hücerât (a.i. hücre'nin c.) 1. gözler, odacıklar. 2. sürü konulan yerler, (bkz: hücrât, hücürât).
Sûre-i hücerât Kur'ân'ın kırk dokuzuncu sûresi.
hücerât-ı tenâsüliyye biy. germen, fr. germen.
hüceyrât (a.i. hüceyre'nin c.) küçük delikler ve oyuklar.
hüceyrât-ı muhâiyye biy. miyelosit.
hüceyrât-ı nebâtiyye kim. selüloz.
hüceyre (a.i.c. hüceyrât) küçük delik ve oyuk.
hücnet (a.i.) 1. ayıp, noksan, kusur. 2. sözdeki ayıp. 3. bayağılık, soysuzluk, karışıklık.
hücrât (a.i. hücre'nin c.) gözler, odacıklar. (bkz: hücerât, hücürât).
hücre (a.i. c. hücerât, hücürât, hücrât) l. göz, odacık.
hücre-i mesâî, hücre-i iştigal çalışma odası.
Hücre-i Saâdet Hz.Muhammed'in makamı. 2. biy., bot. zool. canlı varlıkların (dokuların, organların) en küçük yapısı.
hücre-i âkile biy. yutargöze, fagosit.
hücre-i asabiyye biy. nöron, fr. neurone.
hücre-i hedebiyye anat. kirpikli göze.
hücre-i muhâcire biy. göçmen hücre.
hücrevî (a.s.) 1. hücreyle ilgili. 2. hücre gibi olan. [müen. "hücreviyye" dir].
hücû' (a.i.) uyku. (bkz: hâb, nevm).
hücûd (a.i.) gece az uyuma, uykusuz kalma.
hücul (a.i. hecl'in c.) çukurlar, uçurumlar, (bkz: hicâl).
hücûm (a.i.) 1. saldırış, saldırma.
hücûm-ı dil-îrân-ı nîzedâr mızraklı yiğitlerin hücumu. 2. sert sözle birine çatma.
hücüb (a.i. hicâb'ın c.) perdeler.
hücürât (a.i. hücre'nin c.) gözler, odacıklar. (bkz: hücerât, hücrât).
hüdâ (a.i.) 1. doğru yol gösterme, (bkz: hidâyet). 2. Kur'ân-ı Kerîm, (bkz. Hitâb, Kitâb, Mushaf, Necm, Nûr, Zikr).
hüdâfet (a.i.) etlilik, semizlik.
hüdâm (a.i.) deniz tutması.
hüdât (a.s. hâdî'nin c.), (bkz. hevâdî).
hüdhüd (a.i.c. hedâhîd) çavuşkuşu, ibibik, Süleyman Peygamber ile Sebâ Melikesi Belkis arasında haber getirip götüren kuş.(bkz: ebürrebi').
hüdn (a.i.) sulh, barış.
hüdne (a.i.) harbîler ile müsabaka akdetme, [bir bedel karşılığında olsun olmasın], (bkz: muhâdenet, müvâdaa, müsâlemet, muâhede).
hüdüb (a.i.c. ehdâb) 1. kirpik, (bkz: müjgân). 2. el silecek havlu. 3. sarık. 4. minder kenarında olan saçak, püskül. 5. bot. kirpik, (bkz: hedeb). 6. sarık ve feslerde bulunan püskül.
hüdübî (a.s.) (bkz: hedebî).
hükemâ' (a.i. hakîm'in c.) hakimler, âlimler, bilginler.
hükkâm (a.i. hâkim'in c.) hâkimler.
hükkâm-ı adliiyye adliye hâkimleri.
hükkâm ü zâbitân sivil ve askeri hükümet memurları.
hükle (a.i.) dil tutukluğu.
hükm (a.i.c. ahkâm) hüküm, emir, komuta.
hükm-i âdil huk. adalet üzere verilmiş hüküm.
hükm-i âlî (yüksek) pâdişâhın emri.
hükm-i âlîşân (şan ve şerefi yüce olan hüküm) pâdişâhın emri.
hükm-i cehân-mutâ' (bütün dünyanın boyun eğdiği hüküm) pâdişâhın emri.
hükm-i gıyâbî huk. iki taraftan biri hazır olmadığı halde verilen hüküm.
hükm-i hâkanî tar. pâdişâhın yazılı emri.
hükm-i hümâyûn tar. pâdişâhın yazılı emri.
hükm-i Karakuşî (Karakuş hükmü) mantığa uymayan, hesaba kitaba gelmeyen hüküm.
hükm-i kazâ (kazanın hükmü) her hususta Allah tarafından evvelce verilmiş olan hüküm.
hükm-i münîf (büyük, yüksek, ulu hüküm) pâdişâhın emri.
hükm-i nizâmî şerî hükümler, hâricinde kalan işler için nizamiye mahkemelerince verilmiş hüküm.
hükm-i pâdşâhî tar. pâdişâhın yazılı emri.
hükm-i refî' (yüksek, yüce hüküm) pâdişâhın emri.
hükm-i sultânî tar. pâdişâhın yazılı emri.
hükm-i şer'î şeriat îcâblarına göre verilmiş hüküm.
hükm-i şerîf tar. pâdişâhın yazılı emri.
hükm-i ümmehât fels. fr. matriarcat.
hükm-i vâcib-ül-iz'ân (bütün dünyânın boyun eğdiği hüküm) pâdişâhın emri.
hükm-i vicâhî huk. iki taraf veya vekilleri hazır oldukları halde verilen hüküm.
hükm-i vicdânî vicdana ait hüküm.
hükm-i zımnî huk. [eskiden] zımnen vâki olan hüküm, [bir kimse diğer bir kimse aleyhine "benim filân şahıs zimmetinde sabit olacak şu kadar kuruş alacağıma onun emriyle kefil olmuş idin" diye dâva ve o kimse kefaleti ikrar ve borcu inkâr etmekle müddei, borcu ispat ederek hâkim dahî hükmetse bu hüküm kefil aleyhine sarahaten ve asîl gaip aleyhine zımnen hükmolur].
hükm-berdâr (a.f.b.s.) itaat eden, boyun eğen.
hükmen (a.zf.) hüküm vererek.
hükm-fermâ (a.f.b.s.) hükmü yürürlükte olan.
hükmî (a.s.) 1. hükme ait, hükümle ilgili; bir karara dayanan; itibarî olan. 2. i. erkek adı.
hükmî şahsiyyet. (bkz. şahsiyyet-i hükmiyye).
hükm-keş (a.f.b.s.) emre itaat eden.
hükûmât (a.i. hükûmet'in c.) hükümetler.
hükûmât-ı müttehide birleşmiş devletler.
hüküm-dâr (a.f.b.i.c. hükümdârân) hüküm sahibi, şah, pâdişâh.
hüküm-dâr-ı müntehab seçilmiş hükümdar.
hükümdârân (a.f.b.i. hükümdâr'ın c.) hüküm sahipleri, pâdişâhlar.
hükümdârân-ı mâzî geçmiş zaman hükümdarları.
hüküm-dâr-âne (a.f.zf.) hükümdâra yakışacak surette.
hükümdârî (a.f.i.) hükümdarlık, şahlık, pâdişahlık, (bkz: hüküm-rânî)
hükûmet (a.i.) 1. bir memleketi idare eden vekiller hey'eti. 2. devlet. 3. hükümet konağı.
hükûmet-i âdile adaletli hükümet.
hükûmet-i adl huk. [eskiden] gayri mukadder bir erş (tazminat) tir, yânî miktarı şer'an muayyen olmayıp bilirkişinin usulü dâiresinde takdir ve tâyin edeceği diyet.
hükûmet-i ağniyâ sosy. zenginerki, fr. plutocratie.
hükûmet-i âmme sosy. elerki, demokratlık, fr. democratie.
hükûmet-i avâm sosy. (bkz: hükûmet-i âmme).
hükûmet-i cumhûriyye cumhuriyet hükümeti.
hükûmet-i gayr-i müstakille hâkimiyet ve istiklâliyet haklarını tamamen hâiz olmayıp bir başka devlete bağlı bulunan hükümet; bağımsız olmayan devlet.
hükûmet-i meşrûta meşrûtiyetle idare olunan hükümet.
hükûmet-i mu'tedil-âne mutedil bir surette hüküm sürmek.
hükûmet-i müstakille hâkimiyet ve istiklâliyet haklarını tamamen hâiz olan hükümet.
hükûmet-i müstebidde istibdatla idare olunan hükümet.
hükûmet-i rûhâniyye sosy. teokrasi idaresi, dincierki, fr. theocratie.
hükûmet-i rühbâniyye teokrasi idaresi.
hükûmet-i sâbıka sabık hükümet, idarenin evvelce başında bulunanlar.
hükûmet-ül-elem huk. [eskiden] şecce veya cirâhası iyileşip de eseri kalmamış olan meşcuc veya mecruh için çekmiş olduğu elemden dolayı bilirkişinin takdîr edeceği bir erş, bir zaman, [bu, "hükûmet-ül-adl-fi-l-elem" mânâsındadır. Buna "erş-i elem", yânî "acı bedeli" de denilmektedir.].
hükûmet-gâh (a.f.b.i.) hükümet merkezi, idare merkezi, başkent.
hüküm-fermâ (a.f.b.s.) hüküm süren, (bkz. hüküm-dâr, hüküm-rân).
hüküm-nâme (a.f.b.i.) bir hüküm ve kararı bildiren yazı.
hükümrân (a.s.) hüküm süren. (bkz. hükümdâr, hüküm-fermâ).
hüküm-rânî (a.i.) hüküm sürene mensup, şahlık, padişahlık, sultanlık, (bkz. hüküm-dârî).
hülâm (a.i.) balık tutkalı, paça suyu, pelte gibi donan şeyler.
hülâm-ı hayvânî jelatin denilen ve etin kemiğini kaynatmakla meydana gelen, tutkalımsı, hayvan! bir madde.
hülâm-ı nebâtî nişasta veya pekdin denilen nebatî (bitkisel) bir madde.
hülâmî, hülâmiyye (a.s.) tutkalımsı, jelâtinli veya albüminli.
hülâmiyyât (a.i.c.) hülâmî, tutkalımsı, jelâtinli maddeler.
hülb (a.i.) l. kalın kıl kuyruk, yele kılı. 2. kıl fırça, kıl kalem.
hülhül (a.s.c. helâhil) öldürücü zehir. [Âsım Efendi Lûgati'nde "hülehül" şeklinde geçtiği de yazılıdır].
hülû (f.i.) kızmemesi de denilen bir çeşit sulu ve lezzetli şeftali
-hümâ (a.zm.) iki kişiyi gösterir.
hüma[y] (f.i.) 1. devlet kuşu. 2. saadet, kutluluk.
hümâ-yi beyzâ-i dîn (dînin beyaz hüması) Muhammed.
hümâ-yi ikbâl (devlet kuşu) yüksek talih, iyi uğur.
hümâ-yi lâ-mekân (mekânsız hüma) Allah.
hümâm (a.s.) himmetli, azimli, bir işe sımsıkı sarılıp o işi başarma,
hümâ-pâye (f.b.s.) çok yüksek dereceli.
hümâ-pervâz (f.s.) "hümâ gibi yüksek uçan" yukarıdan atan , yüksekten konuşan.
hümâ-sâye (f.b.s.) gölgesi, iyilikleri dünyâya yayılmış.
hümâyûn (f.s.) 1. mübarek, kutlu. 2. pâdişâha ait.
Alem-i hümâyûn pâdişâh bayrağı.
Otâğ-ı hümâyûn pâdişâh çadırı.
Sarây-ı hümâyûn pâdişâh sarayı.
Ordû-yi hümâyûn pâdişâh ordusu. 3. müz. Türk müziğinin dokuz numaralı basit makamıdır. En eski makamlardan biridir. Hicaz âilesindendir, hicaz dörtlüsü ile pûselik beşlisinden ibarettir. Durak, dügâh ve güçlü -dördüncü derece olan-nevâ'dır. Donanımına "si" bakıyye bemolü ile "do" bakıyye diyezi konulur. Niseb-i şerife sayısı 6 dır. Dizisi umumiyetle çıkıcıdır. Orta sekizlideki sesleri, pestden tîze doğru şöyledir dügâh, dik-kürdî, nim hicaz, neva, hüseynî, acem, gerdaniye ve muhayyer.
hümâyûn-âbâd (f.b.i.) Bebek'te eskiden mevcut bir kasr'ın adı.
hümâyûn-nâme (f.b.i.) 1. pâdişâh tarafından bir hükümdara gönderilen mektup, (bkz: nâme-i hümâyûn). 2. Kelîle ve Dimne'nin Ali Çelebi tarafından yapılan Türkçe tercümesine verilen bir ad.
hümeze (a.i.c. hümezât) şeytanî vesvese, kuruntu.
hümeze sûresi Kur'ân'ın 104 üncü sûresi. Mekke'de nazil olmuştur, 9 âyetten ibarettir.
hümmâ (a.i.c. hümmeyât) 1. sıtma. 2. hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şiddetli hararet, ateş. 3. nöbetli hastalık.
hümmeyât (a.i. hümmâ'nın c.) 1. sıtmalar. 2. hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şiddetli hararetler, ateşlet. 3. nöbetli hastalıklar.
hümûm (a.i. hemm'in c.) gamlar, kederler, tasalar, kaygılar, (bkz: gumûm).
hümûmet (a.i.) pek ziyâde ihtiyarlık,
hüner (f.i.) 1. marifet, bilme. 2. ustalık.
Erbâb-ı hüner hüner sahipleri.
hüner-dâr (f.b.s.) hünerli, hüner sahibi.
hüner-fürûş (f.b.s.) hüner satan.
hüner-mend (f.b.s.) hünerli, marifetli, (bkz: hüner-ver).
hüner-mendân (a.f.s. hüner-mend'in c.) hünerliler, marifetliler.
hüner-mendî (f.b.i.) hünermendlik, hünerlilik, mârifetlilik.
Hüner-nâme (f.b.i.) içinde renkli minyatürlerle süslenmiş, Türkçe ve Farsça kahramanlık şiirleri bulunan, XVI. yüzyılda Murad III. devrinde düzenlenmiş minyatür albümü.
hüner-nümâ (f.b.s.) hüner, marifet gösteren.
hüner-perver (f.b.s.c. hüner-perverân) hüneri seven, hüneri koruyan.
hüner-perverân (f.b.s. hüner-perver'in c.) hüneri sevenler, hüneri koruyanlar.
hüner-perverî (f.b.i.) hünerlilik, ustalık.
hüner-pîşe (f.b.s.) hünerli, marifetli, (bkz: hüner-mend, hüner-ver).
hüner-ver (f.b.s.c. hüner-verân) hünerli, marifetli; artist, (bkz: hüner-mend).
hüner-verân (f.b.s. hünerver'in c.) hünerli, marifetli kimseler, artistler.
hüner-verî (f.b.i.) hünerverlik, artistlik.
hünkâr (f.i.) pâdişâh, sultan, hükümdar.
hünkârî (f.s.) hünkâra mensup, hünkârla ilgili, (bkz: şehriyârî).
hünsâ (a.s.c. hinâs) 1. kendisinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunan kimse. 2. bot. ayni çiçekte dişi ve erkek organının bulunması.
hünsâ-i müşkil huk. erkek ve kadın uzuvlarından her ikisi kendisinde bulunan ve fakat bu uzuvlardan birinin fiil ve hareketi ve teşekkülü diğerine takaddüm ve galebe etmediği cihetle hâli taayyün etmeyen hünsâ.
hünsâ-yi recülî huk. erkeklik alâmeti galip gelen hünsâ.
hünsâ-yi nisâî huk. dişilik alâmeti galip gelen hünsâ.
hünsâiyyet (a.i.) aynı zamanda ve aynı şahısta hem erkeklik, hem dişilik.
Hünûd (a.h.i. Hind ve Hindî'nin c.) Hindliler.
hürer (a.i. hirre'nin c.) dişi kediler.
hüreyre (a.i.) kedi yavrusu.
Hz. Ebu-Hüreyre eshâb-ı kiramdan biri.
hürmet (a.i.) 1. saygı. 2. haramlık.
hürmet-i galîza huk. [eskiden] üç talâk ile hâsıl olan hürmet, [buna "beynûnet-i mugallaza" da denir].
hürmet-i hafîfe huk. [eskiden] bir veya iki talâk-ı bâin ile hâsıl olan hürmet, [buna "beynûnet-i sugrâ" da denir].
hürmet-i muvakkate huk. [eskiden] sebebinin zevali ile nihayet bulan hürmet.
hürmet-i müebbede huk. [eskiden] sebebi asla zail olmayan hürmet.
hürmeten (a.zf.) saygı sayarak.
hürmet-kâr (a.f.b.s.) saygı sayar, saygı sayan.
hürmet-kârâne (a.f.zf.) saygı sayarak, saygı ile.
Hürmüz, Hürmüzd (f.h.i.) 1. Zerdüştlerin hayır tanrısı. 2. i. eski İran takviminde Güneş yılının ilk günü. 3. Jüpiter, Müşteri, Erendiz.
hürr (a.s.) esîr olmayan, karışanı görüşeni olmayan, serbest.
hürre (a.s.) câriye veya esir olmayan kadın.
hürre-i mükellefe huk. [eskiden] âkil ve baliğ olan hür kadınlar.
hürriyyet (a.i.) 1. hürlük, serbestlik, azatlık. 2. Yeni Osmanlılar Cemiyeti adına 1868-1870 de, Londra'da Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın çıkardıkları gazete.
hürriyyet-i bedeniyye kişisel özgürlük.
hürriyyet-i ebediyye 31 Mart Vak'ası'nda ölenler için istanbul'da dikilmiş olan anıt.
hürriyyet-i ma'neviyye inanma hürriyeti, inanma özgürlüğü, baskısız bir karara varabilme özgürlüğü.
hürriyyet-perver (a.f.b.s.) hürriyetsever, hürriyet taraflısı.
hürriyyet-perverân (a.f.b.s. hürriyet-perver'in c.) hürriyet severler, hürriyet taraflıları.
hürriyyet-perverâne (a.f.b. zf.) hürriyetsever kimseye yakışacak surette.
hüsâm (a.i.) keskin kılıç, (bkz: tîg-i bürrân).
hüsâm-üd-dîn (a.b.i.) 1. dînin keskin kılıcı. 2. Mevlânâ'nın Mesnevî'yi söyleyerek yazdırdığı meşhur zat. 3. "Hüsamettin" şeklinde kullanılan erkek adı.
hüsar (a.i.) Alman atlı askeri.
hüseyn (a.i.) 1. küçük sevgili. 2. h.i. Hz. Muhammed'in torunu ve îmâm-ı Alî'nin küçük oğlu.
Meşhed-i Hüseyn Kerbelâ'da Hüseyn'in türbesi. 3. erkek adı.
hüseynî (a.s.) 1. Hüseyin ile ilgili; Hz. Muhammed'in torunu Hüseyn'in çocukları. 2. i. meşhur bir çeşit lâle. 3. müz. Türk müziğinin aln numaralı basit makamıdır, en eski makamlardandır; Hüseynî beşlisi ile uşşak dörtlüsünden müteşekkildir. Durak dügâh ve güçlü -beşinci derece olan- hüseynî perdeleridir. Niseb-i şerife sayısı 8 dir. Dizisi çıkıcıdır. ikinci şekli muhayyer olur. Donanımına "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Orta sekizlideki sesleri şöyledir (pestden tîze doğru) dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, eviç, gerdaniye ve muhayyer. Hüseynî, klâsik bestekârlar tarafından da en çok kullanılan bir kaç makamdan biri olmakla beraber, bilhassa Türk halk müziğinde en çok kullanılmış olan makamdır. 4. i. kadın elbiselerinde süs olarak kullanılan, ipekten, yünden veya pamuktan yapılma şerit, kaytan, saçak ve benzeri şeyler.
hüseynî-maye müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre hüseynî makamına mâye âvâzesini katmakla elde edilen terkip.
hüseynî-selmek müz. Hızır bin Abdullah'ın hüseynî makamına selmek âvâzesini ekleyerek kurduğu terkip.
hüseynî-acem (a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseynî-aşîrân (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep ma-kamlarındandır. Hüseynî makamının pest tarafına, hüseynî-aşîrân perdesine nakledilmiş bir uşşak dörtlüsü ilâvesinden mürekkep olup, bu dörtlü ile aşîran perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede -hüseynî'nin durağı olan-dügâh'dır. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Eskiden "vech-i hüseynî" de denilen bu makam, esasen hüseynî'nin pest tarafına (durağından itibaren) tabîî olarak bir dörtlü katılmak suretiyle yapılmıştır ki, aşîran perdesinde kalan hüseynî'den başka bir şey değildir.
hüseynî-gerdâniye (a.f.b. i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseynî-geveşt (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseynî-horasânî (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az üç, üçbuçuk asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseynî-nevrûz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseynî-pûselik (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin bir kaç asırlık mürekkep makamlanndandır, pûselik beşlisi veya makamı ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâh'da kalır. Güçlüsü, -hüseynî'nin güçlüsü olan-hüseynî'dir. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Pûselik için bu arızalar bekar yapılır ve "sol" diyez kullanılır.
hüseynî-rehâvî (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır, [aslı "hüseynî ruhâvî" dir].
hüseynî-sabâ (a.b.i.) müz. hâlen magrib (Fas, Cezayir, Tunus) de kulanılan bir Türk müziği makamıdır; dügâh perdesinde kalır. Güçlüsü, -hüseynî'nin güçlüsü olan- hüseynî, ikinci derecede de -kürdî dörtlüsünün başladığı- nevadır. Donanımına hüseynî gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur ki kürdî dörtlüsü için de si bekan müteakip "si" küçük mücenneb bemolü kullanılır.
hüseynî-şehnâz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüseyniyye (a.s.) ["hüseynî" kelimesinin müen.]. (bkz: hüseynî).
hüseynî-zemzeme (a.b.i.) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. III. Selim tarafından terkîbedilmiş ise de aynı terkipte olan hüseynî-kürdî makamı XV. asır başlarında kullanılmıştı. Zamanla (beyatî-araban'da olduğu gibi) unutularak yeniden III. Selim tarafından meydana çıkanldığı anlaşılmaktadır.
hüsn (a.s.) 1. güzel, iyi. 2. i. güzellik, iyilik.
hüsn-i âdâb güzel terbiye, görgü.
hüsn-i ahlâk ahlâk güzelliği.
hüsn-i âkibet netice güzelliği.
hüsn-i beyân ed. iyi, güzel anlatış.
hüsn-i cîret iyi, güzel komşuluk.
hüsn-i endâm endam, vücut güzelliği.
hüsn-i hâl davranış güzelliği, iyi hal; bir kimsenin yaşantısında kötü bir durum bulunmaması.
hüsn-i hal kâğıdı temiz kâğıdı, iyi hal kâğıdı.
hüsn-i hareket iyi muamelede bulunma.
hüsn-i hatt 1) yazı güzelliği; 2) güzel yazı yazma sanan.
hüsn-i hisâl huyların iyiliği.
hüsn-i hitâm iyi sona erme.
hüsn-i hizmet iyi iş görme.
hüsn-i hulk güzel huy, iyi karakter.
hüsn-i ibâret güzel ibare, güzel anlatılmış metin.
hüsn-i ibtidâ' ed. (bkz: berâat-i istihlâl).
hüsn-i idâre iyi idare, iyi kullanma.
hüsn-i imtizâc iyi geçinme.
hüsn-i inşâd 1) ed. güzel okuma, güzel konuşma, fr. diction; 2) bir dili güzel telâffuz etme sanatı.
hüsn-i isti'mâl iyi kullanma.
hüsn-i i'tibâr çok îtibâr gösterme, iltifat etme.
hüsn-i i'tikad tam inanç.
hüsn-i ittifâk iyi anlaşma, uyuşma, mutlu anlaşma.
hüsn-i kabûl iyi bir surette kabul etme, iyi yüz gösterme.
hüsn-i lika yüz güzelliği.
hüsn-i makal söz güzelliği, güzel söz.
hüsn-i makta' ed. bir gazelin makta' beytinden evvelki beyit.
hüsn-i ma'nevî iç güzelliği.
hüsn-i matla' ed. bir gazelin ikinci beyti.
hüsn-i matleb bir ricaya, bir arzuya iyi giriş; nazik ve kibarca bir önsöz.
hüsn-i meyelân muhabbet iyiliği.
hüsn-i muâmele iyi muamele.
hüsn-i muâşeret iyi, güzel davranış.
hüsn-i nazar teveccüh, iltifat.
hüsn-i netîce iyi, güzel sonuç.
hüsn-i niyyet iyi niyet.
hüsn-i re'y güzel, sağlam ve köklü bir inanış.
hüsn-i sadâ ses güzelliği, güzel ses.
hüsn-i sûret iyi bir surette.
hüsn-i sûrî görünüşteki güzellik.
hüsn-i sülûk doğruluk, dürüstlük, namusluluk.
hüsn-i şöhret iyi şöhret.
hüsn-i tabîat zevk güzelliği.
hüsn-i ta'bîr söyleyişin güzelliği, güzel ifâde.
hüsn-i tahallus, hüsn-i ta'lîl ed. bir şeyin meydana gelmesine hayalî ve güzel bir sebep gösterme.
hüsn-i takvîm en güzel, en kıvamında olan doğru yol ve düzen; mec. insan.
Hüsn-i tedbîr iyi, yerinde, yolunda tedbir.
hüsn-i tefsîr güzel, yerinde ve uygun yorum.
hüsn-i telâkkî iyi kabul.
hüsn-i tesâdüf güzel, mutlu bir rastlantı.
hüsn-i te'sîr iyi etki.
hüsn-i teveccüh sevgi ile karışık beğenme.
hüsn-i zann iyi fikir besleme.
hüsn ü ân 1) güzellik; 2) müz. Türk müziğinin en az iki buçuk üç asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.
hüsn ü aşk 1) güzellik ve sevgi; 2) Şeyh Galib'in meşhur manzum hikâyesi.
Hüsn ü Dil (güzellik ve gönül) Bursalı Lâmiî'nin Farsçadan Türkçeye çevirip Yavuz Sultan Selîm'e sunduğu mesnevîsi.
hüsn ü kubh 1) güzellik ve çirkinlik; 2) Hanefî fıkhının en mühim bahislerinden biri.
hüsn ü letâfet güzellik ve hoşluk.
hüsnâ (a.s. ahsen'den) en (daha, pek, çok) güzel, ["ahsen" in müennesidir].
hüsn âmîz (a.f.b.s.) 1. güzellikle yuğrulmuş, çok güzel. 2. i. bir çeşit lâle.
hüsn-âver (a.f.b.s.) güzellik artırıcı.
hüsnî (a.i.c. hüsniyyât) 1. güzelliğe ait, güzellikle ilgili. 2. i. erkek adı. [müennesi "hüsniyye" dir].
hüsniyyât (a.i. hüsnî'nin c.) güzel olan hususlar.
hüsr (a.i.) zarar, ziyan, kayıp.
hüsr-üd-dünyâ ve-l-âhire dünyâ ve âhirette zararlı, hiç bir şey elde edememek hâli; dünyâ ve âhiret güme gitti. [Kur'an'da "hasir-üd-dünyâ ve-l-âhire" şeklinde geçer].
hüsrân (a.i.) 1. zarar, ziyan, (bkz: hasâr, hasâret). 2. beklenilenin elde edilmemesi yüzünden duyulan acı, yokluk, mahrumiyet acısı.
Hüsrev (f.h.i.) 1. eserlerini Farsça yazmış bir Türk şâiri ve edîbi olup 651 (1253) de Hindistan'da doğmuştur. (1253-1325). 2. Hüsrev ü Şîrîn masalının erkek kahramanı.
hüsrev (f.i.c. hüsrevân) 1. pâdişâh, hükümdar, sultan.
hüsrev-i encüm, hüsrev-i seyyâre-gân (yıldızların pâdişâhı) meteor. Güneş. 2. erkek adı.
hüsrev-i hûbân güzeller güzeli.
hüsrevân (f.i. hüsrev'in c.) pâdişâhlar, hükümdarlar, sultanlar.
hüsrev-âne (f.zf.) pâdişâhâne, hükümdarca, hükümdara yakışır şekilde.
hüsrevânî (f.s.) 1. hükümdara lâyık. 2. çok iyi, âlâ, birinci derece. 3. i. bir çeşit şarap.
Hum-i hüsrevânî sultanî küp, çok büyük şarap küpü.
hüsrevî (f.i.) hüsrevlik, padişahlık, hükümdarlık, sultanlık.
hüşyâr (f.b.s.) aklı başında, akıllı uslu.
hüşyâr-âne (f.zf.) akıllıcasına.
hüşyârî (f.i.) akıllılık.
hütâf (a.i.) seslenme, çağırma.
hütâme (a.i.) kırpıntı, kesinti.
hütr (a.i.) ahmaklık, budalalık, (bkz: hamâkat).
hüttâk (a.s. hâtik'in c.) 1. yırtanlar. 2. bozanlar.
hütûl (a.i.) sürekli yağmur yağma. (bkz. hütûn).
hütûm (a.i.) (bkz: hütûl).
hütûn (a.i.) sürekli yağmur yağma. (bkz: hütûl).
hüvâm (a.i.) hayranlık hâli. (bkz: heyâm).
hüve (a.zm.) 1. üçüncü müfret (tekil) şahıs zamiri o. 2. Allah, (bkz: Hû1),
hüve hüvesine (a.t.b.zf.) tamâmı tamâmına, elifi elifine.
hüve-l-bâkî (a.c.) baki kalan O'dur. (Allah'tır)
hüveydâ (f.s.) 1. açık, apaçık, belli, besbelli, (bkz: âşkâr, ayân, zâhir). 2. kadın adı.
hüveyza (a.i.) hek. iç sürgünü, ishal; kolera ishali.
hüviyyet (a.i.) 1. mâhiyet, hakikat, asıl. 2. müz. bir makamın dizisindeki seslerden her birinin tîz ve pest taraflarında bulunan seslere nisbetiyle sınırlanmış şahsiyetidir. Meselâ çargâh makamındaki pûselik perdesi dügâhtan bir tanînî tîz ve çargâhtan bir bakıyye pest olmak üzere tahdîdedilmiş bulunuyor ki, pûselik sesinin hüviyeti de budur.
hüviyyet cüzdanı kimlik belgesi.
hüyâm (a.i.) azgınlık.
hüyâm-i rahm kadınlarda şehvet azgınlığı, fr. nymphomanie.
hüyyâm (a.s. hâim'in c.) sevgiden şaşırmış olanlar.
hüzâl (a.i.) zayıflık, arıklık, bitkinlik.
hüzâl-i asabî hek. sinir bozukluğu yüzünden vücûda ârız olan titreklik.
hüzemâ (a.s. hâzım'ın c.) ihtiyatlı, akıllı, tedbirli kimseler.
hüzî (a.i.) kedi yavrusu.
hüzn (a.i.c. ahzân) gam, keder, sıkıntı.
hüzn-âlûd (a.f.b.s.) hüzünlü, kederli, tasalı, kaygılı.
hüzn-âmîz (a.f.b.s.) hüzünle, gamla, kederle karışık, (bkz: hüzn-âver, hüzn-efzâ).
hüzn-âver (a.f.b.s.) hüzün getiren, hüzün veren, (bkz: hüzn-engîz).
hüzn-efzâ (a.f.b.s.) hüzün, gam, tasa, keder artıran.
hüzn-engîz (a.f.b.s.) hüzün koparan, hüzün karıştıran, hüzün veren, gam, tasa veren, (bkz. hüzn-âver).
hüzûl (a.i.) zayıflık, arıklık, bitkinlik.
hüzzâm (i.) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. En eski mürekkeplerden birisi olmakla beraber, bilhassa bir buçuk iki asırdır pek çok rağbet görmüştür. Türk müziğinin koyu hüzün arzeden makamlarından biri olan bu makam, dizisi bir sekizli içinde ifâde edilebilen mürekkep makamlardandır. Hüzzam beşlisi ile segah dörtlüsünden mürekkeptir. Durak segah ve güçlü -üçüncü derece olan- nevâ'dır. Dizisi inici-çıkıcı olup niseb-i şerife sayısı 6 dır. Donanımına "si" koma, "mi" bakıyye bemolleri ile "fa" bakıyye diyezi konulur. Orta sekizlisindeki sesleri -pest'den tîze doğru- şöyledir segah, çargâh, neva, hisar, eviç, gerdaniye, muhayyer ve tîz segah.
Dostları ilə paylaş: |