Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə20/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   189

candâne (f.i.) 1. tepe ile alın arasındaki yer, bıngıldak. 2. beyin.

cân-dâr (f.b.s.) 1. canlı, diri. 2. silâhlı [kimse]. 3. i. muhafız, koruyucu, emniyet memuru. 4. i. azık.

cân-dârû (f.b.i.) tiryak.

câne (f.i.) 1. silâh, (bkz: can"). 2. ruh, can.

câne-dâr (f.b.s.). (bkz. cân-dâr).

cân-efşân (f.b.s.) bir da'vâ uğruna canını veren, (bkz: cân-feşân).

cân-efşânî (f-b.i.) bir da'vâ uğrunda can verilicik.

cân-efzâ (f.b.s.). (bkz. cân-fezâ).

câ-nemâz (f.b.i.) "namaz yeri" seccade.

cân-fedâ (f.b.s.) canını veren [aslı "cân-fıdâ" dır].

cân-fersâ (f.b.s.) can dayanamayacak derecede.

cân-feşân (f.b.s.). (bkz. cân-efşân).

cân-fezâ (f.b.s.) 1. can artıran, gönüle ferahlık verici, cana can kalıcı. 2. ayın yir-miüçüncü günü. 3. i. muz. tahminen beş altı asırlık pek az kullanılmış bir mürekkep makamdır. Sabâ makamının pest tarafına, durağı olan dügâh perdesinden îtibâren hüseynî-aşîrân perdesine nakledilmiş bir uşşak dörtlüsü (inici olarak sesleri şöyledir dügâh, rast, ırak, aşîrân) ilâvesinden ibarettir. Canfeza, bu dörtlüyü inici bir şekilde idare ile, hüseynî-aşîrân perdesinde durur. Güçlü birinci derecede sabâ'nın durağı ve uşşak dörtlüsünün mi şeddinin güçlüsü olan dügâh, ikinci derecede de birinci güçlü kadar ehemmiyet arzetmek üzere sabâ'nın güçlüsü olan çargâh'dır. Donanıma sabâ gibi si için koma bemolü ve re için ba-kıyye bemolü konulur. Lâhin içinde uşşak dörtlüsü için de fa bakıyye diyezi ilâve edilir, (sabâ'nın iki arızası bu dörtlü'nün seslerine dâhil değildir).

cân-figen (f.b.s.) can düşüren, can harcayan.

cân-gâh (f.b.s.) can azaltıcı, ruh eksil-tici. 2. i. can evi.

cân-gezâ (f.b.s.) can ısırıcı, ruh sıkıcı; öldürücü, tehlikeli olan.

cân-gîr (f.b.s.) can sıkıcı.

cân-güdâz (f.b.s.) can eritici, acıma uyandıran.

cân-güzâr (f.b.s.) candan geçer o-lan, cana dokunan.

cân-hırâş (f.b.s.) yürek paralayan, iç tırmalayan, (bkz: dil-hirâş).

cânî, caniye (a.s. cinâyet'den) cinayet işleyen.

cânî (f.s.) azîz, candan sevilen [kimse].

cânib (a.i. cenb'den c. cevânib) 1. taraf, cihet, yan. 2. erkek adı. (bkz: sûy).

cânib-i rahmet Allah'ın kullarına öldükten sonra yapacağı ihsanın bulunduğu yer, Allah'ın nezdi.

cânib-dâr (a.f.b.s.) yancı [askerlikte].

cânibeyn (a.b.s.) iki yan, iki taraf.

canibi (a.s.) 1. yana ait, yanda olan, yana düşen. 2. jeol., mant. *yanal, f r. lateral.

cânih, câniha (a.s. cünha'-dan) suç işlemiş, suç sahibi olan.

câniha (a.s.) 1. cenaha meyleden veya bir tarafı tutan. 2.i. kaburga kemiklerinin ikinci veya üçüncüsü ile yedincisi arasındaki herhangi bir kemik olup ekseriya beşinci, altıncı veya yedinci kemik olur.

câ-nişin (a.f.b.s.) birinin yerine geçen, birinin yerine oturan; vekil.

Câniyâne (a.f.zf.) cânî gibi, canice.

caniye (a.i.) cânî kadın.

Cânn (a.i.) cin taifesi.

cân-nisâr (f.b.s.) canını feda eden, canını harcayan.

cân-perver (f.b.s.) ruh besleyen, iç açan; gönül açan.

cân-rübâ (f.b.s.) gönül kapan, dilber.

cân-sipâr (f.b.s.) canını teslîm eden, canını feda eden.

cân-sipârâne (f.b.zf.) canını feda edercesine.

cân-sipârî (f.b.i.) can feda edicilik, fedâkârlık.

cân-sitân (f.b.s.) ruh alıcı, can çıkarıcı, insana belâ olan, güzel.

cân-sitânî (f.b.i.) cansitanhk, ruh alıcılık, can çıkancılık.

cân-sûz (f.b.s.) can yakan, fazla keder ve sıkıntı veren.

cân-şikâf (f.b.s.) can yırtıcı, yaralayıcı.

cân-şikâr, cân-şiker (f.b.s. ve i.) can avlayıcı, can alıcı, Azrail.

cân-şiken (f.b.i.) Azrail, (bkz: cân-şikâr, cân-şiker).

car (a.i.c. cirân) 1. komşu. câr-ı mülâsık,

câr-ül-cenb bitişik komşu.

câr-ullah Mekke'ye gidip orada oturan.

câr-ül-cünüb akrabadan olmayan, yabancı komşu. 2. müşteri. 3. çarşaf, örtü.

Cârî (a.s. cereyân'dan) 1. cereyan eden, akan, geçen, yürüyen.

Mâ-i carî akar su.

Şehr-i carî geçen ay. 2. sosy. geçer, fr. courant.

carî faiz haddi eko. para piyasasında doğan, para arz ve talebine göre meydana gelen faiz.

carî fiat eko. satış esnasında geçerli olan fiat

carî hâsıla eko. 1) bir yatırımdan bir yıl i-çinde sağlanan gelirin yatırım değerine oranı; 2. sermâyenin yüzde ile gösterilen yıllık geliri.

carî hesâb eko. (bkz: hesâb-ı carî).

carî ihtiyat eko. kısa zamanda paraya çevrilebilecek aktif hesaplar.

carî mâliyyet eko. hâlihazır fiatlara dayanan maliyet.

carî masraf eko. belirli bir devre içinde yapılan masraf.

carî nisbet eko. mütedavil kıymetler toplamının kısa vadeli borçlar toplamına bölümü.

cârih, câriha (a.s. cerh'den) 1. cerheden, yaralayan.

Esliha-i câriha yara açan silâhlar. 2. çürüten.

câriha (a.i.cerh'den c. cevârih) 1. zool. yırtıcı kuş veya hayvan, fr. repaçes. 2. insanın el, ayak gibi âzası.

cârihîn o (a.s. cârih'in c.) cerh edenler, yaralayanlar.

cârim, cârime (a.s. cürm'-den) 1. kesen. 2. hurma toplayan. 3. ailesinin maişetini kazanan. 4. suçlu, mücrim.

câris (a.s.) hırçın [kadın].

câriye (a.i.c. cevârî) 1. para ile satın alınan halayık, hizmetçi kız; kız. 2. harpte esir düşmüş veya odalık olarak alınmış kız.

câriyye (a.s.) câri olan, geçer olan.

Sikke-i câriyye geçer akçe.

Hesâbât-ı câriyye karşılıklı geçen hesaplar.

cârr, cârre (a.s. cerr'den) cerre-den, çeken, sürükleyen, çekici.

Hurûf-i cârre a. gr. harf-i cer'ler.

cârşeb (f.i.) çarşaf.

cârû, cârub (f.i.) süpürge.

cârûb-keş (f.b.s.) süpürücü.[evvelce, Mekke'de Kabe'nin, Medine'de camilerin süpürme işi mühim ve şerefli bir vazife ve rütbe idi].

cârûb-nümâ (f.b.s.) süpürge gibi, süpürgeyi andıran.

Lihye-i cârûb-nümâ süpürgeyi andıran sakal.

cârûb-zen (f-b-i-) süpürücü, çöpçü.

câr-ullah (a.b.i.) Mekke'ye çekilip orada oturan.

câselîk (a.i.) katolik; başpiskopos, başpapaz, büyük papaz, patrik. câsim iU. (a.s.) yüzükoyun, göğsü üstüne yatmış kimse.

câsir (a.s. cesâret'den) cesaret eden.

cass (a.i.) 1. kireç. 2. alçı taşı.

cassâs (a.i.) kireççi, sıvacı.

câst (f.i.) üzümün sıkıldığı yer, üzüm teknesi.

câsûm (a.i.) kâbus, korkunç rüya.

casus (a.i.c. cevâsîs) 1. hafiye, gizli haberler öğrenerek veya sırlan çözerek haber veren, çaşıt. 2. düşmanın, askerliğe dâir haberlerini öğrenip bildiren kimse.

câsûsî (a.i.) casusluk.

câvers (a.i.) buğday arasında biten bir çeşit sarı darı.

câversî (a.s.) bir darı tanesi büyüklüğünde olan kabarcık.

Dâ-ı câversî kabarcık hastalığı.

câversiyy-üş-şekl darı şeklinde.

câvîd , câvîdân , câvîdâne, câvîdânî (f.s.)- (bkz. câvid, câvidân, câvidâne, câvidânî).

Câvidân-hıred (f.b.i.) "ebedî ve daimî akıl" anlamına gelen bu kitap Iran şahlarından Huseng'e ait olup, Hint, İran, Yunan ve Arap filozoflarının ahlâk hakkındaki kurallarından bahseder.

Câvidân-nâme veya Câvidân-ı kebîr (f.b.i.) Kur'ân'ın, Esterâbâd'lı Fazlullah tarafından, Hurûfiye tarikatının inancına göre yapılmış tefsiri.

Câvidân-nâme (f.b.i.) Baba Efdâl-i Kâşânî tarafından yazılmış ahlâk ve felsefe kurallarını derleyen Farsça eser.

câvidân-serây (f.b.i.) cennet. (bkz. adn, behişt, firdevs).

cay (f.i.) yer. (bkz: câ).

cây-i behiştî cennet gibi yer.

cây-i buse öpülecek yer.

cây-i iltica sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i penan).

cây-i işret içkili eğlence yeri.

cây-i iştibâh şüphe noktası.

cây-i karâr durma, dinlenme yeri.

cây-i meşakkat (sıkıntı yeri) meç. [bu] dünyâ.

cây-i mülâhaza düşünülecek yer, nokta.

cây-i mütalâa mütalâaya, okumaya değer.

cây-i penan sığınma yeri, sığınak, (bkz: cây-i iltica).

cây-i rahat rahat yer.

cây-i suâl sorulacak şey.

cây-i şek (bkz: cây-i iştibâh).

cây-i şübhe (bkz: cây-i şekk, cây-i iştibâh).

cây-i taaccüb şaşılacak şey.

cây-i tereddüd (bkz: cây-i iştibâh, cây-I şekk, cây-i şübhe).

cây-ı ümîd 1. arzu edilen nokta. 2. ümit veren şey.

cây-bâş (f.b.i.) oda, ikamet yeri, ev, yurt, mekân, mesken.

cây-gâh, cây-geh (f-i-) lyer. 2 . mevki, rütbe.

cây-gîr (f.b.s.) yer tutan, yerleşen,yerleşmiş.

cây-güzîn (f.b.i.). (bkz. câ-güzîn).

câyi' (a. s. c. ciyâ') aç, acıkmış, aç olan. (bkz. cev 'ân).

câyir (a.s.) çevir ve cefâ eden, edici.

cây-mend (f.b.s.) yerinden kalkmayan, üşenen, tembel.

cây-nişîn (f.b.s.) birinin yerine geçen; yer tutan, (bkz: câ-nişîn).

câzib, cazibe (a.s. cezb'den) 1. cezbeden, çeken. 2. sevimli, alımlı.

cazibe (a.i. cezb'den) 1. çekim, yer çe kimi, yıldızların birbirini çekimi.

câzibe-i arz fiz. yerçekimi. 2. alım, alımlılık, sevimlilik.

câzibe-dâr (a.f.b.s.) 1. cazibeli, alımlı. 2 . psik. duygudaşlı, fr. sympathique.

câzim r (a.s. cezm'den) cezmeden, karar veren, kesen, kestirip atan.

İ'tikad-ı câzim hiçbir şüphe olmayan kat'î inanış.

câzû (f.i.) 1. cadı. 2. sihirbaz, büyücü.

ce'b (a.i.) 1. göbek. 2. kırmızı toprak boya.

cebâbire (a.s. cebbâr'ın c.) cebrediciler, zorlayıcılar, zorbalar.

cebân (a.s. cebânet'den) korkak, (bkz: cebîn).

Cebânet (a.i.) korkaklık, (bkz: cübn).

cebbâc (f.i.) îran şahlarının nevruz günü giydikleri elbise.

Cebbân (a.i.c. cebâbîn) peynirci.

cebbâne (a.i.) 1. açık hava ibâdetgâhı. 2. mezarlık.

cebbar (a.s. cebr'den c. cebâbire) 1. cebredici, zorlayıcı, zorba. 2. kuvvet ve kudret sahibi, Allah. 3. erkek adı. 4. becerikli [kadın]. S. i. gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.

cebbâr-âne (a.zf.) cebbarcasına, zorlayıcıhkla, zorbalıkla.

cebbarı, cebbâriyyet (a. i.) cebbarlık, cebbara mensup, cebredicilik.

ce'be (a.i.) anat. göbek mıntıkası.

cebe (h.i.) zincirden veya halkadan örme zırh.

cebeci (f.t.b.i.) [evvelce] yeniçeri ocağına bağlı bir sınıf asker.

cebe-hâne (f.b.i.) [evvelce] barut, kurşun, gülle ve benzerleri gibi harb malzemesi ve bunların bulunduğu yer. (bkz. ceb-hâne).

cebel (a.i.c. cibâl) dağ.

Şeyh-ül-cebel Haşhaşîler denilen Ismâilî'lerin reisi.

cebel-i Arafat Arafat dağı.

cebel-i Lübnan Lübnan dağı.

cebel-ün-nûr Mekke'deki Harra dağı.

cebelistân (a.f.b.i.) dağlık, dağlık yer.

cebeli, cebeliyye (a.s.) dağa ait, dağ ile ilgili.

cebe-pûş (a.f.b.s.) zırh giyen.

ceber (a.i.) insanın cüz'î irâdesini (elindeliğini) kabul etmeyip, her hareketi bir cebir altında yaptığına inanan tarikat ve bu tarikata inanmış olan kimse.

ceberriyye (a.i.c. ceberiyyun) elin-deliği (cüz'î irâdeyi) kabul etmeyen felsefe yolu, mezhep.

cebertiyye (a.i.) Rufâiyye, Medî-niyye tarikatlarının şubelerinden birinin adı. [Rufâiyye tarikatının öteki şubeleri Hâfıyye, Kiyâliyye, Sayyâdiyye, Üzeyriyye, Cendiyye, Acelâniyye, Katnâniyye, Fazliyye, Vâsıtiyye, Zeyniyye, Nûriyye. Medîniyye tarikatının öteki şubeleri de şunlardır Meymûniyye, Becâ-niyye, Alvâniyye-i Hameviyye].

ceberut (a.i.) 1. aşın büyüklük, pek ziyâde kibir. 2. Allah'ın büyüklüğü. 3. tas. Allah'a varmanın üçüncü basamağı.

Âlem-i ceberut ilâhî kudret.

ceb-hâne (a f h i ) cephane, top, tüfek mermisi, barut ve şâire, (bkz. cebe-hâne).

cebhe (a.i.c. cibâh) 1. alın; meç. yüz.

cebhe-i sefid beyaz yüz. 2. aşk. saldıran bir ordunun sağ ve sol kanatlarının ortası. 3. savaş bölgesi. 4. taraf, yön.

cebhe-sa[y] (a.f.b.s.) alın sürücü, birinin karşısında yere alnını koyan, (bkz: cebîn-sâ

cebin (cebânet'den) 1. korkak, yüreksiz; alçak, (bkz: cebân). 2. i. alın.

Çîn-i cebin alın kırışığı.

cebîn-fersâ (f.b.s.) yüz süren.

cebîn-sâ[y] (a.f.b.s.) alın sürücü, (bkz: cebhe-sâ [y]).

cebire (a.i.) kınk ve çıkık olan bir uzva sanlan tahtalar.

cebire (f.i.) halkın bir işe hazırlanması.

cebi (a.i.) yoktan yaratma.

cebr (a.i.) 1. zor, zorlama. 2. düzeltme, tamir etme. 3. mat. cebir.

cebr-i adî, cebr-i âlâ mat. cebir bahisleri.

cebr-i hatır gönül yapma, gönül alma.

cebr-i mâfat kaybedilmiş bir şey yerine başka bir şey bulup onunla avunma.

cebr-i nefs kendini zorlama, kendini zor tutma.

cebr-i noksan eksiği tamamlama.

cebr ve mukabele mat. cebir muadelesi, denklem, fr. equation.

Cebrail (a.i.) peygamberlere emir ve vahy'e vâsıta ve memur olan dört büyük melekten biri. (bkz. Cebreîl, Cibril).

Cebreîl (a.i.). (bkz. Cebrail, Cibril).

cebren (a.zf.) zorla, cebr ile.

cebrî (a.s.) 1. zorla, zor altında. 2. mat. cebirsel.

cebr-i icra eko. borcunu ödemesi için alınmış bir karar olduğu halde buna uymayan kişi için bu kararın yerine getirilmesi amacıyla ve yetkili kuruluşlarca zor kullanılarak yapılan yürütme.

cebrî istikraz eko. l) alınması bir kanunla mecbur kılınan, tahvillerle, devletin şahıslara borçlanması; 2) bir borcu karşılamak mecburiyeti karşısında yapılan borçlanma.

cebriyye (a.s.) . (bkz. cebrî).

cebriyye (a-i-) beşerî irâdeyi inkâr eden bir mezhep, [zıddı olan "kaderiyye" ile bir şekilde olmak üzere, bâzan "ceberiyye" tarzında telâffuz edilir].

ced (a.i.). (bkz. cedd).

ced' (a.i.) birinin, burun, kulak, dudak, el veya ayağını kesme.

cedâ (a.i.) 1. bol yağmur. 2. hediye; ihsan. 3. avantaj, kazanç.

cedâvî (f.i.) hizmetkâr aylığı.

cedâvil (a.i. cedvel'in c.) cetveller. (bkz ; cedvel).

cedb (a.i.) 1. kısırlık. 2. kusur.

cedd (a.i.c. ecdâd) dede, büyük baba, ananın veya babanın babası.

cedd-i a'lâ soy kökü.

cedd-i büzürg-vâr hatırlı, soylu sayılan kişi.

cedd-i fâsid annenin babası.

cedd-i sahih babanın babası.

ceddanî (a.s. cedd'den) ataya ait, onunla ilgili, f r. atavi'stique. ceddâniyyet c.ı.'ılAa. (a.i.) atavizm, fr. atavisme.

ceddât (a.i. cedde'nin c.) nineler.

cedd be-cedd (a.zf.) büyük babadan büyük babaya intikal suretiyle.

cedde (a.i.c. ceddât) büyük ana veya babanın anası.

cedde-i faside ananın anası, anne anne.

cedde-i sahîha babanın anası, bana anne.

cedden (a.zf.) atalara ait, atalarla ilgili olarak.

cedel (a.i.) 1. sert münâkaşa, tartışma. 2. kavga.

İlm-i hilaf ü cedel mantık yoluyla münâkaşa ilmi.

cedel etmek dil kavgası, söz yansı yapmak.

cedel-gâh (a.f.b.i.) çekişme yeri, meç. Dünyâ.

cedelî (a.s.) l. münâkaşaya, tartışmaya ait. 2. münâkaşacı.

cedelî-mücîb (a.b.s.) münâkaşada cevap veren.

cedelî-sâil (a.b.s.) münâkaşayı, tartışmayı açan, münâkaşada, tartışmada sual soran.

cedere oa, (a.i.) boyundaki kalkan bezinin büyümesiyle beliren hastalık, guşa, f r. goitre.

cederî j-ia, (a.i.) vücutta çıkan çiçek hastalığı.

Telkîh-i cederî çiçek aşısı.

cederî-i bakarî öküz ve inek cinsi hayvanlarda meydana gelen çiçek hastalığı.

cederî-i kâzib su çiçeği denilen kabarcıklar, (bkz: cüderî).

cedes (a.i.) mezar, kabir.

cedgâre (f.i.) türlü türlü yol, tedbir ve reyler, oylar.

cedî (a.i.) astr. oğlak, (bkz: cedy).

cedîd, cedide (a..s.) 1. yeni, kullanılmamış, (bkz: mücedded). 2. pek az zamandan beri bilinen veya mevcut olan. 3. Acemlerin kullandıkları bir vezin.

Edebiyyât--ı cedide yeni edebiyat, (bkz: edebiyyât).

cedîdân, cedîdeyn (a.b. i.) gece ve gündüz.

Cedîr (a.s.) lâyık, münâsip, uygun, (bkz: bercâ, çespân, şâyeste).

cedvâj (a.i.) 1. hediye, armağan. 2. bol yağmur.

cedvâr (a.i.) bot. zencefil cinsinden kâfuru kokulu uyarıcı olarak kullanılan safran kökü.

cedvârî (a.s.) 1. cedvâra ait, cedvâr-la ilgili. 2. hek. aybaşı âdetlerini kolaylaştıran bir ilâç.

cedvel (a.i.c. cedâvil) 1. düzgün çizgi çizmeğe mahsus ağaçtan veya mâdenden yapılmış âlet, cetvel tahtası. 2. çizelge, liste. 3. su arkı, su kanalı. 4. g. s. fildişi, oyma ve kakmalarda birkaçı birbirine paralel olarak yerleştirilen çubuk hâlindeki motif.

cedvel-i sîm 1) gümüş kanal; 2) Lâle Dev-ri'nde Kâğıthane'de açılmış sun'î bir dere.

cedvel-keş (a.f.b.s.) cetvel çeken sanat erbabı, yalnız güzel çizgi çizmekle uğraşan sanatkâr.

cedvel-ül-kevâkib astr. sabit (*durağan) yıldızlar cetveli.

cedy (a.i.) 1. keçinin erkek yavrusu, erkek oğlak. 2. on iki burçtan biri, Oğlak burcu.

cefâ (a.i.) 1. eziyet, incitme, (bkz: cevr, eza).

cefâ-yı yâr sevgilinin cefâsı. 2. tas. tarikat adamının kalbinin öğrendiklerinden perişan olması.

cefâ-cû (a.f.b.s.) cefâ arayan, cefâ eden.

cefâ-dîde (a.f.b.s.) cefâ görmüş, cefâ çekmiş.

cefâf (a.i.) 1. kuruma. 2. kuru olma.

cefâ-kâr (a.f.b.s.) cefâ eden, eziyet eden. [halk dilinde cefâ çekmiş, -çeken mânâsına da gelir].

cefâ-kârâne (a.f.zf.) cefâkârcasına.

cefâ-kârî (a.f.b.s.) cefâcılık.

cefâ-keş (a.f.b.s.) cefâ çeken, eziyete dayanan, katlanan.

cefâ-perver (a.f.b.s.) cefâyı benimseyen kimse.

cefâ-pîşe (f.b.s.) 1. zâlim, gaddar. 2. maşuk, sevilen, sevgili.

cefâset (a.i.) hazımsızlık ıstırabı.

cefcâf (f.s.) iffetsiz, ahlâksız [kadın], (bkz: cafcaf).

ceffâr (a.i. cefr'den) cifirci, falcı.

ceffe (a.i.) 1. kalabalık, kütle. 2. kalabalığın verdiği uğultu.

ceff-el-kalem (a.zf.) düşünmeksizin, birden, hemen.

cefîf (a.s.) kurumuş, kuru.

cefn (a.i.c. ecfân) 1. göz kapağı. 2. bıçak ve kılıç kını. 3. asma çubuğu.

cefr (a.i.c. cifâr) geniş kuyu.

cefr (a.i.) güya kayıptan haber veren bir ilim. (bkz: cifr).

cefv (a.i.) kaba muamele.

cefve (a.i.) cefâ, azar.

cefvet (a.i.) kabalık, nezaketsizlik.

cehâbize (a.i. cıhbız'ın c.) gerçeklerden, hakikatlerden haberi olanlar, [müfredi hiç kullanılmaz].

cehalet (a.i.) cahillik, bilmezlik, (bkz: cehl).

cehâlet-i müstetemme koyu cehalet.

cehâm (a.i.) yağmur vermeyen bulut.

cehân (f.i.) 1. dünyâ, (bkz: cihan). 2.s. sıçrayan, fırlayan, çabuk hareket eden. (bkz. cehende).

cehâret (a.i.) ses yüksekliği, sesin yüksek olması.

cehâz (a.i.). (bkz. cihaz).

cehd (a.i.) 1. çalışma, çabalama. 2. Abdullah Cevdet tarafından istanbul'da yayımlanmış aylık iktisadî, içtimaî, edebî bir dergi.

cehd ü gayret, cehd ü ikdam çok çalışma, (bkz: gayret, himmet, sa'y).

cehele (a.s. câhil'in c.) 1. bilgisizler. 2. kendini bilmezler, münasebetsizler, (bkz: cühela, cühhâl).

cehende (f.s.) 1. sıçrayan, fırlayan, (bkz: cehân2). 2. sıçramış, fırlamış.

cehende-gî (f.i.); sıçrayış, fırlayış.

cehennem (a.i.) 1. âhirette, günahkâr kulların gideceği azap yeri, tamu. Yedi kattır [cehennem, saîr, sakar, cahîm, hutame, lâzî, hâviye veya derk-i esfel]. 2. çok sıcak yer.

cehennemi (a.s.) cehenneme mensup, cehennemle ilgili; cehennemlik; cehennem gibi [sıcak veya y akıcı].

cehennemi sür'at büyük, aşın hız.

cehennemiyyûn (a.i.c. ) cehennemlikler.

cehîr (a.s. cehr'den. c. cüherâ') 1. yüksek sesle, açık olarak söylenen. 2. güzel, dikkate değer.

cehîr-üs-savt çok ve kuvvetli ses.

cehîz (f-i.). (bkz. cihaz).

cehl ıSf (a.i.) bilmezlik, (bkz: cehalet).

cehl-i basit ayıplanmayan cehil, bilgisizlik.

cehl-i mürekkeb bilmezliğinin farkında olmayan, katmerli cahillik.

cehr j (a.i.) yüksek sesle söyleme.

cehre (a.i.) açıkta olan, belli olan, görünen şey.

cehren (a.zf.) yüksek sesle, açıktan, alenen.

Sırran ve cehren gizliden ve açıktan.

cehreten (a.zf.) aşikâr olarak, açıktan açığa.

cehri, cehriyye (a.s.) açıktan veya yüksek sesle yapılan.

cehûd (a.i.) Yahudi, çıfıt.

cehûd-âne (a.f.zf.) cıfıtçasına.

cehûl (a.s. cehl'den) pek câhil, (bkz: echel).

cehûlâne (a.zf.) pek câhilcesine.

celâ' (a.i.) memleketten aynlma, gurbete düşme.

celâ-yi vatan doğduğu yerden ayrılma, ayırma.

celâb (f.i.) salkım, küpe.

celâbîb (a.i. cilbâb'ın c.) 1. kadınların yüzlerine örtündükleri yaşmaklar, başörtüleri, feraceler. 2. gömlekler.

celâcil (a-i- cülcül'ün c.) küçük çanlar, ufak çıngıraklar.

celâdet (a.i.) bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik.

Şemşîr-i celâdet yiğitlik kılıcı.

celâdet-perver (a.f.b.s.) yiğitliksever, kahraman, yiğit.

celâdet-şiâr (a.f.b.s.) yiğit mizaçlı.

celâfet (a.i.) kabalık, yontulmamıştık.

celâil (a.i. celîle'nin c.) büyük olanlar, yüceler.

celâl, celâlet (a.i.) 1. büyüklük, ululuk.

Zü-l-celâl celâl sahibi; Allah.

celâl ü câh büyüklük rütbe ve mevkii. 2. hışım, kızgınlık. 3. erkek adı.

celâli (a.s.) 1. Allah'a ait, "tanrısal. 2. celâl adlı kimselerle ilgili olan. 3. hicrî XI. asırdan önce Anadolu'da başgösteren eşkıyaya verilen bir ad. 4 . Sultan Celâlettin Melekşah tarafından hazırlanan ve hicri 41 1 târihinde başlayan bir Güneş takvimi.

celâliyâne (a.f.zf.) celâlî olana yakışacak surette.

celalli (a.t.s.) çabuk kızan [kimse].

celb (a.i.) 1. çekme, çekiş; kendine çekme. 2. yazı ile çağırma.

celb-i kulûb kalpleri kazanma.

celb-i la'net lanet çekme, lanet toplama.

celb-i menfaat ve defi mazarrat faydayı isteme, zararı istememe.

celb-i teveccüh birinin ilgi ve sevgisini çekme.

celbiz (f.i.) 1. kement, ilmik. 2. s. ara bozucu, koğucu. (bkz. gammaz).

celb-nâme (a.f.b.i.) celp kâğıdı, çağırma kâğıdı [mahkemeye].

celbu (f.i.) naneye benzer bir ot, sebze.

celbûb (f.i.) bot. sarmaşık.

celcele (a.i.) 1. çan sesi. 2. gök gürültüsü. 3. golgota tepesi.

celd (a.i.) kamçı ile vurma.

celde (a.i.) 1. büyük kamçı. 2. kamçı ile vurma.

celeb (a.i.) 1. sığır, daha çok koyun getirterek kasaplara satan büyük tüccar, [kelimenin aslı "koyun, keçi, sığır" mânâsına gelir], 2.tar. İstanbul sarayında ilk işe haşlamış acemi.

celeb (f.i.) 1. orospu, fahişe. 2. can.

celencebîn (a.i.) gül tatlısı.

celesât (a.i. celse'nin c.) oturmalar, oturumlar.

celî (a.s. cilâ'dan c. celiyyât) 1. aşikâr, meydanda, belli, (bkz. hüveydâ). 2. i. . s. kalın ve okunaklı bir çeşit sülüs yazısı, (bkz. hatt-ı celî). 3. cilâlı, parlak.

celî-müsennâ g. s. bir yazı sitili.

celîb (a.i.) 1. esir. 2. satılık esir.

celîd (a.s. celâdet'den) fazla celâdetli olan.

celîd (a.i.) kırağı, çiy. (bkz: şebnem).

celîl , celîle (a.s. celâl'den) 1. büyük, ulu. (bkz. celi), [vezir veya mü- şîrlere ve onların dâirelerine hitaben yazılırdı. Bu rütbeden aşağı olanlara da "behiyye", "a- liyye" şeklinde hitâbolunurdu]. 2.[birincisi] er kek, [ikincisi] kadın adı. 3. g. s. bir yazı sitili.

celîl-üş-şân (a.b.s.) şan ve şerefi pek büyük.

celîs (a.s. cülûs'dan c. cülesâ) birlikte oturan, arkadaş.

celîs-i enîs cana yakın arkadaş.

celiyyât (a.s. celî'in c.) aşikâr, açık, meydanda olan şeyler.

celi (a.s.) büyük, ulu. (bkz: celîl). cellâd jiLa. (a.i.) 1. insanı kesen, asan kimse. 2. meç. çok merhametsiz.

cellâd-ı felek (göğün cellâdı) ölüm meleği.

cellâdî (a.f.i.) cellâtlık.

cellâdiyye (a.i.) cellata verilen para, cellatlık ücreti.

celle (a.n.) "yüce ve azîz olun!" mânâsına bir dua sözü.

celle ve âlâ "onun sânı, yüksekliği, büyüklüğü artsın" anlamına gelen Tanrı için kullanılan saygı sözleri.

celle şânuhû "onun sânı, yüksekliği, büyüklüğü artsın" anlamına gelen Tanrı için kullanılan saygı sözleri.

celle celâ-lühû "onun sânı, yüksekliği, büyüklüğü artsın" anlamına gelen Tanrı için kullanılan saygı sözleri.

Celmed (a.i.) kaya; taş.

celse (a.i.c. celesât) oturma, oturum.

celse-i aleniyye açık oturum.

celse-i hafife ilişmek suretiyle oturuş, yine kalkmak üzere ilişme.

celse-i hafiyye gizli oturum, [doğrusu "cil-se" dir].

celse-gâh (a.f.b.i.) birkaç kişinin oturmasına ayrılan yer.

celû (f.s.) 1. lâtifeci, şakacı [kimse]. 2. i. kebap şişi.

celvet (a.i.) 1. yerini, yurdunu terketme. 2. tas. abd'in nuût-i ilâhiyye ile halvetten hurucudur. Bu suretle ki, abd'in aynı ve âzası enâniyetinden çıkarak âza abidsiz hakka muzâf olur.le (I

celvetiyye (a.i.) tas. Aziz Mahmut Hüdâî'nin kurduğu tarikatın adı. ["yerini, yurdunu terketmek" mânâsına gelen Arapça "celvet" kelimesi tasavvuf ıstılahı olarak, kulun, Tanrı sıfatlan ile, halvetten çıkışına ve Tanrı varlığında fânî oluşuna denilir].


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin