eb-i müşfik şefkatli baba.
ebabil (a.i. müfretsiz "tekilsiz" c.) 1. dağ kırlangıcı. 2. "keçisağan" denilen bir kuş.3. sürüler, bölükler. [Kur'ân'ı Kerîm'in 105 inci "Fil" sûresinde sözü edilen "kuş sürüsü" vesilesiyle edebiyatımızda çok geçer].
eb'ad (a.s. ba'd'den) daha (en, pek, çok) uzak.
eb'ad-i ihtimâlât ihtimâllerin pek uzağı.
eb'âd (a.i. bu'd'un c.) uzaklıklar, uzunluklar.
eb'âd-i bî-nihâye sonsuz uzaklıklar.
eb'âd-i selâse (üç uzaklık) 1. en. 2. boy. 3. yükseklik (veya =derinlik).
ebâdîd (a.s.) müteferrik, dağınık.
ebâ-en-cedd (bkz: eben-an-cedd, eben-an-ceddin).
ebâet (a.i.c. âba) 1. kamışlık [yer]. 2. kamış.
ebâid (a.s. eb'ad'ın c.) 1. en uzak [yerler]. 2. yakın olmayan [hısım ve akraba], [müfredi başka mânâda kullanılır].
ebâlîs, ebâlise (a.i. iblîs'in c.) iblisler, şeytanlar.
ebânet (o.i.) ibnelik.
ebârik (a.s.) 1. kumlu, balçıklı [yer]. 2. (ebrak'ın c.) alaca atlar.
ebârîk (a.i. ibrîk'ın c.) ibrikler, su kapları [müfredi çok, cem'i az kullanılır].
ebâtıl (a.i. ibtal'in c.) böğürler, yanlar, yan taraflar.
ebâtîh (a.i. ebtah'ın c.) kumlu dereler ve ırmaklar, (bkz: bathâ').
ebâtîl (a.s. ubtûle'nin c.) boş, faydasız, esassız olan şeyler, sözler, boş inanışlar, [müfredi kullanılmaz].
ebâzîr (a.i. bezr'in c. olan ebzâr'ın c.) yemeklere konulan kurumuş kekikler, baharlar.
ebb (a.i.c. âbâb) 1. mer'a, otlak. 2. taze veya kuru ot.
ebbâl (a.i.) deve çobanı, (bkz: ibil).
ebbâle (a.i.) 1. bir yük odun. 2. bir kısım halk, cemâat.
ebbâr (a.i.) iğne yapan ve satan, iğneci.
ebbâz (a.i.) 1. ürkme, kaçma. 2. sıçrayıp atlayan karaca, (bkz: remîde).
ebbed-Allah (a.cü.) "Allah, ebedî, dâim eylesin!" mânâsına bir iyi dilek.
ebbed-Allahü mecdühu Allah onun mecd ve şerefini daimî kılsın.
ebced (a.i.) eski sâmî alfabe sırasına göre tertiplenmiş, Arapça'ya mahsus sesleri gösteren harfler ilâve edilmiş ve bu sıraya göre harflere, birden ona sıra ile, ondan yüze onar onar, yüzden bine yüzer yüzer olmak üzere birer sayı değeri verilmiş olan Arap harflerinin diziliş sırası ve bütünü. Bu herfler sekiz grupa ayrıldıktan sonra, aralarına vokaller konularak mânâsı olmayan, fakat Arap harflerine mevzu teşkil eden şu sekiz kelime meydana getirilmiştir.
ebced-hân (a.f.b.s.) ebced okuyan, mektebe yeni başlayan, acemi, [daha çok "tıfl-ı ebced-hân (ebced okuyan çocuk) çok acemi, daha başlangıçta" terkibinde geçer].
ebcel (a.s.) iri yapılı adam.
ebcer (a.s.) büyük ve çıkık karınlı [adam].
ebda (a.s. bed'den.) en bedi', en acîp, en göze çarpan, en harikulade, tansuk.
ebdâl (a.i. ve s.) 1. dünyâ ile ilgisini kesip, Tann'ya bağlanmış olan derviş, [evliyadan 70 kişilik bir cemâat veya zümreye verilmiş bir addır. Efganistan'da bir Türk topluluğunun, Anadolu'da göçebe bir halkın adıdır. Aşın Alevî olup kendilerine "Seyyid Gazî Yetimleri", büyüklerine de "dede" derlerdi]. 2. aptal, şaşkın, alık, ahmak, budala [kelime, müfred gibi kullanılır; aslında "bedii" in cemidir].
ebdâlî (a.i.) 1. Allaha bağlanmış olma, dervişlik. 2. aptallık, şaşkınlık, alıklık, ahmaklık, budalalık.
ebdân (f.i.) 1. kavim, kabîle. 2. s. lâyık, (bkz: çespân, şâyeste).
ebdân (a.i.beden'in c.) cisimler, vücutlar, gövdeler, tenler.
İlm-ül-ebdân 1) hek. beden bilgisi, fr. anatomie; 2) jimnastik.
ebece (a.s.) patlak gözlü [adam].
ebed (a.i.) sonu olmayan gelecek zaman.
ebedâ, ebeden (a.zf.) asla, hiçbir zaman, katiyen.
ebed-âbâd, ebed-el-âbâd (a.f.b.zf.) 1. hiçbir zaman, asla. 2. sonsuz dünyâ.
ebed-Allah (a.e.) Allah dâim eylesin!
ebed-el-ebed (a.b.zf.). (bkz. ebed--âbâd, ebed-el-âbâd).
ebed-gâh (a.f.b.i.) mezar.
ebed-hâne (a.f.b.s.) mezar.
ebedî, ebediyye (a.s.) ebed'e mensup, zevalsiz, sonu olmayan, (bkz. sermedî).
ebedi-yy-üd-devâm sonsuz olarak devam edecek olan.
ebediyyen (a.zf.) ebedî olarak; hiç bir daha, hiç bir vakit, hiç bir zaman, (bkz. ile-1-ebed).
ebediyyet (a.i) ebedîlik, sonsuzluk, dâimîlik, sonu olmayan zaman, (bkz. cavidânî).
ebed-kıyâm (a.b.s.) sonsuz, süresiz.
ebed-müddet (a.b.s.) sonsuz, süresiz.
eben an cedd (a.zf.) babadan, büyük babadan, 'dededen, kuşaktan kuşağa.
eberr l (a.s.) hayırlı, şerefli ve faziletli [olan].
ebes (a.i) çok süt içmekten mîde ve karında hâsıl olan yel ve şiş.
ebeveyn ana baba (bkz: vâli-deyn).
Hukuk-i ebeveyn ana baba hakları.
ebgaz (a.s.) pek çok buğzedilen, hiç sevilmeyen.
ebhal (a.s. buhl'den) daha (en, pek) hasîs.
Şahs-ı ebhal pek cimri kişi.
ebhâr (a.i. bahr'ın c.) denizler, (bkz: bihâr, buhur, ebhur).
ebhâr-i vâsia geniş denizler.
ebhar (a.s.) ağzı, nefesi fena kokan [adam].
ebhâs (a.i. bahs'ın c.), (bkz. bahis, bahs).
ebhâs-ı arnika derin bahisler.
ebhâs-ı cedide yeni bahisler.
ebhâs-ı müşkile zor bahisler.
ebhem (a.s.) söz söylemeye muktedir olmayan adam.
ebher (a.s.) 1. daha (en, pek) parlak. 2. 1. anat. kalpten vücûda kan dağıtan büyük ana- damar, atardamar.
Ebheriyye (a.i.) Ebû Reşit Kutb-üd--dîn Ebû Bekir Bin Ahmet Bin Muhammed-ül--Ebherî tarafından kurulan tarikatın adı. [ölümü 573 (1177)].
ebhire (a.i. buhâr'ın c.) buğular, dumanlar.
ebhur (a.i. bahr'ın c.) denizler, (bkz: bihâr, buhur, ebhâr).
ebî (a.i.) baba. (bkz: eb, peder, ebû).
ebir (f.i.). (bkz. ebr).
ebkâr (a.i. bikr'in c.) 1. kızoğlan kızlar. 2. birinci defa söylenmiş mazmunlar,
ebkâr-ı efkâr evvelce söylenmemiş olan fikirler.
ebkâr-ı maânî evvelce düşünülmemiş olan mânâlar.
ebkâr-ı nüket daha önce hiç kimse tarafından kullanılmamış olan nükteler.
ebkem (a.s. bükm'den c. bükm) söz söylemeye muktedir olmayan (hayvan gibi dilsiz, ağızsız), [adam, nesne].
Zulmet-i ebkem dilsiz, karanlık, (bkz: ahras).
ebkemî (a.f.i.) dilsizlik, (bkz: ebke-miyyet).
ebkemiyyet (a.i.) dilsizlik, (bkz: ebkemî, hares).
ebkemiyyet-i mutlaka mutlak, tam dilsizlik.
eblag (a.s. beliğ'den) daha (en, pek) beliğ, en fasih ve olgunluk derecesine çok yakın olan.
eblak (a.s. balık'dan) 1. alaca, bulaca. 2. rengârenk. 3. alabacak [at].
eblak-süvâr (a.f.b.s.) alaca ata binmiş [kişi], meç. savaşçı yiğit.
eblec (a.s.) 1. açık kaşlı. 2. meç. vu-zuhlu, nurlu, parlak.
ebled (a.s.) pek kalın kafalı, kaba zihinli, ahmak, (bkz: ebleh).
ebleh (a.s. belâhet'den) pek akılsız, ahmak, bön, alık.
ebleh-âne (a.f.zf.) akılsızcasına, ah-makçasına.
ebleh-firîb (a.f.b.s.) aptal aldatan, avlayan.
ebleh-firîbâne (a.f.zf.) aptal aldatırcasma.
eblehi (a.f.i.) bönlük, ahmaklık, saflık, (bkz: eblehiyyet).
eblehiyyet (a.i.) bönlük, ahmaklık, saflık, (bkz: eblehi).
eblek (f.s.) alacalı [renk], (bkz: eblak).
eblek-i cihântâz (bkz: eblek-i eyyam).
eblek-i eyyam meç. gece ve gündüz dolayısıyla Dünyâ ve zaman.
eblek-i şerh (bkz: eblek-i eyyam).
eblem (a.s.) kalın dudaklı [adam].
ebleme (a.i.) bot. sıcak memleketlerde yetişir, bakla gibi boğumlu ve bir ucundan diğer ucuna kadar birden ayrılabilen bir ot.
eblûç (f-s.) ezilmiş toz şekeri; nebat şekeri.
eblûk (f.s.) 1. münafık, iki yüzlü [adam]. 2. şarlatan.
ebnâ' (a.i. ibn'in c.) oğullar.
ebnâ-üd-dehâlîz anası babası belli olmayıp şuraya buraya bırakılan çocuklar.
ebnâ-yi Âdem Adem oğulları.
ebnâ-yi beşer insan oğulları , insanlar. (bkz: benî beşer).
ebnâ-yi cins aynı cinsten olanlar.
ebnâ-yi dehr zamane adamları.
ebnâ-yi hilkat insanlar.
ebnâ-yi sebil yolcular.
ebnâ-yi sipâhiyân aşk. sipahi askerleri.
ebnâ-yi vatan vatan evlâtları.
ebnâ-yi zaman (zamane) içinde bulunulan çağın insanları.
ebniye - (a.i.binâ'nın c.) binalar, yapılar.
ebniye-i âliye yüksek binalar, (bkz: ebniye-i mürtefıa).
ebniye-i atîka eski binalar.
ebniye-i hâssa pâdişâh binaları.
ebniye-i mîriyye beylik binalar.
ebniye-i mürtefia yüksek binalar, yüksek yapılar.
ebniye-i seniyye pâdişâh binaları.
ebr (f.i.) bulut, (bkz: ebir, gamam, sehâb).
ebr-i bahar bahar bulutu.
ebr- baran yağmur bulutu.
ebr- ihsan ihsan, lütuf bulutu.
ebr- kühen sünger.
ebr- mürde sünger.
ebr- nisan nisan bulutu.
ebr- rahmet rahmet bulutu.
ebr- seher sabah bulutu.
ebrâc (a.i. burc'un c.) kaleler, kale burçları, (bkz. burç, burûc).
ebrak (a.s.) 1. kumlu, taşlı, balçıklı [yer]. 2. iki renkli, lekeli şey. 3. alacalı [at]. 4. fazla parıltılı.
ebr-âlûd (f.b.s.) bulutlu, (bkz: sehâb-âlûd).
ebrâr (a.s. berr'in c.) hayır sahipleri, iyiler; dindarlar, özü sözü doğru olanlar.
Şeş-ebrâr (altı hayır sahibi) Hz. Ebû Bekir; Hz. Ömer; Hz. Osman; Hz. Alî; Hz. Hasan; Hz. Hüseyin.
ebrâr-ı ümmet ümmetin hayırlı insanları.
ebras (a.s.) baras (miskin illeti) hastalığına tutulan, yânî vücudunda yer yer beyaz lekeler bulunan adam, ebraş, sam lekesi.
ebrec (a.s.) gözünün akı çok, fakat güzel gözlü [kimse].
ebred (a.s.) 1. daha (en, pek) soğuk.
Kelâm-ı ebred pek soğuk kaçan söz. 2. i. dolu yağdıran fırtına bulutu.
Ebrehe (f.s.) 1. eshâb-ı fîl'in sergerdesi olan şahsın adı, 2. (a.i.) "ebabil" denilen kuş, dağ kırlangıcı.
ebrencen (f.i.) bilezik, (bkz: sivâr).
ebrencen-i dest el bileziği, (bkz: halhal).
ebreş (a.s.) 1. beyaz ve kırmızıdan meydana gelen alaca renk. 2. alaca benekli [at], abraş.
ebrî (f.i.) zool. sünger.
ebrikühen (f.i.) zool. sünger.
ebrimürde (f.b.i.). (bkz: ebrikühen).
ebrîşüm (f.i.) ibrişim, bükülmüş ipek.
ebr-kâr (f.b.s.) şaşkın, sersem, ne yapacağını bilmeyen (adam), [ebr'in (bulut'un) yerinde durmamasından kinaye olarak bu mânâyı aldığı sanılıyor].
ebru (f.i.c. ebrû-vân) 1. kaş. (bkz: hâcib).
ebrû-yi dilfirîb cazip, güzel kaş. 2. g. s. [eskiden] kâğıt üzerine yapılan hafif hâre. 3. g. s. kitap ciltlerinin iç kapaklarında, tezhiplerin dış kısımlarında ve buna benzer sanat eserlerinde yardımcı bir süsleme unsuru olarak kullanılan, hareli, motifli boyama usulü, [bu usulde boyanan boyaların belli başlıları bedahşi bengal ve Lahor boyalan idi].
ebrû-yi sanem bot. kan kurutan otu.
ebrû-yi zâl-i zer meç. yeni ay, hilâl.
ebrû-ferâh (f.b.s.) güler yüzlü [kimse], (bkz. besîm, beşuş).
ebrû-ferâhî (f.b.i.) güler yüzlülük, şen olmak, (bkz: besâmet, beşâşet).
ebrûmîg (f.i.) kara bulut, kasırga bulutu.
ebruvân (f.i. ebrû'nun c.) kaşlar.
ebr-veş (f.b.s.) bulut gibi.
ebsâr (a.i. basar'ın c.) gözler, görme hassaları, (bkz. basar).
ebtah (a.i.c. ebâtîh) kumlu dere ve ırmak.
ebtal (a.s.c. ebâtıl) en boş, beyhude.
ebtâl (a.s. battâl'ın c.) yiğitler, doğuşken erler.
ebter (a.s.) 1. kuyruğu kesik [hayvan].
Ester-i ebter kuyruksuz katır. 2. zürriyetsiz ve hayırsız [adam].
Şahs-ı ebter evlâtsız adam. 3. faydasız şey.
Emr-i ebter faydasız, neticesiz iş.
ebtine (a.i. bâtın'ın c.) çukur, kuytu yer.
ebû (a.i.) baba, ata. (bkz: eb, ebî, peder). '
Ebû-Bekr (Bekir'in babası) (a.h.i.) ilk halîfe Hz. Ebûbekir. ["Sıddîk" lakabıyle anılır].
Ebû-cehl (a.h.i.) asıl adı Ömer olup Hz. Muhammed'e düşmanlığıyla meşhurdur. Bedir Gazası" nda öldürülmüştür.
Ebû Fırâs-il Hamdânî (a. h.i.) meşhur ilim ve sanat hâmîsi ve Hims meliki Seyf-üd-Devle'nin amcazadesi olup, Arap şâir ve ediplerinin en büyüklerinden biridir. [d. ö. 932 - 968].
Ebû-hamîd, ebû-hûmid (a.i.) zool. ayı. (bkz: dübb, hirs).
Ebû Hafs Halîfe Hz. Ömer'in lâkabı.
Ebû-Hanife (a.h.i.) Hanefî mezhebinin kurucusu olup asıl adı "Nu'man Ibnü Sabit" dir. [İslâm Ânsiklopedisi'nde "....Fars, Türk yahut başka bir kavme intisabı açık değilse de, Arap olmadığı, fakat Araplar arasında doğup büyüdüğü muhakkaktır." denilmektedir.
ebuk (a.s.) kaçmış, kaçan [köle], (bkz: âbık). "
ebû kalemûn bukalemun.
Ebû-Ieheb (a.h.i.) "alev babası" Hz. Peygamberin amcası ve Abd-ül-Muttalib'in oğludur, islâm dînini kabul etmemiş ve halkı da bu dîni kabulden uzaklaştırmayı kendisine iş edinmişti. [Kur'ân-ı Kerîm'de "Tebbet yedâ ebî lehebin..." diye başlayan 111 inci "Leheb" sûresi, bununla karısı Ümmü Cümeyle hakkındadır],
Ebû-Muse-1-Eş'arî (a. h.i.) sahâbe'den olup Muâviye ile Hz. Ali arasındaki hilâfet (halifelik) ihtilâfında, Imâm-ı Alî'nin hakemi.
Ebû-Nüvâs (a.h.i.) meşhur Arap şâirlerinden bir zat.
Ebû-Süfyân (a.h.i.) Kureyş'in bir kolu olan Benî Ümeyye'nin reisi, Muâvi-ye'nin babasıdır. Hz. Muhammed'in düşmanı iken sonradan müslüman olmuştur.[597-653].
Ebû-Tâlib 1. Hz. Alî'nin babasının adı. 2. dilenci.
Ebû-Türâb (a.b.i) "toprak babası" Peygamberimizin damadı olan Hz. Alî'nin lâkaplarından biri.
Ebû-Yahyâ Azrail.
ebü-l-aceb 1. sihirbaz, hokkabaz. 2. talih, baht, şans.
Ebü-l-Alâ' (a.h.i.) körlüğüne rağmen hafızasının fevkalâdeliği ile tanınmış büyük Arap şâirlerinden biri ki kasîdeleriyle meşhurdur [973-1057].
ebü-l-beşer (a.b.i.) "insanların babası" Hz. Âdem.
Ebü-1-enbiyâ' Hz. ibrahim.
ebü'1-feth (a.b.i.) "fâtihler babası" II. Mehmed'in lâkabı.
Ebü-1-heves (a.b.i.). (bkz. bü-1--heves).
Ebü-1-hevl (a.b.i.) "korku babası" Mısır'da Ehramlar civarında, insan başı şeklindeki korkunç bir taş, sfenks.
ebü-l-iber (a.b.i.) edepsiz, utanmaz (adam].
ebü-n-nevm (a.b.i.) "uyku babası" bot. haşhaş.
ebürrebî' (a.b.i.) çavuşkuşu, ibibik, (bkz: hîidhüd)!
ebü-z-zeheb (a.b.i.) altın babası, çok zengin adam.
ebvâb (a.i. bâb'ın c.) 1. kapılar. 2. kısımlar, bölümler.
ebvâb-ı irtikâb irtikâp kapılan.
ebvâb-ı müzehheb yaldızlı kapılar.
ebvâb-ı rahmet rahmet kapılan.
ebyân (a.s.) l. cömert, eli açık [kimse]. 2. yemekten tiksinen [adam],
ebyât (a.i. beyt'in c.) iki mısra'dan meydana gelen manzum sözler, [bizde "büyüt" bu mânâda kullanılmaz].
ebyaz (a.s. beyâz'dan) pek ak, pek beyaz.
Mevt-i ebyaz anî ölüm.
ebz (a.i.) 1. ürkme, kaçma. 2. birden ölme.
ebzâr (a.i. bezr'in c.) yemeklere konulan kekikler, baharat.
ebzün (a.i.) 1. içinde yıkanılan küçük havuz. 2. banyo, küvet.
ecâhil (a.s. echel'in c.) en (çok, pek) câhil, bilgisiz olanlar.
ecâmire (a.i.c.) taifeler, insan takımları.
ecânib (a.i. ecnebî'nin c.) yabancılar, başka memleketlere mensûbolanlar.
ecbe (a.s.) alnı geniş adam.
ecdâd (a.i. cedd'in c.) dedeler, büyük babalar, atalar.
ecdâs (a.i. cedes'in c.) kabirler, mezarlar.
ecdâs-ı ecdâd ataların kabirleri.
ecder (a.s.) daha (en, pek, çok) lâyık. (bkz: ciyak).
ecel (a.i.c. âcâl) muayyen olan vâde, ömrün sonu, hayâtın son demi.
ecel-i kaza tehlikeye uğramak suretiyle, tesadüfi olarak gelen ecel.
ecel-i mev'ûd, tabiî olarak gelen ecel.
ecel-i nâ-gehân ansızın gelen, anî ölüm.
ecel-giyâ (f.b.i.) bot. zehirli bir bitkinin kökü, bıldırcın otu.
eceli (a.s. celîl'den) daha (en, pek) celîl, çok büyük, en ulu.
ecell-i mahlûkat (mahlûkların en üstünü) insan.
ecemme (a.i.) 1. etli kemik. 2. mızraksız adam. 3. boynuzsuz koç.
ecfân 1. göz kapaklan.
İhtilâc-ı ecfân göz kapaklarının seğrimesi. 2. kirpikler. 3. asma çubuklan.
ecfün (a.i. cefn'in c.).(bkz: ecfân, cüfûn).
echel (a.s. câhil'den) 1. daha (en, pek) câhil. 2. nadan, aksi [kimse].
echelü min Karagöz Karagöz'den daha câhil.
echer (a.s.) 1. son derece güzel [kadın]. 2. gündüz iyi görmeyen kamaşık gözlü [adam].
echere (f.i.) pıtırak dikeni.
ecîl (a.s.) 1. işini sonraya, geriye bırakan. 2. geciktirilen şey.
ecille (a.s. celîl'in c.) bilgi, fazilet ve rütbe îtibânyla büyük olanlar.
ecille-i ricâl-i devlet devletin büyük adamlan.
ecille-i üdebâ-yi Osmâniyye Osmanlı edebiyatının büyük adamlan.
ecim (a.i.) 1.bir şeye çok devam etmekten usanç gelme. 2. birini, istemediği hâle uğratma. 3. su -temizliğini kaybedip- bozulma.
ecinne (a.i. cenîn'in c.) ana karnındaki çocuklar.
ecinni (a.i.) cin taifesinden bir fert.
ecir j.1 (a.i. c. uçur), (bkz: ecr).
ecîr j '-1 (a.s. ecr'den) ücretle çalışan, ücretle tutulan, gündelikçi.
ecl Ja.1 (a.i.) sebep, illet.
O ecilden o sebepten.
ecla' İ.I (a.s.) kısa dudaklı ve miskin [adam].
eclâ (a.s. celî'den) en celî, pek belli, çok aşikâr.
eclâd (a.i. cild'in c.) hayvan derileri.
eclâf (a.s. cilfin c.) ayak takımlan, rezil kimseler, baldın çıplaklar.
eclah (a.s.) 1. başı kel [adam]. 2. i. üstü düz araba veya devenin üstüne yapılan küçük kulübe, mahfel.
eclef (a.s. cilfden) daha (en, pek) edepsiz.
ecma' (a.s. cem'den) en toplu, çok birleşmiş ve biriken.
ecmaîn (a.zf.) hepsi, cümlesi, topu.
Radiya-llahü anhüm ecmaîn Allah hepsinden razı olsun.
ecmâl (a.i. ecmel'in c.) erkek develer.
ecmât (a.i. ecme'nin c.) sık ağaçlı yerler, ormanlar.
ecme (a.i.c. ücem, ecmât) sık ağaçlı yer, orman, (bkz: ücem).
ecmel (a.s. cemâl'den) 1. en (daha, pek, çok) güzel, yakışıklı, (bkz. ahsen). 2. i. erkek ve kadın adı.
ecmûd (f.i.) bot. kereviz.
ecnâb (a.i. cenb'in c.) yan taraflar.
ecnâd (a.i. cünd'ün c.) askerler, taburlar, (bkz: cünûd).
ecnâs (a.i. cins'in c.) cinsler, nevîler, çeşitler, türlüler, soylar.
ecnâs-ı muhtelife türlü, çeşitli cinsler.
ecneb (a.s.) 1. garip, yabancı [adam]. 2. sert başİı [at].
ecnebi, ecnebiyye (a.s.) yabancı [kimse veya nesne] , misafir, taşralı.
Memâlik-i ecnebiyye yabancı ülkeler.
ecnebiyyet (a.i.) ecnebilik, yabancılık, gariplik.
ecnef (a.s.) 1. haktan uzaklaşan [adam]. 2. beli eğri olan [adam].
ecniha (a.i. cenâh'ın c.) kanatlar.
ecr (a.i.c. ücûr) 1. bir iş, hizmet karşılığında verilen şey. 2. ahrete ait mükâfat, sevap. 3. ücret.
ecr-i misi huk. 1) bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleriyle takdiri, [kira bedeli tâyin edilmeden bir yerin kiralanması hâlinde vasıf, mevki ve kullanma tarzı bakımlarından kiralanan yere benzeyen yerlerin kira bedelleri o yerin de ecr-i misl'idir]. 2. bîgaraz ehl-i vukufun takdîr ettiği ücret
ecr-i müsemmâ mukavele ve pazarlıkla kararlaştırılan ücret, [aylığı yirmi liradan hizmetçi tutmak veya yıllığı beşyüz liradan bir ev kiralamak gibi].
ecrâm (a.i. cirm'in c.) cansız olan cisimler.
ecrâm-ı semâviyye gök cisimleri, yıldızlar.
ecrâm-ı ulviyye astr. yıldızlar.
ecrâs (a.i. ceres'in c.) çanlar, büyük çıngıraklar.
ecreb (a.s.) uyuz [insan veya hayvan].
ecred (a.s.) 1. tüysüz adam; genç.
Tıfl--ı ecred tüysüz çocuk. 2. otsuz [yer].
Arz-ı ecred otsuz toprak.
ecribe (a.i. cirâb'ın c.) dağarcıklar, meşin veya bezden yapılmış çantalar.
ecsâd (a.i. cesed'in c.) vücutlar, tenler, gövdeler.
ecsâd-ı seb'a (yedi cisim) altın, gümüş, kalay, kurşun, demir, bakır, harçini.
ecsâm (a.i. cism'in c.) gövdeler, bedenler, (bkz: cüsûm).
ecsâm-ı felekiyye gök cisimleri, yıldızlar.
ecsâm-ı sâbiha fiz. yüzen cisimler.
ecsâm-ı semâviyye coğr. gök cisimleri.
ecvâd açıklıklar luklar, içler, kovuklar.
ecved (a.s.) 1. daha, pek, en iyi olan.
ecved-i mensucat dokumaların en iyisi. 2. eliaçık, cömert, (bkz. sahî).
Ecved-ün-Nâs Hz. Peygamber.
ecvef (a.s. cevfden) 1. içi boş, kof. 2. meç. çok câhil, bilgisiz, boş kafalı. 3. i. Eski gramerlerde ayn-ül-fi'li (üç harflilerin [sülâsîlerin] ikinci harfi) "vav = ecvef-i vâvî", yahut "ya = ecvef-i yâî" olan Arapça fiiller, [sâim (sav m); bâe (bey)] gibi.
ecvibe (a.i. cevâb'ın c.) sorulan şeylerin, söylenilen sözlerin karşılıkları.
ecvibe-i müskite susturucu cevaplar.
ecyâd (a.i. cîd'in c.) uzun boyunlar.
ecyâf (a.i. cîfe'nin c.) leşler.
ecyâl (a.i. cîl'in c.) 1. milletler, kabileler, uluslar. 2. nesiller, soylar.
ecyed (a.s.) uzun boyunlu [adam].
ecza' (a.i. cüz'Un c.) l parçalar, kısımlar.
eczâ-üş-şi'r ed. arûz'un sekiz asıl parçası. (bkz. efâîl ü tefâîl).
eczâ-yı nâriyye kim. yanıcı kimyevî maddeler.
eczâ-yı unsûriyye esas teşkîl eden parçalar. 2 . ilâçlarda kullanılan maddeler.
eczâ-yı tıbbiyye ilâç yapılan nesneler. 3. ciltlenmemiş kitap vesaire.
eczâ-yı şerife Kur'ân-ı Kerîm'i meydana getiren otuz cüz.
eczacı (a.t.i.) ecza, ilâç yapan ve satan kimse, (bkz: ispençiyari).
eczâ-hâne (a.f.b.i.) eczane, eczacı dükkânı; ecza dolabı.
eczâl (a.i.cizl'in c.) ağaç kökleri, tomruklan.
eczem (a.s. cüzâm'dan) 1. cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan. 2. parmaklan veya eli kesik [adam].
eczem (a.s.) burnu kesilmiş.
eda' (a.i.) 1. borç veya borç gibi olan herhangi bir şeyi ödeme; yerine getirme.
edâ-yi deyn borç ödeme.
edâ-yi i'tizâr özür dileme edası.
edâ-yi salât namazı vaktinde kılma, (bkz: kazâ-yi salât). 2. e d. tarz, ifâde, üslûp, şîve, ton. 3. naz, cilve, (bkz. işve). 4. kurum, caka, münasebetsiz tavır. 5. kadın adı.
ed'ac (a.s.) 1. kara ve büyücek gözlü. 2. pek siyah [şey].
ed'ac-ül-ayneyn gözleri kara. [Hz. Muhammed'in şemâilindendir].
edakk l (a.s. dakik'den) en dakik, pek ince; çok mühim.
ecnâs-ı muhtelife türlü, çeşitli cinsler.
ecneb (a.s.) 1. garip, yabancı [adam]. 2. sert başlı [at].
ecnebi, ecnebiyye (a.s.) yabancı [kimse veya nesne] , misafir, taşralı.
Memâlik-i ecnebiyye yabancı ülkeler.
ecnebiyyet (a.i.) ecnebilik, yabancılık, gariplik.
ecnef (a.s.) 1. haktan uzaklaşan [adam]. 2. beli eğri olan [adam].
ecniha (a.i. cenâh'ın c.) kanatlar.
ecr (a.i.c. ücûr) 1. bir iş, hizmet karşılığında verilen şey. 2. ahrete ait mükâfat, sevap. 3. ücret.
ecr-i misl huk. 1) bir malın kullanılmasından doğan menfaatin para ölçüleriyle takdiri, [kira bedeli tâyin edilmeden bir yerin kiralanması hâlinde vasıf, mevki ve kullanma tarzı bakımlarından kiralanan yere benzeyen yerlerin kira bedelleri o yerin de ecr-i misl'idir]. 2. bîgaraz ehl-i vukufun takdir ettiği ücret.
ecr-i müsemmâ mukavele ve pazarlıkla kararlaştırılan ücret, [aylığı yirmi liradan hizmetçi tutmak veya yıllığı beşyüz liradan bir ev kiralamak gibi].
ecrâm (a.i. cirm'in c.) cansız olan cisimler.
ecrâm-ı semâviyye gök cisimleri, yıldızlar.
ecrâm-ı ulviyye astr. yıldızlar.
ecrâs (a.i. ceres'in c.) çanlar, büyük çıngıraklar.
ecreb (a.s.) uyuz [insan veya hayvan].
ecred (a.s.) 1. tüysüz adam; genç.
Tıfl-ı ecred tüysüz çocuk. 2. otsuz [yer].
Arz-ı ecred otsuz toprak.
ecribe (a.i. cirâb'ın c.) dağarcıklar, meşin veya bezden yapılmış çantalar.
ecsâd I (a.i. cesed'in c.) vücutlar, tenler, gövdeler.
ecsâd-ı seb'a (yedi cisim) altın, gümüş, kalay, kurşun, demir, bakır, harçini.
ecsâm (a.i. cism'in c.) gövdeler, bedenler, (bkz: cüsûm).
ecsâm-ı felekiyye gök cisimleri, yıldızlar.
ecsâm-ı sâbiha fiz. yüzen cisimler.
ecsâm-ı semâviyye coğr. gök cisimleri.
ecsem (a.s.) pek iri, gövdesi büyük olan.
ecûc (a.s.) ışık veren, parlayan şey.
ecvâd (a.i. cûd'un c.) cömertlikler, ela-çıklıklan.
ecvâf (a.i. cevfin c.) oyuklar, boşluklar, içler, kovuklar.
ecved (a.s.) 1. daha, pek, en iyi olan.
ecved-i mensucat dokumaların en iyisi. 2. eliaçık, cömert, (bkz. sahî).
Ecved-ün-Nâs Hz. Peygamber.
ecvef (a.s. cevfden) 1. içi boş, kof. 2. meç. çok câhil, bilgisiz, boş kafalı. 3. i. Eski gramerlerde ayn-ül-fi'li (üç harflilerin [sülâsîlerin] ikinci harfi) "vav = ecvef-i vâvî", yahut "ya = ecvef-i yâî" olan Arapça fiiller, [sâim (savm); bâe (bey)] gibi.
ecvibe (a.i. cevâb'ın c.) sorulan şeylerin, söylenilen sözlerin karşılıkları.
ecvibe-i müskite susturucu cevaplar.
Dostları ilə paylaş: |