â (ha.) Osmanlı alfabesinin ilk harfi olan elif ile yirmi birinci harfi olan ayın harfleri, Türk alfabesindeki a veya â işaretleriyle karşılanır.
a (a.f.n.) 1. kelimenin sonuna gelen ve ey! mânâsını veren bir nida edatıdır cana (ey can); zâhidâ (ey zâhid) gibi. 2. sesli ile biten has isimlerin sonuna gelirse a harfi yâ şeklini alır Nâbiyâ (ey Nâbi); Bâkiyâ (ey Baki)., gibi. 3. iki aynı veya iki ayrı kelime arasına sıkışarak sözün mânâsını kuvvetlendirir rengârenk; lebâleb; gûnâgûn.. gibi.
âb (f.i.)1. su. (bkz: mâ').
âb-ı âbistenî 1. gebeliğe sebebiyet veren su, menî; 2) nebatların yetişip büyümesine sebep olan su ve yağmur.
âb-ı adâlet doğruluğun feyz ve bereketi.
âb-ı ahmer (kırmızı su),
âb-ı âteşîn (ateşli su),
âb-ı âteş-mizâc (ateş mizaçlı su),
âb-ı âteş-nâk (ateşli su),
âb-ı âteş-nümâ (ateş gösteren su),
âb-ı âteş-pâre (ateş parçası gibi su),
âb-ı âteş-reng (ateş renkli su),
âb-ı âteş-zây (ateş doğuran su),
âb-ı âteş-zede (ateş vurmuş su),
âb-ı âzer-âsâ (ateş gibi su),
âb-ı âzer-sâ (ateş gibi su),
âb-ı ergavânî (erguvan rengindeki su) l) kırmızı şarap; 2) (haksızlığa uğrayanın döktüğü) göz yaşı.
âb-ı Âmû Amuderyâ suyu.
âb-ı âşâmî içilir su.
âb-ı bâde-reng 1) şarap rengindeki su; 2) kanlı göz yaşı.
âb-ı bârân l) yağan su, yağmur; 2) yağmur suyu.
âb-ı beka nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı câvid nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı câvidân nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı cevânî nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı hayât nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı hayvân nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı hızır nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı zindegânî nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı zindegî nerede olduğu bilinmeyen bir kaynağın, içen kimseye ebedî hayat veren efsânevî suyu, bengi su. (bkz: mâ'-ül-hayât).
âb-ı beste 1) donmuş su, buz, dolu, çiy; 2) meç. billur, sırça; şişe.
âb-ı bün çok zaman köhne ve içi boş ceviz ağaçlarının köklerinde bulunan zamka benzer bir nesne, ağaç karası.
âb-ı ciğer l) ciğer suyu; 2) göz yaşı.
âb-ı ciğer-hûn (ciğeri kanayanın suyu)kederden dökülen göz yaşı.
âb-ı çeşm göz yaşı.
âb-ı dehân, âb-ı dehen ağız suyu, salya.
âb-ı dendân 1) diş suyu, salya, tükürük; 2) tükürülüp atılmış şey; 3) dişin güzelliği.
âb-ı dîde 1) göz suyu, göz yaşı; 2) müte-vâziyâne bakış.
âb-ı dîde-i câm (bardağın, kadehin göz yaşı) şarap.
âb-ı engûr (üzüm suyu) şıra, şarap.
âb-ı eyyâm (günlerin suyu = güzelliği) 1) güneş ışığı. 2) ay ışığı.
âb-ı füsürde 1) donmuş su, buz; dolu; kar, 2) pelte; 3) meç. kılıç, hançer; 4) billur, şişe.
âb-ı gerdende (dönen billur) gök kubbesi.
âb-ı gûşt et suyu.
âb-ı güşâde (açılmış su) sulandırılmış şarap, kötü şarap; beyaz şarap veya rakı.
âb-ı güvârâ hazmı kolay, içimi güzel su.
âb-ı haclet utanma teri.
âb-ı harâbât (harabelerin = meyhanelerin suyu) şarap.
âb-ı harâm (yasak su) şarap.
âb-ı hasret kederden dökülen göz yaşı.
âb-ı hâtır (hatırın suyu = güzelliği) güzel muhayyile.
âb-ı hayât (hayat suyu) l) içene ebedî hayat bağışlayan efsânevî su; 2) meç. çok tatlı ve hafif su.
âb-ı hayât-ı la'l dudağın âb-ı hayâtı, dudağın cana can katıcı hassası.
âb-ı hayât-ı tesliyet teselli âb-ı hayâtı.
âb-ı hazân (sonbahar suyu) sonbahar yağmuru, [bitkilere ve insanların sıhhatine zararlıdır].
âb-ı hufte (uyuyan su) 1) durgun su; 2) donmuş su, buz; kar; dolu; kırağı; çiy, şebnem; 3) billur; 4) cam; 5) bardak; şişe; 6) kınında bulunan kılıç ve benzerleri.
âb-ı hurdenî içilir su, içme suyu.
âb-ı hûrşîd (Güneşin suyu) 1) güneş ışığı; 2) ebedî hayat veren su. (bkz: âb-ı beka v.b.).
âb-ı huşk (kuru su) 1) billur; 2) cam; 3) cam veya billur bardak; 4) şişe.
âb-ı iskender (bkz: âb-ı hayât).
âb-ı işret (işret suyu) şarap.
âb-ı kâr (işin suyu) işin parlak gidişi, basan, refah.
âb-ı kebûd (mavi su) Çin denizi.
âb-ı kevser 1) Cennet'teki sulardan biri. 2) muz. adına anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde rastlanan makam.
âb-ı la'lî 1) lal renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı.
âb-ı lûtf (lütfün suyu, yağmuru) lütufkârlık.
âb-ı meleh çekirge suyu. (bkz: âb-ı mürgan).
âb-ı Meryem 1) Meryem suyu, çeşmesi [Hz. Meryem'in doğruluğundan, namus ve iffetinden kinaye olarak] ; 2) Hz. Meryem'in doğruluğu ve iffeti; 3) şıra; 4) şarap.
âb-ı meygûn 1) şarap renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı.
âb-ı muallâk 1) gök; 2) güzellerin çenesi.
âb-ı musaffa tasfiye edilmiş, temizlenmiş su, saf su.
âb-ı mün'akid (donmuş su) l)buz; 2) kılıç, hançer, 3) şişe, billur, (bkz: âb-ı müncemid).
âb-ı müncemid 1) donmuş su; buz, kar, dolu, kırağı, çiy; 2) billur; 3) cam; 4) billur veya cam bardak veya şişe; 5) kılıç; hançer, kama.
âb-ı mürde donuk, akmayan su.
âb-ı mürgan 1. kuşların suyu. 2. [Y.W. Redhous'a göre] Şiraz civarında bir suyun adı. 3. efsânevî bir çeşme olup; suyu nereye götürülürse götürülsün içinden sığırcık kuşları çıkar ve orada bulunan çekirgeleri yer. [Fer-heng-i Ziyâ'ya göre 1) Şiraz civarında bir gezinti yeridir ki, halk Recep ayında her salı günü eğlenmek için oraya gider; 2) Fars ile Irak arasında bulunan Semirem kasabasında bir pınardır ki bir yere çekirge musallat olduğu zaman o pınardan şişe içine biraz su alarak çekirgelerin bulunduğu yere götürürler, yolda bir çok sığırcık kuşları şişeyi götüren kişinin ardına düşer ve çekirgelerin üşüştükleri yere gelince sığırcıklar, çekirgelerin hepsini telef ederler].
âb-ı mürvârîd 1) inci suyu [aydınlıktan kinaye olarak]; 2) göze su inmek tâbir olunan bir hastalık.
âb-ı nâb (saf su) şarap.
âb-ı nâfî' (faydalı su) şarap, (bkz: ebû nâfî').
âb-ı nâr (ateşin suyu) kırmızı şarap.
âb-ı nârdân 1) yabani nar suyu; 2) kırmızı şarap; 3) kan; 4) göz yaşı.
âb-ı neşât (neşe suyu) menî, mezî.
âb-ı puhte 1) kaynamış su; 2) et suyu; 3) pelte.
âb-ı püşt (bel suyu) 1) menî, nutfe; 2) mundar ilik.
âb-ı rengîn 1) renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı.
âb-ı revân 1) akar su; 2) meç. hayat.
âb-ı rez, âb-ı rezân (asma kütüğünün suyu) şarap.
âb-ı rû (y) 1) yüzsuyu; 2) ırz, namus, şeref, haysiyet, (bkz: tezellül).
âb-ı rûşen 1) yüz suyu; 2) ırz, namus, şeref, haysiyet.
âb-ı sebük (hafif su) kolay hazmedilebilir şey.
âb-ı siyâh l) siyah su; 2) tufan; 3) şarap; 4) karasu illeti, glokom.
âb-ı surh l)kırmızı su; 2) şarap.
âb-ı sükûn iran'da yarı kurumuş büyük bir göl ve bu göle dökülen bir ırmağın adı.
âb-ı şakayık 1) şakayık suyu; 2) şarap; 3) göz yaşı.
âb-ı şeng (bkz: âbzen).
âb-ı şengerfî 1) al renkli su; 2) şarap; 3) göz yaşı.
âb-ı şîrîn tatlı su, şerbet.
âb-ı şor l) acı su. (bkz: ücâc); 2) göz yaşı.
âb-ı tarab 1) inşirah suyu; 2) şarap, süci.
âb-ı Teberistan Taberistan veya Mazende-ran denilen bir dağ tepesindeki pınar, [bir kimse o suya "dur!" derse durur, "ak!" derse akarmış].
âb-ı Teberiyye Suriye'nin Teberiyye kasabasında, suyu yedi sene akan ve yedi sene kesilen bir pınar imiş.
âb-ı telh 1) |acı su] şarap; 2) göz yaşı.
âb-ı tîg kılıcın suyu.
âb-ı yâkut (yakut gibi su) kırmızı şarap.
âb-ı yeh l) eriyen buzun suyu; 2) buzlu su.
âb-ı zehre 1) safra suyu, safra; 2) şarap; 3) şafak ışığı.
âb-ı zer 1) altın suyu, ince toz hâlinde öğütülüp zamkla suda eritilmiş ve yaldızlama işlerinde kullanılmış olan altın varak; 2) safran suyu; 3) altın renkli şarap.
âb-ı zerd 1) sarı su; 2) kederden dökülen gözyaşı.
âb-ı zindegânî (bkz: âb-ı hayât).
âb-ı zindegî (bkz: âb-ı hayât).
âb-ı zîr-i kah l) farkına varılmadan sızan su; 2) gizli veya tanınmayan kabiliyet; 3) entrikacı, mürâî, saman altından su yürüten; 4) dolap, desise, entrika.
âb-ı zülâl l) berrak su; 2) billur; 3) cam.
âb ü dâne su ve ekmek, (bkz: kısmet, nzk).
âb ü kil l) su ve kil (= arz); 2) fânî vücut.
âb ü tâb l) güzellik, parlaklık, tazelik. 2) tarz, âdet, yol. 3) Ağustos ayı.
âb (a.i.) ayıp, nakısa, kusur, (bkz: ayb).
abâ (a.i) 1. yünden yapılmış kaba kumaş, aba. 2. bu kumaştan yapılmış bol, geniş giyecek, [meç. dervişlik, şeyhlik], (bkz: Âl-i aba).
âbâ (a.i. eb'in c.) 1. babalar. 2. gökküreleri, seyyareler, gezegenler.
âbâ-i kenîsâiyye kilise ileri gelenleri.
âbâ-i ulviyye yüksek babalar.
âbâ ve ecdâd atalar, babalar ve dedeler.
a'bâ (a.i.c.) 1. yükler, ağırlıklar. 2. mes'ûliyetler, sorumluluklar. 3. çift denk veya sandık.
ab'âb (a.s.) sözü karnından söyler gibi görünen [adam], fr. ventriloqııe.
âbâb (a.i. ebb'in c.) otu çok olan yerler, mer'alar, çayırlar.
ab-âbiyyet (a.i.) sözü karnından söyletmiş gibi konuşabilme.
âbâd (a.i. ebed'in c.) sonsuz gelecek zamanlar.
âbâd (f.s.) 1. mâmur, şen, bayındır. 2. f. e. çokluk bildirir.
Şems-âbâd güneşi bol olan yer.
Feyz-âbâd feyizle dolu olan yer.
â'bâd (a.i. abd'in c.) köleler, (bkz: abîd, ibâd).
âbâdân (f.s.) şen, mâmur, bayırdır.
âbâdânî (f.i.) mâmurluk, şenlik, bayındırlık, (bkz. âbâdî' ümran).
âbâdî (f.i.) 1. mâmurluk, bayındırlık, şenlik. 2. Hind'in Devlet-âbâd şehrinde ipekten yapılma bir çeşit ince veya kalın yazı kâğıdı.
abâdile (a.i. Abdullah'ın c.) Abdullah adında olan kimseler. [Hz. Muhammed zamanında bu adda 220 kişi vardı].
Harb-ül-Abâdile (Abdullahlar harbi) Abdullah adlı dört kumandanın bulunduğu harb.
âbâft (f.i.) gayet şık, sağlam ve kalın kumaş, (bkz: âbeft).
âbâl (a.i. İbil'in c.) develer.
âbâm (f.i.) 1. kule. 2. gübrelerini toplamak üzere güvercinler için yapılan kule. 3. burçlar rrantakasının bir işareti.
âbân (f.i.) 1. Güneşin akrep burcuna girdiği Güneş yılının sekizinci ayı.2. Güneş ayının onuncu günü. 3. eski Acem (îran, Fürs) an'anesine göre, Güneş yılının sekizinci ayında meydana gelen işlerin ilerlemesine vekil tâyin edildiği farz olunan bir meleğin adı.
âbân-gâh (f.b.i.) 1. Güneş yılının onuncu günü. 2. bu onuncu güne me'mur far-zolunan meleğin adı. [eski Fürs inanışına göre o gün yağmur yağarsa erkeklere, yağmazsa kadınlara ait sanılır ve hangi sınıfa ait ise onlar suya girip yıkanırlar ve birbirleriyle su serpişip eğlenirlermiş].
abâ-pûş (a.f.b.i.) 1. aba giyen, derviş. 2. rind. 3. fakir.
âbâr (a.i. bi'r 'in c.) su kuyuları.
âbâr (f.i.) hesap defteri.
âbâr-gîr (f.b.s.) hesap defterlerini tutan, muhasebeci, sayman.
âbât (a.i. ibt veya ıbıt'ın c.) koltuk altlan.
abb ışık. (bkz: nûr, ziyâ')
abbâs (a.i.) 1. arslan. (bkz: esed, gazanfer, şîr). 2. Peygamberimizin amcalarından, Mekke fethinde Müslüman olan zât.
Abbâsî (a.s. c. Abbâsiyân, Abbâsiyyûn) 1. Hz. Abbâs'a mensup olan. 2. i. Emevîler'den sonra kurulan halifelik. (750-1258). 3. i. îran şahı Abbas tarafından çıkarılan para.
Abbâsiyân (f.i.); Abbâsiyyûn (Abbasi'nin c.) Abbasî halîfeleri.
âb-bâz (f.b.s.) su cambazı.
âb-berîn (f.b.i.) nehir, ırmak ve çağlayan kenarlannda suyun şiddetle dökülmesinden meydana gelen içi oyulmuş kovuk.
âb-câme (f.b.i.) su kabı.
âb-çerâ (f.b.i.) kahvaltı.
âb-çîn (f.b.i.) ölü yıkayıcıya ait ve ölüyü kurulamaya yarayan peştemal, bez.
abd (a.i.c. ibâd, â'bâd, abîd) köle, kul. (bkz: bende).
abd-i âsim günahkâr, suçlu kul.
abd-i müşterâ para ile satın alınmış köle.
abd-ül-kadir 1. Allah'ın kulu; 2. erkek adı.
âb-dâde (f.b.s.) su verilmiş, sulanmış.
abdâl (a.i. bedîl'in c.), (bkz. ebdâl).
abdâlân (f.i- abdâl'ın c.) abdallar [bunlar 7, 40, 70 olarak sayılır].
âb-dân (f.b.i.) 1. su kabı, kova. 2. sidik kavuğu, mesane.
âb-dâr (f.b.s.) 1. sulu, taze. 2. parlak. 3. sağlam vücutlu. 4. nükteli. 5. zarif, güzel. 6. hoş. 7. i. su veren hizmetçi.
âb-dendân (f.s.) şaşkın, saf, bön; mağlûp, âciz [kimse].
âb-dest (f.b.i.) 1. namaz vesaire için din icâbına göre el, ağız (bkz: mazmaza), burun (bkz: istinşak), yüz; dirseklere kadar kollan ve aşıkkemiği üstüne kadar ayakları yıkama, kulaklara, boyuna ve başa meshetme (bkz: vuzû'). 2. el yıkama suyu. 3. gaita ve idrar çıkarma ameliyesi; gaita; idrar. 4. paylama, azarlama, [...ini almak, ...ini vermek fiilleriyle kullanılır].
âbdestân, âbdest-dân (f.b.s.) abdest, su ibriği.
abdest-hâne (f.b.i.) 1. apte-sâne, ayak yolu, hela. (bkz: âb-rîz). 2. abdest alacak yer.
âbdestlik (f.t.b.i.) bir nevî kısa cübbe.
âb-dih (f.b.i.) zariflik ve güzellik veren [süs].
abd-ül-lezîz (a.b.i.) Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen bir ağacın dut kurusuna benzeyen yağlı ve tatlımsı bir meyvası. (bkz: habb-ül-lezîz).
abede (a.s. âbid'in c.) ibâdet edenler, tapın an lar.
abede-i esnâm, abede-i evsân puta tapanlar.
âbeft (f.i.). (bkz. âbâft).
âbek (f.i.) 1. sulu, su dolu olan şeyler. 2. cıva. (bkz. zîbak). 3. kabarcık denilen sivilce, çıban.
â'bel (a.s.) 1. çok sert [taş]. 2. i. taşlık dağ.'
âb-endâm (f.b.i.) güzel, tenâsiiplü endam; güzellik.
âb-endâz (f.b.i.) su mühendisi.
Âber (a.h.i.) Nuh'un erkek torunu.
aberât (a.i. abre'nin c.) göz yaşlan.
abes (a.s.) boş, saçma [şey].
Abesle iştigal etmek boş şeylerle uğraşmak.
abes-gû (a.f.b.s.) boş söz söyleyen, saçma konuşan.
abesiyyât (a.i.c.) işe yaramaz şeyler, saçmalıklar, (bkz: türrehât)
âb-gâh (f.b.i.) 1. su biriken yer, havuz. 2. anat. karnın, kaburga kemikleri kıkırdağı ve kısa kaburgalar altında olan nahiyesi, boş böğür.
âb-gîne (f.b.i.) 1. billur. 2. şişe, sürahi; kadeh. 3. ayna. 4. elmas. 5. kılıç; bıçak. 6. göz yaşı. 7. sevgilinin kalbi. 8. şarap.
âb-gîr (f.b.i.) 1. su biriken yer, havuz. 2. dokumacı fırçası.
âb-gûn (f.b.s.) 1. suya benzer. 2. mavi renk. 3. i. gök. 4 . parlak [kılıç v.b.]. 5. i. nişasta.
âb-gûn kafes (f.b.i.) gökyüzü.
abher (a.i.) 1. nergis çiçeği. 2. yasemin. 3. zerrinkadeh çiçeği. 4. dolu kap, dolu kadeh.
abherî (a.s.) nergis gibi, nergisimsi.
âb-hest (f.b.i.) bozulmuş meyva [kavun, karpuz v.b.].
âb-hîz (f.b.i.) çok yükselen su dalgası.
âb-hûn, âb-hûst (f.b.i.) 1. ada. 2. sel suyunun oyduğu çukur, kovuk. 3. orman içinde bataklık. 4. çeşme; su yolu.
âb-hûr, âb-hûrd (f.b.s.) 1. su içmiş olan [kimse]. 2. i. su ve yemek. 3. i. günlük yiyecek. 4. i. nasip, kısmet. 5. i. kısa bir istirahat için durma. 6. i. içilecek su kabı. 7. i. içme suyu bulunan yer.
âb-hurde (f.b.s.) su içen.
âbık (a.s.) 1. sebepsiz olarak efendisinin yanından kaçan köle. 2. cıva. (bkz. âbek, zîbak).
âbî (a.s. ibâ'dan) çekinen, nazlanan, sakınan; tiksinen.
âbî (f.i.) 1. ayva. 2. s. suda yaşayan ve suda hâsıl olan. 3. s. açık mavi.
âbid (a.i.c. evâbid) mesel, yanıltmaç.
âbîd (f.i.) kıvılcım.
abîd (a.i. abd'in c.) kullar, köleler, (bkz: a'bâd).
âbid (a.s. ibâdet'den. c. abede; müen.âbide ibâdet (kulluk) eden, tapınan (bkz: zâhid).
âbid-âne (a.f.zf.) ibâdet edene yakışacak bir surette, (bkz: zâhidâne).
âbidât (a.i. yanlış olarak âbide'nin c.) anıtlar.
âbidât-ı islâmiyye islâm medeniyeti anıtları.
âbidât-ı kadîme ilk çağlardan kalma anıtlar.
âbidât (a.i. ve s.) ibâdet eden, inanmış kadınlar.
âbide (a.i.c. evâbid). [âbidât yanlıştır] yadigâr kalacak eser, anıt.
a'bide (a.i. abd'in c.) köleler.
âbidevî (a.s.) 1. âbide gibi, âbideyi andırır, anıtsal. 2. çok büyük, fr. ınoıuı-mental. (bkz: muazzam).
âbidîn (a.i. ve s. âbid'in c.) ibâdet edenler; inanmışlar.
âbil (a.s.) 1. koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan [adam]. 2. çayırda otlayarak suya muhtaç olmayan [hayvan].
âbile (f.i.) 1. sivilce, küçük çıban. 2. su kabarcığı.
âbile-i pistân meme düğmesi, ucu.
âbile-i rûh-i felek astr . yıldızlar.
âbile-i rûz Güneş, (bkz ; Âftâb, Hurşîd, Mihr, Şems).
âbir (a.s. ubûr'dan. c. âbirûn, âbirîn) bir yerden geçen, geçici.
abîr (a.i.) 1. bir ilaç terkîbi. [bu terkip; beyaz sandal, sünbül kökü, kırmızı gül, turunç ve iğde çekirdekleri, nârenç gibi güzel kokulu bâzı otlarla bir miktar doğulmuş miskten meydana gelirmiş]. 2. güzel koku.
âbirîn , âbirûn (a.s. âbir'in c.), (bkz. âbir).
âbis (a.s.) alaycı, saygısız.
âbis (a.s.) asık suratlı, yüzü ekşi [kimse],
âbist (f.s.) gebe. (bkz: âbistân, abiste, abisten).
âbistân (f.s.) 1. gizli, gizleme. 2.gebe.
âbiste (f.s.) 1. (bkz: âyiştene). 2. gebe, hâmile.
âbisten hâmile.2. dişi.
âbisten-gâh (f.b.i.) 1. gebelik yeri, rahim, döl yatağı. 2. Dünyâ, âlem.
âbistenî (f.i.) gebelik.
âbişhor (f.i.) 1. [hayvan ve insan]sulama yeri. 2. içme kabı. 3. günlük yiyecek.4. dinlenmek için kısa bir duraklama.
âbişten-gâh (f.b.i.) 1. gizli yer,gizlenecek yer. 2. aptesâne (bkz: âbişt-gâh,âbişt-geh).
âbişt-gâh, âbişt-geh (f.b.i.) 1. gizli yer, gizlenecek yer. 2. aptesâne.
âbiye (a.s.) yüzünü örtü ile örten utangaçkadın veya kız.
âbiye (a.s. müen.) güzel, zarif [kız].
âbkâme (f.i.) 1. Bağdat ve Anadolu'nun bâzı Doğu illerinde yapılan turşu ve salata nevinden bir katık. 2. ekşi hamurdan pişirilip sirkeye konulan ve turşu yerine kullanılan bir yiyecek; piyaz; salata.
âbkâr (f.b.i.) 1. sucu, saka. 2. saki, kadeh sunucu. 3. şarap tüccarı. 4. şarap ayyaşı.
abkarî (a.s.) büyük bir ustalıkla işlenmiş kumaşlara sıfat olarak ince, çok güzel mânâsına gelen bu kelime, Yemen'in bir tarafında bulunan ve cinlerin oturduğu sanılan Abkar şehrinin adından alınmıştır.
âb-kend (f.b.i.) 1. dere, su geçidi. 2. havuz.
âb-keş (f.b.s.) 1. su çeken. 2. i. delikli kevgir. 3. i. sucu, saka. 4. i. sâkî, kadeh sunucu. 5. i. şarap tiryakisi.
âb-kûr (f.b.i.) lâğım çukuru, pisliğin aktığı yol ve delik.
âblîse (f.i.) tarlayı tohumlayan, ekinci.
âblûc, âblûk (f.i.) "nöbet şekeri" denilen "nebat şekeri".
âb-nâk (f.b.s.) 1. sulu. 2. ıslak, nemli.
âb-nâme (f.b.s.) su münâsebetiyle yazılan şiir.
âbnûs (f.i.) abanoz denilen sert ve siyah bir ağaç.
abnûsî (f.b.s.) 1. abanoz; abanozdan yapılmış. 2. abanoz gibi[siyah]. 3. i. aba-
abnûsiyye (f.a.i.) bot.abanozgiller, fr. ebenacees.
âb-râh, âb-râhe (f.b.i.) su yolu, mecra, kanal.
âb-râne (f.b.i.) su yollarına ve borularına bakan mühendis, su mühendisi.
abrâş (a.s.) 1. alacalı, benekli [at]. 2. beyaz ve kırmızı alaca renk. 3. vücudunda sam lekesi bulunan [adam].
abre (a.i.c. aberât) göz yaşı. (bkz: âb-zîh2, dem').
âb-rîz (f.b.i. ve s.) 1. su akıtan. 2. aptesâne. 3. ibrik, çirkef çömleği, havruz, lâzımlık.
âbrûd (f.b.i.) sünbül; nilüfer.
absâl, âbsâlân (f.i.) bahçe, park, koru.
âb-seyr (f.a.b.s.) su gibi akan, yürüyüşü çabuk at.
âb-süvâr (f.b.s.) 1. su yüzünde yüzen. 2. su yüzündeki kabarcık.
âb-süvârân (f.b.i.c.) suyun veya şarabın üzerindeki kabarcıklar.
âb-şâr (f.b.i.) su şarıltısı, şelâle.
âb-şîb (f.b.i.) dere gibi aşağı akan su, akıntı, akarsu.
âb-şinâs (f.b.i.) 1. sudan anlayan. 2. su yolcu. 3. gemi kılavuzu.
abt (a.i.) 1. yalan. 2. şüphe uyandırıcı hareket.
âb-tâb (f.b.i.) (bkz: âb ü tâb).
âb-tâbe (f.b.i.) 1. bahçıvan kovası, ibrik. 2. Güneş biçiminde yapılan mücevher, (bkz: âftâbe2).
âbû (f.i.) nilüfer çiçeği.
abûs (a.s. ubûset'den) somurtkan.
abûs-ül vech suratı asık, asık suratlı.
âb-vend (f.b.i.) su kabı, maşrapa, bardak.
âb-verz (f.b.s.) suda meşkeden, suda yüzen, yüzgeç.
âb-yâr (f.b.s.) 1. sulayan, sulayıcı. 2. meç. feyizlendiren, bereketlendiren.
âb-yârî (f.b.i.) 1. sulayıcılık. 2. meç. yardım.
âb-yârî-i himmet himmet yardımı.
âbzen (f.b.i.) 1. küçük havuz. 2. banyo, (bkz: âb-ı şeng).
âb-zih (f.b.i.) 1. su sızıntısı, su kaynağı. 2. göz yaşı. (bkz: abre,dem').
âb-zürüft (f.b.s.) eskimiş, bozulmuş [kavun, karpuz gibi şeyler].
âc (a.i.) fildişi, bağa.
âc (f.i.) bot. ılgın [ağaç].
acâc (a.i.) 1. bulut. 2. duman.
acâfet (a.i.) zayıflık, çelimsizlik.
acâib (a.s. acîbe'nin c.) çok tuhaf şey, anlaşılmaz.
acâib-i seb'a-i âlem dünyanın 7 acibesi, 7 tane şaşılacak şeyi. [1. Mısır piramitleri. 2. Bâbil'de Semiramis'in asma bahçeleri. 3. Ze-us'un heykeli. 4. Rodos heykeli. 5. Efes'te Artemis-Diana ma'bedi. 6. Bodrum' (Halikarnas) da Mosoleus'un türbesi. 7. iskenderiye deniz feneri].
Acâib-ül-Mahlûkat (yaratıkların acayipliği) XV. yüzyıl münşilerinden Yazıcıoğlu Ahmet Bîcan'm Arapçadan tercüme ettiği, yer, gök ve denizlerdeki garabetlerden bahseden eseri.
acâibât (a.i. acâib'in c.) 1. acayip şeyler. 2. normale aykırı gelen, yadırganan mahlûkları inceleyen ilim. 3. normale aykırı yaratılmış mahlûklar.
acâiz (a.s. acûz ve acûze'nin c.) koca kanlar.
âcâk (f.i.) toprak, (bkz: hâk).
âcâl (a.i. ecel'in c.) vâdeler, tabiî ömrün sonlan, gayetler, ölümler.
acâle (a.i.). [aslı icâle'dir]. (bkz: icâle).
acâlet (a.i.). [aslı icâlet'dir]. (bkz: icâlet).
acâleten (a.zf.) [aslı icâleten'dir]. (bkz: icâleten).
âcâm (a.i. ecme'nin c.) meşelik, kamışlık, ağaçlıklar.
a'câm (a.i. Acem'in c.) Acemler, Arap olmayan kavimler, iranlılar, (bkz: eâcim).
âcân (f.i.) polis.
âcâr (a.i. ecr'in c.) kiralar, mükâfatlar.
acc (a.i.) bağırma, na're.
âcc (a.s. müen. âcce) kalabalık.
accâc (a.s.) 1. gürültülü. 2. fırtınalı,rüzgârlı; soyu temiz [at].
âce (a.s.) bir tane fildişi.
aceb (a.i.) acaba, hayret, gariplik, şaşılacak şey.
a'ceb (a.s.) (daha, çok, pek) acayip, tuhaf ve garip olan.
a'ceb-ül-acâib 1) çok garip ve gülünç olan.(bkz: garib). 2) Manyas'lı Mahmut'un dîne ve hekimliğe ait eseri.
acebâ (a.e. acib'den) şüphe ve tereddüt bildiren edat, acaba, (bkz: âyâ).
a'cef (a.s.) ince, zayıf.
a'cel (a.s.) pek acul, çok acele eden.
acele (a.i.) çabuk, çabukluk, (bkz: isti'câl)
aceleten (a.zf.) çarçabuk, (bkz: ale-l-acele)
acem (a.i.) harflere nokta koyma.
Acem (a.i.c. a'câm) 1. Arap olmayan, Araptan gayri olan kavim. 2. iranlılar.
A'cem (a.i.c. eâcim) Arap kavminden olmayan kimse.
acem-âne (a.f.zf.) Acemlere yakışır-casına.
acem-aşîrân (makamı) (a.f.b.i.) müz. Türk musikisinde kullanılan şed makamlardan biri. Bu makam çargâh makamının acem-aşîrân perdesi üzerine nakledilmiş şeklidir. Dominantı çargâh, tonikası Acem-aşîrân perdeleridir.
acem-aşîrân (perdesi) (a.f.t.b.i.) muz. aralıkları birbirine müsavi olmayan 24 dereceli Türk musikisi ses dizisinin kaba çârgâhdan başlamak üzere dördüncü perdesinin adı.
acemî (a.s.c. acemiyân) 1. tecrübesiz, toy. 2. iranlı.
a'cemî 1. Arap olmayan, iranlı. 2. Acemce. 3. beceriksiz [kimse]. 4. dilsiz.
acem-ırak (a.b.i.) muz. adına anonim bir edvarda rastlanan isim.
acem-istân (a.f.b.i.) iran ülkesi.
acemiyân (a.f.b.s. acemî'nin c.) 1. tecrübesizler, toylar. 2 . iranlılar.
acem-kürdî (a.f.b.i.) muz. Türk musikisinde kullanılan mürekkep bir makamdır. Acem makamını teşkil eden acem-aşîrân ve uşşak makamları dizilerinin pest tarafına bir kürdî dörtlüsünün katılmasıyla terkip edilmiştir. Makamın melodik seyrinde önce Acem makamının, sonra da kürdî dörtlüsüyle kürdî makamının özelliklerini gösterir.
Dostları ilə paylaş: |