pencümîn (f.s.) beşinci, (bkz: hamis, pencüm).
penc ü se (f.b.s.) beş (ile) üç, [zar oyununda].
penc ü yek (f.b.s.) beş (ile) bir, [zar oyununda].
pençâh (f.s.) elli sayısı, (bkz: hamsîn, hamsûn, mer).
pençe (f.i.). (bkz. pence).
pençe-i âhen-destâne demir el gibi pençe.
pençe-i igtisâb gasp pençesi.
pençe-i kahr kahir pençesi, mahveden el.
penç-gâh (f.b.s.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Asırlarca önce rağbetle kullanılırken, sonra itibardan düşmüştür. Makam, rast ve beyâtî dizileri ile pençgâh beşlisinden ibarettir. Pençgâh beşlisi ile rast'ın da durağı olan, sol (rast) perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede rast ve beyâtî'nin güçlüleri olan re (neva), ikinci derecede de beyâtî'nin durağı olan lâ (dügâh) dır. Makam inici-çıkıcı olarak seyreder. Donanımına rast dizisinin si koma bemolü ile fa bakıyye diyezi konulur. Beyâtî için "fa bekar", pençgâh beşlisi için de "si bekar" ile "do bakıyye diyezi" kullanılır (mevzuubahis beşlide fâ sesi geçmez).
penç-gâh beşlisi müz. rast dörtlüsünün dügâh (la) perdesindeki şeddinin başına bir ses ilâvesi ile yapılmış olan bu beşli pençgâh makamının terkibinde bulunup dörtlüsü kullanılmamıştır.
penç-gâh-ı asl müz. Türk müziğinin en eski makamlarındandır. Pençgâh beşlisinin sadece bir geçki mâhiyetinde bulunup rast ile karar veren pençgâh nevidir.
penç-gâh-ı zâid müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Pençgâh beşlisi ile karar veren ve bu beşlinin kuvvetli rolü bulunan pençgâh nevidir.
pend (f.i.) nasîhat, öğüt. (bkz: ıza, nush, va'z).
pend-kâr (f.b.s.c. pend-kârân) nasîhat eden, öğüt veren.
pend-nâme (f.b.i.) öğüt kitabı.
Pend-nâme-i Attâr Ferîdüddin-i Attâr'ın manzum kitabı.
pendûz (f.i.) çuvaldız.
penîr (f.i.) peynir.
Nân ü penir peynir ekmek.
pepe (f.e.) alay makamında kullanılan bir beğenme edatı.
per (f.i.) 1. kanad. (bkz: bâl, cenâh). 2. yelek, kuş kanadının büyük tüyleri, (bkz. rîş).
Şeb-per gece uçan; yarasa, (bkz: huffâş, şeb-pere).
per ü bâl kanat ve kol.
perahş (f.i.) sağn.
perâkende (f.s.) 1. dağınık, darmadağan; dağıtma. 2. azar azar (yapılan, satılan) [zıddı "toptan"], [İranlılar "perâgende" derler].
perâkende-dil (veya) - hâtır (f.b.s.) üzüntülü gönül.
perâkende-gû (f.b.s.) saçmalayan, saçma konuşan, [İranlılar "perâgende-gû" derler].
perandâh (f.i.) sahtiyan, sepilenmiş deri.
per-âver (f.b.s.) kanad açıcı, keskin uçucu, (bkz: per-güşâ).
perazvâne (f.i.) kalemtıraş, bıçak, kılıç gibi şeylerin saplarıyla ağzını birleştirip pekitmek için pirinç, gümüş veya altından yapılan bilezik.
perçem (f.i.) 1. kâkül. 2. tepede bırakılan saç. 3. yele. 4. mızrak, bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler, (bkz: ca'd, ferhâl, zülf).
perçîn (f.i.) perçin.
perd (f.i.) kıvrık, kat, büklüm.
perdâ (f.zf.) yarın, (bkz: ferdâ).
perdâht (f.i.) 1. cilâ, parlaklık, parlama. 2. perdah.
perdâhte (f.s.) 1. tertiplenmiş, düzenlenmiş. 2. cilalanmış, parlatılmış, (bkz: mücellâ).
-perdâz (f.s.) "tertipleyen, düzenleyen, düzeltici", mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.
Galat-perdâz yanlış söyleyen.
Nükte-perdâz nükteli, kinayeli söz söyleyen.
Suhen-perdâz güzel söz söyleyen, (bkz: fasîh, belîğ).
perde (f.i.) 1. kapı, pencere gibi yerlere asılan örtü.
perde-i nîlgûn gökyüzü. 2. iki yeri birbirinden ayıran şey, gergi, (bkz: hâil, hicâb, mâni'). 3. müz. bir müzik parçasını meydana getiren seslerden her biri. 4. bir sahne eserinin büyük kısımlarının her biri. 5. ekran. 6. hek. aksu. 7. hakikati görmeyi engelleyen şey. 8. mec. nâmus.
Ehl-i perde nâmuslu.
perde-i iffet namus. [kadın için].
perde perde azar azar.
perde-ber-dâr (f.b.s.) perde açıcı, perde kaldırıcı.
perde-ber-endâz (f.b.s.) perdeyi kaldırıp atan, utanmayı bırakan, hayâsız, (bkz: bî-edeb, bî-hayâ).
perde-ber-endâzâne (f.zf.) hayâsızcasına, utanmayana yakışacak surette.
perde-bîrûn (f.b.s.) utanmaz, açık saçık konuşan.
perde-bîrûnâne (f.zf. ve s.) utanmazcasına; açık saçık [söz].
perde-dâr (f.b.s.) tar. perdeci, büyük bir kimsenin kapısında bekleyip içeri gireceklere kapı perdesini açmakla vazifeli kimse, (bkz: hâcib).
perde-dâr-i felek astr. Ay. (bkz: Kamer).
perde-dâr-ı harem tar. haremin perdecisi, haremi yabancılardan saklayan.
perde-dârî (f.b.i.) perdedarlık. (bkz: hicâbet1).
perde-der (f.b.s.) perde yırtan, hayâsız, (bkz: halî-ül-ızâr).
perde-derîde (f.b.s.) edepsiz, hayâsız, utanmaz.
perdegî (f.i.c. perdegiyân) iyi örtünmüş, namuslu kadın.
perdegiyân (f.s. perdegî'nin c.) kapalı, namuslu kadınlar.
perde-kâr (f.b.s.) perdeli, perde ile örtülü [yer].
perde-keş (f.b.s.) perde çekici, örtücü; engel.
perde-nişîn (f.b.s.) perde ardında oturan, temiz, namuslu.
perde-pûş (f.b.s.) 1. örtücü, örten. 2. müsamahakâr, kabahat veya sır saklayan.
perde-serâ (f.b.s.) 1. saz çalan, çalgıcı. 2. şarkı söyleyen, şarkıcı. 3. i. küçük çadır, (bkz: perde-serây1).
perde-serây (f.b.i.) 1. küçük çadır, (bkz. perde-serâ3). 2. saz çalan, çalgıcı. (bkz. sâzende). 3. şarkıcı, şarkı söyleyen. (bkz. hânende).
perde-şinâs (f.b.s.) şarkıcı, okuyucu, (bkz: hânende).
pere (f.i.) kenar, uç.
pere-i bînî burun ucu.
pere-i deşt l. ovanın kenarı. 2. ufuk.
pere-i kûh dağ eteği.
peren (f.i.) astr. Ülker yıldızı, (bkz: Pervin, Süreyya).
perend (f.i.) 1. ipekten dokunmuş, düz, nakışsız kumaş, atlas. 2. kılınç veya hançer cevheri.
perend-âver (f.b.i.) çok keskin kılıç, hançer, pala. (bkz. tîg-i bürrân).
perende (f.i.) 1. uçucu, uçan.
Şems-i perende (uçan şems) tar. Tebrizli Şemsettin, (bkz: tâir, tayyâr). 2. av kuşu. 3. perrende, çark gibi dönerek atılan takla [nazımda "perrende" şeklinde kullanılabilir]. 4. semâ halinde Mevlevi dervişi.
perende-bâz (f.b.s. ve i.) perende, takla atan oyuncu, canbaz.
perendek (f.i.) küçük tepe, büyük yığın.
perendîn (f.i.) ipek kumaş; ipek elbise, mendil, kuşak v.b. (bkz: pernûn).
perendû (f.i.). (bkz. perendûn).
perendûn (f.i.) evvelki gece. (bkz: perendûş, perendvâr).
perendûş (f.i.) evvelki gece. (bkz: perendûn, perendvâr).
perendûşîne (f.b.s.) dün geceki şey.
perendvâr (f.i.) evvelki gece. (bkz: perendûn, perendûş).
pereng (f.i.) suyu iyi verilmiş kılıç.
-perest (f.s.c. perestân) "tapan, tapınan, taparcasına seven" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapılır.
Âteş-perest ateşe tapan.
Hod-perest kendini beğenen.
İkbâl-perest dalkavuk.
Menfaat-perest menfaatine düşkün.
perestân (f.i.) 1. tavus gibi güzel tüylü bir kuş. 2. ocak, fırın. 3. (f.s. perest'in c.) tapanlar, tapınanlar, taparcasına sevenler.
perestâr (f.i.c. perestârân) 1. hizmetçi, besleme. 2. kul. (bkz: bende). 3. s. dalkavuk. 4. tapan, tapıcı. (bkz: perestiş-kâr).
perestâr-ı hayâl şâir, ozan.
perestârân (f.i. perestâr'ın c.) 1. hizmetçiler, beslemeler. 2. kullar, köleler, (bkz: bendegân). 3. s. dalkavuklar. 4. tapanlar, tapıcılar.
perestâr-âne (f.zf.) hizmetçiye, kula yakışacak şekilde.
perestârî (f.i.) 1. perestarlık, hizmetçilik. 2. kulluk. 3. dalkavukluk. 4. tapıcılık.
pereste (f.i.) 1. Tanrı, Çalap. (bkz: ilâh, ma'bût). 2.s. tapılmış, tapılmağa lâyık görülmüş.
perestende (f.s.). (bkz. perestiş-kâr).
perestîde (f.s.) sevgili, sevilen. (bkz. mahbûb).
perestiş (f.i.) tapınış; şiddetli sevgi, gönül akışı.
perestiş-kâr (f.b.s. perestişkârân) 1. tapan, tapınan, tapınırcasına seven. 2. çok seven saygı besleyen, (bkz: perestar4).
perestiş-kârân (f.b.s. perestişkâr'ın c.) tapınanlar, tapınırcasına sevenler.
perestişkâr-âne (f.zf.) taparcasına, tapınırcasına.
perestiş-kârî (f.b.i.) perestiş-kârlık, tapınırcasına sevme, düşkünlük, (bkz: meftûniyyet).
Pergâl (fi) geo. pergel, (bkz: pergâr).
pergâle (f.i.) l. parça. 2. kaba iplikten yapılan bir çeşit dokuma.
pergâle-pâş (f.b.s.) "parça saçan" yuvarlak tahta kesmeye mahsus testere.
pergâle pergâle (f.zf.) parça parça.
pergâm (f.i.) döl yatağı. (bkz: rahm).
pergâr (f.i.) geo. pergel, (bkz: pergâl).
pergâr-vâr (f.b.s.) pergel gibi.
Pergaze ("ga" uzun okunur, f.i.) kuş kanadının vücûda yapışık olan kısmı.
pergem (f.s.) işsiz güçsüz, boşta gezen [adam].
pergende (f.s.). (bkz. perâkende).
pergul ("gu" uzun okunur, f.i.) 1.bulgur. 2. bulgur pilâvı. 3. un helvası.
pergune ("gu" uzun okunur, f.s.) çirkin, yakışıksız.
per-güşâ (f.b.s.) 1. kanad açıcı, (bkz: tâir). 2. keskin uçucu, (bkz: per-âver).
per-güşâ-yi şitâb acele gitmek için kanat açan.
perh (f.i.) 1. hisse. 2. değersiz mal. 3. ev bark. (bkz: hânmân).
perhâş (f.i.) harb, savaş; kavga, (bkz: ceng, cidâl, erdeb, nez').
perhâş-ı dil-hırâş çok acıklı savaş.
perhâş-cû[y] (f.b.s.) kavgacı.
perhâş-hâh (f.b.s.) kavga isteyen, kavgacı (bkz: perhâş-cû, perhâş-hôr).
perhâş-hôr (f.b.s.). (bkz. perhâş-hâh).
perhîde (f.s.) işaret olunmuş.
perhîz (f.i.) 1. perhiz. 2. dince yasak edilen şeylerden tamamıyla uzak kalma. 3. incitici sözlerden kaçınma.
perhîz-kâr (f.b.s.) mahrem olan şeylerden kaçınan, sofu. (bkz: zâhid).
perhîz-kârâne (f.zf.) 1. perhizli olana yaraşır yolda. 2 . sofucasına. (bkz: zâhidâne).
perhîz-kârî (f.b.i.) 1. perhiz yapma. 2. sofuluk.
perhûde (f.i.) 1. saçma, saçmasapan söz. (bkz: hezeyan). 2. ateşten sararmış eşya.
Perhûn (f.i.) pergelle çizilmiş dâire, halka, çenber.
perî (f.i.) l . cinlerin çok güzel ve alımlı olarak farzedilen dişilerine verilen bir ad. 2. mec. çekici güzelliği olan çok alımlı kız veya kadın. 3. kadın adı.
perî-çihre (f.b.s.) peri yüzlü, güzel yüzlü.
perî-dâr (f.b.s.) perili, kendini cin tutmuş [kimse].
perîde (f.s.) 1. uçmuş; mec. soluk, solmuş. 2. i. kadın adı.
perîde-reng (f.b.s.) rengi uçmuş, solmuş, soluk.
perî-duht (f.b.s.) İran mitolojisinde Fağfûr-ı Çin'in kızı ve San bin Neriman'ın sevgilisi olup meşhur Zal, bundan hâsıl olmuştur.
perî-efsâ[y] (f.b.s.) efsuncu, büyücü.
perî-girifte (f.b.s.). (bkz : perî-dâr).
perî-hân (f.b.s.) efsuncu, büyücü, perileri davet eden.
perî-hân (f.b.i.) 1. peri pâdişâhı. 2. kadın adı.
perî-peyker (f.b.s.) peri yüzlü, peri suratlı, çok güzel.
perî-ruh (f.b.s.) peri yanaklı.
perîr (f.zf.) evvelki gün, öteki gün.
perî-rû (f.b.s.) peri yüzlü, çok güzel. (bkz: perî-ruhsâr).
perî-ruhsâr (f.b.s.) peri yanaklı, çok güzel, (bkz: perî-rû).
perîşân (f.s.) 1. dağınık, karışık, dağınık saç.
Gîsû-yi perîşân dağınık saç.
Kâkül-i perîşân, Zülf-i perîşân karışık, dağınık saç.
Hâb-ı perîşân karışık rü'yâ, sevgilisinin açık saçık yatması. 2. bozuk, düzensiz. 3. kederli, kaygılı.
perîşân-hâl (f.a.b.s.) hâli perişan olan, acınacak halde bulunan, gamlı, kasavetli.
perîşânî (f.i.) 1. parîşanlık, dağınıklık. 2. bozgunluk, düzensizlik. 3. yoksulluk. 4. tar. subaşı, şehir kadısının kethüdası gibi aşağı derecedeki me'murların giydikleri başlık.
perîşân-hâtır (f.a.b.s.) düşünceli, dalgın.
perîşân-rüzgâr (f.b.s.) düşkün.
perî-şekl (f.a.b.s.) peri kıyafetli, periye benzeyen.
perî-vâr (f.b.s.) peri gibi.
perî-veş (f.b.s.) peri gibi, çok güzel.
perîz (f.i.) 1. bağırma, haykırma, (bkz: feryâd). 2. su kenarında yetişen yeşil saz, ot.
perî-zâd (f.b.i.) 1. peri çocuğu, peri çocuğu olacak kadar güzel, çok güzel. 2. kadın adı.
perîze (f.i.) 1. kırmızı altın. 2. ateşte pişirilen ekmek.
permer (f.i.) umma, bekleme, (bkz: intizâr).
permûn bezek, süs.
Pernîh (f.i.) ince, düz taş.
perniyân (f.i.) ipekten dokunmuş, bir nevi işlemeli kumaş, nakışlı atlas.
perniyân-hû[y] (f.b.s.) güzel, nâzik huylu.
pernû (f.i.). (bkz. pernûn).
pernûn (f.i.) ince ve şık dokunmuş nakışlı zarif ipek kumaş, (bkz: perendîn).
perr (f.i.). (bkz. per, tâir, tayyâr).
perrân (f.s.) uçan, uçucu.
perre (f.i.). (bkz. pere).
perre-keş (f.b.i.) tar. yatakları yan yana olan Yeniçeri.
perrende (f.s.) uçucu, uçan. (bkz: perrân, tâir).
perseng (f.i.) 1. (bkz: pâr-seng). 2. konuşurken, alışkanlık dolayısıyla lüzumlu lüzumsuz "efendim, efendime söyleyeyim, uzatmayalım" gibi tekrarlanan kelimeler.
pertâb (f.i.) 1. atılma, sıçrama. 2. geriden koşarak hız alıp atılma. 3. uzağa düşen ok. 4. uzağa düşen şey.
pertâv (f.i.). (bkz. pertâb).
pertev (f.i.) 1. ışık, parlaklık, yalım. (bkz. revnak, ziya). 2. erkek adı.
pertev-i mihr Güneş ışığı, parlaklığı.
pertev-bâr (f.b.s.) ışıklı.
pertev-efşân (f.b.s.) ziya saçan, ışık saçan, (bkz: pertev-endûz, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz).
pertev-endâz (f.b.s.) nurlandıran, ziya veren, ışık veren, (bkz: münîr, ziyâ-dâr).
pertev-endâzî (f.b.i.) ışık saçma, ışık verme.
pertev-feşân (f.b.s.). (bkz: pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-nisâr, pertev-pâş, pertev-rîz).
pertev-nisâr (f.b.s.). (bkz: pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-rîz).
pertev-pâş (f.b.s.). (bkz: pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-nisâr, pertev-rîz).
pertev-rîz (f.b.s.). (bkz: pertev-endâz, pertev-efşân, pertev-feşân, pertev-pâş, pertev-nisâr).
pertev-sûz (f.b.s.) pertavsız.
perûş (f.i.) sivilce, küçük çıban, (bkz: bisre).
pervâ (f.i.) 1. korku, (bkz: havf). 2. çekingenlik, (bkz. ihtirâz). 3. ilgi, bağ. (bkz: alâka).
Bî-pervâ korkusuz.
Bilâ-pervâ korkmadan; çekinmeden.
pervâne (f.i.) 1. (c. pervânegân) geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. 2. fırıldak. 3. çark. 4. haberci, kılavuz.
pervâne-gân (f.b.i. pervane1in c.) gece kelebekleri.
pervânek (f.i.) 1. karakulak denilen hayvan. 2. ask. öncü. (bkz. pîş-dâr).
pervâne-vâr (f.b.s.) pervane gibi.
pervâr (f.s.) besili, beslenmiş.
Gâv-ı pervâr besili öküz. (bkz: pervâre, pervarî).
Pervâre (f.s.). (bkz. pervâr, pervârî).
Pervârî (f.s.) (bkz: pervâr, pervâre).
pervâs (f.i.) el ile dokunma, el ile yoklama. (bkz : lems).
Pervâz (f.i.) 1. uçma, uçuş. (bkz: tayerân). 2. saçak [dam ve elbisede]. 3. hücre. 4. ayna. 5. dolap. 6. aynalı ince uzun tahta.
-pervâz (f.s.) "uçan, uçucu" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.
Bâlâ-pervâz (yüksekten uçan) atıp tutan.
Bülend-pervâz iddiacı, inatçı... gibi.
pervâze (f.i.) 1. kır, gezinti için hazırlanan yemek. 2. gece eğlentisi ışığı. 3. altın ve gümüş yaprakların kırıntısı, (bkz: rîze-i sîmîn, rîze-i zer).
pervâze-ger (f.b.s.) altın ve gümüş yaprağı yapan.
pervâz-gâh (f.b.i.) uçacak, uçulacak yer, tayyare meydanı, uçak alanı.
pervâz-geh (f.b.i.). (bkz. pervâz-gâh).
pervâzî (f.i.) [eskiden] Dîvân-ı hümâyûn ve Defter-i hâkanî kalemlerine devam ve hizmet etmeden ve hâcegândan olmadan yolunu bularak bu kalemlerden birinde ketebeden olduğuna dâir kayıtlarına şerh verilen kimse.
-perver (f.s.c. perverân) 1. "besleyen, besleyici, büyüten, yetiştiren, yetiştirici, koruyan, terbiye eden" mânâlanyla birleşik kelimeler yapar.
Dehâ-perver dehâ öğreten, dâhî yetiştiren.
Figan-perver figana, acıya sebebolan.
Fukarâ-perver fukara besleyen, sebebolan.
Fukarâ-perver fukara besleyen, gözeten.
Maârif-perver maârifi koruyan, ilerlemesine çalışan., gibi. 2. seçen, alan. 3. seven.
perverân perver'in c.) 1. besleyenler, yetiştirenler, koruyanlar, terbiye edenler. 2 . seçenler, alanlar. 3 . sevenler.
perverd (f.i.). (bkz. perver).
perverde (f.s.) l . beslenmiş, terbiye edilip yetiştirilmiş, büyütülmüş. 2. f. i. üzüm şırasından yapılan bir çeşit tatlı.
perverd-gâr (f.b.s.) "besleyici, terbiye edici, rızıklandırıcı"Allah.
perverende (f.s.) 1. terbiye edici, yetiştirici. 2. besleyici, büyütücü.
perverî (f.i.) 1. besleyicilik, büyütücülük; terbiye. 2. seçme. 3. sevme.
perveriş (f.i.) 1. besleyiş, besleme; beslenme. 2. terbiye etme, yetiştirme. 3. İlerileme. (bkz: terakki). 4. kadın adı.
perveriş-âmûz (f.b.s.) manen yetiştiren, filozof.
perveriş-yâb (f.b.s.) 1. beslenen. 2. terbiye gören, terbiye edilen, yetiştirilen.
perveriş-yâfte (f.b.s.) büyütülmüş, terbiye edilmiş, bakımlı, terbiyeli.
pervez (f.i.) pervaz.
Pervîn (f.i.) l. astro. Ülker yıldızı. (bkz: Süreyya). 2. kadın adı.
pervîz (f.s.) 1. üstün, (bkz: galib, muzaffer). 2. elek. 3. süzge 4. balık, (bkz: mâhî). 5. güzellik. 6. h. i. İran hükümdarı Hüsrev'in lâkabı. 7. cilve. 8. erkek adı.
pervîz-i felek Güneş.
pervîzen (f.i.) elek, kalbur, (bkz: gırbâl).
pes (f.i.) 1. ard, arka, geri.
Pîş ü pes arka ve ön. 2. z f. öyle ise; imdi. 3. zf. sonuç olarak.
pes-i dîvâr duvarın arkası.
pes-i perde perde arkası.
pes ü pîş arka ve ön.
pesâdest (f.b.i.) veresiye alış veriş, (bkz: nesîe).
pesâvend (f.i.) kafiye.
-pesend (f.s.) "beğenen, beğenmiş" manâsıyla birleşik kelimeler yapar.
Avâm-pesend herkes tarafından beğenilen.
Hod-pesend kendini beğenmiş, kendini beğenen.
Müşkîl-pesend güç beğenir.. gibi.
pesend (f.i.) 1. beğenme, seçme. 2. bir çeşit iğne işi. 3. g. s. esmerleşmiş altın, mat altın. 4. g. s. mushaflarla yazmaların ilk sahifeleriyle sûre veya bahis başlarında boya ile perdah olunarak altınla karışık yapılmış olan şekiller.
pesend-âne (f.zf.) beğenecek yolda.
Avâm-pesend-âne herkesin, halkın beğeneceği gibi olan.
pesende (f.s.). (bkz. pesendîde).
pesendîde (f.s.) 1. beğenilmiş, seçilmiş, (bkz: mergub, müntehab).
Nâ-pesendîde beğenilmemiş, (bkz: gayrı makbul). 2. i. müz. Türk müziğinin bir mürekkep makamıdır. III. Selim tarafından terkîbedilmiştir.
pesîn (f.s.) sonraki, en son.
Sadâ-yi pesîn en son seda.
pes-mânde (f.b.s.) 1. geri kalmış, geride bulunan. 2. artık, artmış, (bkz: bakıyye)
pes-mânde-hor (f.b.s.) artık yiyen.
pes-perde (f.b.s.) perde arkası, gizli [iş].
pes-rev (f.b.s.) "arkadan gelen" uşak.
pest (f.s.) 1. alçak, aşağı. 2. hafif sesle söylenen.
pest-baht (f.b.s.) bahtsız, kısmetsiz.
pestenkirânî saçma sapan söz.
pest-fıtret yaratılışı alçak, (bkz: pest-tînet).
pestî (f.i.) alçaklık, adîlik.
pest-pâye (f.b.s.c. pest-pâyegân) pespaye, payesi, derecesi aşağı, bayağı olan.
pest-pâyegân (f.b.s. pest-pâye2'nin c.) pespayeler, payesi, derecesi aşağı, bayağı olanlar, (bkz: evbâşân, hazele).
pest-perde (f.zf.) alçak, hafif sesle.
pest-sadâ (f.b.i.) hafif ses.
pest-tînet (f.a.b.s.) yaradılışı alçak, adî. (bkz. pest-fıtret).
pest-zinde (f.b.i.) arta kalma, fr. surviance.
peş (f.i.) 1. stalaktit şeklindeki sütun başlıklarında en altta bulunan motif parça. fr. queu. 2. bazı eteklerin yanlarına eklenen parça.
peşe (f.i.) sivrisinek, (ekseriya "peşşe" şeklinde kullanılır.).
peşe-gîr (f.b.s.) 1. sinek avlayan. 2. mec. işsiz, güçsüz, boş gezenin boş kalfası.
peşe-hâne (f.b.i.) cibinlik, (bkz: peşşe-bend).
peşeng (f.b.s.). (bkz: pîş-âheng).
Peşeng (f.h.i.) Efrasyâb'ın babası.
peş-gîr (f.b.i.) (bkz: pîş-gîr).
peşîmân (f.s.) pişman, (bkz: nâdim).
peşîmânî (f.i.) pişmanlık, (bkz: nedamet).
Rûz-i peşîmânî mahşer günü. (bkz: yevm-i haşr, yevm-i kıyamet).
peşîn (f.s.). (bkz. pişîn).
Peşîn (f.h.i.) tar. Keykubad'ın üçüncü oğlu.
Peşînât (o.i.c.) peşin verilen paralar.
peşîz, peşîze (f.i.) 1. pul, akçe, mangır. 2. balık pulu. 3. peçiç oyunu.
peşkeş (f.b.i.) (bkz: pîş-keş).
peşleng, peşeng (f.s.) 1.geri kalmış, geri kalan. 2. tereke.
peşm (f.i.) 1. yün, yapağı, (bkz: sûf)2. keten helvası.
peşm-i devât [eskiden] mürekkep hokkasına konulan lif.
peşmek (f.i.) ufak yapağı.
peşmîn, peşmîne (f.i.) 1. yünden, yapağıdan yapılma. 2. sof elbise; sofuların giydiği sâde, süssüz elbise.
peşrev (f.b.i.) 1. müz. Türk müziğinin en mâruf saz eseri forme'dur. Klâsik fasılda bu eserin yeri -eğer baş taksimi yapılmışsa- ilk öncedir. Peşrev, umumiyetle 4 hâne, nadiren 3, 5 çok nadiren 2 hâne olur. Her hâne "mülâzime" denilen kısımla son bulur ve bu kısım aynı nağmelerden yapılmıştır ve değişmez, [aslı "pîşrev" dir]. 2. güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine ve dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun. 3. tar. Binyüzcüler, yanî yalnız binyüz gezlik menzil atışlarına katılan kemankeşlerin kullandığı bir çeşit ok.
peşşe (f.i.) sivrisinek, (bkz: peşe).
peşşe-gir "sinek avlayan" işsiz güçsüz [kimse].
peşşe-bend (f.b.i.) cibinlik, (bkz: peşe-hâne).
peş-tahta (f.b.i.). (bkz. pîş-tahta).
peşt â peşt (f.b.zf.) birbiri arkasından, peşpeşe.
peştemâl (f.b.i.) [aslı"püşt-mâl"dir]. (bkz: püşt-mâl).
peter (f.i.) düz mâden levha.
petgîr (f.i.) kıl elek.
pey (f.i.) 1. (bkz: pâ, pây). 2. iz, işaret.3. ard, arka. (bkz. akab). 4. pey, pey akçesi.
peyâm (f.i.) haber, başkasından alınan bilgi, (bkz. nebe', peygam).
Peyâm-ı Sabah başyazarı Ali Kemal olan ve Mihran tarafından İstanbul'da yayımlanmış bir gazete.
peyâm-âver (f.b.s. c. peyâm-âverân) haber getiren, (bkz: peygam-âver, nebe'âver).
peyâm-âverân (f.b.s. peyâm-âver'in c.) haber getirenler, (bkz: peyâm-âverdegân).
peyâm-âverde (f.b.s.c. peyâm-âverdegân) haber getiren, (bkz: peyam-âver, nebe'-âver, peyâm-ber).
peyâm-âverdegân (f.b.s. peyâm-âverde'nin c.) haber getirenler, (bkz: peyâm-âverân).
peyâm-ber (f.b.s. ve i.) haber getiren, peygamber, (bkz: nebî', resul).
pey-â-pey (f.zf.) 1. birbiri ardınca. 2. azar azar. (bkz. pey-der-pey, pey-ender-pey, tedricen).
peyda (f.i.) 1. meydanda, açıkta.
Nâ-peydâ görünmez, bulunmaz, (bkz: âş-kâr, zahir). 2. hazır, mevcut.
pey-der-pey (f.zf.) birbirinin ardı sıra, yavaş yavaş, (bkz. pey-â-pey, pey-ender-pey).
peyem (f.i.). (bkz: peyâm).
peyem-ber (f.b.s. ve i.), (bkz. peyâm-ber).
peyem-res (f.b.s.) haber ulaştıran, haber getiren, haberci, (bkz: peyâm-ber, peyem-ber, peyâm-âver, peygam-âver).
pey-ender-pey (f.zf.) arka arkaya, ardısıra, durmadan; azar azar. (bkz: pey-â-pey, pey-der-pey).
peygam ("ga" uzun okunur, f.i.) haber, (bkz: peyâm).
peygam (a.i.) haber, (bkz: nebe', peygam).
peygam-âver ("ga" uzun okunur, f.b.s.) haber getiren, (bkz: peyâm-âver).
peygam-ber ("ga" uzun okunur, f. b.i.c. peygam-berân) peygamber, Allah tarafından haber getiren, Allah'ın emirlerini insanlara haber veren, (bkz: resul).
peygam-berân (f.i. peygam-ber'in c.) peygamberler.
peygam-berâne (a.f.zf.) peygamberlere yakışır surette.
peygam-berî ("ga" uzun okunur, f.b.i.) 1. peygamberlik. 2. s. peygamberle ilgili, (bkz: nübüvvet, risâlet).
peygamber-vâri (f.zf.) peygamber gibi, peygambere yaraşır yolda.
peygamber-vâri hezeyan histerinin ve sözle ilgili otomatizmin bir şekli.
peygam-güzâr (f.b.s.) peygam (haber) getirici.
peygan (a.i.) 1. ant, akit. 2. boş, saçma, faydasız.
peygâr (f.i.) savaş, kavga, (bkz: ceng, cidal, perhâş).
peygare ("ga" uzun okunur, f.i.) iftira.
peygem-ber (f.b.i.) peygamber, (bkz: peygamber nebî, resul).
peygem-berî (f.b.i.) peygamberlik. (bkz. nübüvvet, risâlet).
peygule ("gu" uzun okunur, f.i.) köşe, bucak, (bkz: zaviye).
peygule-i nisyân unutulma köşesi.
peygule-güzîn ("gu" uzun okunur, f.b.s.) köşeye çekilmiş, bir köşede oturan, (bkz: peygule-nişîn).
peygule-nişîn ("gu" uzun okunur, f.b.s.) dünyâ ile ilgisini kesip bir köşeye çekilen, (bkz: peygule-güzîn).
peygule-nişînî ("gu" uzun okunur, f.b.i.) köşede oturuculuk.
Dostları ilə paylaş: |