hâne (f.i.) 1. ev. (bkz: beyt, dâr, mesken).
hâne-i âfet-rîz "belâ döken, saçan ev" mec. [bu] dünyâ.
hâne-i avârız avarız ve bedel-i nüzul ve emsali tekâlifin tevzii için tutulan esas (mikyas).
hâne-i âyîne her yanı ayna olan oda, salon veya köşk.
hâne-i bâd astr. on iki burçtan biri olan cevzâ, mîzan burcu.
hâne-i bâriyân pâdişâhın şikâr halkı denilen avcılarından bir sınıfın barındığı yer.
hâne-i dil (gönül evi) mec. kâbe.
hâne-i ferdâ âhiret.
hâne-i gül (bu) dünyâ.
hâne-i zer l) Güneş; 2) dördüncü gök.
hâne-i zerîn 1) Güneş; 2) yıldızlar; 3) sekizinci gök katı.
hâne-i zünbûr arı kovanı. 2. bir şeyin bölündüğü, ayrıldığı kısımlardan herbiri. 3. mat. basamak. 4. hayalî me'vâ. 5. müz. Türk müziğinde bir müzik parçasının teşkil edilmiş olduğu lâhnî topluluklara verilen bir ad. 6. halk şâirlerinin beyte verdikleri ad.
hâne (a.i.c. hânât) meyhane, (bkz: hânût2).
haneb (a.i.) atın arka ayaklarının ortasında bulunan dirsek gibi dışarı çıkık kısmı.
hâne-bâz (f.b.s.) batasıya oynayan kumarbaz.
hâne-ber-dûş (f.b.s.) "evi omuzunda" yersiz yurtsuz, serseri.
hâne-ber-endâz (f.b.s.) ev yıkıcı.
hâne-ber-endâzâne (f.b.zf.) hâne, ev yıkıcıya yakışacak surette.
hâne-ber-endâzî (f.b.i.) ev yıkıcılık.
hanedân (f.i.) kökten asîl ve büyük aile, ocak, f r. dynastie.
hânedân-ı Âl-i Osmân, hânedân-ı Osmânî Osmanlı hanedanı.
hânedân-ı Nübüvvet Hz. Muhammed'in ailesi.
hâne-dâr (f.b.i.) 1. aile reisi. 2. vekilharç.
hanef (a.i.) doğruluk, istikamet.
hanefî (a.s. ve i. c. hanefiyyûn) 1.İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe'nin mezhebinden olan. 2. bu mezhep ve bu mezheple ilgili.
Hanefiyye (a.h.i.) tas. Sofiyenin büyüklerinden Ebü-l-Hasan Alî yüş-Şâzelî tarafından kurulan Şâzelî tarikatı şubelerinden birinin adı. [Şeyh Şemsüddîn Muhammed bin Hüseyn-il-Hanefî tarafından kurulduğu için bu adı almıştır].
hanefiyyûn (a.i. Hanefî'nin c.) hanefî mezhebinden olanlar.
hâne-fürûş (f.b.i.) ev tellâlı, ev komisyoncusu.
hâne-gâh (f.b.i.). (bkz. hân-gâh).
hâne-gî (f.s.) hanede, evde bulunanlardan, evdeki.
hâne-gîr (f.b.s.) bir yeri mekân sayan [kimse].
hâne-harâb (f.a.b.s.) 1. evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, hâli perişan olmuş [kimse. 2. câhil.
hâne-hudâ (f.b.i.) ev sahibi, (bkz: rabb-ül-beyt).
hâne-hudâyî (f.b.i.) ev sahipliği.
hanek (a.i.) anat. damak, ağız tavanı.
hâne-kah ("ka" uzun okunur, f.b.i.) ev. (bkz. hâne).
hâne-keş (f.b.i.) avârız ve bedel-i nüzûl gibi hâne itibariyle tarh ve tevzî olunan tekâlife tabî olan.
hanekî (a.s.) anat. damakla ilgili, *damaksal.
hanekî sâmit gr. damak sessizi.
hâne-küş (f.b.s.) sefih, mirasyedi.
hânende (f.i.c. hâendegân) şarkıcı, şarkı söyleyen, (bkz: hînâ-ger, hunyâ-ger).
hânende-gân (f.b.i. hânende'nin c.) şarkıcılar, şarkı söyleyenler.
hânendegî (f.i.) hanendelik, şarkı söyleyicilik.
hâne-nişîn (f.b.s.) evde oturan, evine bağlı.
hâne-perdâz (f.b.s.) ev yapan, ev yapıcı.
hâne-perver (f.b.s.) evde büyümüş, dünyâ görmemiş [kimse].
hâne-perverd (f.b.s.) evde büyümüş, dünyâ görmemiş, evde yetişmiş.
hâne-perverî (f.b.i.) hâne-perverlik, evde büyümüş olma.
hâne-siyâh (f.b.s.) evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış, hâli perişan olmuş [kimse].
hâne-sûz (f.b.s.) "ev yakıcı" mec. ailesini düşünmeyen, gözü dışarda olan kimse.
haneşiyye (a.i.) zool. yılanlar, fr. ophidiens.
hâne-zâd (f.b.s.) efendisinin evinde doğmuş olan köle veya câriye çocuğu.
hân-gâh (f.b.i.) dervişlerin evi, tekke, (bkz: hân-kâh).
hânık (a.s. hunk'dan) ; boğan, boğucu.
hânık-ül-kelb (köpek boğan) bot. çiğdem,
hânık-ül-nemir, hânık-üz-zeneb bot. kurt boğan denilen bir nebat, (*bitki).
hâni' (a.i.) kocasından boşanmış kadın veya karısını boşamış koca.
hânif (a.s.) 1. küskün, dargın. 2. gururlu.
hanîf (a.s.c. hunefâ) islâm dînine sımsıkı bağlı bulunan kimse.
hanîn (a.i.) 1. şevk, arzu, iştiyak, istek. 2. şiddetli arzudan doğan feryâd, inilti.
hanîn-i hâzin acıklı sızlanma.
hanîs (a.s.) yemini bozup altından çıkmayan adam.
hânis (a.s.) ettiği yemini yerine getirmeyen. [olmak mastarıyla kullanılır].
hâniye (a. i.) şarap, (bkz: bâde, habûk, hamr, mey, rahîk, sahbâ).
hank (a.i.) boğazını sıkıp boğma, boğazı sıkılıp boğulma, (bkz. ihnâk).
hân-kah ("ka" uzun okunur, a.i.c. havânık) tekke, (bkz: dergâh, zâviye, açı).
hân-kah-ı mevlevî mevlevî tekkesi.
hankan (a.zf.) boğmak suretiyle.
hânmân (f.i.) ev bark, ocak.
hânmân-ber-endâz (f.b.s.) hânüman, ev bark, ocak mahvedici, eden.
hânmân-sûz (f.b.s.) hânüman, ev bark, ocak yakıcı, yakan, kül eden.
Harîk-ı hânmân-sûz evi kül eden yangın.
hannâk (a.s.) boğucu, boğan.
hannân (a.s.) çok acıyan, çok acıyıcı.[Allah'ın adlarındandır].
hannâs (a.i.) şeytan.
hannâsî (a.s.) şeytanla ilgili.
hân-sâlâr (f.b.i.) sofracıbaşı, kilerci.
hân-sâr (f.b.i.) sofracıbaşı, ahçıbaşı. (bkz: hân-sâlâr).
hanûme (a.i.) hek. mîde ekşiliği.
hanût (a.i.) ölüyü tahnît etmekte kullanılan ilâç.
hânût (a.i.c. havânît) 1. dükkân. 2. meyhane, (bkz. hâne).
hânût-i kebîr büyük dükkân, büyük meyhane.
hanzal (a.i.c. hanâzıl) ebûcehil karpuzu da denilen, portakal büyüklüğündeki meyvası, çok acı ve iç sürdürücü olan bir bitki.
hâr (f.i.) diken.
hâr-ı fürkat ayrılık dikeni.
hâr-ı üştür bot. devedikeni.
hâr ü has ot kırıntısı, çalı çırpı, çerçöp. (bkz. has ) .
har (f.i.) eşek. (bkz: himâr, merkeb).
har-ı deştî yaban eşeği.
har-ı dü-pâ (iki ayaklı eşek) mec. aptal, sersem kimse.
har-ı İsâ isâ'nın eşeği.
hâr (f.s.) 1. hor, hakir, aşağı, bayağı. 2. yiyici, yiyen.
Merdüm-hâr (insan yiyen) yamyam.
Mey-hâr, Mey-hôr içki içen, sarhoş.
Şîr-hâr (süt içen) küçük çocuk.
Gam-hâr kederli, sıkıntılı.
hâr ü zâr (f.b.s.) hor, zavallı.
hâr (a.s.) yıkılmış, (bkz: münhedim).
hârâ (f.i.) 1. jeol. pek katı taş, mermer. 2. üzeri menevişli kumaş, (bkz: hâre1'2).
harâb (a.s.) 1. yıkık, viran.
harâb-ı gam gamın harabı, gamla harâbolan.
harâb-ender-harâb büsbütün bozulmuş, yıpranmış. 2. geçkin, sarhoş, [müen. "harâbe" dir].
hârâb-âbâd (f.b.s.) haraplıkla dolu yer, tam harabe.
hârâbât (f.i. harâbe'nin c.) 1. harabeler, viraneler. 2. meyhaneler. 3. Ziya Paşa'nın meşhur üç ciltlik antolojisi, [birinci mânâsı bizde kullanılmaz].
harâbâtî (harâbâtiyân). 1. hârâbata mensûbolan, vaktini meyhanede geçiren. 2. s. süflî, pejmürde [adam].
harâbâtiyân (f.b.i.) harâbâtî'nin c.) vaktini meyhanede geçirenler, meyhane adamları.
harâbâtiyâne (f.zf.) 1. vaktini meyhanede geçirerek. 2. harabatilikle, süflîlikle, pejmürdelikle.
harâbe (a.s.) 1. eski binaların yıkıntısı. 2. çok harap ev. (bkz: vîrâne).
harâbe-nişîn (a.f.b.s.) harap yerlerde, viranede oturan.
harâbe-zâr (a.f.b.i.) viranelik.
harâbî, harâbiyyet (a.i.) 1. haraplık, viranlık, ["harâbiyyet" kelimesi yanlış olmakla beraber kullanılmıştır]. 2. [birinci kelime] okun, nişanın önüne vurarak sıçrayıp nişana isabet etmesi.
harâc (a.i.) 1. vaktiyle Müslüman olmayan teb'adan alınan vergi. 2. haraç mezat satılığa çıkarma.
harâc-ı mukaseme arâzî-i hâriciyye mahsullerinden onda birden yansına kadar alınan vergi.
harâc-ı muvazzaf arâzî-i hâriciyye üzerine yerin tahammülüne göre, maktûiyet veçhile tâyin olunan vergi.
harâc-güzâr (f.b.s.) haraç verici.
harâhir (a.i. harhara'nın c.) 1. horlamalar [uykuda]. 2. hek. akciğerden gelen hırıltılar.
harâib (a.i. harîbe'nin c.) bir kimsenin geçineceği şeyler.
harâid (a.i. harîde'nin c.) 1. kızoğlankızlar. 2. delirtmemiş inciler.
harâif (a.i. harîfe'nin c.) ev için güz hazırlıkları.
harâit (a.i. harîta'nın c.), (bkz. harîta).
harâm (a.s.) 1. şerîatçe, dince yasak edilmiş şey. 2. tecâvüz edilmesi, dokunulması men' edilen, kutsal, mübarek.
Belde-i harâm Mekke çevresi.
Beyt-i harâm Mekke'deki Kabe.
Mescid-i harâm (kutsal mescid) Kâbe-i Mükerreme'nin bulunduğu ibâdetgâh.
Şehr-i harâm haram ayı. [İslâmdan önceki zamanda, Arapların, birbirleriyle savaşı yasak olan ay, Muharrem ayı].
harâmî (a.s.) hırsız, haydut, yol kesen, (bkz: kutta-ül-tarîk).
harâm-kâr (a.f.b.s.) nikâhsız olarak cinsî ilişkide bulunan.
harâm-nemek (a.f.b.s.) 1. nankör kimse. 2. tenbel (evlât).
harâm-zâde (a.f.b.s.) 1. piç [çocuk], (bkz: veled-i gayr-i meşrû', veled-i zinâ). 2. hileci, namussuz.
hârân (f.s. hâr'ın c.) yiyenler, yiyiciler.
Fodla-hârân fodla yiyenler.
harâret (a.i.) 1. sıcaklık, (bkz: germî).
harâret-i hevâ havanın sıcaklığı. 2. susuzluk. 3.[hastalıkta] ateş, yanma, humma, fiyevr, fr. fievre.
harâret-i garîziyye vücûdun normal harareti.
harâret-i ihtirak kim. yanma ısısı.
harâret-i mahsûsa fiz. ısınma ısısı.
harâret-i muhtefiyye fiz. gizli ısı, fr. chaleur latente.
harâret-i şems coğr. güneş ısısı. [Arapça terkiplerde kelimenin yazılış şekli "harâre"dir].
harâret-bîn (a.f.b.i.) hararet derecesini gösteren âlet.
harâs (f.i.) hayvanla döndürülen değirmen.
harâs-i harâb (harap değirmen) dünyâ.
haras (a.i.) 1. dilsiz olma. 2. dilsizlik.
harâset (a.i.). (bkz. filâhat, hirâset).
harâş (f.i.) hayvan ile döndürülen değirmen.
harâşe (a.i.) 1. talaş. 2. terementi.
harâşif (a.i. harşefin c.) 1. pul pul olan şeyler, balık pullan. 2. yapraklan balık puluna benzeyen enginar gibi bitkiler, nebatlar.
hârâ-şikâf (f.b.s.) 1. mermer yarıcı, yaran. 2. üzeri menevişli kumaş.
harâtîn (a.i.) zool. soğulcan.
harâtîn-i hâssa (a.b.i.) tar. Topkapı Sarayında bir sınıf sanatkârlann adı. [ağaç ve demir eşyayı tesviye ederlerdi; aşağı yukarı tornacılıktır. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her şeyi yaparlardı].
harâtîniyye (a.s.) zool. halka biçiminde, halka gibi olan, halkalılar, (bkz: halkaviyye).
harâzet (a.i.) derdin, hastalığın uzayıp gitmesi, müzminleşmesi, kronik bir hal alması.
harb (a.i.c. hurûb) cenk, kavga, doğuş, savaş.
Bilâ-harb savaşsız, savaş açmadan.
Dîvân-ı harb (harp dîvanı) askerî mahkeme.
Erkân-ı harb kurmay.
Fenn-i harb savaş bilgisi,
i'lân-ı harb savaş açma.
Meydân-ı harb savaş meydanı.
Yâver-i harb büyük kumandan, emir subayı.
Dâr-ül-harb savaş yeri, islâm elinde olmayan yerler, (bkz: cidâl, perhâş).
harb-i umûmî (genel savaş) birinci cihan harbi (1914).
harba (a.i.) güneş ışığının bulutlara vurması.
harbak (a.i.) 1. bot. zanbak fasilesinden, beyaz ve siyah renklerde iki nevi bulunan bir bitki. 2. çöpleme.
harbak-ı ebyaz bot. ak çöpleme.
harbak-ı esved bot. kara çöpleme.
har-bân (f.i.) eşekçi.
harbat (f.i.) 1. iri kaz. 2. s. ahmak. 3. s. kalıbı kıyafeti yerinde olduğu halde aklı kıt olan kimse.
harb-cû (a.b.s.) savaş arayan, kavga çıkarmaya istekli olan.
harb-darb (a.b.i.) savaş, savaşma, mücâdele.
harbe (a.i.) 1. kısa mızrak, süngü. 2. (bkz: harbî2).
harbele (f.i.) kuyudan su çekmeye mahsus dolap, bostan dolabı.
harben (a.zf.) harbetmek suretiyle, savaşarak, döğüşerek.
har-bende (f.b.i.) 1. eşek, katır gibi yük hayvanlarına bakan [kimse], seyis. 2. tar. saray katırcıları. [Selçûkîlere ait târihî bir unvan],
harb-gâh (a.f.b.i.) harb yeri, savaş meydanı.
harbî (a.s.) 1. harbe mensup, harble ilgili. 2. i. harbe, tüfek doldurmaya, en çok temizlemeye yarayan demirden veya ağaçtan yapılmış çubuk, [aslı"harbe" dir].
harbiyye (a. s.) 1. harbe mensup, harble ilgili.
Fünûn-i harbiyye savaş bilgileri. 2. [eski] harb okulu.
harbiyye nezâreti Osmanlı hükümet erkânı meyânında millî müdâfaa vekâleti, savunma bakanlığı.
harbüz, harbüze (f.i.) kavun, karpuz.
harbüze-i Hindî karpuz
harbüze-i Rûbah ebûcehil karpuzu, (bkz: hanzal).
harbüze-furûş kavun karpuz satan adam.
harbüze-zâr (f.b.i.) kavun karpuz bostanı
harc (a.i.) 1. vergi. 2. sarf, gider, bir iş için kullanılan madde.
harc-ı âlem, harc-ı âmm herkese her keseye elverişli.
harc-i râh yol harcı, yol masrafı.
harçeng (f.i.) zool. yengeç.
hâr-çîn (f.b.s.) diken toplayan, cımbız.
hardal (a.i.) hardal, sofrada iştah açmak için kullanılan mâcunumsu madde.
hardala (a.i.) hardal tanesi.
hâre (f.i.) 1. sert taş, kaya. 2. meneviş; menevişli kumaş, (bkz. hârâ1'2).
hâre (f.i.) yiyecek, yiyinti.
harekât (a.i. hareket'in c.) 1. (bkz. hareket).
harekât ve sekenât (tavırlar ve hareketler) gidişat. 2. askerî manevra.
harekât-ı harbiyye ask. savaş hareketleri.
harekât-ı havliyye biy. sağımsal devinimler, fr. mouvements peristaltiques.
harekât-ı müştereke müşterek, beraber davranışlar.
harekât-ı nâ-pesendâne hoşa gitmeyen hareketler.
harekât-ı selâse gr. hecelerin üç hareke (e, i, o) ile okunuşu.
hareke (a.i.c. harekât) gr. Arapça ve osmanlıca bir harfin nasıl okunacağını gösteren ve " üstün fetha = e " ; " esre kesre = ı, i "; " ötre zamme = o, ö, u, ü" denilen işaretlerden herbiri, vokal.
hareket (a.i.c. harekât) 1. sarsıntı, deprem, (bkz: zelzele).
hareket-i arz yer sarsıntısı, deprem. 2. kımıldama, oynama, yer değiştirme. 3. iş işleme, iş görme, davranma. 4. tavır, tarz, muamele, gidiş. 5. yola çıkma, (bkz: azîmet). 6. [eskiden] medreselerde bir derece. 7. muz. armonide sesten sese gitme.
hareket-i anîfe anat. dış etkenlere karşı yabancı maddeleri gidermek için organizmanın yaptığı aşırı çaba.
hareket-i dâhil tar. Kanunî zamanında Süleymâniye Medresesi'nin binasından sonra on ikiye çıkanlan tarîk-i tedrîs (okutma yolu) silsilesinin dördüncü mertebesindeki müderrislerine verilen bir unvan.
hareket-i devrâniyye noktalarının hepsi düzeyleri sabit bir mihvere dikey dâireler çizen cismin hareketi.
hareket-i dîdânî (bkz: hareket-i dûdiyye).
hareket-i dûdiyye zool. soğulcan gibi hayvanların büzülmesi hâli. (bkz: hareket-i dîdâniyye).
hareket-i gayr-i ihtiyâriyye, hareket-i gayr-i irâdiyye istemeyerek yapılan hareket.
hareket-i gayr-i muntazama intizamsız, düzensiz hareket.
hareket-i hakikıyye fiz. gerçek hareket.
hareket-i hâric tar. Kanunî zamanında Süleymâniye Medresesi'nin binasından sonra on ikiye çıkanlan tarîk-i tedrîs (okutma yolu) silsilesinin ikinci mertebesindeki müderrislere verilen bir unvan.
hareket-i ihtilâf-i manzar astr. paralaktik hareket, fr. mouvement parallactique.
hareket-i ihtizâziyye fiz. titreşim hareketi.
hareket-i kasriyye fiz. bir haricî sebep te'siriyle meydana gelen hareket, (bkz: hareket-i müktesebe).
hareket-i mer'iyye koz. gerçekte bulunmadığı halde var imiş gibi görünen hareket, (bkz: hareket-i zâhiriyye).
hareket-i muahhara fiz. yavaşlayan hareket.
hareket-i muntazama fiz. düzgün hareket.
hareket-i mutlaka fiz. hareketli noktanın hareketsiz noktalara göre hareketi.
hareket-i muttasıla fiz. dâima bir tarafa yönelen cismin hareketi, [aksi olursa, hareket-i munfasıla denir].
hareket-i müktesebe (bkz: hareket-i kasriyye).
hareket-i müstakime fiz. doğru bir çizgi üzerinde olan hareket.
hareket-i müstedîre fiz. bir münhanî (eğri) yi takiben vâki olan hareket, dairesel hareket,
hareket-i mütehavvile fiz. türlü sebeplerden oolayı eşit zamanlarda aldığı mesafelerde çoğalan veya azalan noktanın hareketi.
hareket-i mütehavvile-i muntazama fiz. düzgün değişen hareket.
hareket-i mütesâviye fiz. müsâvî (eşit), zamanlarda müsâvî (eşit) mesafe alan noktanın hareketi, düzgün değişen hareket,
hareket-i seneviyye astr. yıllık hareket
hareket-i yevmiyye astr. günlük hareket.
hareket-i zâhiriyye (bkz: hareket-i mer'iyye).
harekî (a.s.) fels. fr. cinetique.
harekî elektrik fiz. devimli elektrik, fr. electrûdynamique.
harekiyyât (a.i.c.) fiz. kinematik, devinim bilimi, fr. cinematique.
harem (a.i.) 1. herkesin girmesine müsâade edilmeyen, saygıdeğer ve kutsal yer. 2. Hac zamanında ihrama girilen yerden îtibâren Kabe'ye doğru olan kısım, [aksi "Hill" dir.].
Şeyh-ül-harem Medîne şehri ve civarının muhafızı [Osmanlı Imparatorluğu'nda].
Harem-i Şerif Kabe ve civarı. 3. [evvelce] büyük islâm konaklarında bulunan kadınlar dâiresi.
harem-i hümâyûn pâdişâh sarayında kadınlar dâiresi. 4. nikâhlı kadın, zevce, (bkz: halîle).
harem-i yâr sevgilinin haremi, odası.
harem (a.i.) ed. "mefâilün" den "me"yi atarak "fâilün" kelimesini "mef ûlün"e çevirme, (bkz: ahrem).
Haremeyn (a.i.c.) 1. Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere.
haremeyn-i şerîfeyn Mekke'deki Kabe ile Medine'deki "Ravza-i Mutahhara". 2. [eskiden] ilmiye sınıfının Mısır payesinden sonra, İstanbul payesinden evvel nail olduklan büyük rütbe.
harem-gâh (a.f.b.i.) harem dâiresi.
harem-serây (a.f.b.i.) 1. harem dâiresi. 2. cami içi.
hares (a.i.) dilsizlik, (bkz: ebkemiyyet).
harf (a.i.c. hurûf) l. alfabeyi meydana getiren işaretlerden her biri, bu işaretlerden birini gösteren madenî küçük matbaa kalıbı. 2. söz, lâkırdı.
harf-i âb-dâr güzel ve manâlı söz.
harf-i âbî, harf-i mâî ed. harflerinin her biri.
harf-i âlâ, harf-i nûranî ed. harflerinin her biri.
harf-i arzî, harf-i hâki ed.harflerinin herbiri.
harf-i aslî gr. bir kelimenin kökünde bulunan esas harf.
harf-i âteşî, harf-i merfu' ed. harflerin her biri.
harf-i atf gr. iki kelime veya cümleyi bir hükümde toplayan, birini ötekine bağlayan.
harf-i bî-magz mânâsız boş söz.
harf-i cerr gr. isimleri kesreli, yâni esreli okutan, şu yirmi harf [bâ, min, ilâ, an, lam, âlâ, fî, kaf, hattâ, rübbe, vâv-ı kasem, tâ-i kasem, hâşâ, muz, münz, âdâ, key, levlâ, halâ, lealle].
harf-i cevâb gr. cevap cümlesinin başına gelen harf.
harf-i ednâ, harf-i halk, harf-i zulmânî ed. harflerinin her biri.
harf-i gûlû-sûz 1. sert söz. 2. kılıcın keskin tarafı.
harf-i hâtır-renc incitici söz.
harf-i Hindî Arapça rakamlar v.b.
harf-i huşk kuru lâf, kuru söz.
harf-i illet gr. ( ) harfleri.
harf-i inhirâf gr. akıcı ünsüz ( ) harfleri.
harf-i istidrâk gr. ayırıcı bağlaç görevi bulunan harf.
harf-i istifhâm gr. soruyu belirtmek için kullanılan harf, edat.
harf-i istisnâ gr. istisnayı belirtmekte kullanılan edat.
harf-i istitâle gr. ( ) harfi.
harf-i kalb bir örneğin orta harfi.
harf-i kalkale, harf-i laklaka gr. [Kur'an okumada] titreşimli harf.
harf-i kamerî gr. kamer harfi, (bkz: hurûf-ı kameriyye).
harf-i kasr, harf-i maksûr, harf-i taksîr gr. kelimenin sonuna gelen kısa ye ve elif
harf-i magz-dâr değerli söz.
harf-i ma'nâ gr. fiil veya isim olmayan herhangi bir kelime.
harf-i ma'rûf gr. uzun " u " olarak okunan " j" veya uzun " i" olarak okunan " " harfi.
harf-i mechûl gr. "o" olarak okunan " j" ve "e" olarak okunan " ".
harf-i meczûm, harf-i sâkin gr. bâzı hallerden dolayı harekesiz okunan harf.
harf-i medd Arapçada uzun okunan harfler olup elif, vav ve ye'dir.
harf-i mehmûs ed. harflerinin her biri.
harf-i mektûbî, harf-i melbûbî ed.harflerinin her biri.
harf-i melfûzî gr. üç harfle yazılan ve bu harflerin içinde hiç biri tekrarlanmayan on üç harfin her biri.
harf-i menkut, harf-i mu'cem noktalı harf.
harf-i merfû' nominatif hâlinde bulunan kelimenin sonundaki ünsüz.
harf-i mesrûrî gr. adı iki harfle yazılan harf; j ö ' f harflerinin her biri.
harf-i musavvat gr. belli bir ünlüyü belirten harf.
harf-i mutbak gr. telaffuzda dili üst damağa dokunduran harf ( ) .
harf-i mücerred, harf-i mühmel noktasız harf.
harf-i müfred gr. şekil bakımından bütün harflerden başka olan harf( j ç l).
harf-i münfetih gr. . , . J Ji dışında bulunan bütün harfler.
harf-i müselsel birbiriyle ilişiği olan bir kaç düşünce üzerine açılan tartışma.
harf-i müstakil gr. "müstali" harflerin dışında bulunan harfler.
harf-i müstali gr. konuşmada dilin yükselmesini gerektiren harf
harf-i mütecânis gr. ayni kategoriden olan iki harf (cj ve J ) gibi.
harf-i mütekarib gr. telaffuz bakımından aynı sesi veren iki harf ( j ve i ) gibi.
harf-i müteşâbih, harf-i mütezâvic noktalı ve başka harflerden ayrılmış olan harf ( O iı ı-ı ).
harf-i nâsıb gr. dâhil olduğu muzârî fiilin nihayetini üstün okutan dört harften herbiri.
harf-i nefy gr. olumsuzluk edan.
harf-i nevâî ed. j harflerinin her biri.
harf-i nidâ' gr. seslenme edatı.
harf-i pehlû-dâr ed. kinaye.
harf-i revî ed. 1. kafiyenin esas ünsüzü. 2. Iran edebiyatında bir kafiyenin son harfi.
harf-i safîr ıslığı andıran, ıslığımsı ses.
harf-i sâit sesli harf, vokal.
harf-i sâmit sessiz harf, ( . j . I) dışındaki ünsüzler.
harf-i sebük, harf-i sehl mânâsız boş söz.
harf-i serd sert söz.
harf-i şedîd gr. hece sonunda uzun okunmayan harf iırıoı*ı1ıj|Jılı
harf-i şefehî, harf-i şefevî gr. dudaksıl, labiyal.
harf-i şemsî gr. başına "el" (harfi tarif) geldiği zaman bu harfi tariften sonra gelen kelimeyi şeddeli okutan harf, güneş harfi (bkz. hurûf-ı şemsiyye)
harf-i ta'rîf gr. tanım edatı.
harf-i ta'rîf-i gayr-i muayyen gr. belirsiz tanım edatı.
harf-i ta'rîf-i muayyen gr. belirgin tanım edatı.
harf-i tenkîr gr. belirsizlik edatı.
harf-i vâhî boş, saçma söz.
harf-i vâhid hiçbir harf, hiçbir söz.
harf-i varak-gîr bir boşluğu doldurmak için uzatılan harf.
harf-i veted gr. bir sırada bulunan harflerin birinci, dördüncü, yedinci ve onuncusu.
harf-i zâid gr. bir kelimede aslî harfler dışında fazla olarak görünen harf(l . j &).
harf (a.i.) yemiş toplama.
harf-âferîn (a.f.b.s. ve i.) 1.Allah. 2. şâir; hatip.
harf-âşinâ (a.f.b.s.) 1. harfleri âbirbirinden ayırabilen, harfleri tanıyan. 2. lâf anlayan.
harf be harf (a.zf.) olduğu gibi, aynen, aslından aynlmaksızın.
harf-çîn (a.f.b.s.) birinin işine karışan.
harf-endâz (a.f.b.s.) söz atan, haysiyete dokunucu söz söyleyen,
harf-endâzî (a.f.b.i.) söz atıcılık.
harf-gîr (a.f.b.s.) her işte ayıp ve noksan arayan.
harf-gîrî (a.f.b.i.) her işte ayıp ve noksan arayıcılık.
harfiyyen (a.zf.) harfi harfine, tastamam, tıpatıp, olduğu gibi.
harf-keş (a.f.b.s.) 1. yazı yazan, çizgi çeken. 2. saçmasapan konuşup can sıkan.
harf-peymâ (a.f.b.s.) çok güzel konuşan.
harf-zen (a.f.b.s.) çalçene, geveze.
har-gâh, har-geh (f.i.) büyük çadır, otak.
hargâh-ı mâh hâle, ay ağılı.
hâr-gâr (f.b.s.) hakaret edici, eden.[müen. "hâr-gâre" dir.]
har-gedâ (f.b.s.) zorla yardım isteyen.
har-gele (f.b.i.) 1. eşek sürüsü. 2. s.terbiyesiz, azılı kimse. [Farsçada "har=eşek, gele=sürü"].
hargûş (f.i.) tavşan.
Hâb-ı hargûşî tavşan uykusu, hafif uyku
hargûşek (f.i.) tavşan yavrusu.
hârhâr (f.i.) 1. gönül üzüntüsü, yürek sıkıntısı. devamlı istek. 3. sürekli kaşıntı.
harhara (a.i.c. harâhîr) 1. sürekli horultu. 2. sürekli hırıltı.
harhişe (f.i.) gürültü, patırtı, kavga.
hârık (a.s.) yırtıcı, yırtan.
hârık-ı âde âdeti yırtan, âdetin dışarısında, harikulade; yalancı.
hârık (a.s.) 1. yakan, yakıcı, (bkz: muhrik). 2. yanan, tutuşmuş.
hârıs (a.s.) hırslı olan. (bkz: harîs).
hârısa (a.i.) insanın başında veya yüzünde kan çıkmayacak derecede peyda olan yara.
harî (a.s.) lâyık, müstahak, ["ahrâ" kelimesi daha çok kullanılır], (bkz: bercâ, çespân, şâyeste).
Dostları ilə paylaş: |