haşâyiş (a.i. haşîş'in c.) (bkz: haşâiş).
haşeb (a.i.) kereste yapılan kalın, kuru ağaç, odun.
haşeb-i kâzib (yalancı odun) bot. enine kesilen ağacın kabuğuna yakın olan yumuşak kısmı.
haşeb-i sâdık bot. ağacın hakiki odun hâline gelen kısmı.
haseb-ül-enbiyâ bot. peygamber ağacı.
haşebe (a.i.c. haşebât) ağaç, odun; yonga, (bkz: haşeb).
hasebî, haşebiyye (a.s.) 1. odun yapısında, odun gibi, odunla ilgili, odun cinsinden. 2. bot. ağaçsıl.
haşebiyyet (a.i.) odun niteliği, odunluk.
haşeb-pâre (a.f.b.i.) ağaç, tahta parçası; yonga.
haşed (a.i.) insan topluluğu.
haşefe (a.i.) 1.anat. erkeğin tenasül âletinin baş tarafı. 2. bot. başçık.
haşel (a.i.) adî, bayağı, rezîl olma; bayağılık.
hâşe li-llâh (a.zf.) Allah göstermesin, asla kat'iyen, hiçbir vakit, (bkz: hâşâ).
haşem (a.i.c. ahşam) 1. maiyet, yanında bulunanlar. 2. aile. 3. hademe.
Hadem ü haşem hizmet edenler, maiyet halkı.
haşem-nişîn (a.f.b.i.) göçebe.
haşerât (a.i. haşere'nin c.) 1. küçük böcekler. 2. örümcek, karınca, akrep; fare; yılan ve benzerleri gibi hayvanlar. 3. mec. değersiz ve zararlı kimseler.
haşerât-ı lâ yüflihûn mec. insanı rahatsız eden küçük çocuk güruhu.
haşere (a.i.c. haşerât) arı, karınca, örümcek ve benzerleri gibi küçük hayvanlar, böcek.
haşhâş (a.i.) bot. Kapsüllerinden afyon, tohumlarında da yağı çıkarılan bir nebat, bitki.
haşhâşiyye (a.s.) haşhaş ile ilgili, haşhaş nev'inden.
Fasîle-i haşhâşiyye gelincikgiller.
hâşır (a.s.) hasreden, cemeden, toplayan.
Nidâ-yi hâşır toplayan ses.
hâşi' (a.s. huşû'dan. c. hâş'în) alçakgönüllülük gösteren.
hâşian alçakgönüllülük göstererek.
hâşiâne (a.zf.) alçakgönüllülük göstererek, (bkz. mütevâzıâne).
haşîf (a.i.) eski, yıpranmış elbise.
hâşiîn (a.s. hâşi'in c.) alçakgönüllüler.
haşîm (a.s.) haşmetli, gösterişli, (bkz: muhteşem, müdebdeb).
hâşim (a.s.) 1. kuru ekmek kırıntısı doğrayan [çorba ve benzeri gibi şeylere]. 2. ezen, yaran, kıran, parçalayan. 3. erkek adı.
Hâşimî (a.h.i.) Hz. Muhammed'in mensubolduğu kabîle.
Hâşimiyye (a.h.i.) tas. Celvetî tarîkatı şubelerinden biri. [Üsküdarlı Seyyit Mustafa Hâşim (Hâşim Baba) Melâmîliğe de girdiği için adına nisbet edilen Hâşimiyye-i Bayrâmiyye şubesinden sayanlar da vardır. Seyyit Mustafa Hâşim, Bektaşiliğe de girdiği için kendisine ondan dolayı baba denilmiştir].
haşîn, haşin (a.s. huşûnet'den) katı, sert, kinci, gönül kinci, kaba.
haşîş (a.i.) 1. kuru ot. 2. bot. esrar denilen "Hind keneviri" yaprağı.
haşîşe (a.i.) ot.
haşîşet-üd-dîk bot. ökse otu.
haşîşet-üd-dînâr bot. şerbetçiotu, ömürotu, fr. houblon.
haşîşet-üd-dûd zool. soğulcan otu.
haşîşet-ül-buzâk bot. tükrük otu.
haşîşet-ül-cereb bot. uyuz otu.
haşîşet-ül-hattâf bot. kırlangıç otu.
haşîşet-ül-himâr bot. eşek otu.
haşîşet-ür-rie bot. ciğer otu.
haşîşet-ür-rühbân bot. papas otu.
haşîşet-üz-zîbâk bot. yaban fesleğeni.
haşîşet-üz-zücâc bot. yapışkan otu.
haşîşî (a.s.) bot., coğr. otsu, "otsul.
haşîşîn (a.i.c.) haşhâşîler, haşîşîler.
hâşiye (a.i.c. havâşî) 1. kenar, pervaz, bir kitabın sahifeleri kenarına veya altına yazılan yazı. (bkz: hâmiş). 2. bir eserin metnini şerh ve îzah eden kitap.
hâşiye-i tecrid Nasîrüddin Tûsî'nin Tecrîd-ül-i'tikad (inancın tecridi, soyutlanması) adlı eserine Seyyid Şerif Curcânî tarafından yazılan bir haşiye.
haşl (a.s.) herşeyin fenası, adîsi, bayağısı.
haşmet (a.i.) 1. "haşem" den meydana gelen büyüklük, heybet. 2. saygıdan dolayı çekinme. 3. nezâket. 4. hiddet, kızgınlık. 5. alçakgönüllülük.
haşmet-li, -lü haşmet sahibi mânâsına olup ecnebî hükümdarlarına verilen bir unvandır.
haşmet-meâb (a.b.s.) haşmetli, haşmet sahibi, [pâdişâhlar için kullanılan, hürmet bildiren cümlelerden idi].
haşr (a.i.) 1. toplama, cem'etme. 2. ölüleri diriltip mahşere çıkarma; kıyamet.
Sûre-i haşr Kur'ân'ın 59. sûresi. Medîne devrinde nazil olmuştur, 24 âyettir.
haşr-ı emvât ölülerin bir araya toplanması; kıyamet günü. (bkz: yevm-ül-haşr).
haşr ü neşr toplanıp dağılma.
haşr ü neşr [olmak] haşır neşir [olmak], uğraşıp durmak.
haşrece (a.i.) can çekişme hâlinde bulunan bir hastanı çıkardığı hinin.
haşşâş (a.s.) esrar içen, esrar gibi uyuşturucu şeyler kullanan.
haşv (a.i.c. haşviyyât) 1. minder, yastık gibi şeylerin içine doldurulan pamuk, kıtık, kuru ot. 2. kırılacak şeylerin arasına konulan saman ve şâire. 3. ed. uzun ve faydasız söz, dolma ve doldurma söz.
haşv-i gayr-i müfsid ed. anlamı bozmayan fazla söz.
haşv-i kabîh ed. söze çirkinlik veren fazlalık.
haşv-i melîh ed. ibare arasında, cümle-i mu'tarıza kabilinden bir söz karıştırma ve ikinci derecede bir mânâ ifâde etmektir.
haşv-i müfsid ed. yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz bir hâle getiren.
haşv-i mutavassıt ed. söze çirkinlik de, güzellik de vermeyen fazlalık.
haşvî (a.s.) 1. haşve mensup; mânâsız sözler söyleyen. 2. haşve benzeyen.
haşviyyât (a.i. haşv'in c.) söz arasında "şey, meselâ, sözüm yabana" gibi söylenen sözler.
haşye, haşyet (a.i.) korku, korkma.
haşyeten (a.zf.) korku ile, ürkerek.
haşyeten min-Allah Allah'tan korkarak.
haşyet-ullah (a.b.i.) Allah korkusu
hât (f.i.) çaylak [kuş].
hatâ' (a.i.) 1. yanlış; yanlışlık; yanılma. 2. günah. 3. kabahat, kusur.
hatâ muâdelesi jeol. top. her hangi bir nîrengi şebekesinin muvâzene hesaplarına başlandığı zaman beher üçgen için hazırlanan muhtemel hatâlara ait muadele (denklem).
Hatâ (a.h.i.) şimalî (kuzey) Çin.
hatab (a.i.c. ahtâb) odun. (bkz: hîzem).
halâ-bahş (a.f.b.s.) kabahatleri affeden, bağışlayan.
hatâen (a.zf.) yanlış olarak, yanlışlıkla.
hatâire (a.i. hatîre'nin c.) mühim, önemli işler.
hatâiyyât (a.i.c.) yanlışlar, yanlışlıklar.
hatâ-kâr (a.f.b.s.) hatâ eden, yanlış yapan, yaralan.
hatâ-pûş (a.f.b.s.) kabahatleri örten, örtbas eden.
hatâr (a.i.) 1. çadır eteklerine bağlanan parça. 2. birşeyin etrafını çevreleyen pervaz, çenber gibi şeyler.
hatar (a.i.c. hatarât) tehlike.
hatarât (a.i. hatar'ın c.) tehlikeler, (bkz: hıtâr).
hatar-gâh (a.f.b.i.) tehlike yeri, tehlikeli yer.
hatar-geh (a.f.b.i.) . (bkz. hatar-gâh).
hatar-mend (a.f.b.s.) tehlikeli, korkulu, korkunç.
hatar-nâk (a.f.b.s.) tehlikeli, korkulu, korkunç.
hatâ-sevâb (a.b.i.) kitaptaki yanlışlıkları gösteren düzeltme cetveli.
hatât (a.i.) 1. süt kaymağı. 2. hek. cilt iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları.
hatât (a.i.) bağırma, çağırma, (bkz: feryâd, gırîv).
hatâtîf (a.i. huttâf’ın c.) kırlangıçlar.
hatavât (a.i. hatve'nin c.) adımlar.
hatavât-üş-şeyâtîn şeytanın mesleği, eğri yol. [Kur'an da "hutuvât" olarak geçer].
hatâ-ver (a.f.b.s.) hatâlı.
hatâyâ (a.i. hatâ'nın c.) kabahatler, suçlar, günahlar, yanlışlar, yanlışlıklar.
hatâyî (a.i.) 1. Hatay kumaşı. 2. g. s. süslemede (tezhip) açılmış lotusu andıran bir çiçek motifi. 3. tezhipte, merkezini hatâyı denilen çiçek motifi işgal etmek üzere birbirine geçmiş sipiral dallardaki çiçek motiflerinden teşekkül eden süsleme tarzı. 4. güzel sanatlarda kullanılan ve Çin'de pirinçten yapılan bir kâğıt cinsi, [tezhip, hat, minyatür v.b.].
Hatâyî (a.s.) Hatay'a ait, Hatay ile ilgili.
hâtem (a.i.) 1. mühür, üstü mühürlü yüzük.
hâtem-i merâret acılık mührü. 2. en son.
hâtem-i sadâret pâdişâhın sadrâzamlarda duran mühürü.
hâtem-ül-enbiyâ, hâtem-ün-nebiyyîn (nebilerin, peygamberlerin sonuncusu) Hz. Muhammed.
hâtem-ül-mülk hükümdar mührü.
hâtem-ül mürselîn (peygamberlerin sonuncusu) Hz. Muhammed.
hâtem-ül-vahy (vahî mühürü) Hz. Muhammed.
hâtem-ün-nübüvvet 1. Peygamberlik işareti. 2. Hz. Muhammed'in omuzları arasındaki ben.
Hâtem (a.h.i.) 1. Arap kabileleri arasında tanınmış "Tayyi" kabilesine mensup ve cömertliğiyle meşhur olan "İbnü Abdillâh Bin Sa'd" in lâkabı. 2. s. çok cömert [adam].
hatem-Allâh (a.n.) "Allah sona erdirsin!" anlamında kullanılan bir dilek.
hatem-Allâhü avâkibehu bi-l-hayr Allah sonunu hayırlı kılsın.
hâtem-âne (a.f.zf.) hâteme yakışacak surette, cömertcesine.
hatemât (a.i. hatme'nin c.) hatim etmeler, bitirmeler.
hatemât-ı Fürkan-ı Kerîm Kur'ân-ı Kerîm'i birkaç defa hatmetme.
hâtem-bend (a.f.b.s.) mühür kazan, mühür yapan, mühürcü.
hateme (a.n.) "Allah sona erdirsin!" mânâsında kullanılan bir dilek.
hâtemî (a.s.) hâtem'e mensup.
hâtemî (a.s.) 1. mühürle ilgili. 2. mühür yapan.
hâtem-kârî (a.f.b.i.) bir sathın (*düzeyin) üzerine süs şekilleri oyarak meydana gelen boşluklan o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan süslemeler.
hâtemî-kerem (a.b.s.) hâtem gibi lütfü, ihsanı çok olan.
haten (a.i.) dâmât.
hatenât (a.i. hatene'nin c.) kaynanalar.
hatene (a.i.c. hatenât) kaynana, (bkz: hatne).
hatf (a.i.) ölüm, ölme. (bkz: mevt).
hatfe enfihi vefât rahat döşeğinde eceliyle ölen.
hatf (a.i.) 1. kapma, aşırma, çalma. 2. şimşeğin göz kamaştırması, gözü alması.
hatf-ı ebsâr göz kamaşması.
hâtıb (a.s. ve i. hatab'dan) 1. odun toplayan, oduncu, (bkz: hattâb). 2. iyiyi kötüyü ayırdedemeyen kimse.
hâtıb-ı leyl, hâtıb-ül-leyl (gece odun toplayan) mec. saçma sapan konuşan [adam].
hâtıf (a.s.c. havâtıf) 1. kapıp götüren. 2. göz kamaştıran.
hâtım (a.s.) kinci, kırıp ufalayıcı.
hâtır (a.i. hutûr'dan) 1. zihin, fikir. 2. keyif, hal. 3. gönül.
hâtır-ı âtır mektuplarda geçen hatır sorma formülü.
hâtır-ı nâ-şâd tasalı gönül. 4. tas. kalbe gelen manevî hitap.
hâtır-ı melekî tas. Âhiret muhabbeti, ruhanî kuvvetlerin geleceği ve bu yüzden taatın zuhuru.
hâtır-ı nefsânî tas. nefis ve dünyâ muhabbetinin cismânî kuvvetlere üstünlüğü.
hâtır-ı rahmâni tas. sâlikin kalbinde cemâl-i vahdetin tecellîsiyle tam bir sükûnet husulü, [aynı zamanda "muhabbet-ül-Allah" da demek-tir].
hâtır-ı şeytânî tas. nefse muhabbet yüzünden ma'siyyet işlemesi, [şehvet ve ma'siyyet demektir].
hâtıra (a.i. hutûr'dan. c. hâtırât) hatıra gelen, hatırda kalan şey, andaç.
hâtıra-i âbide-i meşrutiyet madalyası Hürriyet âbidesinin yapılması dolayısıyla bastırılan altın ve gümüş madalya.
hâtır-âsâ (a.f.b.s.) huzuru olan, kaygısı olmayan.
hâtır-âşüfte (a.f.b.s.) gönlü perişan olan.
hâtırât (a.i. hâtıra'nın c.) 1. hatıra gelen, hatırda kalan şeyler. 2. ed. bir kimsenin, yaşadığı zamana, bulunduğu işlere, görüştüğü kimselere dâir düşüncelerini ve duygularını içinde topladığı kitap.
hâtır-âzâr (a.f.b.s.) hatır kıran.
hâtır-âzârî (a.f.b.i.) hatır, gönül kincilik.
hâtır-âzürde (a.f.b.s.) hatırı kırılmış.
hâtır-cû (a.f.b.s.) hatır alan, gönül alan.
hâtır-dâşt (a.f.b.i.) hatırda tutma, akılda tutma.
hâtır-firîb (a.f.b.s.) gönül aldatıcı.
hâtır-girifte (a.f.b.s.) üzgün, kırgın.
hâtır-güsâr (a.f.b.s.) gönüle ferahlık veren.
hâtır-güşâ (a.f.b.s.) gönül açan, gönüle ferahlık veren.
hâtır-hâh (a.f.b.i.) gönlün istediği.
hâtır-hırâş (a.f.b.s.) hatır kıran, gönül inciten.
hâtır-mânde (a.f.b.s.) hatırı kalmış, gücenmiş.
hâtır-mandegî (a.f.b.i.) hatırı kalmış olma, gücenmişlik.
hâtır-nevâz (a.f.b.s.) gönlü okşayan, hatırnaz.
hâtır-nevâzî (a.f.b.i.) gönül okşayıcılık, hatırnazlık.
hâtır-nişân (a.f.b.s.) hatırda kalan, akılda kalan.
hâtır-nişîn (a.f.b.s.) hatırda kalan, akılda kalan.
hâtır-pesend (a.f.b.s.) sevilen, beğenilen.
hâtır-pezîr (a.f.b.s.) beğenilen, sevilen.
hâtır-pürs (a.f.b.s.) hal hâtır soran.
hâtır-sâz (a.f.b.s.) gönül yapan, hoşnut eden.
hâtır-şiken (a.f.b.s.) hatır kıran, gönül inciten.
hâtır-şikeste (a.f.b.s.) gönlü kırık, gücenik.
hâtır-şinâs (a.f.b.s.) hatır alıcı, gönül alıcı.
hâtır-şinâsâne (a.f.zf.) hatırşinas olana yakışacak surette.
hâtır-şinâsî (a.f.b.i.) hatırşinastık, gönül alıcılık.
hâtır-zâd (a.f.b.s.) hatıra doğan, akla gelen.
hâtî (a.s.) yanıltan, şaşırtan; hatâya düşüren, (bkz. muhtî).
hatîa (a.i.c. hatâyâ) 1. günah, kabahat, suç. 2. yanlış, yanlışlık.
hâtib (a.s.) hitabeden, söz söyleyen.
hâtib-i felek astr. Müşteri, Jüpiter.
hatîb (a.i.c. hutebâ) 1. camide hutbe okuyan. 2. güzel, düzgün konuşan kimse. (bkz. nâtıka-perdâz).
hatîb-âne (a.f.zf.) hatibcesine, hatiblere, güzel söz söyleyenlere yakışırcasına; nutuk söylercesine.
hatîbe (a.i.) odunluk, ormanlık.
hâtif (a.s.) 1. sesi işitilip de kendisi görülmeyen [kimse], seslenici, çağırıcı. 2. i. gaipten haber veren melek.
hâtif-i gaib görünmeyen çağıncı, seslenici; şuur, vicdan, bilinç.
hâtif-âne (a.f.zf.) hatife yakışacak surette.
hâtifî (a.s.) hatifle ilgili.
hâtil (a.s.) 1. durmadan akan [yağmur]. 2. yorgun; dingin.
hâtim (a.s. hatm'den) 1. hitâma erdiren, bitiren. 2. mühürleyen, mühürleyici. ["hâtem" olarak da kullanılır].
hâtime (a.i.) 1. son, nihayet.
Hüsn-i hâtime iyi bir şekilde bitirme. 2. son nefeste kelime-i şahadet getirme.
Hâtimet-üş-şuarâ Fatin Efendi'nin 672 şâirin hal tercümesini kapsayan şairler tezkiresi.
hâtime-keş (a.f.b.s.) hatime çeken, son veren, bitiren.
hatîr (a.s.). (bkz. hattâr, hatûr).
hatîr (a.s.) 1. şan ve şeref sahibi [kimse]. 2. yüce, ulu. 3. muhataralı, tehlikeli, [müen. "hatîre" dir].
hatîre (a.i.). (bkz. hazîre).
hatm (a.i.) 1. hitâma erdirme, bitirme. 2. Kur'ân'ı başından sonuna kadar okuma. 3. mühürleme, mühürlenme.
hatm-i hâcegân (a.f.b.i.) tas. Nakşî tarîkati müritlerinin şeyh huzurunda diz çöküp fikrî ve nazarî mâsivâdan tecerrüd ederek şeyhe ve dolayısıyla hakka vasi ile yönelip şeyhin işaretleriyle "Fâtiha, İhlâs, İnşirah" sûrelerini muayyen adetlerde okuma.
hatm (a.s.) 1. hâlis. 2. i. hüküm ve kaza îcâbettirme. 3. i. sağlamlaştırma.
hatm (a.i.) 1. kuş gagası. 2. burun [insan ve hayvanda].
hatme (a.i.c. hatemât) hatim etme, bitirme, [bir kere].
hatmî (a.i.) bot. ebegümeciye benzeyen, ondan daha büyük bir çiçek olup kök ve çiçekleri hekimlikte kullanılır.
hatn (a.i.) 1. sünnet etme. 2. dâmad.
hatne (a.i.) kaynana, (bkz: hatene).
hatra (a.i.) den. nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği.
hatt (a.i.c. hutût) ; 1. çizgi. 2. satır. 3. yol. 4. yazı. 5. pâdişâh yazısı, ferman, buyruk. 6. sıra, saf. 7. gemiler için hareket istikameti olarak belirtilen taraf. 8. geo. yalnız uzunluğu olan buut, boyut. 9. gençlerde yeni terleyen bıyık veya sakal, l 0. parmağın on ikide biri olan bir ölçü.
hatt-ı âb gözle görülmeyen yazı.
hatt-ı âftâbî kuyruklu harflerin sonunu süsleyerek yazılan Arapça bir yazı.
hatt-ı amûdî geo. dikey çizgi.
hatt-ı âteş-hân ateşe gösterilerek okunabilen Arapça bir yazı.
hatt-ı ayâg kâse veya kadeh kenarı.
hatt-ı âzâdî azat edilme yazısı.
hatt-ı Bağdâd Cemşîd'in kadehindeki üçüncü satır.
hatt-ı bâlâ coğr. doruk çizgisi, tepelerin en yüksek noktasından geçen hayalî çizgi.
hatt-ı bâtıl bir yazıyı iptal eden, hükümsüz kılan çizgi.
hatt-ı bendegî köle sahibi olabilmek için alınan belge.
hattı-ı beyzâvî harflerin sonundaki kıvrımları oval şeklinde olan arap yazısı.
hatt-ı butlân batal etmek kasdıyla bir kaydın veya künyenin üzerine çekilen çizgi.
hatt-ı câm Cemşîd'in efsanevî kadehinin üstündeki yazı.
hatt-ı cânibî yanal çizgi.
hatt-ı celî bütün islâm yazılarının uzaktan okunabilecek kadar iri yazılmış nev'i ve sülüs yazısının irisi.
hatt-ı cevr Cemşîd'in kadehindeki yazıların ilk satın.
hatt-ı çeşm-i mûrî ince ve çok küçük harflerle yazılmış bir yazı, mikroskopik yazı.
hatt-ı dest el yazısı, el yazması.
hatt-ı dîvânî rık'a'nın birleştirilmesinden doğmuştur. Düz ve devirli kısımların daha kısa şekilde tatbik edilmesi suretiyle çabukluk elde edilmiştir, "ince dîvânî, kırma dîvânî, celî dîvânî" diye çeşitleri vardır. Bunların hepsine birden "çepyazısı" denir. Divanî ile celî dîvânî, vakfiye, îlân, hüccet, ilmihaber gibi resmî kayıtlarda kullanılmıştır.
hatt-ı emân düşman ülkesinde verilen gezi kâğıdı.
hatt-ı esâs, hatt-ı zemîn geo. geometrik çizgilerde esas alınan çizgi.
hatt-ı eşk Cemşîd'in kadehindeki yazıların beşinci satın.
hatt-ı evvel 1) Tanrı buyruğu; 2) Tannnın tahtı sayılan Mekke; 3) Arap alfabesinin ilk harfi olan elif.
hatt-ı fâsıl fasledici, ayıncı çizgi.
hattı-ı firârî geo. gerçekte paralel olduğu halde uzaktaki bir noktada birleşir gibi görünen çizgiler.
hatt-ı gubârî g.s. bir yazı sitili.
hatt-ı gül-zâr çevresi çiçek resimleriyle süslenmiş olan bir Arap yazısı.
hatt-ı hareket davranış, davranma yolu.
hatt-ı hatâ iptal çizgisi.
hatt-ı havâî havaî hat, havadan çekilen hat.
hatt-ı hisâr sihirli dâire, (bkz: hatt-ı mendel)
hatt-ı hubân sevgilinin yanağında çıkan ince tüyler.
hatt-ı hudûd sınır çizgisi,
hatt-ı hûn baş kesilmesi için verilen ferman.
hatt-ı hurûc, hatt-ı irtisâm geo. bir daireye teğet olan çizgi.
hatt-ı hümâyûn pâdişâhların herhangi bir iş için bizzat yazdıkları yazılar, (bkz: hatt-ı şerîf).
hatt-ı icâzet g. s. vakfiyelerin, dua kitaplarının, hattat icazetnamelerinin yazıldığı sülüsle nesih arası bir yazı şekli.
hatt-ı içtimâ-i miyâh suların toplandığı hat, çizgi, dere.
hatt-ı imtiyâz XIX. asırda, Sırbistan, Romanya gibi beylik olan yerlerin sınırı.
hatt-ı istivâ coğr. ekvator, fr. equateur.
hatt-ı istivâî coğr. ekvatorla ilgili fr. equatorial, e.
hatt-ı istivâ-i semâvî astr. arzın merkezinden geçerek mihver-i âlem'e amut (dikey) olmak üzere tasavvur edilen düzlemin semâ küresi ile arakesidi.
hatt-ı i'tidâl astr. ekvator çizgisinin üstünde Güneş'in geçtiği daire.
hatt-ı kati' geo. sekant.
hatt-ı kebg kekliğin tüyünün üzerindeki çizgi.
hatt-ı kirdâr iyi veya kötü durumların kaydedildiğine inanılan yazı.
hatt-ı kûfî "mensûbî" adı da verilen bu yazı ile sikke, kitabe ve Kur'an yazılmıştır. IV. Halîfe Hz. Alî'nin bunu geliştirdiği ve ustaca kullandığı söylenir. Önceleri "Mekkî", "Medenî", "Basrî" adlan verilmiş olan bu yazı, nesih yazısından sonra itibârını kaybederek yalnız kitabelerde ve süs yazısı olarak arasıra kullanılmıştır.
hatt-ı lâ ism-i leh anat. azm-i kas (sternum) üzerinden kanna kadar geçen mevhum çizgi. fr. grand droit de l'abdomen.
hatt-ı leb genç çocuğun dudağının üstünde çıkan tüy.
hatt-ı mağribî mağrip adı verilen Cezayir, Tunus ve Fas'lıların yazılan.
hatt-ı mendel sihirli daire, (bkz: hatt-ı hisâr).
hatt-ı mevhûm hayalî çizgi,
hatt-ı mîhî, -ı mismârî çivi yazısı.
hatt-ı muhakkak bir buçuk parçası düz, geri kalanı devirli olan sülüs ile nesih arasındaki bir yazı.
hatt-ı munassıb geo. bir açıyı ikiye ayıran çizgi.
hatt-ı mûvazî geo. paralel çizgi, doğru.
hatt-ı mücânib asimptot.
hatt-ı müdâfaa ask. müdâfaa, korunma, savunma hattı.
hatt-ı mümâss geo. teğet, fr. tangente.
hatt-ı münebbih geo.aradoğru, fr. ligne de rappel.
hatt-ı münhanî geo. eğri çizgi.
hatt-ı münkesir geo. kırık çizgi.
hatt-ı müstakîm geo. doğru çizgi.
hatt-ı müstedir geo. dairesel çizgi,
hatt-ı müşgîn yanaktaki ben.
hatt-ı nâzım geo. normal çizgi.
hatt-ı nesih kalınlığı "sülüs" yazısının üçte biri kadardır. Sonradan, tashihe elverişli olmadığından, yazanın ustalığını deneme bakımından, hattatlar arasında bir meheng olmuştur. Başka yazılara nispeten daha kolay okunduğundan, çok yayılmıştır. Kur'an, tefsir ve hadîs yazmakta çok kullanılmıştır. "Nesih kırması" ve "ince nesih" diye iki şekli daha vardır.
hatt-ı nesta'lîk talik yazısı.
hatt-ı nev, -ı nevhîz, -ı nevin yeni yeni terlemeye başlamış olan sakal.
hatt-ı nev-zuhûr yüzde yeni çıkmaya başlayan tüy.
hatt-ı nısfın nehâr coğr. meridyen, fr. meridien.
hatt-ı nısfı-l-leyl astr. gece yansı çizgisi.
hatt-ı nil nazara karşı çocuğun alnına konulan işaret.
hatt-ı nisyân unutma.
hatt-ı nişeste tam gelişmiş el yazısı, (bkz: hatt-ı pûhte).
hatt-ı pây-ı kelâğ, hatt-ı pençe-i gürbe okunaksız, kargacık burgacık ve karışık yazı.
hatt-ı pîşânî kader, alın yazısı.
hatt-ı pûhte işlek, gelişmiş yazı. (bkz: hatt-ı nişeste).
hatt-ı reyhânî kalınlığı sülüs gibidir. Bunda gözü kapalı harf yoktur. Kur'an ve dua yazmakta çok kullanılmış ise de, sonraları kullanılmaz olmuştur. İbni Bevvâb tarafından îcâdedildiği söylenir.
hatt-ı rıka' "tevki" e bağlı ve tevki'î kırması gibidir, kat'î bir şekli olmadığı gibi, kalınlığı için de bir ölçü yoktur. Harflerinin çoğu bitişiktir. Çabuk yazılabilir bir yazı olduğundan mektup ve şâire yazmakta kullanılmıştır. Bunun, Bağdatlı Ebü-l Fazl bin Hâzin tarafından îcâdedildiği söylenir.
hatt-ı rık'a divânî'deki harf şekillerinin sadeleştirilmesi ile meydana gelmiştir. Devir ve meyiller azaltılmış, bu suretle yazıda çabukluk elde edilmiştir. Müsvedde, pusula, mektup gibi şeylerde kullanılır. "Rık'a kırması", "Babıâlî kırması" ve II. Abdülhamid devrinden beri kullanılan "izzet Efendi rık'ası" gibi çeşitleri vardır.
hatt-ı saf bot. arıdöl.
hatt-ı sak geo. bir üçgenin tabanı.
hatt-ı sebz 1) yeni çıkan, biten sebze; 2) çocuğun yanağında çıkan ince tüyler; 3) şimdiki zaman ile sonsuzluk arasında bulunan dünyâ.
hatt-ı semt-i Kıble Kıble'yi gösteren yön.
hatt-ı siyâh, hatt-ı şeb Cemşîd'in kadehindeki yazıların dördüncü satırı.
hatt-ı siyâkat bir yazı çeşididir. Her kelimede bir kısaltma yapılmış, çok defa nokta da kullanılmamıştır. Okunması çok zordur. Mâliye, Tapu, Evkaf gibi dâirelerde resmî kayıtlar tutmada çok kullanılmıştır. Güç okunan bir yazıdır.
hatt-ı sülüs harflerin altında dört parçası düz, iki parçası devirlidir. Yazının sülüs (=üçte bir) adını alması, bu üçte iki ve üçte bir nisbetinin dâima korunmasındandır. Kalınlığı meşk kalemidir; daha incelerine "ince sülüs", kalınlarına da celî (= iri, kalın) veya "sülüs celîsi" denir.
hatt-ı şafak ü fecr astr. usturlaptaki şafak ve tan çizgisi.
hatt-ı şecerî budak şeklinde bir yazıdır.
hatt-ı şikeste iran'a mahsus bir yazı şekli.
hatt-ı şuâ-i müteşâbihe mat. 'özdeş vektörler.
hatt-ı taksim-i miyâh coğr. su bölümü çizgisi, *su çatı.
hatt-ı ta'lîk îran yazısıdır, bütün harfleri devirlidir. Kalınlığı sülüs kadardır. Daha incelerine, "ince ta'lîk", "hurda ta'lîk", "gubârî tâ'lik", daha kalınlarına da "ta'lik celîsi" denir. "Kırma ta'lîk" diye bir ekli daha vardır. Rivayete göre Hoca Ebü-l Al, Pehlevî yazısı ile "kûfî furûatı"nı birleştirmek suretiyle îcâdetmiştir.
hatt-ı tâziyâne vurulan kırbacın bıraktığı iz, kırbaç izi.
hatt-ı tertîb ordinat.
hatt-ı tev'emân iki ayrı kâğıtta yazılan ve ancak bitiştirildiği zaman okunabilen bir yazı şekli.
hatt-ı tevki' (icâzet) eski hattatlarımızın "icâzet" dedikleri yazıdır. Yansı düz, yansı devirlidir. Kalınlığı nesih gibidir. Ferman, menşur, süfera, nâme, mahkemelerden çıkan vakfiye suretlerinde kullanılmıştır. Bunun da Ebü-l Fazl bin Hâzin tarafından îcâdolunduğu söylenir.
hatt-ı ufk ufuk.
hatt-ı ufki geo. yatay.
hatt-ı vâsıt geo. kenarortay.
hatt-ı vasl bitiştirici, bitiştiren çizgi.
hatt-ı veted-ül-arz astr. usturlapta yer küresinin altında meridyendeki tutulum derecesini gösteren çizgi.
hatt-ı veter kiriş; daire kirişi.
hatt-ı yemânî hatt-ı hamîrî denilen ve Arap harflerinin asıl ve esâsını meydana getiren hat, yazı.
hatt-ı zemin geo. yer ekseni.
hatt-zer-endûd altınla yazılmış celî yazılar,
hatt-üs-semt ve-l-kadem astr. her hangi bir mahalde râsıdın bulunduğu noktadan ve semâ küresinin merkezinden, yânî Arzın merkezinden geçerek iki tarafa doğru uzanan ve semâ küresini iki noktada delen hattın bu iki nokta arasında kalan parçası.
Dostları ilə paylaş: |