Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 18,14 Mb.
səhifə136/189
tarix03.01.2019
ölçüsü18,14 Mb.
#89926
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   ...   189

peygûle-zâr (f.b.i.) kuytu köşe, tenha yer.

peygun ("gu" uzun okunur, f.i.) and, şart. (bkz: and, peymân).

peyk (f. s.) 1. haber ve mektup getirip götüren.

peyk-i ecel Azrail. 2. i. astr. uydu, fr.satellite. 3. mec. her hareketinde birine bağlı bulunan. 4. i. Yeniçeri teşkilâtında atlıların yanıbaşında koşarak giden kimse.

peyk-i felek astr. Ay.

peykân (f.i.) 1. temren, başak, okun ucundaki sivri demir. 2. mec. sevgilinin kirpiği.

peyke (f.i.) tahta sedir, kuru kanape.[aslı"pây-kâh" tır].

peyker (f.i.) 1. yüz, surat, (bkz: çehre).

Zen-peyker kadın çehreli. 2. şekil.

Peym (f.i.) haber, (bkz: peyâm).

-peymâ (f.s.) "ölçen, ölçücü" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Bâd-peymâ 1) rüzgârı ölçen, pek çabuk giden; 2) serseri, başıboş.

Bâde-peymâ (şarap ölçen) sarhoş, bekri.. gibi.

peymân (f.i.) yemin, and. (bkz: ahd).

peymâne (f.i.) büyük kadeh; şarap bardağı, (bkz. nâcûd).

peymâne-i muhabbet aşk kadehi.

peymâne-keş (f.b.s.c. peymâne-keşân) içki içen.

peymâne-keşân (f.b.s.) şarap mâne-keş'in c.) içki içenler.

peymâne-peymâ (f.b.s.) şarap içen. (bkz : bâde-nûş).

peymâne-şiken (f.b.s.) kadeh kıran, sofu.

peymâne-şikest (f.b.s.) kadehi kırık.

peymân-şiken (f.b.s.) andını bozan.

peymân-şikenî (f.b.i.) yemin bozarlık.

peymây (f.s.) ölçücü, tartıcı.

peymûde (f.s.) ölçülmüş.

pey-rev (f.b.s.) arkası sıra giden; izinden giden, uyan.

pey-revî (f.b.i.) birinin izinden gitme, birine uyma.

pey-siper (f.b.s.) ayak altında kalmış, çiğnenmiş.

peyûg (f.i.c. peyûgân) gelin, (bkz: arûs).

peyûgân (f.i. peyûg'ün c.) gelinler. (bkz. arûsân).

peyvend (f.i.)1. ulaşma, varma. 2.bağ, ilgi.

-peyvest (f.s.) "ulaşma, kavuşma"mânâlanyla birleşik kelimeler yapar.

Dest-i kerem-peyvest keremle dolu olan el, cömert eli.

Ebed-peyvest ebediyete, sonsuzluğa ulaşmış.

peyveste (f.s. c. peyveste-gân) 1.ulaşmış, bitişik, (bkz. muttasıl). 2. z f. dâima. (bkz. hemîşe).

peyveste-gân (f.s. peyveste'nin c.). (bkz. peyveste).

peyvestegî (f.i.) ulaşma, bitişme, bitişiklik.

-pezîr (f.s.) "kabul eden, edici, alan; kabul edebilir" mânâlarıyla Arapça ve Farsça kelimelere eklenerek birleşik kelimeler yapar.

Hitâm-pezîr hitam bulan, sona eren.

Şifâ-pezîr şifâ bulan.

Terbiye-pezîr terbiye edebilir... gibi.

pezîrâ (f.s.) kabul eden.

Nâ-pezîrâ kabul etmeyen, (bkz. pezîr).

pezîrây-hitâm (f.b.s.) hitam bulan, sona eren. (bkz. hitâm-pezîr).

pezîre (f.i.) karşılama, karşılayış. (bkz. istikbâl).

pezîriş (f.s.) kabul edilmiş, kabul ediş.

Pıhtı (o.i.) . (bkz. puhtî).

pîç (f.i.) büklüm, kıvrım, dolaşık.

pîç ender pîç pek dolaşık, karmakarışık.

pîç ü tâb ıztırap, sıkıntı, endîşe, telâş, şaşkınlık.

pîç-â-pîç (f.zf.) pek dolaşık, karma karışık, kıvrım kıvrım.

pîçân (f.s.) büklüm büklüm, kıvrım kıvrım olan.

pîçîde (f.s.) karışmış, bükülmüş, kıvrılmış.

pîçîde-gî (f.i.) kıvrıklık, dolaşıklık, bükülmüştük.

pîçîde-mûy (f.b.s.) saçı kıvrılmış.

Hâme-i piçîde-muy 1) ucuna kıl dolaşmış kalem; 2) mec. acizlik, beceriksizlik.

pîçiş (f.) kıvrım, büklüm.

pîç-pâ (f.b.i.) zool. yengeç.

pîçtâb (f.i.) telâş, sıkıntı; şaşkınlık.

pîh (f.i.) içyağı, (bkz: şahm).

pîh (f.i.) göz çapağı.

pîh-sûz (f.b.s. ve i.) "yağ yakıcı"toprak kandil.

pijuh (f.s.) soruşturma, araştırma. (bkz. pejûh).

pil (f.i.) 1. ökçe, topuk. 2. çadır eteği tutturmada kullanılan küçük ağaç parçaları. 3. çelik çomak oyunu.

pîl-i âb-keş yağmur bulutu.

pîl (f.i.) zool. fil.

pîl-bân (f.b.i.) filci, file bakan, fil besleyen, (bkz. feyyâl).

pîle (f.i.) ipek kozası, ipek.

Kirm-pîle ipekböceği.

pîleste (f.i.) fildişi.

pîle-ver (f.b.i.) çerçi.

pîle-verî (f.b.i.) çerçilik.

pîl-sem (f.s.) kuvvetli.

pîl-ten (f.b.s.) fil vücutlu, fil gibi.

pîl-vâr (f.b.s.) fil gibi.

Pîlvâye (f.i.) zool. kırlangıç, (bkz: piristû, piristûk).

pîl-zehre (f.b.s.) fil gibi kuvvetli.

pîl-zûr (f.b.s.) fil kuvvetinde, fil gibi zorlu.

pindâr, pindâre (f.i.) sanma, sanış. (bkz: zann). 2. böbürlenme.[asıl mânâsı "piç, veledizinâ" dır].

pindârî (f.i.) böbürlenme, (bkz: pindâr, pindâre2).

pîne (f.i.) yama. (özellikle ayakkabı yaması).

pîne-dûz (f.b.s.) eskici, ayakkabı tamir eden, yamacı, (bkz. pâr-dûz, pâre-dûz).

pîne-dûzî (f.b.i.) yamacılık, eskicilik.

pingân (f.i.) fincan, tas. (bkz: fincan).

pingân-çe (f.i.) ; fincancık, küçük fincan.

pinhân (f.s.) gizli, (bkz ; hafi, mahfî, mestur, muhtefi, müstetir).

pîr (f.s.c. pîrân) 1. yaşlı, ihtiyar, (bkz: sâl-hûrde).

pîr-i çihl-sâle kırkına gelmiş kimse [mec. olgun kimse].

pîr-i dihkan 1) ihtiyar adam. 2) mec. yıllanmış şarap.

pîr-i dumûy 1) saçları ağarmış yaşlı adam. 2) mec. iyi ve kötü günleri olan, insanı güldüren ve ağlatan hayat, dünyâ.

pîr-i dûta, -i fertût düşkün, güçsüz, zayıf ihtiyar.

pîr-i fânî pek yaşlı ve zayıf adam. 2. i. bir tarikatın ilk kurucusu.

Hazret-i pîr Mevlânâ; tarikat şeyhi, tarikat büyüğü. 3. her meslek ve sanatın kurucusu, öncüsü.

Pîrimiz üstadımız ..Hem-pîr ustaları aynı.

pîr-i felek, -i çarh 1) dünyâ. 2) Satürn.

pîr-i Ken'ân Hz. Yakub.

pîr-i kühen, -i kühen-sâl yaşlı, kocamış.

pîr-i mey meyhaneci.

pîr-i mugan 1) meyhaneci. 2) mecûsîlerin başrâhibi. 4. z f. adamakıllı, iyice.

pîr-i sâl-hürde 1) ihtiyar adam. 2) mec. eski yıllanmış şarap.

pîr-i serendib Hz. Âdem.

pîr-i zâl saçı sakalı ağarmış ihtiyar.

pîr ü bernâ ihtiyar ve genç.

pîr ü pâk tertemiz, lekesiz.

-pirâ (f.s.) "donatıcı, süsleyici, düzenleyici" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Belâgat-pîrâ belâgata süs veren, süslü söz söyleyen.

Nazar-pîra bakışı süsleyen, bakışa süs veren.. gibi.

pîrâhen (f.i.) gömlek, (bkz: kamîs, pîrehen).

pîrâhen-i ismet namus perdesi.

pîrâhen-i mesmûm (zehirli gömlek) îdâm edileceklere giydirilen gömlek.

pîrâmen (f.i.) etraf, yan, çevre, (bkz: pîrâmûn).

pîrâmen-gerd (f.b.s.) etrafında, çevresinde dolaşan.

pîrâmûn (f.i.) etraf, yan, çevre, (bkz: pîrâmen).

pîrân (f.s. pîr'in c.) ihtiyarlar, yaşlılar, ulu erenler; ermişler.

pîr-âne (f.zf.) yaşlılara yakışır surette.

pîrâne-sûret (f.a.b.s.) ihtiyar görünüşlü.

pîrâste (f.s.) tertiplenmiş; düzenlenmiş, donatılmış, süslü.

pîrâstegî (f.i.) intizam, düzen.

pîrâye (f.i.) 1. süs. (bkz: zînet). 2. kadın adı.

pîrâye-bahş, pîrâye-bahşâ (f.b.s.) süs veren, süsleyici.

pîrâyende (f.s.) donatıcı, süsleyici. (bkz: pîrâyişde).

pîrâye-sâz (f.b.s.). (bkz. pîrâye-bahş).

pîrâyiş (f.i.) 1. tertip, düzen, (bkz: intizâm, nizâm). 2. süs. (bkz: zînet).

pîrâyişde (f.s.) donatıcı, süsleyici. (bkz: pîrâyende).

pîrehen (f.i.) gömlek, (bkz: kamîs, pîrâhen).

pîre-zen (f.b.i.) kocakarı, (bkz: acûze, fertût, fertûte, pîr-zen).

pîrî (f.i.) ihtiyarlık, (bkz: şeyhûhet).

Hırs-ı pîrî ihtiyarlığın verdiği bir hırs.

pirinc (f.i.) bot. pirinç, (bkz: erz, birinc).

piristû, piristûk (f.i.) kırlangıç [kuş], (bkz. pîlvâye).

piristû-beçe (f.b.i.) kırlangıç yavrusu.

piristük (f.i.) kırlangıç, (bkz: piristû, piristûk).

pîr-sâl (f.b.s.) kocamış, yaşlı.

pîrûz (f.s.) kutlu, hayırlı, uğurlu.

Rûz-i pîrûz uğurlu gün. (bkz: fîrûz).

pîrûze (f.i.) firûze, mavi renkli ve değerli bir süs taşı.

pîrûzî (f.i.) bahtlılık, uğurluluk.

pîr-zen (f.b.i.) ihtiyar kadın, kocakarı, (bkz: pîre-zen, acûze, fertûte).

pîs (f.i.) hek. vücutta yer yer beyaz veya kırmızımtrak siyah lekeler bırakan bir hastalık. (bkz. baras).

pîse (f.s.) 1. alaca [renk]. 2. i. saksağan.

pistân (f.i.) meme. (bkz: sedy).

pîstân-ı mâder ana memesi.

piste (f.i.) fıstık.

piste-i handân ağzı açık fıstık.

piste-leb (f.b.i. ve s.) 1. fıstık gibi küçük dudaklı. 2. mec. küçük ve biçimli ağız.

pister (f.i.) yatak, döşek, (bkz: bister).

pîş (f.i.) ön, ileri, ön taraf, (bkz: huzûr).

pîş-i nazar göz önü.

pîşâdest (f.b.i.) 1. peşin para ile alış veriş. 2. işçiye çalıştıktan sonra verilen para.

pîş-âheng (f.b.s.) öne düşen, önde giden. (bkz: pîş-dâr).

pîşân (f.s.) en ileri, en ön.

pîşânî (f.i.) alın. (bkz: cebhe, cebîn, nâsiye).

Fersûde-pîşânî alnının damarı çatlamış, yüzsüz, (bkz: halî-ül-izâr).

Güşâde-pîşânî alnı açık.

pîşânî-dâr (f.b.s.) yüzsüzlükle işini beceren.

pîş-bâz (f.b.s.) karşılayan.

pîş-bîn (f.b.s.) ilerisini gören, ihtiyatlı, basiretli.

pîş-dâr (f.b.s.) önden giden, öne düşen, ön tarafı emniyete alan, tutan, öncü [asker]. (bkz. pîş-âheng, mukaddimet-ül-ceyş).

pîşe (f.i.c. pîşe-gân) 1. san'at, meslek. (bkz : hirfet). 2. iş. (bkz: amel). 3. huy, tabîat, âdet, alışkanlık. 4. kaval.

-pîşe (f.s.) "alışmış, huy edinmiş" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler meydana getirir.

fesâd-pîşe fenalık peşinde olan.

hasenât- pîşe iyi şeyleri âdet etmiş olan… gibi.

pîşe-gâh (f.b.i.) iş yeri, fabrika.

pîşe-gân (f.i. pîşe'nin c.) 1. san'atlar, meslekler; işler. 2 . huylar; tabîatlar, âdetler.

pîşe-geh (f.b.i.). (bkz. pîşe-gâh).

pîşe-ger (f.b.i.) sanatkâr, işçi.

pîşe-gerî (f.b.i.) sanatkârlık, (bkz: pîşe-verî).

pîşe-kâr (f.b.i.) 1. sanatkâr, oyuncu, (bkz: peşe-kâr). 2. orta oyununda kavuklu ile konuşarak oyunu açan oyuncu.

pîşe-ver (f.b.i.) sanat ehli, işçi. (bkz. sanat-kâr).

pîşe-verî (f.b.i.) sanatkârlık, işçilik. (bkz: pîşe-gerî).

pîş-gâh (f.b.i.) ön. (bkz: kuddâm, huzûr).

pîş-geh (f.b.i.) ön. (bkz: huzur, pîş-gâh, kuddâm).

pîş-gîr (f.b.i.) peşkir, havlu.

pîş-hân f.b.i.) sofrabaşı.

pîş-hâne (f.b.i.) 1. balkon. 2. bir yere gidileceği zaman önde gönderilen çadır ve eşya.

pîş-hayme (f.b.i.) pâdişâh veya vezirlerin dîvan çadırı.

pîşî (f.i.) ilerleme, üstünlük, (bkz: tefevvuk).

pîşîn (f.zf. ve s.) 1. peşin, önden, önce. (bkz: akdem, mukaddem). 2. s. önden verilen.

pîşîne (f.s.). (bkz. pîşîn)

pîşînî (f.i.c. pîşîniyân) evvel zaman adamı. (bkz : mütekaddim).

Pîşîniyân (f.i.c.) evvel zamana adamları. (bkz. mütekaddimîn).

pîş-kadem (f.a.b.i.) tekkelerde âyin için önayak olan ve şeyhin muavini sayılan derviş.

Pîş-keş (f.b.i.) peşkeş, hediye, armağan. (bkz : hediyye, hîbe, tuhfe).

pîş-müzd (f.b.i.) pey, pey akçesi.

pîş-nemâz (f.b.i.) imam.

pîş-nihâd (f.b.i.) 1. temel, usul, kanun.

pîş-rev (f.b.s.) 1. önden giden. 2. i. müz. (bkz: peyşrev1). 3. bkz: peşrev2).

pîş-tahta (f.b.) çekmece, küçük sandık.

pîşvâ (f.i.c. pîşvâyân) reis, başkan, (bkz: muktedâ).

pîşvâyân (f.i. pîşvân'ın c.) reisler, başkanlar.

pîve (f.i.) güve.

Piyâde (f.i.) 1. yaya. 2. paytak, satranç taşlarından biri. 3. ask. bir sınıf. 4. hanımiğnesi de denilen bir çift kürekli hafif kayık. 5. bilgisi az olan kimse [bir konuda-].

piyâde-gû (f.b.s.) yayalıkla ilgili.

piyâde-rev (f.b.s.) yaya giden.

piyâle (f.i.) kadeh, şarap bardağı.

piyâle-keş (f.b.s.) içki içen. (bkz: mey-hâr, piyâle-nûş).

piyâle-keşî (f.b.i.) şarap içicilik, içkiye düşkünlük.

piyâle-nûş (f.b.s.) içki içen. (bkz: mey-hâr).

piyâle-nûşî (f.b.i.). (bkz: piyâle-keşî).

piyâz (f.i.) 1. soğan, (bkz: basal). 2. zeytinyağlı ve sirkeli fasulye haşlaması.

piyâz-ı kûhî bot. dağ soğanı.

pôst (f.i.) 1. tüylü hayvan derisi. 2. mec. makam, mevki sandalye.

Pôstîn (f.i.) kürk. (bkz : ferve).

Pôstîn-i bâz-gûne 1) ters kürk; 2) münasebetsizlik.

pôstîn-dûz (f.b.s.) kürk diken.

pôstîn-pûş (f.b.s.) kürk giyen.

Pôst-nişîn (f.b.s.) 1. post'da oturan, post'a geçen. 2. tekke şeyhi.

pôst-pîrâ (f.b.s.) tabak, (bkz: debbâğ).

pû[y] (f.i.) 1. araştırma, arama. 2. koşma, (bkz: şitâb).

pûç (f.i.) 1. boş, faydasız şey, hiç. 2. çirkin, kaba.

Va'de-i pûç boş, faydasız şeyler vâdetme. 3. içi boş, kavlak, (bkz: cefîf).

pûç-magz (f.b.s.) boş kafalı, beyinsiz.

pûd (f.i.) argaç, dokumada enlilemesine atılan atkı.

Târ u pûd arış ile argaç.

puhte (f.s.c. puhtegân) pişmiş, pişkin; olgun, gün görmüş adam.

Nâ-puhte 1) pişmemiş, çiğ; 2) tecrübesiz, toy [kimse].

Nân-ı puhte güzel pişmiş ekmek.

puhtegân (f.s. puhte'nin c.) pişmiş, olgun kişiler.

puhte-gî (f.i.) pişkinlik, olgunluk.

puhtî (f.s.) pıhtı.

pûjîne (f.i.) 1. 1240 gr. ağırlığında bir ölçü. 2. kantar.

Pûl (f.i.) para. (bkz: nakd).

pûlâd (f.i.) polat, çelik, (bkz: fûlâd).

pûlâd-ı zer-efşân g. s. oyularak içine altın teller kakmak suretiyle yapılan çelik işleri.

pûlâd-bâzû (f.b.s.) "çelik pazulu" kuvvetli; pehlivan.

pûlâd-reg (f.b.s. i.) sert damarlı, dayanıklı at.

pûlâd-senc (f.b.s.) iyi dövüşen, güzel silâh atan.

pûr (f.i.c. pûrân) oğul. (bkz: veled, ibn, ferzend, püser).

pûr-i a'râbî Hz. Muhiddîn-i Arabî.

pûr-i Âzer Hz. İbrahim.

pûr-i duht hemşirezâde, yeğen.

pûr-i Hâcer Hz. İsmail.

pûr-i Meryem Hz. Îsâ.

pûr-i Zal Rüstem.

Pûrân (f.i. pûr'un c.) oğullar. (bkz: ebnâ, evlâd, ferzendân, püserân).

pûr-mend (f.b.s.) evlât sahibi.

pûse (a.i.) (bkz: bûse).

pûselik (f.t.b.i.) müz. Türk müziğinin 2 numaralı basit makamı ve garb mü-ziğindeki "mineur" ün mukabili. En eski makamlardandır. Pûselik beşlisi ile hicaz dörtlüsünden ibarettir. Durağı dügâh (la), güçlüsü beşinci derece olan hüseynî (mi) dir. Dizisi çıkıcıdır; inici şekli şehnâz-pûselik adını alır. Orta sekizlisindeki sesleri pestden tîze doğru şöyledir dügâh, pûselik, çargâh, neva, hüsey-nî-acem, nim-zengûle ve muhayyer. Dizisi mülayim ve 9 niseb-i şerîfelidir. Donanımı, çargâh gibi boştur; yedeninin diyezi, nota içinde kullanılır. Makamın türlü şedleri Türk müziğinde çok kullanılmıştır. Nihâvend (sol mineur), Sultanî yegâh (re-mineur), ruhnevâz (mi-mineur), çargâh'da pûselik (do mineur). Pûselik, orta derecede kullanılmış makamlardandır.

pûselik-aşîran (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en eski makamlarındandır. Aşîran-pûselik de denilen bu makam, aşîran'da uşşak ile pûselik makamlarından mürekkeptir. Pûselik beşlisi veya sekizlisi ile dügâh (la) da kalır. Güçlüleri birinci derecede aşîran'da uşşak durağı olan hüseynî-aşîran (mi), ikinci derecede de la ve mi'nin muhtelif sekizlileridir. Pûselik'in güçlüsü mi, aşîran'da, uşşakınki lâ'dır. Donanımına aşîran'da uşşak için fa bakıyye diyezi konulur. Pûselik için nota içinde fa bekar ile sol bakıyye diyezi kullanılır. Makam inici olarak seyreder.

pûselik-gerdâniyye (f.t.b. i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pûselik-geveşt (f.t.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pûselik-mâye (f.t.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pûselik-selınek (f.t.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pûselik-şehnâz (f.t.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

pûsîde (f.s.) 1. çürümüş, çürük.

Meyve-i pûsîde çürük yemiş.

Üstühân-ı pûsîde çürümüş kemik, (bkz: azm-i remîm). 2. paslanıp çürümüş.

Tîğ-i pûsîde paslanıp çürümüş kılıç.

pûsîdegî - (f.i.) çürüklük, çürümüşlük.

-pûş (f.s.) "örten; giyen, giyinmiş" mânâlarına gelerek "birleşik kelimeler yapar.

Pâ-pûş (ayağı örten) papuç.

Ser-pûş (başı örten) serpuş.. gibi.

pûş (f.i.) 1. örtü, örtünecek şey; elbise. 2. zırh.

pûşe (f.i.) örtü; perde, (bkz: pûş1).

pûşende (f.s.) örtücü, örten.

pûşende-i hatâ ayıp örten.

pûşi (f.i.) askerlerin başlarına sardığı ince sarık, [özellikle tersane kalyoncularıyla topçular tarafından kullanılır ve çıplak başa sarılırdı].

pûşîde (f.s.) 1. örtülmüş, (bkz: mestûr). 2. örtü.

Râz-pûşîde sır gizleyen.

pûşîde-i Beyt-i Muazzam Kâbe örtüsü.

pûşîde-çeşm (f.b.s.) habersiz, dikkatsiz, (bkz: gafil).

pûşîdenî (f.i.) 1. örtü. 2. giyecek, örtünecek şey.

pûşîde-râz (f.b.s.) sırlı, gizli.

pûşiş (f.i.) örtü, örtecek şey.

pûştî (f.i.) yardımcı.

pûte (f.i.) 1. içinde mâden eritilen tava. 2. nişan tahtası.

pûyâ (f.s.) koşan, [en çok at hakkında]. (bkz. serî-üs-seyr).

pûyân (f.s.) 1. koşan, [en çok insan hakkında]. 2. mec. dalmış, kendini kaptırmış.

pûye (f.i.) seğirtme, koşma, (bkz: şitâb).

pûye-ger (f.b.s.) seğirtici, koşucu. (bkz. pûyende).

pûyende (f.s.) seğirtici, koşucu. (bkz: pûye-ger).

pûzen (f.i.) nadas edilmiş, sürülmüş tarla

pûzîne (f.i.) maymun, (bkz: kırd).

pûziş (f.i.) mâzeret, özür.

pûziş-pezîr (f.b.s.) mazeret, özür, kabul eden, affeyleyen.

püf (f.i.) bir şeyi söndürmek için dudaklar büzülerek çıkarılan nefes, püf.

püf-kerde (f.b.s.) üflenerek söndürülmüş.

püfterî (f.i.) avcı ıslığı

pül (f.i.) köprü. (bkz: cisr, kantara)

pül-i sırât sırat köprüsü.

pülpül (f.i.) karabiber, (bkz: fülfül).

pünçüşk (f.i.) serçe, (bkz: usfûr).

pür- (f.s.) 1. dolu. (bkz: memlû, leb-â-leb). 2. çok fazla. 3. sahip, mâlik, [bu kelime ile birleşik kelimeler yapılır].

pür-dil yürekli, cesur.

pür-sûz çok yanık; çok yakıcı.. gibi.

pür-unvan meşhur.

pür-âmâl (f.a.b.s.) emellerle, isteklerle dolu.

pür-âteş (f.b.s.) ateş dolu.

pür-azamet (f.b.s.) çok azametli.

pür-bâd (f.b.s.) 1. çok rüzgârlı. 2. kibirli.

pür-bâr (f.b.s.) 1. yüklü. 2. üzerinde yemişi çok olan.

pür-bîm (f.b.s.) korkmuş.

pür-bîm-i bî-vefâ-yi ahbâb dostların vefâsızlığından korkmuş olan.

pür-cûş (f.b.s.) coşku dolu.

pür-çîn (f.b.s.) çok bükülmüş, çok buruşuk ve karışık.

pür-dil (f.b.s.c. pür-dilân) yürekli, cesur.

pür-dilân (f.s. pür-dil'in c.) yürekliler, cesurlar.

pür-dilî (f.b.i.) yüreklilik. (bkz : cesaret).

pür-dûd (f.b.s.) çok tüten, çok dumanlı.

pür-fer (f.b.s.) çok parlak, aydınlık.

Pür-feyz (f.a.b.s.) çok bol, bolluk dolu.

pür-füsûn (f.b.s.) çok sihirli, büyü ile dolu.

pür-gayz (f.a.b.s.) çok kızgın, çok kızmış, çok hırslı.

pür-gazab (f.a.b.s.) kızgın, hırslı.

pür-gû (f.b.s.) çok söyleyen, bol konuşan, çalçene.

pür-gubâr (f.a.b.s.) 1. çok tozlu, toz içinde. 2 . mec. incinmiş, çok kırılmış.

pür-hayâl (f.a.b.s.) hayâl ile dolu, hülyalı.

pür-hayâl-i ümîd hülyâlı ve ümitli.

pür-hayât (f.a.b.s.) hayat dolu, çok canlı ve neşeli.

pür-hazân (f.b.s.) sonbahara uğramış, solup sararmış.

Pür-heyecân (f.a.b.s.) heyecan dolu.

pür-hiddet (f.a.b.s.) çok kızgın, çok hırslı.

pür-hûn (f.b.s.) kan içinde.

pür-huzûr (f.a.b.s.) huzur dolu, huzur içinde.

pür-ıstıfâ (f.a.b.s.) ayrılmış, seçilmiş.

pür-kîne (f.b.s.) düşmanlık ve gazap dolu.

pür-mahâret (f.a.b.s.) eli uz, hünerli, çok usta.

pür-melâl, -teessür (f.a.b.s.) gamlı, kederli, sıkıntılı, üzüntülü.

pür-neş'e (f.a.b.s.) neşe dolu, çok neşeli, keyifli.

pür-nûr (f.a.b.s.) nur dolu, nur içinde, nurlu, aydınlık.

pür-pâye (f.b.i.) zool. kırkayak.

pürsâ, pürsân (f.s.) soran, soruşturan, (bkz: sâil1).

pür-sâle (f.b.s.) yaşı dolgun, yaşlı.

pür-sıhhat (f.a.b.s.) sıhhat dolu, tam sağlıklı.

pürsiş (f.i.) suâl ediş, soruş.

pürsiş-i hatır hatır sorma,

pürsîş (f.s.) sorma, soruşturma.

pür-sürûd (f.a.b.s.) nağmeli; şarkı söyleyen, türkü söyleyen.

pür-sürûr (f.a.b.s.) sevinç, keyif, neşe dolu.

pür-sûz (f.b.s.) 1. çok yanık. 2. fazla yakıcı.

pür-şevk (f.a.b.s.) çok şevkli, çok heyecanlı.

pür-şu'le (f.a.b.s.) çok ışıklı, pırıl pırıl.

pür-tarâvet (f.a.b.s.) tap taze, gençlik dolu.

pür-tehevvür (f.a.b.s.) kızgın, çok kızmış, çok hırslı.

pürz (f.i.) kumaş havı.

püsen-der (f.b.i.) üvey oğul.

püser (f.i.c. püserân) oğul, erkek çocuk, (bkz: ferzend, ibn, pûr, veled).

püserân (f.i. püser'in c.) oğullar, erkek çocuklar, (bkz: ebnâ, evlâd, ferzendân, pûrân).

püşt (f.i.) arka, sırt. (bkz: zahr).

püşt-i pâ taban.

püşt-i pâzen 1) ayağıyla nimetini tepen; 2) bozularak, sıngın olarak kaçan.

püşt-ber-divâr (f.b.s.) "hayreti duvarda" mec. şaşırmış, (bkz: mütehayyir).

püşte (f.i.) yığın, tepe. (bkz: tûde).

püşte-i bâğ çayırlık, çimenlik.

Püşter (f.i.) arka, sırt. (bkz: zahr).

püştîbân (f.i.) 1. dayanak, destek, payanda, (bkz: püştîvân). 2. s. yardımcı. (bkz. muîn, nasîr, zahîr).

püştîvân (f.i.) 1. dayak, destek, payanda, (bkz: püştîbân). 2. s. yardımcı. (bkz. muîn, nasîr, zahîr).

püşt-mâl (f.b.i.) "arka örten şey" peştemal.

püşt-pâ (f.b.i.) ayak tabanı.

püşt-vâre (f.b.i.) bir arkalık yük, bir hamal yükü.

râ (a.ha.) Rebîülevvel ayına işarettir, r sesini verir.

râ' (a.ha.) "rı" harfinin bir adı.

râ-î mühmele [noktalı "ze" den ayırmak için] "rı" harfine verilen bir ad.

ra'âd (a.i. ri'det'den) l. zool. uyuşturan balığı, torpil balığı, lât. gymnotus electricus, raia torpedo. 2. s. geveze, çalçene [adam].

ra'âde (a.i.) torpil, (bkz: ra'diyye).

ra'âdiyye (o.i.) zool. yayınbalığıgiller, fr. silurides, siluroides.

rab' (a.i.) avlulu ev.

rabb (a.i.) efendi, sâhib.

rabb-i bâkî ebedî olan Allah.

rabb-i celîl Ulu Tanrı.

rabb-üd-dâr ev sahibi.

rabb-ül-âlemîn (kâinatın efendisi) Allah.

rabb-ül-mâl mal sahibi, sermayesi olan kimse.

rabb-üs-selem huk. (bkz: sâhib-üs-selem).

Rabb (a.h.i.) Allah.

Yâ-Rabb Allahım! (bkz: rabbî). [Yâ-Reb şeklinde de kullanılır].

râbb (a.i.) sütbaba; üveybaba.

rabbânî, rabbâniyye (a. s. rabb 'den. c. rabbâniyyûn) 1. Rab'la ilgili.

Mukadderât-ı rabbaniyye Allah'ın takdir ettiği şeyler, (bkz: ilâhî). 2. kendini olanca gücüyle Rabb'e veren.

Aşây-ı Rabbânî (Allah'ın yemeği) kuddas âyininde şarapla ekmek yeme ve bu sırada okunan ilâhî. (bkz: kuddâs).

rabbâniyyîn (a.s. rabbânî'nin c.). (bkz. rabbâniyyûn).

rabbâniyyûn (a.s. rabbânî'nin c.) tas. kendilerini olanca güçleriyle Rabbe, Allah'a vermiş olanlar, vesenî (putla ilgili) akideye sâlik olmayanlar.

rabbât (a.i.c.) kadınların kocaları.

rabbât-ül-hicâl güveyiler.

râbbe (a.i.) üvey ana.

Rabbenâ (a.h.i.) Allah, (bkz: Rabb).

Rabbî (a.h.i.) Rabbim.

Yâ-Rabbî Ey Rabbim! (bkz. Rabb).

Rabb-ül-erbâb (a.b.h.i.) Allah

rabb-üs-selem (a.i.) huk. müşteri, satın alan.

râbıt (a.s. rabt'dan) 1. rapteden, bağlayan, bitiştiren, 2. nefsini dünyâdan menedip âhirete bağlamış olan. (bkz: mürâbit, zâhid).

râbıta (a.i. rabt'dan) 1. iki şeyi birbirine bağlayan şey, bağ. 2. münâsebet, ilgi. (bkz: alâka). 3. bağlılık, mensûbolma. (bkz: mensûbiyyet). 4. sıra, tertip, usûl, düzen.

râbıta-bend (a.f.b.s.) raptedici, bağlayıcı.

râbi' (a.s.) dördüncü, (bkz: çihârüm, çârüm).

râbi'-i aşer ondördüncü.

râbia (a.s.) 1. râbi'in müennesi. 2. i. saatteki sâlisenin altmışta biri. 3. i. [Tanzimat'tan sonra] kolağası derecesinde olan sivil me'murlukta bir rütbe, [elkabı"fütüvvetlü" dür]. 4. i. kadın adı.

Râbiat-ül-Adeviyye İslâmın ilk devirlerinde yetişmiş meşhur kadın velî.

râbian (a.zf.) dördüncü olarak.


Yüklə 18,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   132   133   134   135   136   137   138   139   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin