gayr (a.s. ağyar) 1. ayrı, başka, özge, artık, diğer, ma'dâ, değil, (bkz: âher, gayrı). 2. yabancı, bildik olmayan. 3. e. Arapça sıfatların başında nefî edatı olan "-sız", "değil" mânâsına gelir.
gayr-i ahlâkî ahlâka aykırı, ahlâksızca.
gayr-i ahlâkıyye fels. törelsizcilik, fr. immoralisme.
gayr-i amelî amelî olmayan, pratik olmayan.
gayr-i câiz olamaz, yaraşmaz, yaraşıksız.
gayr-i cebrî (aded) yükselen (sayılar).
gayr-i ciddî 1) ağırbaşlı olmayan, uçan; 2) güvenilmeyen, doğruluğundan şüphe edilen.
gayr-i cinsî bot. eşeysiz, fr. asexuel.
gayr-i cismânî fels. tinsel.
gayr-i devrî periyodik olmayan.
gayr-i dînî dince aykırı, dîne uymaz.
gayr-i elâstikî esnemez, esneksiz.
gayr-i fa'âl faal, aktif olmayan.
gayr-i fa'âl bürkân coğr. sönmüş yanardağ.
gayr-i fa'âl şerîk eko. sermaye koyan, fakat şirketin idaresine iştirak etmeyen ortak.
gayr-i fıkariyye omurgasızlar.
gayr-i hakikî temettü' eko. gerçek bir gelir mâhiyetinde olmayan ve bilançoda işletme kaynaklarıyla ilgili görülmeyen kazanç.
gayr-i ihtiyarî düşünmeden, istemeksizin, elinde olmayarak.
gayr-i ilmî bilime aykırı, bilimdışı.
gayr-i insânî insanlığa yakışmayan, zâlimce, merhamet etmeden.
gayr-i irâdî istemsiz.
gayr-i kabil imkânsız, olamaz.
gayr-i kabil-i afv bağışlanamaz.
gayr-i kabil-i aks mant. tersinmez, fr. irreversible.
gayr-i kabil-i hall mes'ele çıkmazlık, fr. aporie.
gayr-i kabil-i ictinâb sakınılması, kaçınılması olanaksız.
gayr-i kabil-i ihtisâr mat. kısıkkesir, fr. fraction irreductible.
gayri-kabil-i inhilâl erimez.
gayr-i kabil-i inhinâ bükülmez, eğilmez,
gayr-i kabil-i ircâ' kim. indirgenmez, fr. irreductible.
gayr-i kabil-i isbât ispat edilemez, tanımlanamaz.
gayr-i kabil-i işbâiyyet kim. doymazlık, fr. insaturation.
gayr-i kabil-i iştiâl kim. alevlenmez, tutuşmaz, fr. ininflammable.
gayr-i kabil-i i'tirâz söz götürmez, su götürmez, karşı çıkılmaz.
gayr-i kabil-i kabûl kabulü olanaksız.
gayr-i kabil-i kıyâs ölçülemez, ölçülmez, bambaşka.
gayr-i kabil-i nüfûz coğr. geçirimsiz, fr. impermeable.
gayr-i kabil-i redd reddedilemez.
gayr-i kabil-i şifâ onulmaz, şifâ bulmaz, iyi olmaz.
gayr-i kabil-i taarruz dokunulmaz, saldırılamaz.
gayr-i kabil-i tahammül çekilmez, dayanılmaz, katlanılmaz.
gayr-i kabil-i tahmîn 1) kestirilemez; 2) beklenmedik.
gayr-i kabil-i ta'rif mant. * tanımlanamaz, fr. indefinissable.
gayr-i kabil-i tecezzî bölünemez.
gayr-i kabil-i tedâvi tedavi edilemez, onulmaz.
gayr-i kabil-i tefrîk ayırt edilemez.
gayr-i kabil-i tekzîb tekzibedilemez, yalanlanamaz.
gayr-i kabil-i telâfî yerine konulamaz, yeri doldurulamaz, onarılamaz, eksikliği giderilemez
gayr-i kabil-i te'lîf uzlaştırılamaz.
gayr-i kabil-i temyîz mant. ayırdedilemez, fr. indiscernable.
gayr- kabil-i vezn tartılamaz.
gayr-i kâfi yetersiz.
gayr-i kanûnî kanuna aykırı, kanunsuz, kanun dışı.
gayr-i kanûnî rekabet eko. ve huk. 1) kanunlarla yasaklanan davranış ve muamele yapmak suretiyle bir tüccarın alıcı sağlaması; 2) malını satabilmek için hileli yola başvurma; 3) rakibini zarara uğratmak gayesiyle yayın yapma; 4) kendi malları ve ticarethanesi ile rakibi arasında kendi menfaati için bir benzerliğe bilerek ve isteyerek yer verme.
gayr-i kat'î kat'î, kesin olmayan.
gayr-i kıyâsî kural dışı.
gayr-i kıyâsî fiil kural dışı eylem.
gayr-i lâyık yakışmaz, uygun düşmez, uyuşmaz.
gayr-i maddî hak eko., huk. kıymet, fikrî haklar, sınâî mülkiyet, ihtira hakkı, patent gibi haklar.
gayr-i maddiyye immateryalizm.
gayr-i ma'dûd sayısız, çok sayıda.
gayr-i mahdûd hudutsuz, uçsuz, sınırsız, (bkz: nâ-mahdûd).
gayr-i mahdûd mes'ûliyyet eko. huk. sözleşme veya kanunla sınırlanmamış kanunî sorumluluk.
gayr-i mahdûd müstakîm geo. sınırsız doğru.
gayr-i mahsûs duyulmaz, sezilmez.
gayr-i ma'kûl akla aykırı, saçma, usalmaz.
gayr-i ma'lûm bilinmeyen, bilinmez,
gayr-i ma'mûr bayındır olmayan, şenliksiz.
gayr-i mantıkî mant. mantıksız.
gayr-i matbu' basılmamış, yayımlanmamış.
gayr-i medenî medenî olmayan, görgü ve gelenek dışı.
gayr-i mekşûf keşfedilmemiş, bulunamamış, açıklanamamış.
gayr-i melhûz beklenmedik, imkânsız, olanaksız.
gayr-i memnûn küskün, kırgın,
gayr-i me'mûl umulmadık, beklenmedik.
gayr-i menkul gayrimenkul, taşınmaz mal, göçümsüz.
gayr-i me'nûs alışılmamış, yadırganan.
gayr-i mer'î 1) geçerli olmayan, geçersiz; 2) gözle görünmeyen, mikroskopik.
gayr-i mesbûk daha önce bir benzeri görülmemiş.
gayr-i meskûn boş, ıssız, oturulmayan.
gayr-i mes'ûl sorumsuz, sorulmaz.
gayr-i meşbû' doymamış.
gayr-i meşrû' kanunsuz, töreye aykırı, yolsuz.
gayr-i meşrût salt, hiç bir şarta bağlı olmayan.
gayr-i meş'ûr, gayr-i müsteş'ar bilinçsiz, sezmeyen, fr. inconscient .
gayr-i mevkuf tutuklu olmayarak.
gayr-i mevzûn düzgün olmayan, dengesiz.
gayr-i mezrû' ekilmemiş, ekimsiz, açılmamış [toprak].
gayr-i millî millî olmayan.
gayr-i muarref sınırsız, tariflenmemiş.
gayr-i muayyen belirli olmayan, tesbit edilmemiş.
gayr-i muayyeniyyet belirimsizlik.
gayr-i mugaddî besinsiz, beslemez.
gayr-i muhârib fi'len savaşmayan, savaşa girmeyen asker, askerî personel.
gayr-i muhikk 1) eğri; 2) haksız.
gayr-i muhtemel olasız.
gayr-i muktedir gücü yetmez, güçsüz.
gayr-i mûnis alışılmamış, yadırganan.
gayr-i muntak aded mat. yadrasyonel sayı.
gayr-i muntazam düzensiz, dağınık, gelişigüzel.
gayr-i muntazar beklenmedik.
gayr-i mutâbık uymayan, uygun gelmeyen, (bkz: nâ-hemvar2).
gayr-i mu'teber sayılmayan, değersiz, önemsiz.
gayr-i muvâfık uygunsuz.
gayr-i muvâzî düzgün ve paralel olmayan.
gayr-i müessir kim. etkisiz, fr. inactif.
gayr-i müessiriyyet kim. etkisizlik, fr. inactivite.
gayr-i müfârik ayrılmaz bitişik.
gayr-i müfîd faydasız, yararsız.
gayr-i mükellef yükümlü olmayan.
gayr-i mümkin olamaz, olanaksız.
gayr-i münâsib uygunsuz, yakışıksız.
gayr-i münbit verimsiz, çorak.
gayr-i münfekk ayrılmaz, yapışık.
gayr-i münhal kim. erimez.
gayr-i münsarif çekimsiz,
gayr-i münteşir yayımlanmamış.
gayr-i müntic mantıkça birbirine uygun düşmeyen, tutarsız.
gayr-i mürekkeb yalınç.
gayr-i müsâid (bkz: gayr-i münâsib).
gayr-i müsâvat eşitsizlik.
gayr-i müsâvî eşit olmayan, eşitsiz.
gayr-i müsellah silahsız.
gayr-i müselmân (bkz: gayr-i müslim).
gayr-i müslim islâm olmayan.
gayr-i müsmir yemişsiz, verimsiz, sonuçsuz.
gayr-i müstaid kabiliyetsiz.
gayr-i müstakar kararsız, durulmamış.
gayr-i müsta'mel kullanılmayan [kelime].
gayr-i müstevî düz olmayan.
gayr-i müşâbih benzemeyen, eş olmayan.
gayr-i müşterek-il-mikyas adedler mat. ortak ölçülmez sayılar.
gayr-i müteayyiş bi-l-hevâ biy. havasız yaşar, fr. anaerobie.
gayr-i mütecânis iyi karışmamış, bağdaşmamış, ayrı türden, bağdaşmaz, kaynaşmaz, fr. heterogene.
gayr-i mütecessid vücudu, yapısı olmayan .
gayr-i mütecezzî bölünmez olan.
gayr-i müteharrik hareketsiz, oynamaz, kımıldamaz, sabit.
gayr-i mütemerkiz aynı, bir merkezde toplanmış olmayan.
gayr-i mütenâsib orantısız, bağdaşıksız.
gayr-i mütenâzır simetrik olmayan.
gayr-i nâfi' faydalı olmayan.
gayr-i nâkıl yalınkan.
gayr-i nizâmî düzene aykırı, düzen dışı, kurala aykırı, kural dışı.
gayr-i resmî resmî olmayan, özel olarak.
gayr-i sâfî karışık, katışık,
gayr-i sâfî hâsılât eko. masraflar çıkmadan önce menkul, gayrimenkul hak ve menfaatlerin bütün geliri.
gayr-i sahîh mikyas düzeltilmemiş oran.
gayr-i samîmî içten olmayan, içtensizlik.
gayr-i sarîh mef'ûl dolaylı tümleç,
gayr-i sıhhî sağlığa aykırı, sağlığa zararlı.
gayr-i şahsî kişilik dışı.
gayr-i şahsî hesap eko. şahsî olmayan emval, kasa ve ayniyat gibi kıymetler üzerine açılan hesap.
gayr-i şeffaf saydam olmayan.
gayr-i şuûr bilinçdışı, bilinçaltı, fr. inconsciente.
gayr-i şuûrî şuursuz, şuursuzca, yaptığını bilmeyerek.
gayr-i tabîî 1) tabîat dışı, tabiata aykırı; 2) olağandışı; 3) acaip.
gayr-i tabîî mukarenet normal olmayan cinsel ilişki.
gayr-i Türk Türk olmayan.
gayr-i uzvî inorganik.
gayr-i vâki olmamış, olmayan, olmadık.
gayr-i vârid düşünülemez, hatıra gelmez.
gayr-ı vâzıh anlaşılmaz, kapalı, örtülü.
gayr-i zâtî fels. dışınlı, fr. extrinseque.
gayr-i zatî hâle (getirme) nesnelleştirme, fr. objectivation.
gayr-i zîrûh l) ruhsuz, cansız; 2) donmuş
gayr-endîş (a.f.b.s.) başkalarını düşünen.
gayret (a.i.) 1. çalışma, çabalama. 2. kıskanma, çekememe. 3. aziz ve kutsal bir şeye tecâvüz edildiğini görmekten doğan asîl, temiz duygu.
Sâhib-i gayret gayretli, cesaretli. [gayret-i vataniyyesine dokundu].
gayret-i bâtıla faydasız uğraşma.
gayret-i câhiliyye körükörüne uğraşma.
gayret-i dîniyye din uğruna didinme.
gayret-i İslâmiyye islâmlık gayreti.
gayret-i merdâne mertçesine gayret.
gayret-keş (a.f.b.s.) 1. çalışkan, çabalayıcı. 2. kıskanç. 3. taraftar, bir tarafı tutan.
gayret-mend (a.f.b.s.) gayretli, (bkz: gayret-şiâr).
gayret-şiâr (a.b.s.) gayreli. (bkz: gayret-mend).
gayrı (a.i.s.e.). (bkz. gayr).
gayriyyet (a.i.) gayrılık ayrılık, fels. fr. alterite.
gays (a.i.c. guyûs) 1. yağmur, (bkz: bârân, matar).
gays-i nâfi' faydalı yağmur. 2. bulut, (bkz: ebr, gamâm, gaym, sehâb).
gayûr (a.s. gayret'den. c. gayûrân) 1. gayretli, çok çalışkan. [Allah'ın adlarından biridir]. 2. kıskanç. 3. hamiyetli. 4. dayanıklı, ["gayyur" şekli yanlıştır].
gayûrân (a.f. gayûr'un c.) gayretliler, çok çalışkanlar.
gayûr-âne (a.f.zf.) gayur olana yakışacak surette.
gayyâ (a.i.) cehennemde bir kuyu veya bir dere.
Bi'r-i gayyâ gayya kuyusu, mec. belâlı yer, içine düşenin kolay kolay bir daha çıkamayacağını anlatan yer veya vaziyet, mec. gayyâ kuyusu.
gayz (a.i.) hiddet, öfke, kızma, kızgınlık; kızgınlık başlangıcı, hınç. (bkz: gazab).
Kâzım-ül-gayz öfkesini yenen.
gayz ü gazab kızgınlık ve hiddet.
gayz-efşân (a.f.b.s.) öfke saçan, öfkeli, hiddetli.
gaz ("ga" uzun okunur, fr.i.) [bu kelime eski terminologie'ye de girmiştir
Mıkyâs-ı gaz fr. gazometre.
Müvellid-i gaz fr. gazogene gibi.]
gaz-i hevâ kim. jeneratör (üreteç) gazı.
gaz-i mühlik öldürücü gaz.
gazî-yüş-şekl fr. gazeiforme.
gâz (f.i.) 1. diş. 2. dişle tutma, ısırma.
gazâ' (a.i.c. gazavât) din uğruna savaş, (bkz: gazve).
gazâ-yi ekber din uğrunda yapılan büyük savaş.
gazab (a.i.) dargınlık, kızgınlık, darılma, kızma, hiddet, öfke. (bkz: gayz). [Allah'ın gazabı şerîr, çok fena adam; âfet, musibet].
Mîr-i gazab cellât.
gazab-ı ilâhî belâ, musibet.
gazaben (a.zf.) öfke ile.
gazab-nâk (a.f.b.s.) gazaplı, öfkeli, dargın; kızgın.
gazâl (a.i.c. gazale, gazelân) 1. ceylan. 2. geyik, maral, âhû. 3. geyik yavrusu. 4. güzel göz.
Çeşm-i gazâl iri ve güzel göz.
gazâl-i ma'nî mânâ ceylanı. 5. şarkıcı, mızıkacı.
gazâlân (a.f. gazâl'ın c.), (bk.gazâl).
gazâle (a.i.) dişi geyik.
Gazâlî (a.h.i.) XVI. asırda yaşamıştır. Osmanlı edebiyatında eserleri kadar şahsiyetinin garipliği ile de şöhret kazanan bu Bursalı şâirin asıl adı Mehmed'dir; babasının adı Durmuş'dur. Şiirlerinde Gazâlî mahlasını kullanmakla beraber, muasırları arasında Deli-Birâder diye şöhret kazanmıştır. (1466 - 1535).
gazâliyye (a.i.) tas. imâm-ı Gazâlî tarafından kurulan tarikatın adı.
gazanfer (a.i.) 1. iri arslan. (bkz: esed, şîr).
gazanfer-i gazûb kükremiş arslan. 2. s. cesur, yürekli, yiğit [adam]. 3. Hz. Ali'nin lâkabı. 4. erkek adı.
gazanfer-âne (af.zf.) arslancasına.
gazanfer-fer (f.b.s.) arslan kuvvetli.
gazât ("ga" uzun okunur, fr.i. gaz'ın c.) gazler.
gazavat (a.i. gazve'nin c.), (bkz. gazevât).
gazavat-nâme (a.f.b.i.) ed. büyük bir kumandanın kahramanlıklarını ve savaşlarını anlatan manzum, mensur eser.
gazbân (a.s.) dargın, kızgın; öfkeli.
gâze (f.i.) çocuk salıncağı.
gaze ("ga" uzun okunur, f.i.) kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün, allık.
gazel (a.s.) 1. lâtif. 2. i. ed. klâsik şark şiirinin en mühim ve en çok kullanılmış olan nazım şeklidir. Arap'lardan Acem'lere ve onlardan da Türk'lere geçmiştir. Gazel, nazariyatta 5-15 beyit olur, ilk beytin mısraları aralarında kafiyeli, diğer beyitlerde ilk mısra serbest, ikinci mısra matla ile kafiyelidir, ilk beyte "matla"', son beyte "makta" denir. Gazel "lyrique" bir şekildir; başta aşkın her türlü safahatı ve mevzuatı, canan ve mey olduğu halde, rindlik, hayat felsefesi, tasavvuf, tabiat gibi şeyler mevzuunu teşkil edebilir. 2. mec. irticaî olarak ses ile yapılan taksim'dir, ekseriya saz ile karşılıklı olarak saz-söz taksimi şeklinde yapılır.
gazel-i müzeyyel ed. mahlas beytinden sonra, bir iki beyitle ünlü bir kişiden bahseden gazel.
gazel-hân (a.f.b.s.) gazel okuyan.
gazel-hânî (a.f.b.i.) gazel okuyuculuk.
gazelî (a.s.) gazele ait, gazelle ilgili.
gazeliyyât (a.i.c.) gazelle ilgili ve gazel tarzında olan şiirler.
gazel-nüvîs (a.f.b.s.) gazel yazan, (bkz: mütegazzil2, gazel-serâ).
gazel-perdâz (a.f.b.s.) gazel düzenleyen, (bkz: gazel-serâ).
gazel-serâ (a.f.b.i.) nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren.
gazevât (a.i. gazve'nin c.), (bkz. gazve).
gazevî (a.s.) gazaya ait, gaza ile ilgili.
gazî ("ga" uzun okunur, a.i. gazâ'dan. c. guzât) 1. gaza eden, ordunun başına geçen, savaşan; savaştan sağ ve muzaffer dönen. 2. böyle bir ordunun başkumandanı. Gazî Mustafa Kemâl Atatürk. 3. kadınların gerdanlarına taktıkları ikinci Sultan Mahmut devrinden kalma bir çeşit süs altını.
gazîr, gazîre (a.s.) yumuşak, mülayim, tatlı, nâzik; uysal.
gazîr (a.s. ve zf.) çok. (bkz: kesîr).
Gaznevî (a.s.) Afganistan'ın Gazne şehrinden olan [kimse].
gazûb (a.s. gazab'dan) 1. kızgın, öfkeli, hiddetli. 2. kükremiş.
Gazanfer-i gazûb kükremiş iri arslan.
gazûb-âne (a.f.b.zf.) kızgınlıkla, hiddetle, öfkeli olarak.
gazve (a.i.c. gazevât) 1. akın, plâçka, cenk, savaş. 2. din düşmanı üzerine olan sefer, saldırış, (bkz: gazâ).
Gazve-i Bedr Bedir Gazvesi.
Gazve-i Hendek Hendek Gazvesi.
gebr (f.s.) mecûsî, ateşe tapan, (bkz: zerdüştî).
gebr ü tersâ ateşe tapanla Hristiyan.
gec (f.i.) harç; kireç, (bkz: girec).
gec ü âhek harç ve kireç.
gec-bâz (f.s.) oyunda hîle yapan.
ged, gedbe (f.i.) 1. dilenen. 2. dilencilik, (bkz: sâil).
gedâ (f.s.c. gedâyân) dilenci, yoksul. (bkz. sâil).
Bay ü gedâ zenginle fakir.
gedâ-çeşm (f.b.s.) dilenci gözlü; mec. gözü aç, açgözlü.
gedâ-çeşmâne (f.zf.) aç gözlücesine, aç gözlülükle.
gedâ-sûret (f.a.b.s.) dilenci kılıklı.
gedâyân (f.s. gedâ'nın c.) dilenciler.
gedâ-yâne (f.zf.) dilencilikle.
gedâyî (f.i.) dilencilik.
gef (f.ha.) Osmanlı alfabesinin yirmi beşinci harfi olup "ebced" hesabında yirmi sayısının karşılığıdır.
-geh (f.e.) "-gah" kelimesinin hafifletilmiş! [daha çok nazımda kullanılır, zaman ve mekân eki olarak kullanılır].
geh (f.zf.) bâzı, arasıra. (bkz: gıbben).
gehân (f.i.) vakit, zaman.
Seher-gehân seher vakti.
Nâ-gehân vakitsiz, birdenbire, ansızın.
gehî (f.zf.) bâzan, arasıra. (bkz: gâhî, gıbben).
gehvâre (f.i.) beşik, (bkz: gâhvâre, mehd).
gehvâre-i fenâ (fânîlik beşiği) dünyâ.
gehvâre-ger (f.b.i.) beşikçi.
gehvâre-nişîn (f.b.s.) beşikteki çocuk.
gejdüm (f.i.) eğri kuyruklu akrep.
gele (f.i.) 1. sürü. 2. koyun, keçi ve sığır sürüsü.
gele-bân (f.b.i.) çoban, sığırtmaç.
gelîz (f.i.) fizy. salya.
gelû (f.i.) boğaz, (bkz: gülû, hulkum).
gelû-bend (f.b.i.). (bkz. gerden-bend).
gelû-gîr (f.b.i.) 1. dağ armudu, ahlat. 2. s. boğazdan geçmesi güç olan şey.
genc (f.i.) hazîne, define, (bkz: gencîne, kenz).
genc-i arûs, genc-i bâd, genc-i bâr, genc-i dibe, genc-i Efrâsyâb, genc-i gâv, genc-i gâvân, genc-i gâvmiş, genc-i hadrâ, genc-i sâyegân, genc-i sûhte, genc-i şadâverd, genc-i şaygân Hüsrev Pervîz'in hazînelerine verilen adlar.
genc-i hakîm Fatiha sûresinin bir adı.
genc-i leâl (incilerin hazînesi) Gencî Pîr Mehmed'in 1631 de yazdığı Arapçadan Türkçeye ve Farsçadan Türkçeye manzum sözlük.
genc-i maânî mânâlar hazînesi, şiir hazînesi.
genc-i nihân gizli hazîne.
genc-i revân Karun'un kaybolan hazînesi.
genc-i sûhte müz. otuz ezgiden onsekizincisi.
genc-bahş (f.b.s.) hazîne bağışlayan.
genc-dâr (f.b.i.). (bkz. hazîne-dâr).
gencîne (f.i.). (bkz. genc).
Gencîne-i Güftâr 1) söz hazînesi; 2) Farsçadan Türkçeye Ziya Şükûn tarafından hazırlanmış olan bir lügat kitabı.
gencîne-dâr (f.b.i.). (bkz : hazîne-dâr).
genc-nâme (f.b.i.) hazine ile ilgili olan kitap.
gencûr (f.i.) hazinedar, hazîne bekçisi, (bkz: gencver).
gencver (f.i.). (bkz. gencûr).
gend (f.s.) fena koku.
gendâ, gendây (f.s.) fena kokulu, kokmuş.
gendeme (f.i.) siğil.
gendîde (a.s.) kokmuş.
gendüm (f.i.) buğday, (bkz: bürr, hınta, kamh).
gendüm-gûn (f.b.s.) buğday renkli.
gendüm-nümâ (f.b.s.) yüze gülüp adam aldatan.
gendüm nümâ vü cev-fürûş (buğday gösterip arpa satan) yüze gülücü, hîlekâr.
ger (f.e.) "eğer" kelimesinin kısaltılmışıdır, nazımda kullanılır.
-ger (f.e.) isimlerin sonuna eklenen ve fâiliyet (yapıcılık) bildiren bir edat.
Âhen-ger demirci;
Zer-ger kuyumcu, (bkz: gâr).
ger (f.i.) uyuz hastalığı.
gerçi (f.e.) her ne kadar; ise de ["eğerçi" nin kısaltılmışıdır].
gerd (f.i.) 1. toz, toprak, (bkz: gubâr).
gerd-i küdûret gam, kederlilik tozu, kederlilik eseri.
gerd-i siyeh kara toz. 2. tasa, gam, keder.
gerd-i zümürrüd yeni çıkmaya başlayan sakal.
-gerd (f.s.) kelimelere eklenerek "dönen", "dolaşan" mânâsını verir.
Tîz-gerd çabuk dönen, v.b.
gerdâ-gird (f.zf.) fırdolayı, (bkz: dâiren mâdâr).
gerd-âlûd (f.b.s.) toza, toprağa bulanmış, toz toprak içinde, (bkz: gubâr-âlûd).
gerd-âlûde (f.b.s.) toza, toprağa bulaşmış, tozlu; mec. dünyalığı olan kimse, paralı, yağlı.
gerdân (f.s.) l. dönücü, dönen, (bkz: gerdun1).
Rû-gerdân yüz çeviren, yüz vermeyen.
Ser-gerdân serseri, yersiz, yurtsuz sefil. 2. (bkz: gerdûn).
gerdâniyye (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Halk müziğinde en rağbet edilmiş bir makam olan gerdaniye bilhassa hamasî ve millî karakterli parçalarda kullanılmıştır; rast ve hüseynî makamlarından mürekkeptir. Hüseynî ile dügâh perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede rast'ın güçlüsü neva, ikinci derecede rast'ın durağı rast, üçüncü derecede de hüseynî'nin güçlüsü hüseynî'dir. terkibindeki her iki basit makamın müşterek seslerinden istifâde eder. Rast ile hüseynî makamları, müştereken, rast ile muhayyer arasındaki bir dokuzluda ifâde edilebilirler. Donanımına si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konur ki terkibindeki her iki makamın da müşterek arızalandır.
gerdâniyye bûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin eski birleşik makamlarından biri olup gerdaniye makamının sonuna bir buselik beşlisi katılmasından meydana gelir ve bu beşli ile dügâh perdesinde karar kılar. Az kullanılan bir makamdır.
gerdâniyye-büzürg (f.b.i.) müz. en az dört asırlık bir mürekkep makamdır. Hiçbir nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-hicâz (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunelik bir eseri kalmamıştır.
gerdâniyye hüseynî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-ırak müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre gerdaniye avazesine ırak makamını eklemekle elde edilen terkip.
gerdâniyye-isfahan (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarındandır. Nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-kûçek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-kürdî (f.a.b.i.) müz. III. Selim'in terkîbettiği bir mürekkep makamdır. Bu makamdan bir eser kalmamıştır. Makam, gerdâniye'ye bir kürdî dörtlüsü ilâvesinden ibaret olup bu dörtlü ile dügâh'da kalır.
gerdâniyye-nevâ (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-nigâr (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-nikrîzî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az sekiz asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-pûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin alu asır kadar evvel terkîbedilmiş bir mürekkep makamıdır. Gerdaniye makamı ile pûselik beşlisinden mürekkep olup, bu beşli ile dügâh perdesinde kalır. Donanımına gerdaniye gibi si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi konur; pûselik beşlisi için sol bakıyye diyezi, si bekar kullanılır.
gerdâniyye-râst (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-rehâvî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-trâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-uşşâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
gerdâniyye-zengüle (zirgüle) (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az dört asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.
-gerde (f.s.) isimlere eklenerek "yapılmış, etmiş, eylemiş" gibi ism-i mef'ûller meydana getirir.
İltimâs-gerde iltimas edilmiş.
Te'lîf-gerde te'lîf edilmiş.
Tertîb-gerde tertîbedilmiş.
gerden (f.i.) 1. gerdan. 2. boyun.
gerden-i efrâd fertlerin boynu.
gerdenâ (f.i.) 1. kebap şişi. 2. kuş veya kuzu çevirmesi. 3. topaç, fırıldak. 4. yeni yürümeye başlayan çocukları yürümeye alıştıran araba. 5 . aşı boya toprağı.
gerden-bend (f.b.i.) boyun bağı, boyuna bağlanan şey; gerdanlık, (bkz: gelû-bend).
gerden-beste (f.b.s.) boynu bağlı, boyun eğmiş, itaatli, (bkz: gerden-dâde).
gerden-dâde (f.b.s.). (bkz: gerden-beste).
gerden-efrâz, -firâz (f.b.s.) boyun kaldıran, başı yukarıda, kibirli, gururlu [kimse].
gerden-keş (f.b.s.) l . inatçı; kibirli. 2. serkeş, âsî.
gerd-hîz (f.b.s.) toz, toprak kaldıran.
gerdîde (f.s.) dönmüş, hâli değişmiş.
gerdiş (f.i.) dönüş, dönme, dolaşma.
gerdiş-i devrân (bkz: gerdiş-i eyyâm, gerdiş-i zemân).
gerdiş-i ecrâm (bkz: gerdiş-i eflâk).
gerdiş-i eflâk feleklerin, dünyâların dönüşü.
gerdiş-i eyyâm (bkz: gerdiş-i zemân).
gerdiş-i zemân zamanın dönüşü.
gerdûn (f.s.) l. dönücü, dönen, devreden. (bkz: gerdân). 2. i. felek, dünyâ, semâ.
gerdûn-i dûn alçak felek; sefil dünyâ.
gerdûne (f.i.) araba, [tekerleklerin dönmesi dolayısıyla verilen bir ad olduğu anlaşılmaktadır].
gerdûne-i iclâl saltanat arabası.
gerdûne-i şükûh şan ve şeref arabası. (bkz. kârûse).
gerdûn-haşmet (f.a.b.s.) gerdûn, felek gibi haşmet sahibi.
Dostları ilə paylaş: |