ehdâb ,l (a.i. hüdb'ün c.) kirpikler, (bkz: müjgân).
ehdâb-ı mühtezze titrek kirpikler.
ehdâf (a.i. hedefin c.) 1. nişan alınan yerler. 2. meramlar, istekler, maksatlar, kasit-ler, gayeler. 3. yüksek şeyler.
ehdeb (a.s.) sık ve uzun kirpikli [adam].
Ehdeliyye (a.i.) Esseyyid Hasan Alîyy-ül-Ehdelî tarafından kurulan bir tarikat.
ehemm (a.s. mühimm'den) daha (en, pek) mühim, çok ehemmiyetli.
Takdîm-ül ehemm iki işten en mühimini öne alma.
ehemmiyyet (o.i.) 1. pek mühim olma, değerlilik, önem. 2. dikkat nazarını çekiş. 3. kıymet, değer.
ehibbâ' (a.s. habîb'in c.) dostlar, sevgililer, tanıdıklar, bildikler, (bkz: ahbâb).
ehil (a.s.). (bkz. ehl).
ehille (a.i. hilâl'in c.) yeni aylar, hilâl şeklinde olan şeyler.
ehl (a.s.c. ehâlî) 1. sahip, mâlik, mutasarrıf olan. 2 maharetli, usta, kabiliyetli, becerikli. 3. bir yerde oturan. 4. kankocadan herbi-ri. (bkz: ehil).
ehl-i aba Hz. Muhammed ve ailesi.
ehl-i âhiret ölüler.
ehl-i âlem insanlar.
ehl-i aruz ed. şiir kurallarından anlayanlar.
ehl-i arz cin, peri, şeytan.
ehl-i bâdiye bedeviler, çöl halkı.
ehl-i bagy bir bölgeyi zorbalıkla idare altına alanlar.
ehl-i beyt hâne halkı, familya, aile; Hz. Pey-gamber'in yakın akrabası.
ehl-i bid'at islâmlığın genel kurallarına uymayan kimse veya topluluk.
ehl-i büyûtât ünlü kabilelere mensubolan-lar.
ehl-i cehennem cehennemlik, günahkâr.
ehl-i cehl câhiller, bilgisizler.
ehl-i cennet cennetlik olanlar, günahkâr olmayanlar.
ehl-i cihâd din uğruna savaşanlar.
ehl-i dikkat dikkat sahipleri.
ehl-i dil gönül adamı, gönül dilinden anlayan [kimse], kalender.
ehl-i dîvan dîvan kaleminde çalışanlar.
ehl-i dünyâ dünyâ adamı, Ahireti düşünmeyen.
ehl-i ehvâ dinde mezhep ayrılığı yaratan.
ehl-i emsâr şehir, kasaba halkı.
ehl-i hakk kendini Tann'ya vermiş kimseler, doğruluk sahipleri, îmânı bütün, doğru kimseler.
ehl-i hakikat doğru yol adamı.
ehl-i hâl tarîkatte, tasavvufta "hal ve cezbe" denilen muvakkat olarak kendinden geçme sırrına eren, Allah adamı, cezbeye tutulan, vecde gelen kimse.
ehl-i hârâbat meyhane adamları.
ehl-i hevâ haylaz.
ehl-i hey'et astronomi ile uğraşanlar.
ehl-i hıref kumaş dokuyan sanatkârlar.
ehl-i hibre bir şeyi çok iyi bilen, bilirkişi, (bkz: ehl-i vukuf).
ehl-i hikmet filozoflar.
ehl-i hükümet hükümete mensup kimseler, milleti idare edenler.
ehl-i hüner hünerli, sanattan anlayan kimseler.
ehl-i ırz, ehl-i iffet doğru, dürüst, saygıdeğer kimse.
ehl-i idrâk düşünce sahipleri, her şeye akıl erdirenler.
ehl-i ilm ilim adamları, âlimler, bilginler.
ehl-i îmân îman etmişler, îman sahipleri, inanmışlar, (bkz: mü'min).
ehl-i irfan irfan sahibi, bilgili.
ehl-i İslâm islâm topluluğu.
ehl-i ittika dindar, sofu.
ehl-i kıble Müslüman.
ehl-i kal ilâhî gerçeklerden haberi olmayanlar.
ehl-i kalem yazı işleriyle uğraşan.
ehl-i kanaat kanaatkar olan.
ehl-i kelâm iyi konuşan.
ehl-i kerem cömert, eli açık.
ehl-i keyf keyfe, eğlenceye düşkün.
ehl-i kıyam camilerde ders okutan hocalara zor sorular sorup güç durumda bırakan öğrencilere verilen bir ad.
ehl-i kitâb dört kitaptan birine inanan.
ehl-i kubur ölüler.
ehl-i mahşer kıyamet günü dirilecek olanlar.
ehl-i mansıb mevki', orun sahibi.
ehl-i ma'rifet kabiliyetli kimseler.
ehl-i merâkib bir şeye binerek seyahat edenler.
ehl-i muhasebe muhasebeci, sayman.
ehl-i naîm cennette bulunacak kimseler.
ehl-i namus namuslu, doğru insanlar.
ehl-i nâr kötü ruhlu, cehennemlik insanlar.
ehl-i nifak ortaya nifak sokan, ayrılık yaratan kimseler.
ehl-i nücûm müneccimler.
ehl-i örf 1) huk. kanundan çok örfî ve idarî tedbirlerle iş gören idare adamı; 2) tar. Osmanlılarda medreseden yetişen şerîat bilginleri (kadılar, şeyhülislâmlar, müderrisler, kazaskerler., gibi).
ehl-i perde örtülü, peçeli kadın.
ehl-i re'y hâkimlik eden.
ehl-i Rum Osmanlılar.
ehl-i sabıka ilk Müslümanlar.
ehl-i safa kalbi temiz.
ehl-i salâh huk. hâli mestur, namuslu, doğru olan kimse, [bu evsâfı hâiz olanlara ehl-i afa, ehl-i hayr, ehl-i fazl da denir].
ehl-i salîb haçlılar, Hristiyanlar.
ehl-i servet servet sahibi, zengin.
ehl-i suffe Hz. Muhammed'in Medine'de yaptırdığı mescide bitişik bulunan odalarda barınan ve O'nun toplantılarına katılan kimseler.
ehl-i sûk çarşı halkı, esnaf.
ehl-i sülük bir mezhebe mensup olan.
ehl-i sünnet Peygamberimizle sahabelerine (dostlarına) itikatta uyanlar.
ehl-i şeka şakîler, soyguncular, vurguncular.
ehl-i şer fenalık sahibi.
ehl-i şîa Hz. Alî'nin mezhebine bağlı olan kimseler.
ehl-i şikem işkembesine düşkün olanlar, sırf boğazını düşünenler, (bkz. erbâb-ı şikem).
ehl-i tahkik araştırmacı kimseler.
ekl-i ta'kîb takîbedenler, peşinden gidenler.
ehl-i takva dîne bağlı kimseler.
ehl-i tarîk bir tarîkata mensup [olan], derviş.
ehl-i tasavvuf tasavvufla uğraşan.
ehl-i tedbîr tedbirli, akıllı, idareci kimse.
ehl-i tertîb f ı k. farz olan beş vakit namazı, arada fasıla vermeden muntazam olarak kılan.
ehl-i tevârîh tarihçiler.
ehl-i tevhîd Müslüman.
ehl-i ukubet huk. men'edilen şeyleri yaptıklarından dolayı haklarında ceza tatbiki kolay olan âkil baliğ kimseler, cezaya ehil kimseler.
ehl-i vezâif huk. vakfın gailesinden maaş ve tayına müstahik olan kimseler, [camiin, imam, müezzin vesâir hademesi veya fakirler gibi].
ehl-i vukuf iyi bilgisi olan, bilirkişi, (bkz: ehl-i hibre).
ehl-i vücûd varlık sahipleri, insanlar.
ehl-i zimmet bir islâm devletine tâbi olan, vergi veren, korunan fakat Müslüman olmayan vatandaşlar.
ehl ü iyâl aile, çoluk çocuk.
ehl-ül-farz fık. birinci derecedeki vâris.
ehl-ül-kisâ Hz. Muhammed ve ailesi, (bkz: ehl-i beyt).
ehlî, ehliyye (a.s. ehl'den) alışık olan, alışmış, alışkın, vahşî olmayan, insandan kaçmayan, adamcıl, (bkz: munis).
ehliyyet (a.i.) 1. işe yarar halde bulunuş, bir işi hak edebilecek durumda bulunuş, salâhiyet, yetki. 2. mâhirlik, iktidar, liyâkat kabiliyet, kifayet, mensubiyet, akrabalık. 3. iktidar, liyâkat ve kabiliyet vesikası. 4. kadın adı.
ehliyyet-nâme (a.f.b.i.) bir kimsenin herhangi bir iş yapabileceğine dair ilgililer tarafından verilen vesîka.
ehl-perver (a.f.b.s.) ehlini yetiş tiren, değer sahiplerini koruyan.
ehl-ullah (a.b.i.) Tanrı adamı, velî, evliya.
ehme (f.s.) 1. noksan, eksik. 2. i. bulunuş.
ehnâme (f.i.) 1. aşk ve sevda. 2. kendine çekidüzen verme.
ehram (a.i. herem'in c.) 1. Mısır'da eski zamandan kalma, huni biçimindeki büyük binalar, piramit. 2. tepeleri ortak bir noktada bulunan, tabanları da herhangi bir poligonun birer kenarından ibaret olan bir takım üçgenlerden meydana gelmiş şekil.
ehrâm-ı gayr-ı muntazam geo. düzgün olmayan piramit.
ehrâm-ı kaim geo. dik piramit.
ehrâm-ı mail geo. eğik piramit.
ehrâm-ı muntazama geo. düzgün olan piramit.
ehrâm-ı mürabbaî dörtgen piramit.
ehrâm-ı müsellesi üçgen piramit.
ehrâm-ı nakıs kesik piramit.
ehrâm-ı zû kesîr-ül-vücûh çokgen piramit.
ehrâmen (f.i.) 1. şeytan. 2. dev. (bkz: ehremen, ehrem, ehrime, ehrimen).
ehrâmî (a.s.) geo. ehram biçiminde, fr. pyraınidal.
ehrâmî kavak bot. piramit kavak.
ehred (a.s.) yırtık şey. [üstbaş hakkında].
ehremen (f.i.) Zerdüştlerin inandıkları kötülük ve karanlık tanrısı; şeytan, dev. (bkz: ehrâmen, ehren, ehrime, ehrimen).
ehren (f.i.)- (bkz. ehrâmen, ehremen, ehrime, ehrimen).
ehrime (f.i.). (bkz. ehrâmen, ehremen, ehren, ehrimen).
ehrimen (f.i.). (bkz. ehrâmen, ehremen, ehren, ehrime).
ehsâ' (a.s.) şaşmış, şaşakalmış olan [kimseler].
ehsâs (a.i. hiss'in c.) duygular.
ehsâs-ı rakîka ince duygular.
ehûn (f-i-) toprakta meydana gelen yarık, delik.
ehvâ' (a.i. hevâ'nın c.) arzular, istekler; şehvetler, hevesler, meyiller.
Ehl-i ehvâ' inanışları sünnet ehlininkine uymayan, arada mezhep farkları bulunan Müslümanlar cemaati.
ehvâl (a.i. hevl'in c.) korkular, dehşetler.
eh var (f.s.) şaşkın, sersem, alık [adam].
ehvec (a.s.) uzun boylu ahmak [adam].
ehvel (a.s. hevl'den) daha (en, pek) korkunç.
ehvel-i heyâkil heykellerin en korkuncu.
ehven (a.s.) 1. en zararsız. 2. pek ucuz. 3. daha hafif; kolay, (bkz: rahîs
ehven-i şerr iki şerrin en zararlısı, kolayı.
ehven-i şerreyn iki şerrin en zararlısı, kolayı.
ehveniyyet (a.i.) ehvenlik, ucuzluk [zıddı "gala"].
ehver (f.i.) sevgili.
ehviye (a.i. hevâ'nın c.), (bkz. hevâ).
ehviye-i lâtife lâtif müzik havalan.
ehyeb (a.s.) daha (en, pek) mehîb, çok heybetli.
ehyef (a.s.) 1. ince belli, yakışıklı [genç]. 2. çelimli at.
ehzâb (a.i. hizb'in c.) taifeler, kısımlar; bölümler, bölükler; insan kümeleri. Gaz-ve-i Ehzâb Hendek Gazvesi.
eimme (a.i. imâm'ın c.), (bkz. imâm).
eimme-i dîn din adamları. eimme-i erbaa (dört imam olup Müslümanların en büyük müctehidlerinden, en meşhur hukuk âlimlerindendir) [Ebû Hanîfe; Ah-med bin Idrîs-eş-Şâfiî; Mâlik bin Enes; Ahmed bin Hanbel].
eimme-i isnâ-aşer [Şîîlerde Hz. Ali ile başlayarak Mehdî ile sona eren on iki İmam. [Hz.Alî; Hz. Hasan; Hz. Hüseyin; Hz. Zeyn--ül-Âbidîn; Hz. Imâm-ı Bakır; Hz. Ca'fer-üs--Sâdık; Hz. Musa Kâzım; Hz. Alî bin Musa; Hz. Muhammed-ün-Nakî; Hz. Aliyy-üt-Taki; Hz. Hasan-Ul-Askerî; Hz. İmâm-ı Mehdî].
eimme-i mahallât mahalle imamları.
eimme-i nuhât nahiv (sintaks) âlimleri.
eimmet-ül-esmâ "esmâ'mn başı" tas. hay, alîm, münif, kadir, semi', basîr, müte-kellim olmak üzere yedi isim demek olan esma--i seb'a yerinde kullanılır.
einne (a.i. inân'ın c.) dizginler, yularlar.
eizze (a.s. azîz'in c.) 1. erenler. 2. muhterem, azîz kimseler.
eizze-i nasârâ Hıristiyan evliyası.
ejah (f.i.) vücutta, en çok ellerde çıkan pürtüklü küçük urlar, siğil, (bkz: ejeh).
ejdef (f.i.) kızılcık denilen meyva, alıç.
ejder, ejderhâ, ejdehâ (f.i.) 1. büyük yılan, (bkz: bürsân, su'bân). 2. korkunç ve hayalî bir hayvan. ejder-i kahir ("ka" uzun okunur) ölüm ejderhası.
ejder-i münakkaş nakışlı ejderha; alaca derili büyük yılan. 3. meç. hiddetli, şiddetli, cesur ve merhametsiz [adam], ["ejdehâ" nazımda kullanılır].
ejder-dehân (f.b.s.) (dev ağızlı) meç. ağır toplara verilen bir isim.
ejeh (f.i.) sivilce, (bkz: ejah).
ejgân, ejgehân tenbel. (bkz: ejhân).
ejhân (f-s.) tembel, (bkz: ejgehân).
ejîr (f.s.) akıllı, uyanık [adam],
ekabb (a.s.) beli ince olan.
ekâbir (a.s. ekber'in c.) rütbece, görgü ve faziletçe büyük olanlar, devlet ricali, (bkz. büzür-gân).
ekâbir-i şuarâ-yi Arab Arap şâirlerinin en büyükleri.
ekadîh ("ka" uzun okunur, a.i. kıdh'ın c.) oklar.
ekahî ("ka" uzun okunur, a.i. uk-huvân'ın c.) papatya çiçekleri.
ekalîm ("ka" uzun okunur, a.i. ıklîm'in c.) dünyânın mıntıkaları, memleketler, diyarlar. ekalîm-i bârideısoğuk iklimler, memleketler.
ekâlîm-i hârre sıcak iklimler.
ekalîm-i seb'a yedi iklim.
ekall l (a.s.) en az, en aşağı, (bkz: akall).
ekall-i murabbaât mat., astr. en küçük kareler metodu, meşhur riyaziyeci ve fizikçi bilgin Gauss'un buluşu olan bir metoddur. Türlü ölçüleri yapılan bir mesaha içinde elde edilen çeşitli değerlerden hakiki değere en fazla yanaşabilmek için kullanılan bir takım riyâzî ameliyeler silsilesi, [italyan astronomu Giuseppa Piazzi, seyyârât-ı sagîreden Ceres'i keşfettiği zaman şartların kötü oluşundan seyyârecik kaybedilmişti. Gauss muvâzene metoduyla mevcut rasatlara dayanarak ertesi sene yıldızın bulunması lâzımgelen yeri tâyin etti ve Ceres, onun tâyin ettiği koordinaüarla tekrar bulundu.].
ekalliyyet (a.i.). (bkz. akalliyyet).
Ekanîm ("ka" uzun okunur, a.i. uknûm'-un c.) asıllar, zatlar, rükünler.
ekanîm-i selâse Hıristiyanlığın baba, oğul ve rûh-ül-Kudüs'den ibaret teslîs inanışı.
ekarib ("ka uzun okunur, a.s. akreb'in c.) yakın akraba, hısımlar.
ekârim (a.s. ekrem'in c.) en necip, pek âlicenap, çok sahâvetli, cömert ve eliaçık olanlar.
ekâris (f.i.) bot. yenilen mantar.
ekasır ("ka" uzun okunur, a.s. akser'in c.) daha (pek, en) kısalar.
ekasî ("ka" uzun okunur, a.s. aksâ'mın c.) daha (en, pek, çok) uzaklar.
ekasî-i bilâd en uzak şehirler.
ekasîm ("ka" uzun okunur, a.i. kısm'ın c. olan aksâm'ın c.) 1. (bkz: aksam, kısım). 2. kısmetler, nasipler, paylar.
ekâsire (a.i. kisrâ'nın c.) eski Acem pâdişâhları.
ekâsire-i Acem Acem hükümdarları.
ekatî ("ka" uzun okunur, a.i. katî'in c.) koyun sürüleri.
ekavîl ("ka" uzun okunur, a.i. kavl'in c. olan akvâl'in c.) sözler, lakırdılar, kelimeler.
ekavîl-i bâtıla bâtıl sözler.
ekavîl-i kâzibe yalan, uydurma sözler.
ekâzib (a.s. ükzûbe'nin c.) asılsız, yalan, uydurma sözler.
ekbâ' (a.i. kibâ'ın c.) süprüntüler.
ekbâ-yi etrika sokakların süprüntüleri.
ekbâ-yı matbah mutfak süprüntüleri.
ekbâd (a.i. kebed ve kebid'in c.) kebet-ler, karaciğerler, (bkz: kübûd).
İltihâb-ı ekbâd hek. ciğerlerin iltihaplanması.
ekber (a.s. kebîr'den. c. ekâbir) 1. daha (en, pek) büyük.
Cihâd-ı ekber, Gazayı ekber en büyük savaş. [Ekber Hindistan'a hâkim olan Türk hükümdarı]. 2. i. erkek adı.
Ekberiyye (a.h.i.) tas. sofiyenin en büyüklerinden Muhyiddîn-i Arabî tarafından kurulan bir tarîkat.
ekber-nâme (a.f.b.i.) Ebul Fadıl Allamî'nin (1550-1602) Farsça tarih kitabı. Ekber Şah devrinin tarihi ile şâirlerinin hayat hikâyelerini anlatır.
ekdar (a.i. keder'in c.) 1. kederler, kasavetler, gamlar, tasalar, kaygılar.
ekdâr ü âlâm kederler, acılar. 2. bulanıklıklar.
ekdâs (a.i. küds'ün c.) hurmalar.
ekele (a.s. âkil'in c.) çok yiyenler, yiyiciler, oburlar.
ekeme (a.i.) yüksek taşlık tepe, bayır.
ekfâ (a.s. küfv'ün c.) eşler, benzerler, denkler, uygunlar, müsaviler, eşitler, muâdiller.
ekfâl (a.i. kifl'in c.) 1. nasipler, paylar. 2. zayıflık halleri. 3. kilim parçalan. 4. (kefel'in c.) her şeyin gerileri.
ekfân (a.i. kefen'in c.) ölüleri sardıkları bezler.
ekhâl (a.i. kühl'ün c.) göze çekilen sürmeler.
ekhel (a.s.) çok sürme kullanan; gözü kudretten sürmeli [adam].
ekîd, ekîde (a.s.) te'kidli, kuvvetli, sarih, kat'î, sağlam, muhakkak.
Emr-i ekîd kat'î, kesin emir.
Tenbîhât-ı ekîde kuvvetli, kat'î tenbihler.
ekîden (a.zf.) 1. te'kidli, kuvvetli olarak, muhakkak, sarih ve kat'î olarak. 2. mü-kerreren, tekrar olarak.
ekîle (a.s.) yenmiş, yenilmiş [şey, yemek].
ekinne (a.i. kinn'in c.), (bkz. eknân).
ekkâf (a.i.) semerci, eğerci.
ekkâl (a.s. ekl'den) 1. çok ekleden, yiyen, obur. (bkz: bu'le, ekûl).
ekkâl-üs-suht çok haram yiyen. 2. etrafındaki etleri çürütüp mahveden [yara], (bkz: âkile). 3. kim. aşındırma, fr. corrosif.
eki (a.i.) bir şey yeme[k], yenilme.
eki ü şurb yeme içme.
eklef (a.s.) 1. yüzü çilli [adam]. 2. i. koyu renkli arslan.
ekmâm (a.i. kümm'ün c.) 1. elbisenin yenleri, kol ağızlan. 2. (kimm'in c.) ağaç çiçeklerinin kapçıklan, tomurcuklan.
ekmen (a.s.) anadan doğma kör. (bkz: darîr).
ekmehiyyet (a.i.) ekmehlik, anadan doğma körlük.
ekmel (a.s. kâmil'den) 1. daha (en, pek) kâmil, mükemmel ve kusursuz olan, en uygun, en eksiksiz.
ekmel-i enbiyâ Hz. Muhammed.
ekmel-i mahlûkât (mahlûkların en kâmili) insan. 2. i. erkek adı.
ekmel-âne (a.zf.) ekmel olana yakışacak surette.
ekmeliyyet (a.i.) mükemmellik, kusursuzluk, noksansızlık, eksiksizlik.
eknâf (a.i. kenefin c.) canipler, yanlar, nahiyeler, taraflar, sığınacak yerler, evin ortalan, [kelime yalnız "taraf ve "yan" mânâsına kullanılır].
eknân (a.i. kinân'ın c.) l. mahfazalar, perdeler. 2. evler, odalar; çadırlar, (bkz: ekinne).
eknûn (f-zf-) şimdi, el'an, hâlâ ["kü-nûn" şeklinde de kullanılır].
ekrâd (a.i. kürd'ün c.) kürtler.
ekreh (a.s.) en kerih, çok iğrenç.
ekreh-i mahlûkât mahlûklann en iğrenci.
ekrem (a.s.) 1. daha (en, pek) kerîm; çok şeref sahibi, pek cömert, çok eli açık. 2. i. erkek adı.
ekrem-ül-ekremîn (ekremlerin ekremi) Cenâbıhak.
ekrem-ül-ümem Hz. Muhammed'in ümmeti.
ekrem-âne (a.zf.) ekrem olana yakışacak surette, ekremce, ekremcesine, pek cömertlikle, çok elaçıklığıyla.
ekremî (a.f.s.) ekreme mensup, lütuf ve kerem sahibi olana mensup.
ekremiyyet (a.i.) ekremlik, ekrem olma. (bkz: ekrem).
eksâ (a.s.) üstüste pek çok giyinen [adam].
eksâ min-el-basal "soğandan fazla giyinir" [Arap halk tâbirlerinden].
eksem (a.s.) büyük karınlı şişman [adam].
ekser (a.s. kesîr'den) en çok, daha ziyâde.
ekseri (a.f.zf.) eksere mensup, çok defa, çoğu.
ekseriyyâ (a.zf.) çok defa olarak, çok zaman; sık sık.
ekseriyyet (a.i.) ekser olma hâli, pek çok olma; çokluk; en büyük kısım; yansından çoğu.
ekseriyyet-i ârâ reylerin oyların çokluğu, hiç olmazsa yandan bir fazlası.
ekseriyyet-i mutlaka bir fazlasıyla elde edilen ekseriyet (çoğunluk), çokluk.
eksibe (a.i. kesîb'in c.) büyük çöllerde rüzgârların savurup biriktirdiği kum yığınları.
eksibe-i bahriyye med ve cezir (kabarma ve inme) yapan düz sahillerdeki kum yığınlan.
eksibe-i berriyye jeol. karasal, kumul.
eksiyye (f.i.) boza. (bkz: ahsuma, nebîz).
ekşem (a.s.) 1. doğuşunda kusurlu olan, burnu, kulağı kesik veya noksan olan [adam]. 2. i. pars denilen yırtıcı hayvan. [Ekşem suratlı ekşimiş suratlı] tâbiri meşhurdur.
ektâd (a.i.) 1. cemaatler, kalabalıklar, bölükler, takımlar. 2. misâller, örnekler.
ektâf (a.i. ketif ve kitfin c.) omuzlar; omuz kemikleri, arka omuz başlanndaki düz kürek kemikleri.
ektâr (a.i. keter'in c.) haysiyetler, şerefler; hasepler, nesepler, mertebeler, dereceler.
ektâr (a.i. kutr'un c.), (bkz. aktar).
ektem (a.s.) 1. daha (en, pek) çok sır saklayan. 2. karnı büyük [adam].
ekûl (a.s. ekl'den) çok yemek yiyen, obur; pisboğaz, (bkz: bu'le, ekkâl).
ekûl-âne (a.f.zf.) oburcasına.
ekûlî (a.i.) oburluk.
ekvâb (a.i. kûb'un c.) küpler, büyük su kaplan.
ekvâb-ı şerâb şarap küpleri.
ekvâh (a.i. kûh'un c.) kamıştan yapıl-.mış penceresiz kulübeler.
ekvarn (a.i. kûme'nin c.) kümeler, (bkz: küvem).
ekvâm-ı büzeyriyye anat. domalan, fr. soredie.
ekvân (kevn'in c.) varlıklar; âlemler, dünyâlar.
Hâlik-ı ekvân dünyâların, varlıklann yaratıcısı, Allah.
ekvar (a.i. kevr'in c.) 1. devirler, dönmeler. 2. bir şeyi sarmalar. 3. (küvâre'nin c.) an kovanlan. 4. demirci ve kalaycı ocaklan.
ekvâs (a.i. kevs'in c.) yaşmaklar.
ekvâz (a.i. kûz'un c.) kadehler; kâseler; bardaklar.
ekyâl (a.i. keyl'in c.) kileler, hububat ölçüleri, ölçekler.
ekyâs (a.i. kîs'in c.) para keseleri, torbalar.
ekyes (a.s.) pek kiyâsetli, zekî, zeyrek, maharetli, becerikli [adam].
ekzeb (a.s.) büyük yalan, pek büyük uydurma.
el- (a.h.) Arapça "harf-i ta'rîf" olup kelimelerin başında bulunur ve ismin mânâsını tarif ve tâyin etmeye yarar. Arapçadaki terkiplerde, has isimlerde ve Osmanlıcadaki izafet ve sıfat terkiplerinde kullanılır. Hurûf-i şemsiy-yeden biriyle başlayan kelimelerin evveline geldiğinde l yerine o harf şeddeli okunur "eş-şems" gibi. (bkz: hurûf-i şemsiyye).
ela (a.e.) başlama ve tenbih edatıdır; nazımda ve sözün başında kullanılır; bundan sonra "ey!" nidası gelir.
ela ey! şimdi, bilmiş ol ki!
el-aceb (a.n.) tuhaf, acayip, şaşılacak şey!
el-adlü esâs-ül-mülk (a. cü.) adalet mülkün temelidir.
el-amân (a.e.) yardım ve şikâyet edatı olarak "aman, medet" manasınadır; "bıktım artık, illallah!, usandım, kâfi, yeter, sus" gibi mânâlarda da kullanılır.
el-amân-hâh (a.f.b.s.) el aman dileyen, yaka silken.
el'ân (a.zf.) şimdi, şimdiki halde; henüz, hâlâ, daha, bu âna kadar, şu anda.
el-anyâsiyye (a.i.) bot. iğdegiller.
elâstikî (fr.s.) esnek.
elâstikiyyet (fr.a.i.) esneklik.
el-Avvâ (a.h.i.) astr. sığırtmaç, semânın kuzey yanmküresinde Dübb-i ekber'in civarında beş parlak yıldızdan meydana gelen küme, lât. Boötes, fr.Bouvier.
elbâb (a.i. lübb'Un c.) akıllar; akıllı kimseler.
Ulül-elbâb akıl sahipleri.
el-bâdî azlam başlayan, yol açan haksızdır.
el-basîr (a.s.) her şeyi gören. [Tanrı adlarından].
elbet, elbette (a.zf.) kat'î olarak, mutlaka, behemehal; akıbet, nihayet, eninde sonunda.
elbise (a.i. libâs'ın c.) esvaplar, libaslar, [kelime bizde müfret gibi kullanılır], (bkz: câme].
elbise-i resmiyye resmî elbise[ler].
Elbürz (f.h.i.) 1. Kafkas sıradağlarının en yükseği. 2. hakkında türlü hurafeler anlatılan Kaf dağı. 3. s. uzun boylu, yakışıklı kimse.
elbüz (a.s.) 1. bâlâ, yüce, yüksek. 2. i. Kafkas dağının tepesi.
el-câ-i âlâ rütbetihi (a. h. i.) astr. semânın kuzey yarım küresinde "Co-rona Borealis" burcunun yanında, ikisi çok parlak birkaç yıldızdan müteşekkil bir burç.
el-câsî (a.h.i.) astr. Herkül, tklîl-i şimalî ve Şilyâk burçları arasında bulunan büyük bir yıldız kümesi, lât. Hercules.
el-Cebbâr (a.h.i.) astr. semânın kuzey yarım küresinde görülebilen dörtgen biçimli ve içinde eğik olarak bir hizada üç parlak yıldızın dizildiği çok güzel ve çok parlak yıldızlardan olma yıldız kümesi (Orion).
Elcezîre (a.h.i.) Mezopotamya, "Dicle" ve "Fırat" nehirleri arasındaki yerin adı.
elcime (a.i. licâm'ın c.) hayvanların ağızlarına takılan gemler.
el-cünûnü fünûn (a.dey.) "dîvânelik türlü türlüdür", "delilik bir türlü olmaz" mânâsında kullanılır.
eledd (a.s.) hak kabul etmeyen, inatçı [adam],
Hasm-ı eledd inatçı düşman.
elektrîkî (fr.s.) ; elektrikle ilgili, elektrik niteliğinde.
Cereyân-ı elektrîkî elektrik cereyanı, akımı.
elektrîkiyyet (fr.a.i.) eletrikleştirme, elektrikleşme.
elektrîkiyyet-i mıknatısiyye fiz. elektromagnetizma.
elektrîkiyyet-i sakine fiz. elektrostatik.
elektrik-nümâ (fr.f.b.s.) fiz. elektroskop.
elem (a.i.c. âlâm); 1. ağrı, acı, sızı, sancı; keder, dert, maddî ve manevî ıztırap.
elem-hek. elem-elem-elemdembedem vakit vakit gelen elem.
elem-i intizâr bekleme elemi, sıkıntısı. 2. Fransızca'nın "-algie" sonekini karşılar.
elem-i asabi bek. sinir ağrısı, fr.nevralgie.
elem-i kalb gönül ıztırabı.
elem-i mafsal hek., fr. arthralgie...
el-emrü emrüküm (a.cü.) emir, sizin emrinizdir; emriniz bâşüstüne.
el-emrü fevk-al-edeb emir terbiyeden üstündür.
Elemût (f.h.i.) Hasan Sabbah'ın otuz-beş sene içine sığındığı Kazvin ile Giylan ara sında yüksek ve sarp bir kale. [elüh (=kara-kuş), mut (=yuva) mânâsına olan âmût'dan kısaltılmıştır. Bu kale, yükseklikte; yuvasını yüksek yere yapan karakuş yuvasına benzetilmiş ve bu ad verilmiştir].
elem-zede (a.f.b.s.c. elem-zede-gân) eleme uğramış, elemli, kederli, dertli.
elem-zede-gân (a.f.b.s. elemzede'-nin c.) elemliler, dertliler, kederliler.
eleng (f.i.) 1. sur, duvar, siper. 2. kale ve istihkâm askeri.
elest (a.i.) Allah'ın, ruhları yarattıktan sonra "elestü bi-rabbiküm = ben sizin Rab-biniz değil miyim?" dediği zaman, insanların yaradılış başlangıcı, [elestü = değil miyim].
elezz (a.s. lezîz'den) daha (en, pek) lezzetli.
elezz-i et'ime yemeklerin en lezzetlisi.
elf (a.s.c. âlâf, ülûf) bin [sayı], (bkz: hezâr).
elf-i evvel Peygamberimizin hicretinden sonra geçen bin yıl
elf-i leyle ve leyle binbir gece masalı.
elf-i sânî Hicret'i takip eden ikinci bin yıl.
Dostları ilə paylaş: |