zalâl (a.s. zıll'den) gölge eden, gölgesi olan.
zalâm (a.s.) 1. karanlık, (bkz: deycûr, zulmet).
zalâm-i zulm zulmün karanlığı, koyuluğu. 2. haksızlık.
zaleme (a.s. zâlim'in c.) zâlimler, zulmedenler, haksızlık yapan kimseler, (bkz: zâlimin, zâlimûn).
zâli' (a.s.) 1. aksak hayvan. 2. töhmetli.
zalîf (a.s.) çok hor, hakir adam.
zâlik (a.s.) gidici, giden.
zâlik-ül-em'â hek. sürgün, ishal.
zâlik (a.zm.) şu, o.
Binaen-alâ-zâlik ondan dolayı.
Maa zâlik şununla beraber, onunla beraber.
zalîl (a.s. zıll'den) gölgeli.
zıll-i zalîl koyu gölgeli.
zâlim, zâlime (a.s. zulm'den. c. zaleme, zâlimîn, zâlimûn) zulmeden, haksızlık eden. (bkz: sitem-kâr).
zâlim-âne (a.f.zf. zulümle yapılan, zâlim olana yakışacak yolda.
zâlimîn (a.s. zâlim'in c.) zâlimler. (bkz: zaleme, zâlimûn).
zâlimiyyet (o.i.) zalimlik, zulmetme, acımazlık.
zâlimûn (a.s. zâlim'in c.) zâlimler. (bkz: zaleme, zâlimîn).
zallâm (a.s.) çok zulmeden, çok merhametsiz, (bkz: gaddâr, zalûm).
zalm (a.i.) 1. diş beyazlığı. 2. kar.
zalmâ (a.i.c. zulem) karanlık.
zalûm (a.s.) çok zâlim olan. (a.i.). (bkz: zamm).
zam (a.i.). (bkz. zamm).
zamâim (a.i. zamîme'nin c.) ekler, artırmalar, ilâveler.
zamâir (a.i. zamîr'in c.) 1. zamirler, içyüzler. 2. bir ismin yerine kullanılan kelimeler.
zamâir-i istifhâmiyye gr. soru zamirleri.
zamâir-i işâriyye gr. işaret zamirleri bu, şu, o... gibi.
zamâir-i izâfiyye gr. iyelik zamirleri.
zamâir-i mübheme gr. belgisiz zamirler hiç biri, hepsi, cümlesi... gibi.
zamâir-i mülkiyye, zamâir-i izâfiyye gr. iyelik ekleri, iyelik zamirleri im, -in, -i = evim, kapısı... gibi.
zamâir-i şahsiyye gr. şahıs zamirleri ben, sen, o, biz, siz, onlar... gibi.
zamân (a.i.c. ezmine). (bkz: zemân).
zaman zaman (a.b.zf.) belirsiz zamanlarda, bazen, (bkz: zemân zemân).
zamân (a.i.) 1. kefil olma, kefillik. 2. bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti.
zamân-ı amel üzerine alma. (bkz: der-uhde, iltizâm).
zamân-ı derek huk. [eskiden] satılan şeyin zaptı hâlinde, zapta karşı kefil olanın, alıcıya ödediği tazminat, ödenti.
zamân-ı gurûr huk. [eskiden] muvazaa akdi zımnında bir kimsenin birini aldatmış olmasıyla zararını zâmin olması, hileyle satılan bir şeyin zaptı hâlinde satıcının alıcıya ödediği tazminat, ödenti.
zamân-ı kalîl az, kısa zaman.
zamân-ı mâzî geçmiş zaman.
zamân-ı mebî' huk. [eskiden] henüz teslim edilmeden zayi olan mebîin semeni ile mazmun olması, [satılan bir şey henüz müşteriye teslim edilmeden satanın elinde telef olsa, satan semeni (kabzetmiş ise) müşteriye iade eder ki zamân-ı mebî budur. Kabzetmemiş ise bir şey lâzım gelmez].
zamân-ı menfaat huk. gasp yoluyla yânî sahibinin izni olmaksızın kullanılan malın menfaatini ödeme, yânî o mal ile intifa mukabilinde ecr-i misil verme; karşılık verilen tazminat, ödenti.
zamân-ı rücû' huk. [eskiden] cayma tazminatı.
zamân-ül-mükâteb huk. [eskiden] kitabete kesilmiş olan memlûkün (kölenin) birisi hakkında "kefil bil-mal" veya "kefil-bin-nefs" olması demektir ki, caiz değildir. Gerek velîsinin izni ve mekfûl-ün anh'ın emriyle olsun ve gerek olmasın; mükâteb kölenin herhangi bir kimse veya onun malı hakkında kefil olması hâlinde ödemeyi yüklendiği tazminat, ödenti, [bu türlü ödenti yükümü, kölenin velîsinin izni dahî olsa geçerli değildir].
zamâne (a.i.) şimdiki zaman [şikâyet veya hafifseme anlamında], (bkz: zemâne).
zamâne (a.i.). (bkz. zemâne).
zamânen (a.zf.). (bkz. zemânen).
zamânî (a.s.). (bkz. zemânî).
zamg (a.i.) zamk.
zamg-ı Arabî kim. Arap zamkı.
zâmile (a.i.c. zevâmil) 1. küçük yük. 2. yük hayvanı.
zamîme (a.i. zamm'dan. c. zamâim) ek, artırma, katma, ekleme, ilâve.
zamîmeten (a.zf.) ek olarak, ulama olarak, üstelik, bir de.
zâmin (a.s. zamân'dan) tazmîne mecbur olan, kefil, (bkz: zamîn).
zamîn (a.s. zamân'dan) tazmîn eden, kefil olan. (bkz: zâmin).
zâmine (a.i.) kefil kadın.
zâmir (a.s.) düdük çalan, neyzen.
zamîr (a.i.c. zamâir) 1. iç, içyüz, (bkz: dâhil, bâtın). 2. kalb; vicdan. 3. gönülde gizli olan sır.
Levh-i zamîr içteki, gönüldeki levha.
Mâ-fi-z-zamîr gönülde, yürekte olan. 4. gr. ismin yerini tutan kelime.
zamîr-i fi'lî gr. kişi eki, geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -di, -dik, -diniz, -diler ... gibi.
zamîr-i izâfî gr. muzaflarm (belirtilen) sonuna gelen -im, -in, -i, -imiz, -iniz, -leri.. gibi.
zamîr-i nisbî gr. isimlerin sonuna gelen -im, -sin, -iz, -siniz zamirleri.
zamîr-i şahsî gr. şahıs, kişi gösteren zamirler "ben, sen, o, biz, siz, onlar" gibi.
zamîr-şinâs (a.f.b.s.) gönül bilir, ince duygulu, hassas.
zamm (a.i.) 1. artıkma, katma, ekleme. 2. a. gr. bir harfin mazmum, zammeli [yânî o ile] okunması.
zamm-ı devir tar., müz. mehterhanede çalınan makamlardan biri.
zamm-ı mütevellî huk. [eskiden] lüzumunda yargıcın mevcut mütevelliye diğer ehil bir zâtı arkadaş etmesi.
zamm-ı vasî huk. [eskiden] vasiye başka bir vasînin katılması, [şöyle ki; vasî müstakil olup da ancak iktidarı, vasîlik vazifesini yapmaya kâfi gelmezse diğer bir vasî kendisine arkadaş edilir].
zamme (a.i.) ötre denilen ve o, ö, u, ü okunan Arap harekesi ( )
zamme-i mebsûte-i sakile gr. (o) sesini veren zamme yol, zor... gibi.
zamme-i mebsûte-i hafîfe gr. (ö) sesini veren zamme göz, söz... gibi.
zamme-i makbûza-i sakile gr. (u) sesini veren zamme bu, şu... gibi.
zamme-i makbûze-i hafîfe gr. (ü) sesini veren zamme düz, güz... gibi.
zammetân (a.i.c.) iki zamme, (bkz: zammeteyn).
zammeteyn (a.i.c.) iki zamme, (bkz: zammetân).
zamyân (a.i.) Güney Amerika'ya mahsus bir cins hurma ağacı, fr. zamie.
zan (a.i.). (bkz. zann).
zanbak (a.i.) bot. zambak.
zanbakıyy-üş-şekl bot. deniz lâleleri.
zânî (a.s. zinâ'dan) zina eden [erkek].
zâniye (a.s. zinâ'dan. c. zevânî) zina eden [kadın], (bkz. fâhişe).
zank (a.s.) 1. dar şey, dar yer. (bkz: teng1). 2. i. darlık, sıkıntı.
zânn (a.s.) zannedici, eden, sanan.
zann (a.i.c. zunûn) 1. sanma, sanı, sezme. 2. şüphe, işkil.
Hüsn-i zann birini iyi zannetme, iyi sanma.
Sû-i zann kötü fikir besleme, kötü sanma.
zann-i galib ("ga" uzun okunur) kuvveti, hakikate en yakın olan zan.
zann ü tahmîn fels. sanı.
zannî (a.s.) zanne ait, zan ile ilgili.
zannîn (a.s.) töhmetli, suçlu [adam].
zanniyyât (a.i.c.) asılsız şüpheler, tereddütlü sanmalar.
zannûn (a.s.) düşüncesi ve tedbîri kıt olan [adam].
zânû (f.i.) diz.
zânû-be-zânû (f.zf.) diz dize.
zânû-be-zemîn (f.zf.) dizini yere koyarak, diz çökerek.
zânû-ber-zânû (f.zf.) diz dize.
zânû-ber-zemîn (f.zf.) dizini yere koyarak, diz çökerek.
zânû-ber-zemîn-i tazarru' ve ibtihâl diz çöküp yalvaran.
zânû-zede (f.b.s.) diz çökmüş.
zânû-zen (f.b.s.) diz çökmüş.
-zâr (f.s.) isimlere eklenerek yer adı bildirir.
Çemen-zâr çimenlik.
Gül-zâr güllük.
Lâle-zâr lâle bahçesi., gibi.
zâr (f.s.) 1. [sesle] ağlayan, inleyen.
Âşık-ı zâr inleyen âşık.
Bülbül-i zâr inleyen bülbül.
Dil-i zâr inleyen gönül. 2. zayıf, dermansız.
Cism-i zâr zayıf vücut. 3. inleme, ağlayış.
zar' (a.i.c. zuru') 1. meme. 2. süt veren hayvan memesi.
Zer ü zâr tahıl ve süt ürünü.
zarâet, darâet (a.i.) alçalma, kendini küçültme, (bkz: darâet).
zarâfet (a.i.) 1. zariflik, naziklik, incelik. 2. davranış, söyleyiş, giyim ve kuşam inceliği.
zarâfet-i fikriyye fikre ait zarafet.
zarâfet-perver (a.f.b.s.c. zarâfet-perverân) zarafete düşkün olan.
zarâfet-perverân (a.f.b.s. zarâfet-perver'in c.) zarafete düşkün olanlar.
zarâfet-perverân-ı kibâr-zâdegân kibar çocuklarının zarafete düşkün olanları,
zarâgım (a.i. zırgam'ın c.) arslanlar. (bkz. darâgım).
zarâif (a.s. zarîfe'nin c.) zarif, ince şeyler.
zarar (a.i.c. ezrâr) 1. bir menfaatin bozulması veya kaybolması. 2. ziyan, eksiklik, kayıp.
zarar-ı âmm huk. umûma ait, yânî umûmî bir camiaya (topluma) veya bir köy veya bir kasaba veya bir mahalle, yahut bir sokak ahâlîsine şümulü olan zarar.
zarar-ı hâss huk. bir veya birkaç şahsa münhasır bulunan zarar.
zarar-ı mahz fık. kendisinin faydası yerine zararı olan.
zarar-ı ma'nevî huk. tazminat.
zarar-bîn (a.f.b.s.) fık. meydanda, aşikâr olan zarar.
zarar-dîde (a.f.b.s.) zarar, ziyana, kaybe uğramış olan.
zarb (a.i.c. durûb). (bkz: darb).
zarbân (a.i.) zool. kertenkeleye musallat olan, kedi büyüklüğünde yırtıcı bir hayvan.
zarb-hâne (a.f.b.i.). (bkz. darb-hâne).
zarf (a.i.c. zurûf) 1. kab, kılıf, mahfaza. 2. içine mektup konulan kâğıt kap. 3. gr. bir fiilin, bir sıfatın veya başka bir zarfın mânâsına "yer, zaman, nicelik, nitelik" gibi bakımlardan başkalık katan kelime, belirteç.
zarf-ı zamân gr. zaman gösteren zarf, kelime "erken", "geç" gibi.
zarf-ı mekân gr. mekân gösteren zarf, kelime "burada; bayırda; dışarı, içeri.." gibi.
zarf ile mazrûf bir şeyin dış görünüşü ile iç görünüşü veya içyüzü.
zarfiyyet (a.i.) gr. zarflık, bir kelimenin zarf olma hâli, zarf olarak kullanılması.
zarî (a.i.) hek. kanı durmayan damar.
zarî' (a.s.) memesi büyük olan [kadın, hayvan].
zâri' (a.s. zer'den. c. zürrâ') ekin eken, çiftçi.
zârî (f.i.) ağlayıp sızlama.
zarîbe (a.i.) huk. [eskiden] 1. bir kimsenin üzerine tarh ve tahmil edilen haraç, cizye, gümrük rüsumu gibi muayyen bir vazîfe. 2. bir kölenin çalışıp efendisine vermesi meşrut olan kazancı.
zarîf (a.s.c. zurefâ) 1. zarâfetli, güzel, şık. 2. nâzik, ince, yakışıklı, beğenilir tavır ve edalı. 3. ince nükteli, ince nüktelerle konuşan.
zarîf-âne (a. zf.) zarîf olana yakışacak şekilde, zariflikle, incelikle, (bkz: nâzik-âne).
zarîfât (a.i. zarîfe'nin c.), (bkz: zarâif).
zarîfe (a.s.) 1. zarif şey. 2. i. kadın adı. ["zarif kelimesinin müennesi].
zârife (a.s.) fazla, lüzumsuz [söz].
zarîh, darih (a.i.) mezar.
zarr (a.i.) zarar.
zârr (a.s.) zararlı.
zarr, zarre (a.s.) zarara sebebolan.
zarrâ' (a.i.) 1. mihnet, keder, sıkıntı, belâ. 2. şiddet, (bkz: darrâ').
zarta (a.i.) osuruk, yellenme.
zarûrât (a.i. zarûret'in c.) zaruretler, muhtaçlıklar, yoksulluklar; sıkıntılar.
zarûret (a.i. c. zarûrât) 1. çaresizlik. 2. muhtaçlık, yoksulluk; sıkıntı.
Bi-z-zarûre çaresiz, ister istemez.
zarûret-i vezn ed. nazımdaki ölçünün gerekli kıldığı imâle, zihaf gibi yapılan değişikliklere verilen bir ad.
zarûrî, zarûriyye (a.s.) mecburî, zorunlu [iş], ister istemez olacak olan [iş].
Emr-i zarûrî ister istemez yapılacak iş.
ihtiyâcât-ı zarûriyye yaşamak için mutlaka lüzumlu olan şeyler.
Masârif-i zarûriyye zarurî masraflar, harcanması gerekli olan giderler.
zarûriyye-i mutlaka mant. zorunlu.
zarûriyyât (a.i. zarûrî'nin c.) mecburî, zorunlu işler, ister istemez olacak olan işler.
zâr zâr (f.zf.) yanık yanık, hazin hazin, [sesle] ağlaya ağlaya.
zât (a.i.) 1. kendi.
zât-ül-hareke kendi kendine hareket eden cisim. 2. asıl, öz, cevher. 3. saygıya değer kimse.
zât-ı fahâmet-penâhî tar. sadrâzam.
zât-ı şâhâne tar. pâdişâha hitabederken veya kendisinden bahsedilirken kullanılan bir tâbir.
zât (a.s.c. zevât) 1. sahip, mâlik [kadın] ("zû" nun müennesi). 2. hekimlik terimlerinde hastalık, botanik ve zooloji terimlerinde "-li, -giller" gibi mânâlarıyla sınıflamalar meydana getirir.
Zât-üd-dimâğ beyin nescinin (dokusunun) iltihabı., gibi.
zât-ı hayz hayız gören kadın.
zât-ı leben memesinde süt olan kadın.
zât-ül-asab-ı basarî hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin iltihabı.
zât-ül-ibre zool. iğneli böcekler.
zâten (a.zf.) aslında, asıl olarak, esasen.
Zâtî (a.h.i.) Balıkesirli meşhur Türk şâiridir. Asıl adı İvaz'dır. Evvelce dikicilik ederdi. II. Bayezîd devrinde İstanbula geldi, I. Selim ve Kanunî zamanlarına yetişti. Son zamanlarında remmal (remilci) olmuştu. Rivayet edildiği üzere 1600 gazel, 400 den fazla kasîde söylemiştir. Meşhur olan "Şem'ü pervane" manzumesi 5000 beyitliktir; Ahmed ve Mahmud manzumesi 2000 beyitliktir. (d. 876 -ö. 954).
zâtî, zâtiyye (a.s.) kendiyle ilgili, kendine ait, kişilik, özlük, özel.
zâtî kusûr zarar ve ziyana yol açan kusur.
zâtiyyât (a.s.c. zâte ait hususlar, kişiye ait özellikler, (bkz: şahsiyyât).
zât-üd-dimâğ (a.b.i.) hek.beyin nescinin (dokusunun) iltihabı.
zât-ül-asab-ı basarî (a.b.i.) hek. gözde görmeye hizmet eden sinirlerin iltihabı.
zât-ül-azm (a.b.i.) hek. kemik dokusu iltihabı.
zât-ül-batneyn zool. ikikarınlı, fr. biventre.
zât-ül-beyn (a.b.i.) fık. iki kişi arasında olan düşmanlık.
zat-ül-cefn (a.b.i.) hek. gözkapağı iltihabı.
zât-ül-cenb (a.b.i.) hek. satlıcan, akciğer örtüsünün iltihabı, fr. pleuresie.
zât-ül-cild-il-azmî (a.b.i.) zool. cildleri zırh gibi sertleşmiş veya kemikleşmiş balıklar sınıfı.
zât-ül-cinseyn (a.b.s.) biy., fels. iki cinslilik. fr. bisevue.
zât-ül-efvâh-il-cenbiyye (a.b.i.) zool. Köpek balığı gibi ağzında kuvvetli ve keskin dişleri bulunan büyük, saldırıcı balıklar sınıfı.
zât-ül-elvân (a.b.i.) mad. vaziyetine göre birkaç renk gösteren şeffaf (saydam) mâdenler.
zât-ül-ercül-il-batniyye (a.b.i.) zool. karındanbacaklılar, fr. gasteropodes.
zât-ül-ercül-il-cezriyye (a.b.i.) zool. kökdenbacaklılar.
zât-ül-ercül-il-keffiyye (a.b.i.) zool. perdeayaklılar, fr. palmipedes.
zât-ül-ercül-il-kesîre (a.b.i.) zool. çokayaklılar, fr. myriapodes.
zât-ül-ercül-il-mafsaliyye (a.b.i.) zool. eklembacaklılar, fr. arthropodes.
zât-ül-ercül-il-meşkuka ("ka" uzun okunur, a.b.i.) zool. çataltırnaklılar.
zât-ül-ercül-ir-re'siyye (a.b.i.) zool. baştanayaklılar, fr. cephalopodes.
zât-ül-esâbi'-il-müf'rede (a.b.i.) zool. toynaklılar, tektırnaklılar, fr. ongules.
zât-ül-esâbi-il-müzdevice (a.b.i.) zool. su aygırı gibi ayakları müsavi parmaklarla nihayet bulan iri hayvanlar.
zât-ül-esmâr (a.b.i.) meyva veren, meyvalı. (bkz. semîr).
zât-ül-eydi-l-erba' (a.b.i.) zool. dört elli hayvanlar.
zât-ül-ezfâr (a.b.i.) zool. parmakları birbirinden ayrı, hareketli veya pençeli olan hayvanlar.
zât-ül-fıkarât (a.b.i.) zool. omurgalılar, belkemiği olan hayvanlar, fr. vertebres.
zât-ül-filka (a.b.i.) bot. gelişmesi, çekirdeğinin aynlmasıyla olmayan bitkiler.
zât-ül-filkateyn (a.b.i.) bot. ikiçenekliler, fr. dicotyledones.
zât-ül-galsame-i dâime (a.b.i.) zool. şeklini değiştirmek hassası eksik olan bir nevî kurbağa.
zât-ül-galsamet-il-musaffaha zool. yassısolungaçlılar, fr. lamellibranches.
zât-ül-harâşif-il-müşa'şaa (a.b.i.) zool. cildi mineli veya kemikli olan bir balık sınıfı.
zât-ül-hareke (a.b.i.) fiz. kendi kendine hareket eden [cisim], otomatik, fr. automatique.
zât-ül-harekiyyet (a.b.i.) fels. özdevim, otomatizm, fr. automalisme.
zât-ül-hufeyre-i re's (a. b.i.) uzunluğu yirmi metre kadar olan bir çeşit tenya, şerit.
zât-ül-hurtûm (a.b.i.) hortumlu hayvanlar sınıfı, hortumlular, fr. pro-boscidiens.
zât-ül-husye (a.b.i.) hek. husyelerin, hayaların iltihabı.
zât-ül-ızâm-it-tâmme (a. b.i.) zool. tamamen kemikleşmiş fıkraları birer kıhıftan ibaret olan balıklar sınıfı.
zât-ül-ilkah-ı hafiyye ("ka" uzun okunur, a.b.i.) bot. ilkahı gizli (çiçeksiz) olan bitkiler.
zât-ül-ilkah-ı hafiyye-i hücreviyye ("ka" uzun okunur, a.b.i.) bot. ilkahı damar içinde gizlice vuku bulan bitkiler, damarlı çiçeksizler.
zât-ül-ilkah-ı hafiyye-i viâiyye ("ka" uzun okunur, a.b.i.) bot. ilkahı damar içinde gizlice vuku bulan bitkiler, damarlı çiçeksizler.
zât-ül-ilkah-iz-zâhire ("ka" uzun okunur, a.b.i.) bot. ilkahı çiçek vasıtasıyla vuku' bulan bitkiler, çiçekli bitkiler.
zât-ül-karniyye (a.b.i.) hek. gözün alt tabakasını tamamlayan cam gibi parlak tabakanın iltihabı.
zât-ül-kasabât (a.b.i.) hek. ince damarlılar, trakeliler, fr. tracheates.
zât-ül-kasabât-ı şa'riyye (a.b.i.) hek. akciğer borusunun birinci taksimatının iç yüzündeki gışâ-i muhâtî (sümüksel zar) nin nezlemsi iltihabı.
zât-ül-kebed (a.b.i.) hek. karaciğer iltihabı, f r. hebatite.
zât-ül-kilye (a.b.i.) hek. böbrek iltihabı, fr. nephrite.
zât-ül-kilye-i zülâlî (dâ-i Brayt) (a.b.i.) hek. böbrek iltihabı neticesinde sidikte albümin bulunmasına sebeb olan hastalık.
zât-ül-kîsî (a.b.i.) zool. karnının altında bir kesesi olup yavrulannı ilk defa olarak bunun içinde doğuran hayvanlar.
zât-ül-kurûn-il-musamme (a.b.i.) zool. boynuzlarının içi boş olan hayvanlar, boş boynuzlular.
zât-ül-kurûn-il-mücevvefe (a.b.i.) boynuzlarının içi boş olan hayvanlar, boş boynuzlular.
zât-ül-kurûn-is-sâkıta (a.b.i.) zool. geyik, karaca gibi yalnız erkeklerinde bulunup mevsim mevsim düşen ve sonra yeniden boynuzu çıkan hayvanlar sınıfı.
zât-ül-kuzahiyye (a.b.i.) hek. gözde korun tabakasının gerisindeki iris iltihabı.
zât-ül-kürsî (a.b.i.) astr. kasyope, altı yıldızdan ibaret, dördü bir dörtgen teşkil eden ve Küçükayı yıldız kümesinin yanında bulunan bir yıldız kümesi; ing. cassiopeia, fr. cassiopee.
zât-ül-levneyn (a.b.i.) jeol. vaziyetine göre iki renk gösteren şeffaf (saydam) mâdenler.
zât-ül-lisân (a.b.i.) zool. Avusturalya kirpisi.
zât-ül-mafsal (a.b.i.) hek. mafsal iltihabı.
zât-ül-mebîz (a.b.i.) hek. kadınlarda iç kasık tarafına rastlayan yumurtalığın iltihabı.
zât-ül-mehbil (a.b.i.) hek. kadınlarda mehbil (dölyolu) in iltihabı.
zât-ül-mesâne (a.b.i.) hek. sidik torbası (kavuğu) iltihabı.
zât-ül-meşîme (a.b.i.) hek. gözdeki damartabakanın iltihabı.
zât-ül-metâli' (a.b.i.) ed. ikiden fazla matlaı olan gazel veya kasîde.
zât-ül-miskab (a.b.i.) zool. karınlarının nihâyetinde birer delik bulunan omurgasız hayvanlar.
zât-ül-mültehime (a.b.i.) hek. gözkapağını göz yuvarlağı ile birleştiren zarın iltihabı.
zât-ül-ukad (a.b.i.) hek. vücuttaki bezlerin iltihabı.
zât-ül-üzn-i dâhilî (a.b.i.) hek. kulak davulunun iç örtüsünün iltihabı.
zât-ül-üzn-i hâricî (a.b.i.) hek. kulak deliği cildinin iltihabı.
zât-ül-vekud ("ku" uzun okunur. a.b.i.) odun, kömür gibi yanacak şeyleri içine alan kab.
zât-ül-verîd (a.b.i.) hek. Siyah kan damarlarının iltihabı.
zât-ün-nitâkayn (a.b.i.) Hz. Ebûbekir'in kızı Esmâ'ya Hicrette fedakârlıkta bulunması hasebiyle ve Cennette iki kuşağa nail olacağı müjdesiyle Peygamberimiz Hz. Muhammed tarafından verilen lâkab. (bkz. nitâk-ül-cevzâ).
zât-ür-rahm (a.b.i.) hek. rahimin tamamen veya kısmen büyüyerek iltihaplanması.
zât-ür-rahmeyn (a.b.i.) hek. karınlarının altında bir kesesi olan hayvanlar sınıfı.
zât-ür-re'seyn (a.b.i.) hek. üst tarafları ikiye ayrılmış olup insan vücûdunda biri kolda, diğeri oylukta bulunan iki adalenin sınıfı.
zât-ür-re's-i şa'rî (a.b.i.) hek. baş tarafı kıl gibi ince bir nevî solucan. [kara hummadan ölenlerde çok bulunur.]
zât-ür-rie (a.b.i.) hek. akciğer iltihabı, yangısı, batar, fr. pneumonie.
zât-ür-rüûs-i selâse (a.b. i.) hek. uç tarafları üç kısma ayrılmış ve biri kolda, ötekileri oylukta bulunan iki adalenin sınıfı, oyluk adalesi.
zât-ür-rüûs-i selâse (adale-i) (a.b.i.) biy. üçbaşlı kas.
zât-üs-sedâyâ (a.b.i.) zool. memeliler, fr. mammiferes. (bkz: zevi-s-sedâyâ).
zât-üs-sedâyâ-yi bahriyye (a.b.i.) zool. denizayıları.. gibi memeliler sınıfı, fr. sireniens.
zât-üs-sehâyâ (a.b.i.) hek. beyin zarı iltihabı.
zât-üs-sehâyâ-yi derenî (a.b.i.) hek. beyin zarı iltihabından doğan beyin veremi.
zât-üs-sıfâk (a.b.i.) hek. peritonit, karın zarı iltihabı, fr. peritonite.
zât-üs-sıfâk-i nifâsî (a.b.i.) hek. lohusalarda olan peritonit.
zât-üs-simhâk (a.b.i.) hek. kemik zarının iltihabı.
zât-üs-sudûr (a.b.i.) gönülde kararlaştırılan şeyler.
zât-üs-sukabât (a.b.i.) zool. delikliler, fr. foraminiferes.
zât-üs-sukabât-ı gayr-i müşa'ara (a.b.i.) zool. matraporalar, fr. madrepores.
zât-üs-sulbe (a.b.i.) hek. gözün dış tabakasının iltihabı.
zât-üş-şebekiyye (a.b.i.) hek. gözün şebekî tabakasında (ağtabaka) meydana gelen karışıklık.
zât-üş-şegaf ("ga" uzun okunur. a.b.i.) hek. kalbin iç ve dış denilen iki zarından her hangi birinin iltihabı.
zât-üş-şerâfet-is-selâse (a.b.i.) hek. "üç kanadlı" kalbin sağ boşluğundaki deliğin ağzında bulunan kapağın sıfatı.
zât-üş-şiryân (a.b.i.) hek. nabız damarının iltihabı.
zât-üt-tabl (a.b.i.) hek. Kulak zarı iltihabı.
zât-üt-teneffüs-il-müzdevic (a.b.i.) zool. hem suda, hem karada yaşayan hayvanlar.
zât-üz-zehreteyn (a.b.i.) bot. iki çiçekli bitkiler, fr. biflore.
zât-üz-zevc (a.b.s.) kocalı (kadın).
zav' (a.i.c. azvâ') aydınlık, ışık. (bkz: zû').
zav'-ı şems Güneş'in ışığı.
zavâbıt (a.i. zâbıta'nın c.) kaideler, nizamlar, usuller.
zavâbıt-ı idâre idare nizamları.
zavâbıt-ı nahviyye sintaks kaideleri (kuralları).
zavâhir (a.i. zâhir ve zâhire'nin c.) 1. görünüş, görünür, dışyüz. 2. yüksek yerler, göze çarpan yerler.
zavârib (a.i.c.) nabız damarları.
zâvil (f.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. En az beş altı asırlıktır. Az kullanılmıştır. Mahur ile nikrizden mürekkeptir. Fakat ekseriya kararda nikriz beşlisi gösteren bir mâhur'dan ibarettir. Bu beşli ile rast (sol) perdesinde durur. Güçlü -her iki makamın da güçlüsü olan- neva (re) perdesidir. Donanımına mahurun "fa" küçük mücenneb diyezi yazılır. Nikriz beşlisi için nota içerisinde "do" bakıyye diyezi "si" bakıyye bemolü kullanılır (bu beşli'de "fa" sesi yoktur). Umumiyetle inici seyreder (mahur gibi).
zâvilî (f.i.) müz. Türk müziğinde en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.
zâvilî-isfehân (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş asırlık bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.
zâvilî-segâh (f.b.i.) müz. Türk müziğinde en az beş asırlık bir mürekkep makam olup nümunesi kalmamıştır.
zâviye (a.i.c. zevâyâ) 1. köşe. 2. mat. *açı, fr. angle.
zâviye-i ayniyye hek. göz pınarı.
zâviye-i hâdde mat. dar açı, fr. angle aigu.
zâviye-i hâriciyye geo. dışaçı.
zâviye-i in'ikâs geo. yansıma açısı, fr. angle reflexion.
zâviye-i inkisâr astr. kırılma açısı, fr. angle de refraction.
zâviye-i kaime ("ka" uzun okunur) mat. dik açı, fr. angle droit.
zâviye-i merkeziyye geo. merkez açısı, fr. angle au centre.
zâviye-i mücâvire geo. komşu açı, fr. angle adjacent.
zâviye-i münferice mat. geniş açı, fr. angle obtus.
zâviye-i mücesseme mat. bir noktada birleşen üç ve daha çok düzlemin meydana getirdiği açı, fr. angle triedre.
zâviye-i müsellesâtiyye astr. trigonometri açısı.
zâviye-i müsteviye mat. düzlem açı, fr. angle plan.
zâviye-i mütecâvire (bkz. zâviye-i mücâvire).
zâviye-i semtiyye astr., top. ufkî düzlem üzerindeki açı mebde' bakımından kuzey cihetine bağlı ise okunan açıya semt açısı (zâviye-i semtiyye) adı verilir, (bkz: semt zâviyesi).
zâviye-i semt-ün-nazîr astr. mebde' noktası semt-ün-nazîr olmak üzere râsıdın gözünde baktığı yıldız istikametinin teşkîl ettiği açı.
zâviye-i semt-ür-re's astr. (bkz: mesâfe-i semt-ür-re's).
zâviye-i sür'at fiz. açısal hız. 3. birinin ibâdet etmek üzere çekildiği tenha yer. 4. küçük tekke.
zâviye-i şâkuliyye astr. râsıdın bulunduğu noktadan geçen ve ufuk düzlemine dikey olan düzlem içerisindeki iki nokta ile rasat âletinin "objectif' merkezini teşkîl ettiği açı.
Dostları ilə paylaş: |