonu düşünmeyen.
nâ-endîşîde (f.b.s.) düşünülmemiş.
nâevs (f.i.) kilise, manastır.
nâf (f.i.) 1. göbek, (bkz: sürre). 2. mec. orta. (bkz: nâh, vasat).
nâf-i âlem Mekke-i Mükerreme.
nâf-i şeb gece yarısı, (bkz: nısf-ül-leyl).
nâf-i zemîn Mekke-i Mükerreme.
nafaka (a.i. nefk'den. c. nafakat) 1. yiyecek parası, geçimlik. 2. birinin kanunen geçindirmek mecburiyetinde bulunduğu kimselere mahkeme kararıyla bağlanan aylık.
nafaka-i iddet huk. [eskiden] kadının iddeti içinde lâzım gelen nafaka, [çünkü koca boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükelleftir].
nafaka-i makziyye huk. hâkim tarafından takdir olunan nafaka.
nafaka-i marziyye huk. nafaka alacaklısı ile nafaka borçlusunun rızâlarıyla aralarında kararlaştırdıkları nafaka.
nafaka-i mefrûza huk. kaza veya rızâ ile takdîr ve tâyin olunan nafaka.
nafaka-i memâlîk huk. [eskiden] köle ve câriye nafakaları.
nafaka-i muaccele huk. işlemeden verilen nafaka.
nafaka-i müstedâne huk. borç ile tedârik olunan nafaka. [veresiye mal almakla olabileceği gibi ödünç para almakla da olur].
nafakat ("ka" uzun okunur, nafaka'nın c.) nafakalar.
nafata (a.i.) hek. 1. çocuklarda çıkan çiçek. 2. vücutta çıkan sivilce, kabarcık.
nâfe (f.i.) 1. misk ahusu denilen hayvanın göbeğinden çıkarılan bir çeşit misk, koku. 2. derisinden kürk yapılan hayvan postlarının karnı altındaki deri kısmı. 3. mec. güzelin, sevgilinin saçı.
nâ-fercâm (f.b.s.) sonu çıkmaz, boş, faydasız [şey, iş].
nâfe-rîz (f.b.i.) 1. göbek düşüren. 2. koku saçan.
nâ-fermân (f.b.s.) fermansız, emir dinlemez. (bkz: serkeş).
nâfıa (a.i.) 1. bayındırlık işleri. 2. kadın adı.
nâfî (a.s. nefy'den) gideren, giderici, yok eden, yok edici.
nâfi' (a.s. nefy'den) 1. menfaatlı, faydalı, kârlı. 2. i. Allah adlarındandır.
Abdün-nâfî' Hz. Muhammed'in kölesinin adı]. 3.h.i. "Abd-ün-nâfi" adından bozularak erkek adı. 4. Zemahşerî'nin "mutavvel" adlı edebî eserini şerheden, valiliklerde bulunmuş Adanalı âlim.
nâfic (a.i.c. nevâfic) kaburga kemiklerinin sonu, eğe.
nâfice (a.i.) misk göbeği, (bkz: nâfe).
nâfih (a.s. nefh'den) nefh edici, eden, üfüren, üfürücü, üfleyici.
nâfiha (a.s. nefh'den) ["nâfih" in müen.]. (bkz: nâfih).
nâfile (a.s.c. nevâfil) 1. lüzumlu değil iken yapılan iş. 2. farzların dışında kılınan namaz. 3. faydasız, işe yaramaz, boş [şey].
nâfir (a.s. nefret'den) 1. nefret eden. 2. korkan, ürken.
nâfire (a.s. nefret'den) ["nâfir" in müen.]. (bkz: nâfir).
nâfiz (a.s. nüfûz'dan) 1. delen, delip geçen. 2. içeriye giren, işleyen. 3. te'sir yapan, sözü geçen.
Hükm-i nâfiz te'sir edici hüküm, (bkz: müteneffiz).
nâfiz-ül-emr 1) emri geçen, sözü dinlenilen; 2) kendisine boyun eğilen.
nâfiz-ül-kelim sözü geçen.
nâfiz-ül-kelimeteyn "olsun", "olmasın" şeklindeki sözü ve emri geçen [kimse]. 4. i. erkek adı.
nâfize (a.s. nüfûz'dan) ["nafiz" in müen.]. (bkz: nafiz).
nâfiziyyet (a.i.) nâfizlik, sözü geçerlik.
nâfûr, nâfûre (a.i.) fıskiye, (bkz: fevvâre).
nâ-gâh (f.b.s.) 1. vakitsiz. 2. zf. ansızın, birdenbire, (bkz: nâ-geh).
Gah ü nâ-gâh vakitli-vakitsiz.
nâ-gâhân (f.b.s.) apansızın, birdenbire, (bkz: nâ-gehân, nâ-gehâne, nâ-gehânî).
nagam (a.i. nağme'nin c.) âhenkler, ezgiler, güzel sesler.
nagamât (a.i. nağme'nin c.) âhenkler, ezgiler, güzel sesler.
nagamât-ı aşk aşk nağmeleri.
nagam-kâr (a.f.b.s.) ezgici, nağmeler söyleyen.
nagam-perver (a.f.b.s.c. nagam-perverân) 1. nağme seven, nağme besleyen. 2. nağmeci, türkü söyleyen.
nagam-perverân (a.f.b.s. nagam-perver'in c.) 1. nağme sevenler. 2. nağmeciler, türkü söyleyenler.
nagam-sâz (a.f.b.s.) türkü söyleyen.
nâ-geh (f.b.s.zf.). (bkz: nâ-gâh).
nâ-gehân, nâ-gehâne, nâ-gehânî (f.zf.) ansızın, birdenbire.
Kazâ-yi nâ-gehânî ansızın gelen kaza.
nâgeh-zuhûr (f.a.b.s.) ansızın olan, oluveren.
nâgız (a.s.) 1. hayret eder gibi başını sallayan. 2. sallayan.
nâ-girîz (f.b.s.) çaresiz.
nağme (a.i.c. nagamât) 1. ahenk, ezgi, güzel ses. 2. bir kimsenin nazlanarak yapmacıkla söylediği söz.
nağme-i Dâvûd Davut Peygamberin güzel sesi.
nağme-i kâbil müz. Türk müziğinin eski bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir nümûnesi yoktur.
Nağme-i Seher Recâizade Ekrem'in 1871 de basılmış, şiirlerini ihtiva eden bir eseri.
nağme-ger (a.f.b.s.) öten, türkü söyleyen.
nağme-hân (a.f.b.s.) şarkı söyleyen, türkü söyleyen, (bkz: nağme-keş, nağme-perdâz, nağme-sâz, nağme-zen).
nağme-hânî (a.f.b.i.) şarkı, türkü söyleyicilik. (bkz: hânende-gî).
nağme-hîz (a.f.b.s.) nağme kaldıran, ahenk uyandıran, türkü, şarkı söyleyen.
nağme-kârî (a.f.b.i.) (bkz: nağme-hânî).
nağme-keş (a.f.b.s.) şarkı söyleyen, türkü söyleyen, (bkz: nağme-hân, nağme-perdâz, nağme-sâz, nağme-zen).
nağme-perdâz (a.f.b.s.) şarkı söyleyen, türkü söyleyen, (bkz: nağme-hân, nağme-keş, nağme-sâz, nağme-zen).
nağme-sâz (a.f.b.s.) şarkı söyleyen, (bkz: nağme-hân, nağme-keş, nağme-perdâz, nağme-zen).
nağme-sâz-ı hevâ heves ve arzu türküleri söyleyen.
nağme-serâ (a.f.b.s.) türkü söyleyen, şarkı okuyan.
nağme-zen (a.f.b.s.) şarkı söyleyen, türkü söyleyen, (bkz: nağme-hân, nağme-perdâz, nağme-sâz, nağme-zen).
nâ-güfte (f.b.s.) söylenmemiş.
nâ-güşade (f.b.s.) açılmamış, kapalı. (bkz. gayr-i meftûh).
nâ-güvâr, nâ-güvâre (f.b.s.) 1. midede zor hazmedilen [şey]. 2. içilmesi, yenilmesi acı olan [şey], (bkz. nâ-hoş-güvâr).
nagz (f.s.) güzel, iyi, göze hoş görünen.
şi'r-i nagz güzel, hoş şiir.
nâh (f.i.) göbek, (bkz: nâf, sürre).
nah’ (a.i.) kesme, boğazlama, (bkz: nahr, zebh).
nah (f.i.) 1. tel. 2. ip. (bkz: rişte). 3. değerli kumaşlardan yapılan bir çeşit halı, kilim.
nâ-hâb (f.b.s.) güzel olmayan, çirkin.
nahâfet (a.i.) zayıflık, cılızlık, arıklık.
nahâfet (a.i.) aksırma.
nâ-hâh (f.zf.) istemeyerek, zoraki.
hâh-nâ-hâh ister istemez, (bkz: tav'an ve kerhan). (bkz. kerhan).
nâ-hakk (f.a.b.s.) 1. haksız. 2. bîhûde, boş.
nâ-halef (f.a.b.s.) soyuna çekmeyen, hayırsız evlâd.
nâ-hânde (f.b.s.) okunmamış.
nahârîr (a.i. nihrîr'in c.) bilgili, tecrübeli, âlim, fâzıl, mahir kimseler.
nâ-hâst (f.b.s.) kötürüm.
nahâset (a.i.) 1. canbazlık. 2. esircilik.
nâ-hâst (f.b.s.) istenilmemiş, isteksiz; z f. istemeden.
nahb (a.i.) 1. ölüm, ecel. 2. yüksek sesle ağlama.
nahb (a.i.) 1. çekip çıkarma. 2. şerefe içilen kadeh. 3. en iyi şeyi seçme, tercih etme.
nahçîr (f.i.) 1. av. (bkz: sayd). 2. yaban keçisi. 3. av yeri, avlak.
nahçîr-gâh (f.b.i.) avlak, av yeri. (bkz: mısyed, mısyede).
nahçîr-gîr (f.b.i.) avcı. (bkz: nâhçîr-vân, sayyâd).
nahçîr-vân (f.b.i.) avcı. (bkz: nahçîr-gîr).
nâ-hemtâ (f.b.s.) müsâvî olmayan, eş ve denk olmayan.
nâ-hem-vâr (f.b.s.) 1. düz olmayan, eğri. 2. uygunsuz. 3. uymayan, (bkz: gayr-i mutabık).
nâ-hemvârî (f.b.i.) 1. düz olmama, eğrilik. 2. uygunsuzluk; uymazlık.
nâ-hencâr f.b.s.) yolsuz, doğru olmayan.
nahham (a.s. nuham'dan) 1. çok balgam çıkaran adam. 2. tamahkâr, cimri, pinti, (bkz: bahîl, hasîs).
nahhâs (a.s.i.) 1. hayvan alıp satan, canbaz. 2. esirci, esir satıcısı.
nahhâs (a.i.) bakırcı.
nahhât (a.i.) kereste kesicisi, doğramacı; marangoz; tahta, ağaç oymacısı.
nahhât (a.s.) kibirli, gururlu.
nâhî (a.s. nehy'den) meneden, yasak eden, önleyen.
nâhî (a.i.c. nuhat) nahiv (syntaxe) âlimi.
nâhib (a.s. nehb'den) yağma eden, talanlayan, yağmacı, talancı, çapulcu, (bkz: yağmâ-ger).
nahîb (a.s.nahb’dan) korkak. (bkz: cebîn).
nahîb (a.i.) avaz avaz ağlama.
nâhidât (a.s. nâhide’nin c.) (bkz: nevâhid).
nâhîd, nâhîde f.i.) 1. Venüs (Zühre) gezegeni, Çulpan. 2. yeni yetme kız. (bkz: nâhid, nâhide).
nâhid, nâhide (a.s.c. nevâhid) 1. turunç memeli kız. 2. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.
nahîf (a.i.) genizden gelen ses.
nahîf (a.s. nehâfet'den) zayıf, arık. (bkz: lâgar, zebûn).
Nahîfî (a.h.i.) Süleyman Nahîfî İstanbul'da doğmuştur. Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuş 1738 de İstanbul'da ölmüştür. Nahîfî iyi bir gazel şâiri olmakla beraber, ona ün kazandıran asıl eseri Mesnevî Tercümesi'dir. Mevlânâ'nın 6 ciltlik bu büyük eserini 1712 de aynen ve manzum olarak tercümeye başlamış, 1730 da tamamlamıştır. Bundan başka bir dîvânı ile birkaç eseri daha vardır.
nâhik (a.s. nehak'dan) merkep gibi anıran, eşek sesli.
nâhika (a.i. c. nevâhik) dudaklı hayvanların göz pınarı.
nahîl (a.i.) 1. hurma ağacı. 2. (nahl'in c.) hurma ağaçları, hurmalık.
nâhil, nâhile (a.s. nahl'den) ince, zayıf, arık.
nâhil (a.s.) susuz, suyu olmayan, (bkz: beyâbân).
nâhil a.i. nahl'den) kalburcu.
nahîle (a.i.) huy, tabîat.
nâhir (a.i. nahr'den) 1. çürüyüp ufalanmış kemik. 2. hayvan kırımında kemikleri kırıp eritip çerviş yağı yapan kasap.
nahîr (a.s. nahr'den) boğazlanmış, kesilmiş, (bkz: mezbuh).
üştür-i nahîr boğazlanmış deve.
nahîr (a.i.) burundan hırlama.
nâ-hirâs (f.b.s.) korkusuz, cesur; atak.
nâhire (a.i.) 1. ayın birinci günü. 2. ayın sonu, son gecesi.
nahîre (a.s. nahr'den). ["nahîr" in müen.]. (bkz. nahîr).
nahîre (a.i.) ayın ilk günü veya son gecesi.
nâhis (a.i.) kıtlık yılı.
nahîs (a.s. nahs’den) 1. uğursuz, yümünsüz. 2. i. kıtlık.
sâl-i nahîs kıtlık yılı.
nahîse (a.s.nahs’den) : [nahîs’in müen.]. (bkz: nahîs).
nahît, nahîte (a.i.) : inilti.
nâhiye (a.i.c.: nevâhî) : 1.yan taraf, kenar, yan. 2. civar, çevre. 3.küçük yer; bölge
nâhiye-i hasele anat. altkarın, fr. hypogastre.
nâhiye-i ıbtiyye anat. koltukaltı bölgesi.
nâhiye-i katâniyye anat. bel bölgesi.
nâhiye-i merâkıyye anat. geğrek, fr. hypocondre.
nâhiye-i rakabiyye anat. ense nâhiyesi.
nâhiye-i şersûfiyye anat. üstkarın bölgesi, fr. épigastre.
nâhiye-i taht-ez-zakaniyye anat. çene ucu altı (-bölgesi).
nâhiye-i zahriyye anat. arka nâhiyesi.
nâhiye-i us'ûsiyye anat. kuyruk sokumu nahiyesi. 4. mülkî taksîmatta kazadan küçük, köyden büyük yurt parçası. 5. (c. nevâhî) "bucak.
nâhiyevî (a.s.) bölgesel.
nahîz (f.s.) 1. i. tuzak, pusu. 2. eksik, sakat, kusurlu.
nahîz-gâh (f.b.i.) pusu yeri. (bkz : kemîn-gâh).
nahl (a.i.c. : nühûl) : arı, bal arısı. (bkz : ya'sûb, zünbûr).
nahl (a.i.) 1. hurma ağacı. 2. gümüş veya mumdan yapılarak gelinlerin önünde götürülmesi ve sonra gelin odasına konulması, vaktiyle âdet olan süs ağacı. 3. ed. ince, uzun, narin vücutlu dilber.
nahl-i ergvân meşhur bir çeşit lâle.
nahl-i Meryem Hz. İsâ'nın doğumu sıralarında Hz. Meryem'in doğum sancılarından ıztıraplı bir halde tutunduğu, altında oturduğu hurma ağacı.
nahl-i mâtem, nahl-i tâbût evvelce İran'da, ölen pek yaşlı kimselerin tabutu üzerine konulan bir çeşit süslü taç.
nahl-i tûr Hz. Musa'nın Eymen Vâdîsi'nde, üzerinde tecellî eden ilâhî nurları görmüş olduğu mukaddes ağaç. (bkz: şecer-i tûr).
nahl-bend (a.f.b.i.) 1. ağaç budayıp tanzîm eden kimse. 2. balmumundan taklit süs ağacı yapan kimse, balmumcu, (bkz: kalem-kâr).
nahle (a.i.) 1. bir fidan. 2. bir tane hurma ağacı.
nahle (a.i.) bir tek arı.
nahliyye (a.i.) bot. hurmalar, fr. palmiers.
nahl-sitân (a.f.b.i.) 1. hurmalık, hurma fidanlığı. 2. fidanlık, ağaçlık, (bkz: nahl-zâr).
nahl-zâr (a.f.b.i.). (bkz. nahl-istân).
nahme (a.i.) göğüsten çıkan ses.
nahnaha soluma.
nâ-hôş (f.b.s.) hoşa gitmeyen, beğenilmeyen.
nâ-hôşî (f.b.i.) fenalık, iğrençlik.
nâ-hoş-güvâr (f.b.s.) hazmı zor, tatsız, (bkz. nâ-güvâr).
nâ-hoşnûd (f.b.s.) 1. hoşnut olmayan, memnun olmayan. 2. razı olmayan.
nâ-hoşnûdî (f.b.i.) hoşnutsuzluk.
nahr (a.i.) boğazlama, kesme.
Yevm-ün-nahr kurban bayramının ilk, zilhiccenin onuncu günü. (bkz. nah, zebh).
nahs (a.i.) 1. uğursuzluk, yümünsüzlük. 2. s. uğursuz, bahtsız.
nahs-i asgar astr. Merih (Mars) gezegeni.
nahs-i ekber astr. Zühal (Satürn) gezegeni.
nahs-i felek astr. Zühal ve Merih gezegenleri.
nahs (a.i.) zayıflama.
nahseyn (a.i.c.). (bkz. nahs-i felek).
naht (a.i.) 1. yonma, yonulma, oyma, oyulma, tahta, ağaç oymacılığı. 2. iki kelimeden tek kelime meydana getirme "Elhamdülillâhî, Bismillâhi" yerine "hemdele, besmele" gibi. (bkz: menhût).
nâ-hudâ (f.b.s.) 1. Allahsız, Allahtan korkmaz. 2. gemi kaptanı.
nâ-hudâ-yi Hudâ-nâ-şinâs Allah'ı tanımayan gemici [Süleyman Nazif’in kullandığı cinaslı bir tâbir]. (aslı "nâv-ı hudâ tekne sahibi" dir).
nâ-hudâ-teres (f.b.s.) Allah'tan korkmaz.
nâhun (f.i.) tırnak. (bkz: zıfr).
nâhun-ı âf-tâb ateş.
nâhun-ı hâme kalemin ucu, burnu.
nâhun-âftâb (f.b.i.) ateş.
nâhun-be-dendân (f.b.s.) kederden veya hayretten dolayı parmağını dişleri arasına kıstırmış olan.
nâhun-bür (f.b.i.) tırnak makası veya çakısı, (bkz. nâhun-bürâ, nâhun-gîr).
nâhun-bürâ[y] (f.b.i.) tırnak makası, tırnak çakısı, (bkz. nâhun-bür, nâhungîr)
nâhune (f.i.) 1. tanbur mızrabı. 2. tırnak.
nâhun-gîr (f.b.s.). (bkz. nâhun-bür, nâhun-bürâ).
nâhun-hâre (f.b.i.) hek. dolama. (bkz: nâhun-pâl).
nâhun-pâl (f.b.i.) hek. dolama. (bkz : nâhun-hâre).
nâhun-pirâ (f.b.i.) (bkz : nâhun-tırâş)
nâhun-tırâş (f.b.i.) tırnak çakısı veya makası. (bkz : nâhun-gîr).
nâ-hûş-mend (f.b.s.) anlayışsız, kavrayışsız.
nahv (a.i.) l. (c.enhâ) yan, yön, taraf, cihet. 2. yol. 3. e. gibi, benzer. (bkz : mânend). 4. sözdizimi, sintaks, fr. syntaxe.
nahve (a.i.) çörek otu. (bkz: habbe-i sevda).
nahvet (a.i.) kibir, gurur, büyüklenme, ululanma, kurulma, böbürlenme, (bkz: taazzum, tekebbür).
nahvet-i cündiyâne binicilik gururu.
nahvet-fürûş (a.f.b.s.) büyüklük satan, böbürlenen, (bkz: nahvet-pîşe).
nahvet-pîşe (a.f.b.s.). (bkz: nahvet-fürûş).
nahvî (a.s.) sözdizimi, sintaksla ilgili, fr. syntaxique.
nahviyyûn (a.s. ve i.) gramerciler, gramer uzmanları.
nahz (a.i.) 1. bir şeyle dürtme. 2. biber gibi şeyleri havanda dövme.
nahz (a.i.) 1. kemiğin etini ayıklama. 2. cerrahlıkta ameliyatta kesilecek kemiği açma.
nâî (a.s.) kara haberci, şom ağızlı.
naîb (a.i.) karga ve çirkin sesli kuşların ötüşü.
nâîb (a.s. ve i. nevb'den. c. nüvab) 1. vekil, birinin yerine geçen. 2. kadı vekîli. 3. kadı, şeriat hükümlerine göre hüküm veren hâkim. 4. nöbet bekleyen, nöbetle gelen.
nâib-i fâil gr. meçhul (edilgen) fiil mevzuu olan kelime. Meselâ kuddise sirruhu'da, kuddise : meçhul fiil, sirruhu : nâib-i fail. [Arapçada nâib-i fâil'in harekesi merfû (mazmum) olur].
nâibât (a.i. nâibe'nin c.). (bkz. mesâib).
nâibe (a.i.c. nâibât, nevâib) 1. nâib'in müennesi. 2. belâ, kaza, musîbet. 3. nöbetle gelen.
Hummâ-yi naibe hek. nöbetli sıtma.
nâibe-i leyâl Ay'dan veya yıldızlardan kinaye.
naîf (a.s.) zayıf. [zaif ile birlikte kullanılır].
nâiha (a.i.c. envâh, nevh) ağıt yakan, ağıt ağlayan [kadın].
naîk (a.s.) 1. karga ötüşü. 2. horoz sesi.
nâil (a.s. neyl'den) 1. muradına eren, ermiş, ele geçiren. 2. i. erkek adı.
nâile (a.s. neyl'den) ["nail" in müen.]. (bkz: nail).
Nâilî (a.h.i.) Divan Edebiyatı şâirlerinden olup adı Salih'tir. Manastır'da doğmuştur. Mısırlı zengin bir aile yanında hocalık için gittiği Mısır'da 1876 da ölmüştür.
Nâilî-i Kadîm (a.h.i.) değerli Türk şâirlerinden olup İstanbulludur; ismi Mustafa'dır. Şâir Nef‘î ile çağdaş yaşamış ve H. 1077 (1666-1667) de vefat etmiştir. Sebk-i Hindî tarzında şiirler yazmıştır.
nâiliyyet (o.i.) murada erme, ele geçirme, [yapma kelimelerdendir].
nâim (a.s. nevm'den. c. nâimîn, niyâm, nüvvâm, nüvvem, nüyyem) uyuyan, uykuda bulunan.
Dil-ber-i nâim uyuyan güzel.
Tıfl-ı nâim uyuyan çocuk, (bkz: hâbîde, hufte).
nâim (a.s. ni'm'den) 1. taze, körpe, kılçıksız nebat (bitki). 2. etli sebze. 3. yumuşak, kemiksiz [şey].
naîm (a.i.) 1. bollukta yaşayış. 2. h.i. cennetin bir kısmı.
Dâr-ün-naîm cennet. 3. erkek adı.
naîm-i ayn keyif ve mutluluktan gözlerin parlaması.
naîm-i dünyâ rahat, kolay ve bol yaşayış.
naîm-i ilâhî Allah'ın lütfu, ihsanı.
Naîmâ (a.h.i.) Haleb'de doğmuştur, asıl adı Mustafa Naim'dir. Kendisini tanıtan; Ravzat-ül-Hüseyn fi Hulâsa-ı Ahbâr-il-Hâfikayn'dır. Hicri 1000 yılından 1070 yılına kadar olan vakalardan bahseder. Naîmâ'nın şairliği de vardır. Fazla olmayan şiirlerinin çoğu güzel sayılabilir, (d. 1652 - ö. 1715).
nâimât (a.s. nâime'nin c.). 1. taze ve yumuşak şeyler. 2. nâzik şeyler, (bkz. nâime).
Dostları ilə paylaş: |