hârî (f.i.) horluk, hakirlik.
hârib (a.s.) kaçan, firar eden.
harîb (a.s.) yağma olunmuş, soyulmuş, talan edilmiş.
hârib (a.s. harâb'dan) 1. yıkan, harabeden. 2. haydut, yol kesen.
harîbe (a.i.c. harâib) bir kimsenin geçineceği şey.
hâric (a.i.) 1. dış, dışarı. 2. dışarı çıkan, dışarda, dışta. 3. hiç ilgisi olmayan kimse.
Hareket-i hâric, İbtidâ-i hâric medrese yolunda ilk rütbeler.
hâric an-il-merkez geo. dışmerkezli.
hâriç an-il-merkeziyyet geo. dışmerkezlik.
hâric an-il merkeziyyet hesâbı top. üzerinde âlet kurulamayan, fakat rasat yapılması gereken bir noktanın yerine o nokta civarındaki başka belli bir nokta üzerinde âlet kurmak suretiyle yapılan rasatların ilk noktaya ircaı hesabı, merkeze irca metodu.
hâric ez memleket huk. bir memlekette iken hükmen başka bir memlekette sayılan.
hâric-i kısmet mat. bölüm, [bölme işleminden sonra arta kalan sayı].
hâric-i vatan vatanın dışı.
hâric (a.s.) suçlu, günah işlemiş.
harîc (a.s.) 1. dar, ensiz. 2. kuşatılmış, (bkz: mahsûr).
hâricen (a.zf.) hâriçten, dıştan, dışarıdan.
hâricen mersum dâire geo.çokgenin köşelerinden geçen dâire.
hâricen mersum mudallâ geo.*dışçokgen.
hâricen mümâs dâire geo. dış teğet dâire.
hâricen mütebâdil geo. dışters [açı].
hâricî (a.s.) 1. hârice, dışarıya mensup, hâriçle ilgili. 2. tar. vaktiyle Hz. Ali'ye isyan eden cemâat ferdlerinden herbiri.
hâricî haşefe-i nebât bot. dış yönlü başçık.
hâricî merkez jeol. dışmerkez, fr. epicentre.
hârici tufeylî zool., bot. dışasalak, fr.ectoparasite.
hâricî tufeyliyyet dışasalaklık, fr. ectoparasitisme.
hâriciyye (a.i.) 1. dış siyâset işleri, dışişleri. 2. ameliyatla tedavi edilen hastalıklar, dış hastalıklar. 3. s. hâriçle ilgili.
hârid (a.s.) öfkeli, hiddetli, kızgın.
harîd (a.s.) tek; ayrı.
harîd (f.i.) satın alma.
harîd ü fürûş alım satım.
harîdâr (f.b.s.) satın alıcı.
harîde (f.s.) satın alınmış.
harîd, harîde (a.i.c. harâid) 1. kızoğlankız. 2. delinmemiş inci.
hârif (a.s.) yemiş toplayan.
harîf (a.i. hirfet'den) 1. meslekdaş, san'at arkadaşı, (bkz: hirfet). 2. herif, adî ve bayağı adam. 3. teklifsiz dost.
harîf (a.i.) sonbahar, güz.
harîf-âne (a.f.zf.) esnafça, herkes masraftan kendi hissesini vererek, ortaklaşa yapılan ziyafet, [yanlış olarak "ârifâne" kelimesi daha yaygındır].
harîfe (a.i.c. harâif) ev için sonbahar hazırlığı.
harîfî (a.s.) sonbaharla, güzle ilgili.
harîk (a.i.) yangın, ateş. (bkz: hârika).
harîk-i hânmân-sûz evi yakan, evi kül eden yangın.
harîk (a.s.) erkekliği olmayan [adam]. (bkz: innîn).
harîka (a.i.) 1. bulamaç [yemek]; yulaf ve sâire lapası. 2. acı, sızı.
hârika (a.s.c. havârık) imkânların üstünde olup, insanda hayret uyandıran şey. (bkz: mu'cize).
hârika (a.i.) ateş, od. (bkz: harîk, nâr).
hârika-i sevdâ aşk ateşi.
hârikat ("ka" uzun okunur, a.s. hârika'nın c.) insanda hayret uyandıran şeyler, şaşılıp kalınacak şeyler.
hârikavî (a.s.) hârika gibi, hârika nevinden.
hârik-ül-âde (a.zf.) âdetin üstünde, hâricinde.
harîk-zede (a.f.b.s. harîk-zedegân) evi veya eşyası yanmış kimse, yangına uğramış, yangından zarar görmüş.
harîk-zede-gân (a.f.b.s. harik-zede'nin c.) yangına uğramış kimseler, yangından zarar görmüşler.
harîm (a.s.) saygısız, çekinmez, kayıtsız [adam].
harîm (a.i.s.) 1. biri için kutsal olan şeyler. 2. i. harem dâiresi, harem. 3. i. evin içi gibi başkasına kapalı olan yer. 4. i. bir evin civan. 5. i. avlu. 6. i. ortak, şerik. 7. i. hacıların, hac zamanında büründükleri örtü.
harîm-i hâss büyük bir zâtın kendi dâiresi.
harîm-i ismet mukaddes ocak, namus ocağı.
harîm-i kâ'be-i aşk aşk kâbesinin harimi, gizli ve mukaddes bucağı.
harîme (a.i.) kişinin dilediği gibi kullanabilecek hakka mâlik olduğu malı.
harîr (a.i.) 1. ipek.
Câme-i harîr ipek elbise, ipek çamaşır.
Dûd-i harîr ipek böceği. 2. s. hararetli, ateşli.
Kalb-i harîr ateşli kalb.
harîr-i Hindî Hindistan'a mahsus bir çeşit ipek kağıt.
harîr-i Semerkandî eskiden kullanılan kâğıt türlerinden biri.
harîrî, harîriyye (a.s.) 1. ipekle ilgili, ipekten yapılmış; ipek gibi yumuşak.
Akmişe-i harîriyye ipek kumaşlar. 2. güzel sanatlarda kullanılan ve Semerkand'da ipekten yapılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.].
Harîriyye (a.h.i.) tas. sofiyenin büyüklerinden Seyyit Ahmed-ür-Rufâî tarafından kurulan Rufâiyye tarikatının şubelerinden biri. [kurucusu Ebü-l-Hasan Aliy-ül-Harirî'dir].
hâris (a.i. hars'dan) harâset eden kimse, çiftçi, ekinci.
hâris-i gayûr gayretli, çalışkan çiftçi.
hâris (a.s. hirâset'den) muhafız, bekçi, gözcü; koruyan, koruyucu, (bkz: dîde-bân, pâs-bân).
hâris-i vatan vatanın bekçisi, koruyucusu,
harîs (a.s. hırs'dan) hırslı, tamahkâr, bir şeye çok düşkün, lüzumundan fazla istekli.
harîs-i mâl mal canlısı.
harîs-i şöhret şöhret düşkünü.
harîs-i câh mevki, rütbe düşkünü.
hâris (a.s.) son derece hırslı olan.
harîs-âne (a.zf.) harîscesine, harise yakışacak surette.
hâr-istân (f.b.i.) dikenlik, çalılık. (bkz: hâr-zâr).
hâriş (f.i.) kaşıma, kaşınma.
harîta (a.i.c. harâit) 1. bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler, hana.
harîta-i bahriyye coğr. deniz haritası.
harîta-i inkişâfiyye cogr. tanıtma haritası.
harîta-i müsteviyye coğr. plân.
harîta-i semaviyye astr. gök haritaları. 2 .kulplu kese, dağarcık.
harîz (a.s.) güçsüz, takatsiz [kimse].
harîz (a.s.) hıfzolunmuş, saklanmış. (bkz: mahfûz).
Hârizm (f.h.i.) Amuderyâ'nın aşağı mecrasının her iki tarafında bulunan ülkenin ve bu ülkede XIII. aşıra kadar dilini muhafaza ederek yaşamış olan bir şarkî îran kavminin adıdır.
hârîzmî (f.s.) hârizme ait, harizm ile ilgili.
hârizmiyye (f.i.) horzumlu yolu, algoritma.
hark (a.i.) 1. yarıp yırtma, yırtılma. 2. su akacak yarık, ark.
hark (a.i.) yakma, (bkz: ihrâk).
harkafa (a.i.) anat. kalça kemiği, oyluk kemiğinin başı.
harkafî (a.s.) anat. kalça kemiğine ait, kalça kemiğiyle ilgili.
hâr-keş (f.b.s.) yoksulluktan dolayı evine diken ve çalı çırpı taşıyan.
har-kürre (f.b.i.) eşek yavrusu, sıpa. ["kürre-har"] yavru eşek.
harmel (a.i.) bot. üzerlik otu.
harmen (f.i.) harman, [aslı "hirmen"dir.].
harmen-gâh (f.b.i.) harman yeri.
har-meniş (f.b.s.) eşek tabiatlı.
har-mühre (f.b.i.) katırboncuğu.
har-nâme (f.b.i.) Şeyhî'nin başından geçen bir vaka üzerine tanzim ettiği "satyrique" bir manzum eseri.
harnûb (a.i.) keçiboynuzu [yemiş], (bkz: harrûb).
hâr-püşt (f.b.i.) "diken sırtlı", mec. kirpi.
harpüşte (f.s.) harpuşta, balıksırtı biçiminde olan.
harr (a.i.c. harûr) hararet, sıcaklık, sıcak.
harr-ı şedîd şiddetli harâret.
harr-ı temmûz temmuzun sıcaklığı, temmuz sıcağı.
hârr, hârre (a.s.) hararetli, kızgın, sıcak, yakıcı.
Bilâd-ı hârre sıcak memleketler.
Ekalîm-i harre sıcak iklimler, tropikal bölgeler.
Mıntaka-i hârre coğr. ısı kuşak.
harrâk (a.i.) hek. pehlivan yakısı.
harrâka (a.i.) [evvelce] düşman gemilerini ve şehirlerini ateşlemek üzere, yakıcı âletlerle bezenmiş olan harb gemisi.
harrân (a.i.) müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup en az beş asırlıktır, elde hiç bir nümunesi yoktur.
harrâs (a.i. harâset'den) ekinci, çiftçi, toprağı işleyip ekin eken. (bkz: fellâh1).
harrât (a.s.) çıkrıkçı, doğramacı.
harratîn (a.i. harrât'ın c.) çıkrıkçılar, doğramacılar.
harrûb (a.i.) keçiboynuzu [yemiş]. (bkz. harnûb).
hars (a.i.) 1. tarla sürme. 2. kültür. [Fransızca "culture" karşılığı].
harsî (a.s.) harsa ait, harsla ilgili, kültürel.
harsiyyât (a.i.c.) harsla ilgili şeyler, kültür işleri.
harşef (a.i.c. harâşif) 1. balık pulu. 2. enginar. 3. kalkan balığı.
harşefî (a.s.) balık pulu şeklinde olan.
harşûf (a.i.) bot. enginar, (bkz: harşef2).
hart (a.i.) el ile ağaç dallarından yaprak sıyırma ve ağacın kabuğunu soyup çıkarma.
hartûc (f.i.) topa, merminin arkasından sürülen barut kesesi.
hartût (f.s.) iri, yapışkan ve tatsız bir kara dut.
harûk (a.i.) kav.
Hârûn (a.h.i.) 1. Musa Peygamberin büyük kardeşi [Aaron]. 2. Bağdad halîfelerinden Hârûn-ür-Reşîd.
harûn (a.s.) harın, ilerileyecek yerde duran veya geri giden [hayvan], (bkz: mükirr).
harûnî (a.i.) harınlık, hayvanın huysuzluğu.
Hârûn-ür-Reşîd (a.h.i.) Abbasî halîfelerinin en meşhurudur (766-809).
harûr (a.i.) 1. Güneşin kızgınlığı. 2. gece esen sıcak rüzgâr. [Fransızca "calorifique" karşılığı).
harûrî, harûriyye hararete mensûb, hararetle ilgili.
Kuvve-i harûriyye hararet kuvveti.
Hârût (a.h.i.) 1. arkadaşı Mârût ile ün almış bir melek olup, büyü ile sihir ile uğraştıklarından kıyamete kadar kalmak üzere Babil'de bir kuyuya hapsedilmişlerdir. 2. s. sihir yapan.
hârûtî (f.i.) 1. Hârût'un işi, büyücülük. 2. Hârût yolunda olan, büyücü.
har-vâr (f.b.i.) eşek yükü.
hâr-zâr (f.b.i.) dikenlik, çalılık, (bkz: hâr-istân).
has (f.i.) ot kırıntısı, çerçöp.
Hâr ü has çalı çırpı.
hasad (a.i.) 1. ekin, çayır biçme, biçilme. 2. biçilmiş ekin. 3. ekin biçme zamanı, orak vakti, [kelime "hısâd" şeklinde de kullanılır].
hasâdet (a.i.) hasudluk, hasedcilik.
hasâfet (a.i.) 1. hükümde sağlamlık, kuvvet ve olgunluk. 2. rey sağlamlığı.
hasâil (a.i. haslet'in c.) hasletler, huylar, tabiatlar, (bkz: hısâl).
hasâis (a.i. hâssiyyet'in c.) bir şeye, birine has olan keyfiyetler; nitelikler.
hasâis-i insâniyye insanlık hassaları.
hasâis (a.s. hasîse'nin c.) kötü, fena, alçak tabîatlar, huylar.
hasâle (a.i.) bot. bâzı çiçeklerin filkası, çeneği.
hasalî (a.s.) karnın, göbek kasık arasındaki yer ile ilgili.
hasânet (a.i.) 1. bir bina veya başka yapının zaptolunamıyacak derecedeki sağlamlığı. 2. kadının nefsine hâkim olması.
hasânet-i hisâr 1) hisarın, kalenin sağlamlığı. 2) temiz ve namuslu bulunma.
hasâr, hasâret (a.i.c. hasârât) zarar, ziyan (bkz: hasâret).
hasârât (a.i. hasâr'ın c.) zararlar, ziyanlar.
hasâr-dîde (a.f.b.s.) hasara uğramış, zarar görmüş.
hasâret (a.i.c. hasârât) zarar, ziyan. (bkz. hasâr, husr, husrân).
hasâret (a.i.) sıvık, sulu şey, koyulaşıp katılaşma.
hasâse, hasâset (a.i.) ihtiyaç, yoksulluk, züğürtlük.
hasâset (a.i.) 1. hasislik, tamahkârlık, pintilik, cimrilik, (bkz: hisset); 2. alçaklık, bayağılık, [zıddı "asâlet" dir].
hasât (a.i.) 1. küçük taş, çakıl taşı. 2. çakıl taşlan çok olan yer. 3. mesane, karaciğer, böbrek gibi yerlerde peyda olan taş.
hasât-ı bevliyye hek. böbreklerde ve sidik yollarında meydana gelen taş.
hasât-ı ihlîliyye hek. erkeklerde, sidik yollarında hâsıl olan taş.
hasât-ı kebed hek. karaciğerde biriken taş.
hasât-ı kilyeviyye hek. böbreklerde hâsıl olan taş.
hasât-ı mesâne hek. idrar kesesinde meydana gelen taş.
hasât-ül-em'a' hek. bağırsaklarda hâsıl olan taş.
hasât-ül üzn (işitme taşı), anat. kulaktozu.
hasb (a.zf.) göre, nazaran, binâen, cihetiyle, gereğince, [aslı "miktar" mânâsına gelen "haseb" dir].
hasb-i hâl görüşüp dertleşme, (bkz: hasbihâl).
hasbe (a.i.) hek. kızamık hastalığı, [kelime "hasebe" şeklinde kullanılır].
hasb-el-beşerriyye (a.zf.) insanlık îcâbı olarak.
hasb-el-hamiyye (a.zf.) hamiyet yüzünden, hamiyet îcâbı.
hasb-el-îcâb (a.zf.) durum dolayısıyla, durum îcâbı olarak.
hasb-el-iktizâ (a.zf.) gerektiğinden dolayı, ötürü.
hasb-el-isti'dâd (a.zf.) me'mûriyet dolayısıyla.
hasb-el-kader (a.zf.) kaderden.
hasb-el-lüzûm (a.zf.) lüzum dolayısıyla, gerektiği için.
hasb-el-me'mûriyye (a. zf.) me'mûriyet dolayısıyla.
hasb-el-mevsim (a.zf.) mevsime göre.
hasb-el-ubûdiyye (a.zf.) bendelik, kulluk îcâbıyla.
hasbeten (a.zf.) karşılıksız, parasız, bedava, (bkz: fahrî, hasbî).
hasbet-en-lillah (a.zf.) Allah rızâsı için, Tanrı uğruna, [hasbe kelimesinin aslı ecir, sevâb mânâsına olarak "hisbe"dir].
hasbî (a.s.) karşılıksız, parasız, bedava, (bkz: fahrî).
hasbihâl (a.b.i.) 1. görüşüp dertleşme; halleşme. 2. 1912'de Ahmet Şerif tarafından İstanbul'da yayımlanmış dînî bir gazete.
hasbük-allah (a.zf.) (bkz: hasbün-allah).
hasbün-allah (a.zf.) 1. Allah'ım bana yeter. 2. ya Rabbî sen bilirsin.
haseb (a.i.) baba tarafından gelen şeref, asîllik, soy temizliği, (bkz: asâlet), [zıddı "hasâset" dir].
hasbün-Allâh ve ni'mel-vekîl bize Allah yeter, o her işimizi güzel yapar.
hasebiyyet (a.i.) hısımlık, akrabalık.
hased (a.i.) kıskançlık, çekememezlik, günü.
hasede (a.s. hâsid'in c.) hased edenler, kıskananlar, çekememezlik edenler, günüleyenler.
hasek (a.i.) 1. kin. (bkz: adavet). 2. savaş âletlerinden üç köşeli diken, demir dikeni.
hasele (a.i.) hek. karnın, göbek ile kasık arasındaki kısmı.
hasen (a.s.) hüsünlü, güzel.
Vech-i hasen güzel yüz.
A'mâl-i hasene güzel işler. [müen. "hasene" dir]. [Osmanlıcada erkek adı olarak "Hasan" şeklinde kullanılır].
hasen-ül-hulk huyu güzel.
hasen-ül-vech güzel yüzlü.
hasen-üs-savt güzel sesli.
hasenât (a.i. hasene'nin c.) iyilikler, iyi haller, iyi işler, hayırlı işler.
Sâhib-ül-hasenât güzel şeyler meydana getirmiş olan. [zıddı "seyyiât" dır].
hasene (a.i.c. hasenât) 1. iyilik, iy hal, iyi iş, hayırlı iş. [zıddı "seyyie" dir]. 2. eski altın paralardan birinin adı.
Haseneyn (a.h.i.c.) "iki Hasanlar" Hz. İmâm-ı Hasan ve Hüseyin.
hasf. (a.i.) 1. yere batma. 2. nuru, ışığı sönme; ayın tutulması, (bkz. husûf)
hashasa (a.i.) 1. açık, aşikâr olma. 2. bir şeyi başka bir şeyin içinde –iyice birleşmesi için- sallama.
hâsıb (a.i.) ortalığı toz toprak içinde bırakan şiddetli rüzgâr, tipi.
hâsıd (a.i. ve s. hasâd'dan) hasâdeden, ekin biçen [adam], orakçı, (bkz: hassâd).
hâsıl (a.s. husûl'den. c. hâsılat) husule gelen, husul bulan, peyda olan, olan, çıkan, üreyen, türeyen, biten.
hâsıl-ı cem' mat. birkaç sayının bir araya toplanmasından meydana gelen yekûn, toplam.
hâsıl-ı kelâm sözün kısası, kısacası, (bkz: el-hâsıl)
hâsıl-ı masdar gr. fiil ismi.
hâsıl-ı ref' mat. bir sayının bir veya birkaç defa kendisiyle çoğaltılmasından meydana gelen sayı.
hâsıl-ı tarh mat. bir sayının diğerinden çıktıktan sonra kalan kısmı.
hâsıl-ı zarb mat. çarpım, fr. produit.[müen. "hâsıla"].
hâsıla (a.i.) 1. sonuç, netice. 2. elden edilen kazanç.
Saf hâsıla bir işlemin bakıyyesi.
hâsılat (a.i. hâsıl'ın c.) herhangi bir işten husule gelen şeyler, temettü', fayda, îrât, vâridat, gelir, kazanç, [kelime, dilimizde müfret gibi kullanılır].
hâsılat-ı gayr-i sâfiyye gelirin hepsi.
hâsılat-ı sâfiyye masraf çıktıktan sonra kazanç olarak kalan hâsılat, net kazanç.
hasılat-ı seneviyye yıllık gelirler.
hâsın, hâsıne (a.s.c. hâsınât) iffetli, şerefli, namuslu [kadın].
hâsır (a.s. hasr'dan) hasreden, muhasarada bulunan, etrafı kuşatan.
hâsıra (a.i.) hek. boş böğür.
hasîb (a.s.) 1. ucuzluk, bolluk yer. 2. hayır sahibi, eli açık, cömert [adam].
hasîb (a.s.) 1. değerli, itibarlı, soyu temiz, muhterem, saygın, şahsî meziyet sahibi [kimse]. 2. i. muhasebeci, sayman. 3. i. erkek adı. [müen. "hasîbet"]. 4. Allah'ın sıfatlarından.
hâsib (a.s.) hesâbeden, hesâbedici.
hâsid (a.s. hased'den. c. hasede, hussâd) haset eden, kıskanan, kıskanç, (bkz: hasûd).
hâsid-âne (a.f.zf.) hasetçesine, kıskanarak, kıskınçlıkla. (bkz: hasûd-âne).
hâsif (a.s. husûf'dan) sararmış, rengi, parlaklığı kalmamış.
hasîf (a.s.) hasâfetli, aklı başında, olgun [adam], (bkz: hasâfet).
hasîf-âne (a.zf.) hasâfetli, aklı başında, olgun adama yakışacak surette.
hasîfe (a.i.) gizlenen kin ve düşmanlık, (bkz: hasîke).
hasîke (a.i.). (bkz. hasîfe).
hâsim (a.s.) hasmeden, kat'eden, kesip atan.
Hâkim-i hâsim bir kararı derhal hükme bağlayan, kesip atan hâkim.
hasîm (a.i.c. husemâ) iki düşmandan her biri.
hasîn (a.s.hısn'dan) müstahkem, kuvvetli, sağlam [yer].
Binâ-yi hasîn sağlam yapı.
hasîr (a.s.) 1. feri gitmiş, donuklaşmış [göz].
Basar-ı hasîr fersiz, donuk göz. 2. hasret çeken, (bkz. hâsir1, hasret-keş).
hâsir (a.s. hasret'den) 1. hasret çeken, meramına nail olamayan. 2. çıplak, silâhsız, eliboş, müdâfaadan âciz [adam], ["hâib" kelimesiyle birlikte kullanılır].
hâsir (a.s. hasâr'dan. c. hâsirân, hâsirîn, hâsirûn) zarara, ziyana uğrayan.
hâsîr (a.i.) 1. hasır. 2. s. söyler veya okurken dili tutulan.
hâsîr (a.s.). (bkz. hâsir).
hâsirân (a.s. hâsir'in c.) zarara uğrayanlar.
hâsiren (a.zf.) zarar gördüğü halde, ziyana uğrayarak.
hâsirîn (a.s. hâsir'in c.) zarara, ziyana uğrayanlar, (bkz: hâsirûn).
hâsirûn (a.s. hâsir'in c.) zarara, ziyana uğrayanlar, (bkz. hâsirân, hâsirîn, hâsirûn).
hasîs (a.s. hisset'den) 1. nekes, cimri, pinti. 2. alçak, değersiz, kıymetsiz; insanı küçülten.Hasîs menfaatlar.
hasîsa (a.i.) kendine mahsus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter.
hasîse (a.i.) kötü huy, fena tabiat.
hasiyy (a.s.) hadım edilmiş, hayası çıkarılmış, burulmuş [insan veya hayvan]; iğdiş.
hasl (a.i.) fena hal sahibi olma.
haslet (a. i. c. hısâl) insanın yaradılışındaki huyu, tabiatı, mizacı.
haslet-i cemile güzel huy.
hasm (a.i.) kesme, kesip atma, kesîn olarak hal ve fasletme.
hasm-ı da'vâ dâvanın halli.
hasm (a.i. ve s.c. husûm) 1. düşman. (bkz. adû). 2. muhalif, karşı taraf.
hasm-ı ca'lî huk. [eskiden] hakikatte hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim huzurunda husûmeti kabul eden kimse.
hasm-ı cân can düşmanı.
hasm-ı ekber en büyük düşman, şeytan.
hasm-ı bîser ü pâ sefil düşman.
hasm-i mütevârî huk. [eskiden] mahkemeye gelmekten ve vekil göndermekten çekinen ve korkan kimse.
hasm-âne (a.f.b.zf.) düşmancasına.
hasmen (a.zf.) kesîn karar ile halledip bitirmek suretiyle.
hasmeyn huk. dâvâlı olan iki taraf.
hasmî (a.i.) düşmanlık, (bkz: husûmet).
hasnâ (a.s.) fazlasıyla namuslu olan [kadın].
hasnâ-yi hüsnâ hem güzel, hem namuslu [kadın].
hasnâ' (a.s.) güzel [kız veya kadın].
Arûs-i hasnâ güzel gelin.
hasnâ-yi müstesnâ eşi olmayan güzel.
has-pûş (f.b.s.) 1. yalancı, hîlekâr, mürâî. 2. çalı çırpı ile örtülü.
haspûşî (a.s.) riya, hîle.
hasr (a.i.) 1. sıkıştırma, dar bir yerin içine alma. 2. hareketten menetme, etrafını çevirme. 3. mahsus kılma, kılınma. 4. vakfetme, tahsîs etme. 5. zaman ayırma. 6. konuşurken veya okurken tutulup kalma.
hasr-i iştigal bütün uğraşmayı bir şeye hasretme.
hasr-ı nazar bakışı bir tarafa veya noktaya dikme.
hasr (a.i.) 1. böğür. 2. anat. bel.
hasreme (a.i.) anat. üst dudağın alt dudak üzerine taşması.
hasren (a.zf.) muhasara ederek, etrafını kuşatarak, çemberleyerek.
hasret (a.i.) ele geçirilemeyen veya elden kaçırılan bir nîmete üzülüp yanma, iç çekme, inleme; üzüntü, iç sıkıntısı, keder, zahmet; eseflenme, göreceği gelme, özleyiş, (bkz: iştiyâk).
hasret-dîde (a.f.b.s.) hasret görmüş.
hasret-fiken (a.f.b.s.) hasret düşüren, hasret döken.
hasret-güdâz (a.f.b.i.) hasretle yanan.
hasret-hâne (a.f.b.i.) hapishane.
hasret-keş (a.f.b.s.) hasret çeken, özlemiş.
hasret-keşâne (a.f.zf.) hasret çekene yakışacak surette.
hasret-nâme (a.f.b.i.) ed. ayrılık dolayısıyla yazılan mektup.
hasret-zede (a. f.b.s. c. hasret-zedegân) hasrete uğramış, hasrete düşmüş.
hasret-zede-gân (a.f.b.s. hasret-zede'nin c.) hasrete uğramış olanlar, hasrete düşmüş olanlar.
hasret-zede-gî (a.f.b.i.) hasrete uğramış, hasrete düşmüş olma.
hâss (a.s.c. havâs) 1. mahsus, özel.
İsm-i hâss has isim, *özel ad. 2. hükümdarın kendine mahsus olan. 3. saf, hâlis. 4. tar. Osmanlı İmparatorluğu'nun eski devirlerinde, devletin büyüklerine ayrılan ve yıllık geliri yüzbin akçadan yukarı olan arazi.
hass-el-hass tas. vahdet-i vücuda inanan, Allah'ı mutlak bir varlık olarak kabul eden.
hâss ü âm herkes.
hâss-ül-hass en has, en güzel.
hâss (a.s. hiss'den) hisseden, duyan.[müen. "hâsse"dir.]
hass (a.i.) birini, bir işe teşvîk etme, kandırıp ayartma.
hâss ü iğrâ' teşvik ve kışkırtma.
hass (a.s.) l. alçak, adî. 2. i. marul.
hassa (a.i.) bir kimseye, ya da bir şeye özel olan nitelik, kuvvet, güç.
hassa askeri tar. pâdişâhı veya hükümdarı korumakla görevli askerî sınıf.
hassâd (a.s.) ekin biçen, orakçı, (bkz: hâsıd).
hassan (a.s. hüsn'den) 1. çok güzel olan. 2.. erkek adı.
hassâs (a.s. hiss'den) çok hisseden, pek çabuk ve kolay müteessir olan, alıngan, hisli, duygulu Hassas bir kalb.
Hassâs terâzî en ufak bir farkı gösteren [terazi].
hassâs-âne (a.f.zf.) hassas, duygulu olana yakışacak surette.
hassâsiyyet (a.i.) hassaslık, duygulu olma hali, duygusallık.
hâsse (a.i. hiss'den. c. havâss) bir şeye mahsus olan kuvvet ve hal, duygu, ["hâss" in müennesidir].
hâsse-i lems elle dokunma kuvveti.
hâsse-i rü'yet görme kuvveti.
hâsse-i selîme sağ duyu, fr. bon sens.
hâsse-i sem' işitme kuvveti.
hâsse-i şemm koklama kuvveti.
hâsseten (a.zf.) husûsî olarak, özellikle, ayrıca, yalnız.
hâssiyyet (a.i.) (bkz: hassâsiyyet).
hâssiyyet (a.i.c. hasâis) kuvvet, te'sir. [bir şeye mahsus olan].
hâssiyyet-i kat-ı hayât ölüm hassası; ölüm te'sîri.
haste (f.s.c. haste-gân) hasta, rahatsız, sayrı.
haste-i bî-şifâ şifasız hasta.
haste-i gam-ı aşk aşk gamının hastası.
hâste (f.s.) 1. ayağa kalkmış. 2. uzanmış.
Ber-hâste ayaklanmış.
Nev-hâste yeni yetişen delikanlı; yeni yetme.
hâste (f.s.) istenilmiş, istenilen, (bkz: matlûb).
haste-bend (f.b.i.) kırık çıkık sarmaya yarayan bağ, sargı, (bkz: cebîre).
haste-dil (f.b.s.) gönlü hasta, üzüntülü; sıkıntılı.
haste-gân (f.s. haste'nin c.) hastalar, rahatsızlar, sayrılar.
hâst-gâr (f.b.s.) isteyici, isteyen. (bkz. tâlib).
hâst-gârî (f.b.i.) isteyicilik, tâliplik.
haste-gî (f.b.i.) hastalık, rahatsızlık.
haste-hâne (f.b.i.) hastane.
hasûd (a.s. hased'den) hasetçi, kıskanç, çekemeyen.
El hasûd la yesûd hasetçi kimse faydalanmaz ve onmaz, (bkz: hâsid).
husûd-âne (a.f.zf.) hasûd olana yakışacak surette; hasetçilikle, kıskançlıkla.
hasûdî (a. i.) hasutluk, hasetçilik, kıskançlık.
hasûr (a.s.) 1. tasadan gönlü daralan. 2. sır saklayan. 3. mücâhede yoluyla evlenmeye ve kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen. [Kur'ân'da bu kelime ile "Hz. Yahya" vasıflandırılmıştır].
has ü hâşâk (f.i.) çerçöp.
hasve (a.i.c. husevât, husvât) azar azar, yudum yudum içme.
hâş (f.i.) 1. kırıntı, döküntü, süprüntü. (bkz. hâşâk). 2. şiddet, kızgınlık.
hâşâ (a.e.) asla, katiyen, hiçbir vakit, Allah göstermesin, uzak olsun, (bkz: hâşe-lillâh).
hâşâ sümme hâşâ öyle olması imkânsız, öyle değildir.
haşâfet (a.i.) kin ve düşmanlık.
haşâhiş (a.i. haşhâş'ın c.) haşhaşlar.
haşâiş (a.i. haşîş'in c.) kuru otlar. (bkz. haşîş). ["haşâyiş" şeklinde de kullanılmıştır], (bkz: haşâyiş).
hâşâk (f.i.) çöp, süprüntü; yonga. (bkz: hâş1).
hâşâk-i zaîf kuru çalı, çırpı.
hâşâ min et-teşbîh (a.cü.) benzetmekten korkulur, benzetilemez.
hâşâ min huzûr (a.cü.) (sözüm) burada bulunanlardan uzak, buna kimse alınmasın; burada bulunanları ilgilendirmez.
Dostları ilə paylaş: |