hırka (a.i.c. hırak) kalın kumaştan yapılmış veya içi pamukla beslenmiş ceket uzunluğunda bir giyecek.
hırka-i Alî tarikat şeyhinin Hz. Ali'ye bağlılığını göstermek için müridine giydirdiği hırka.
hırka-i Ebû Saîd-ül-Hıdrî kendi adına kurulan tarikata girenlere tarikat şeyhi tarafından giydirilen hırka.
hırka-i Enes Enes Ibni Mâlik'e bağlananların hırkalarına verilen ad.
hırka-i Fâruk tas. Halîfe Ömer'den geldiği rivayet edilen ve müritlere giydirilen hırka.
hırka-i hezâr-pâre Melâmî dervişlerinin giydikleri çok parçalı hırka. H
ırka-i irâdet, -teberrük birinin dervişliğe kabulünde ilk giydiği hırka.
Hırka-i Saâdet Hz. Muhammed'in Topkapı Sarayı'nda gümüş sandık içinde saklanan hırkası.
hırka-i sôfiyye tas. tarikat erbabının, girdikleri tarikatın özelliklerine göre törenle giydikleri hırka.
Hırka-i Şerîf Hz. Peygamber'in hırkası.
hırka-i teberrük bir kimsenin ilk dervişliğe başladığı zaman giydiği hırka.
hırka bâzî (a.f.b.i.) vecde gelen sofuların hırkaları ile oynamaları.
hırka-ber-endâz (a.f.b.i.) zikirde vecde gelen dervişin hırkasını çıkarıp atması.
hırka-pûş (a.f.b.i.) hırka giyen fakîr, derviş.
hırka-pûşâne (a.f.zf.) fakircesine, dervişçesine.
hırka-pûşî (a.f.b.i.) fakirlik, dervişlik.
hırmân (a.i.) mahrumluk; ümitsizlik.
hırrân (a.s.) itâat eden, boyun eğen.
hırs (a.i.) 1. öfke, kızgınlık. 2. azgınlık. 3. sonu gelmeyen arzu, istek, (bkz: tûl-i emel).
hırs-ı câh mevki hırsı.
hırs-ı mâl mala olan düşkünlük.
hırs-ı pîrî ihtiyarlık hırsı, ihtiyarlıktan merak, öğrenme hırsı.
hırs (a.i.) takdir ve kıyas.
hırs (f.i.) zool. ayı. (bkz: dübb).
hırs-beçe zool. ayı yavrusu, (bkz: hırsek).
hırs-bân (f.b.i.) ayı oynatan, ayıcı.
hırsek (f.i.) ayı yavrusu, (bkz: hırs-beçe).
hırt (a.i.) 1. hastalıktan dolayı san su ile karışık ve kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt. 2. erkek keklik.
hırz (a.i.) 1. sığınak, (bkz: melâz, melce). 2. nazar değmemesi için kullanılan muska; nazar boncuğu.3. tılsım.
hırz-i cân canı gibi saklama.
hırz bi-gayrihi huk. esasen eşya saklamaya hazırlanmış olmayıp izinsiz girilebilen ve konulacak mallann yanıbaşında muhafızı bulunan bir yer. [mescitler, yollar, meydanlar gibi].
hırz bi-nefsihi huk. içinde eşya saklamak üzere hazırlanıp içerisine izinsiz girilmesi memnu olan her hangi bir yer. [evler, dükkânlar, çadırlar gibi; çuvallar, sandıklar da bu hükümdedir].
hısâ' (a.i.) 1. insanı hadım etme. 2. hayvanı burma, eneme, hayalarını çıkarma.
hısâl (a.i. haslet'in c.) huylar, tabiatlar, ahlâklar, (bkz: hasâil).
hısâm (a.i. hasm'ın c.) 1. iki kişi, birbirlerine düşmanlık etme. 2. muhâsama.
hısâm (a.i.) kavga, çekişme, mücâdele, münâkaşa, uğraşma; iddia.
hısân (a.s.) mümtaz kişiler.
hısan (a.i.) zool. aygır.
hısân-ı bahrî, hısân-ül-bahr zool. Denizaygırı.
hısas (a.i. hisse'nin c.) paylar, nasipler.
hısb (a.i.) ucuzluk, bolluk.
hısn (a.i.c. husûn) sağlam, sarp [yer], kale. (bkz: hisâr2).
hıss (a.s.) eksik, noksan.
hıssîsa (a.i.) bir şeye, bir kimseye mahsus olan hal.
hış'a (a.i.) hek. doğum vakti geldiği sırada ölen annesinin karnı yarılarak çıkarılan çocuk.
hışf (a.i.) geyik yavrusu.
hışm (f.i.) kızgınlık, öfke.
hışm-âlûd (f.b.s.) darılmış kırgın. (bkz. hışm-gîn, hışmîn, hışm-nâk).
hışm-gîn (f.b.s.) darılmış, dargın, öfkeli, kızgın, (bkz: hışm-âlûd, hışmîn, hışm-nâk).
hışmîn (f.s.) danlmış, dargın, (bkz: hışm-âlûd, hışm-gîn, hışm-nâk).
hışm-nâk (f.b.s.) öfkeli, kızgın. (bkz. hışm-âlûd, hışm-gîn, hışmîn).
hışt (f.i.) 1. kerpiç. 2. tuğla.
hışt-ı hâm ham, pişmemiş kerpiç. 3. kısa el mızrağı; kalın harbi.
hışt-i pühte fırında pişirilmiş tuğla, kerpiç.
hışt-tâbe (f.b.i.) tuğla ocağı.
hıştek (f.i.) küçük kerpiç, tuğlacık.
hışt-zen (f.b.i.) tuğlacı.
hıtâm (a.i.) yular, dizgin, (bkz: efsâr, zimâm).
hıtâr (a.i. hatar'ın c.) hatarlar, tehlikeler, (bkz: hatarât).
hıtat (a.i. hıtta'nın c.) hıttalar, iklimler, diyarlar, memleketler, ülkeler.
hıtbe (a.i.) okunmuş, evlenmek üzere istenilmiş kız veya kadın.
hıtta (a.i.c. hıtat) memleket, diyar, ülke.
hıtta-i cesîme büyük ülke.
hıtta-ı evvel astr. dokuzuncu ve en sonuncu gök tabakasına kadar bütün arş.
hıtta-i küll astr. (bkz: hıtta-ı evvel).
hıyâbân (f.i.) l.iki taraflı ağaçlı yol, bulvar, fr. boulevard, allee. 2. Tahran'da meşhur bir cadde.
hıyâbet (a.i.) hisse ve nasîbi olma.
hıyâm (a.i. hayme'nin c.) çadırlar.
Rekz-i hıyâm çadır dikme, (bkz: hiyem).
hıyânât (a.i. hıyânet'in c.) hainlikler.
hıyânet (a.i.c. hıyânât) 1. hayınlık. 2. s. vefasız, hâin. 3. itimâdı, güveni kötüye kullanma.
hıyânet-i vatan vatan hainliği, vatana edilen kötülük.
hıyâneten (a.zf.) hıyanet yoluyla, hıyanet ederek.
hıyânet-kâr (a.s.) hıyanet eden, hâin.
hıyânet-kârâne (a.zf.) hâince, hâine yakışacak surette.
hıyâr (a.i.c. hıyârat) 1. huk. bir işi yapıp yapmamada serbestlik; islâm hukukunda alış-veriş mes'elelerine ait muhayyerlik hususu. 2. (hayyir'in c.) hayn, iyiliği çok olan kimseler.
hıyâr-ı ayb mece. malın ayıplı olması sebebiyle olan muhayyerlik.
hıyâr-ı bülûğ mece. bulûğ sebebiyle nikâhı feshettirmek muhayyerliği.
hıyâr-ı gabn ü ta'rîr mece. alan ile satandan biri diğerini aldatıp da beyide gabn-i fahiş olduğu tahakkuk ettiğinde aklanan kimse için sabit olan muhayyerlik, [satan "bu mal şu kadar kuruş eder al" diyerek müşteriyi aldatır ve müşteri de bâyiin bu sözüne inanıp o malı o kadar kuruşa satın aldıktan sonra beyide gabn-i fahiş olduğu anlaşılırsa müşteri için bey'i feshetmek hakkı sabit olur].
hıyâr-ı hiyânet-i mürâbaha mece. murabaha yoluyla akit olunan beyide bâyiin hiyâneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması.
hıyâr-ı hiyânet-i tevliye mece. tevliye yolu ile akit olunan beyide bâyiin hiyâneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması.
hıyâr-ı hiyânet-i vazîa mece. vazîa yoluyla akit olunan beyide bâyiin hiyâneti zahir olduğunda müşterinin muhayyer olması.
hıyâr-ı ıtk mece. ıtk sebebiyle cariyenin nikâhı feshetmek muhayyerliği, [mevlâsı tarafından birisine tezvîcedilmiş olan câriye azat olunduğu zaman kocasını istemezse hâkimin hükmüne hacet olmayarak nikâhı feshedebilir, köle için hıyâr-ı ıtk yoktur].
hıyâr-ı icâzet mece. fuzûlînin icra eylediği akde icazet vermek salâhiyetini hâiz olan kimsenin icazet verip vermemek hususunda muhayyerliği.
hıyâr-ı idrâk meçe. (bkz: hıyâr-ı bülûğ).
hıyâr-ı istihkak mece. mebiin bâzısı bil-istihkak zabıt olundukta bakiyesinde müşterinin bey'i fesih veya kabul arasında muhayyer olması.
hıyâr-ı kemmiyyet mece. miktara ıttıla ile sabit olan muhayyerlik, [bir kimse mevcut fakat miktân meçhul para ile bir mal iştira eyledikten sonra bayi, paranın miktânna muttali' oldukta muhayyer olması gibi].
hıyâr-ı keşf-i hâl mece. hububat muayyen kab ve ölçek ile ölçülerek veyahut bir muayyen taş ile tartılarak satıldıktan sonra hâli keşfinde yânî kab ve ölçeğin istîap miktarına ve taşın ağırlığına ıttılaında müşterinin muhayyer olması.
hıyâr-ı nakd mece. bayi ve müşterinin filân vakte kadar te'diyede bulunmak aksi takdirde beyi olunmamak üzere pazarlık etmeleriyle olan muhayyerlik, [hiyâr-ı nakd'de vaktin bilinmesi îcâb eder].
hıyâr-ı rü'yet mece. görmekle sabit olan muhayyerlik, [bir malı görmeden satın alan veya kiralayan kimsenin o malı gördüğünde muhayyer olması gibi; dilerse fesheder, dilerse kabul eder].
hıyâr-ı sart mece. akitte taraflardan birinin veya her ikisinin malûm müddet içinde akdi fesih veyahut icazet ile infaz eylemek hususlarında şart kıldıkları muhayyerlik.
hıyâr-ı ta'rîr-i fi'lî mece. bâyiin müşteriyi fi'len ta'rîri sabit oldukta müşteri için sabit olan muhayyerlik. Meselâ [bayi, ineğin sütü çok zannolunsun diye bir kaç gün sağmayarak müşteri de memesinin büyüklüğüne aldanıp sütü çok zannıyla iştira ettikten sonra bâyiin bu veçhile ta'rîr-i fi'lî'si zahir olsa, Hanefî imamlarından bâzılarına göre müşteri muhayyer olur].
hıyâr-ı ta'yîn mece. kıyemiyattan iki yahut üç şeyin başka başka pahalan beyân olunarak bunlardan müşteri dilediğini almak yahut bayi dilediğini vermek üzere yapılan satıştaki muhayyerlik.
hıyâr-ı tefrik-ı safka mece. safka'nın tefrik edilmesinden dolayı sabit olan muhayyerlik [kabl-el-kabız mebiin bâzısının telef ve helaki sebebiyle bakiyesinde müşterinin muhayyer olması gibi].
hıyâr-ı vasf mece. akitte meşrut vasf-ı mergubun bulunmamasıyla sabit olan muhayyerlik, ["sağılır diye satılmış olan bir ineğin sütten kesilmiş olduğunun zahir olmasıyla müşterinin muhayyerliği" gibi].
hıyârât (a.i. hıyâr'ın c.) islâm hukukunda alışveriş meselelerine dâir muhayyerlik hususları, (bkz: hıyâr).
hıyât (a.i. hâit'in c.) perdeler, mâniler, engeller.
hıyât (a.i.) 1. ibrişim, tire. 2. dikiş iğnesi.
hıyâte (a.i.) hek. 1. kesilip yarılan bir uzvun yapışmak üzere dikilmesi. 2. ameliyatta dikiş yapmaya yarayan bağırsak ve sâire gibi şeyler.
hıyâtet (a.i.) terzilik, dikicilik.
hıyâtet-hâne (a.f.b.i.) dikiş evi, dikim evi.
hıyâz (a.i. hayz'ın c.) hek. (bkz: hiyâz).
hıyâz (a.i. havz'ın c.) havuzlar.
hıyâze (a.i.) sahipsiz olan ve özel mülkiyete geçirilmesi mubah bulunan bir malı ihraz ederek kendi malvarlığına geçirme.
hıyem (a.i. hayme'nin c.) (bkz: hıyâm).
hıyere (a.i.) 1. aralarından beğenme, seçme. 2. s. beğenilmiş, seçilmiş.
hıyere-i nâs halkın seçilmişi.
hıyeret-ullah (a.b.s.) Allah'ın seçtiği.
hıyre (f.s.) kamaşık, donuk, fersiz [göz].
hıyre-bahş (f.b.s.) göz kamaştıran, akıl durduran.
hıyre-çeşm (f.b.s.) 1. kamaşık, fersiz gözlü. 2. hayâsız, utanmaz. 3. inatçı. 4. cesur.
hıyre-dest (f.b.s.) eli sakar, tuttuğu işi bozar olan [kimse].
hıyregî (f.i.) donukluk, kamaşıklık [göz hakkında]; şaşkınlık.
hıyre-küş (f.b.s) 1. haksız yere adam öldüren. 2 . sevilen, sevgili.
hıyre-re'y (f.a.b.s.) fena reyli, reyi zararlı olan.
hıyre-sâz (f.b.s.) göz kamaştırıcı, şaşırtıcı.
hıyre-ser (f.b.s.) sersem, alık.
hıyre-serâne (f.zf.) sersemcesine, alıkcasına.
hıyre-serî (f.b.i.) sersemlik, alıklık.
hızak (a.s. hızka'nın c.) kalabalıklar, yığınlar.
hızâne (a.i.) medresede verilen sütanalık dersi.
hızânet (a.i.) sütninelik, tayalık.
hızırilyâs (a.b.i.) hıdırellez, 5 mayısa rastlayan gün.
hızka (a.s.c. hızak) kalabalık; yığın.
Hızr, Hızır (a.h.i.) içenlere ölmezlik veren âb-ı hayât'ı içmiş bulunan ve kul sıkıldığı zaman imdadına yetişmekle meşhur olan peygamber.
hibâ (a.i.) 1. vergi. 2. bahşiş. 3. kadına kocasından kalan hisse.
hibâ (a.i.c. ahbiye) keçeden veya abadan yapılmış göçebe çadırı, oba.
hibâb (a.i. habb'ın c.) 1. haplar. 2. taneler, tohumlar.
hibâl (a.i. habl'in c.) ipler, urganlar, halatlar! (bkz: hubûl).
hibâl-i savtıyye-i süflâ anat. alt *seskasları.
hibâl-i savtıyye-i ulyâ anat. üst ses telleri.
hibâle (a.i.c. habâil) ağ, tuzak; bağ, kement.
hibâle-i izdivâc evlenme bağı.
hibâle-i telbisât gizli kapaklı tuzak.
hibâr (a.i.). (bkz. habâr).
hibât (a.i. hibe'nin c.) hibeler, bağışlar.
hibb (a.i.) 1. sevgi, sevgili. 2. (c. ahbâb) yol arkadaşı, (bkz: hem-râh).
hibb (a.s.) hîlekâr, aldatıcı, kurnaz, (bkz: habb, hubb).
hibbân (a.s. hibb'in c.) sevgililer.
hibbe (a.i.c. hibeb) paçavra, kesilmiş kumaş parçası.
hibe (a.i.c. hibât) bağışlama; bağış.
hibeb (a.i. hibbe'nin c.) paçavralar, kesilmiş kumaş parçaları.
hibe-nâme (a.f.b.i.) birine bir şey bağışlamak üzere yazılan senet.
bibere (a.i.c. hiberât, hiber) bir çeşit çubuklu elbise.
hibr (a.i.c. ahbâr, hubûr) 1. hoca, öğretmen. 2. mürekkep. 3. Yahudi âlimi, bilgini, (bkz: habr).
hibre (a.i.) bir şey hakkındaki bilgi ve tecrübe, (bkz: hibret).
Ehl-i hibre bilirkişi, (bkz ehl-i vukuf).
hibret (a.i.) bir şey hakkındaki bilgi ve tecrübe, (bkz: hibre).
hibrîr (a.i.c. habârîr) dağ çiçeği.
hicâ (a.i.) bilmece, bulmaca, yanıltmaca.
hicâ' (a.i.) hicvetme, yerme.
hicâb (a.i.c. hücüb) 1. utanma, sıkılma. 2. perde, (bkz: hâil).
hicâb-ı ebr bulut perdesi.
hicâb-ı çihre yüz örtüsü.
hicâb-ı hâciz 1. anat. hicâb-ı sadr da denilen, göğüs ile karnı ayıran ince ve geniş zar, fr. diaphragme. 2. fz. dürbünlerde, fotoğraf makinelerinde objektif açıklığını büyütüp küçülten düzen, diyafram.
hicâb-ı kalb anat. kalbin boşluğunu hücrelere taksîm eden zarlardan her biri.
hicâb-ı meşîmî anat. rahimde cenîni (küçük çocuğu) saran zar.
hicâb-ı müstabtın anat. plevra.
hicâb-ül-cevf, hicâb-ül-kebed anat. diyafram.
hicâbât (a.i. hicâb'ın c.) tılsımlar, şirinlik muskaları.
hicâbet (a.i.) 1. kapıcılık; perdecilik. 2. mâbeyncilik, teşrifatçılık, hükümet veznedarlığı. 3. Kabe perdeciliği [babadan oğula kalır].
hicâbî (a.s.) zarla ilgili, perde ile ilgili. [müen. "hicâbiyye" dir].
hicâc (a.i.) anat. gözün ikinci tabakası.
hicâc (a.i. hüccet'in c.) hüccetler, deliller, vesikalar, senetler, (bkz: hücec).
hical (a.i. hacle'nin c.) gelin odaları.
Rabbât-ül-hicâl (hacle sahipleri) gelinler.
hicâl (a.i. hecl'in c.) çukurlar, uçurumlar.
hicâm (a.i.) ağızlık [hayvan için].
hicâmet (a.i.). (bkz. hacâmet).
hicân (a.i. hecîne'nin c.) zool. hecinler.
hicâr, hicâre (a.i. hacer'in c.) taşlar.
Hicâz (a.h.i.) Arap yarımadasında, Mekke ve Medine'nin bulunduğu ülke.
hicâz (a.i.) müz. Türk müziğinin 8 numaralı basit makamıdır, en eski zamanlardan olup, hâlen de en büyük rağbetle kullanılmaktadır. Bugün elde bulunan Türk müziği eserlerinde en ziyâde kullanılan makam hicazdır. Hicaz makamı hicaz dörtlüsüne rast beşlisi ilâvesinden ibarettir. Durağı dügâh ve güçlüsü -dördüncü derecesi olan- nevadır. Dizisi inici çıkıcıdır. Donanımına si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur. Niseb-i şerife sayısı l dir. Orta sekizlikteki sesleri -pest-den tize doğru- şöyledir dügâh, dik-kürdî, nim hicaz, neva, hüseynî, eviç, gerdaniye ve muhayyer.
hicâz-acem (a.b.i.) müz. en az altı asırlık mürekkep bir Türk müziği makamı olup adı Hızır bin Abdullah'ın edvarında terkipler arasında geçer.
hicâz âilesi (a.t.b.i.) müz. hicaz, uzzâl, hümâyûn ve zirgüle makamlarından mürekkep grupa verilen isimdir ki, bu dört makam çok defa -birbirlerine fazla benzediklerinden- karışık kullanılmışlardır. Bu benzerlik umumiyetle her dört makamın hicaz dörtlüsü veya beşlisi ile başlamasından doğmuştur.
hicaz-aşîran müz. en eski belgeleri XIX. yy. ortasında olan makam.
hicâz-büzürg (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin, en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup, elde bir nümunesi yoktur.
hicâzeyn (a.i.c.) 1. iki hicaz. 2. müz. III. Selîm'in terkîbettiği mürekkep makamlardan biridir. Bugün elde bu makamdan bir parça bulunmamaktadır. Makam, hicaz ile. âşîranda hicaz makamlarından mürekkep olduğu için bu ad verilmiştir. Terkibindeki ikinci dizi ile aşîran perdesinde kalır. Güçlüler, birinci derecede hicazın durağı ve aşîran'da hicazın güçlüsü olan dügâh ve ikinci derecede de hicazın güçlüsü olan nevâ'dır. Donanımına hicaz gibi si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur ve âşîranda hicazın geçtiği yerlerde si ve fa bekarlaştınlarak, sol için bir bakıyye diyezi katılır.
hicâz-gerdâniye (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık makamlarından olup, elde nümunesi yoktur.
hicâz-geveşt (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup, elde nümunesi yoktur.
hicâz-ı hicâz müz. Türk müziğinin en az iki buçuk üç asırlık bir mürekkep makamı olup elde nümunesi yoktur.
hicâz-ı ırâk müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
hicâz-ı muhâlifek müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi yoktur.
hicâz-ı Türkî müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hicâzî ısfahan (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az beş asırlık mürekkep makamlarından olup adı Ali Şah bin Hacı Büke'nin edvarında geçer.
hicâzî-uşşâk (a.b.i.) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Bu makam adsız bir Bektaşi nefesinde görülmüş olup Rauf Yekta Bey tarafından adlandırılmıştır. Terkibi hicaz ve hümâyun makamına uşşak veya hüseynî makamının ilâvesinden ibarettir. Uşşak veya hüseynî dizisi ile dügâh'da durur. Güçlüleri birinci derecede -hicaz, hümâyûn ve uşşak makamlarının güçlüsü olan- neva ve ikinci derecede de -hüsey-nî'nin güçlüsü olan- hüseynî'dir. Donanımına hicaz gibi si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur. Uşşak için bu üç perde bekar yapılır ve si koma bemolü alır. (hüseynî için si bekar ve si koma bemolü ile do bekar yapılır ve fa bakıyye diyezi muhafaza edilir).
hicaz-kâr (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin şed makamlanndandır. Tahminen 170 sene önce terkîbedilmiştir. Rağbetle kullanılmış bir makamdır; çok husûsî bir eda taşıyan bir diziye mâliktir. Zirgüle basîtesinin rast (sol) perdesindeki şeddidir, (evcârâ'nın bir yarım ses tizinde kalan şekli olur) güçlüsü -beşinci derecesi olan- nevâ'dır. Dizisi inicidir, niseb-i şerife sayısı, zirgülede olduğu gibi, l dir. Donanımına si koma mi ve la bakıyye bemolleri ile fa bakıyye diyezi konulur. Şu hâle göre orta sekizlideki sesleri şöyledir (özden peşte doğru) gerdaniye, eviç, hisar, neva, çargâh, segah, zirgüle ve rast. Ancak bestekârların hicazkar eserlerde sıkça ve karışık olarak nihâvend ve yegâhda hicaz ile rastda hicaz (donanımı si ve mi koma ve la bakıyye bemolleridir) geçkileri yapmış olduklarını ilâve etmek lâzımdır.
hicazkâr-kürdî (a.b.i.) müz. kürdî'li hicazkâr'ın eskiden ve az kullanılmış olan birinci şekline (ki hicazkâr ile rast'da kürdî'den mürekkeptir) verilmiş bir ad. (bkz: kürdî'li hicazkar).
hicazkâr-pûselik (a.f.t.b.i.) müz. Santûrî Edhem Efendi'nin terkîbettiği ilk makamdan biridir; hicazkâr makamına bir pûselik beşlisi ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik beşlisi ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede -hicazkâr'ın güçlüsü olan- nevâ'dır. Donanımına, hicazkâr gibi, si koma, mi ve la bakıyye bemolleri ile fa bakıyye diyezi konulur; pûselik beşlisi veya pûselik makamı için, bütün bu arızalar bekar yapılır ve sol için bakıyye diyezi (yeden olarak) kullanılır.
hicâz-mâye (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hicâz-nevrûz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır.
hicâz-pûselik (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Dede Efendi tarafından terkîbedilmiştir. Makam, hicaz'a pûselik beşlisi veya makamı ilâvesinden mürekkeptir. Pûselik ile dügâhda kalır. Güçlü birinci derecede -hicaz'ın güçlüsü olan- nevâ'dır. Donanımına hicaz gibi si bakıyye bemolü ile fa ve do bakıyye diyezleri konulur. Pûselik için bu arızalar düzeltilir ve yeden olan sol, bakıyye diyezi alır.
hicâz-selmek (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
hicâz-şehnâz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
hicâz-zemzeme (a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az bir buçuk iki asırlık mürekkep makamlarından olup, nümunesi kalmamıştır. Hicaz'dan sonra, kürdî dörtlüsü ile mensup, kalmaktan ibarettir.
hicâzî (a.s.) 1. Hicaz'a Hicaz'la ilgili. 2 . Hicazlı.
hicce (a.i.) bir kerre hacca gitme.
hiccet-ül-vedâ (veda haccı) vefatından bir yıl önce Hz. Muhammed'in Mekke'ye yaptığı son hac.
hicîr (a.i.) huy, âdet, tabiat.
hicr (a.i.) 1. ayrılık, (bkz: cüdâyî, fürkat). 2. sayıklama, saçmalama.
hicrân (a.i.) l. ayrılık, (bkz: firak, fürkat, iftirâk). 2. unutulmaz acı, keder, iç acısı.
hicrân-meâl (a.b.s.) hicran anlatan, hicran bildiren.
hicrân-zede (a.f.b.s.) hicrana uğramış, hicranlı.
hicret (a.i. hecr'den) l . tar. memleketten memlekete göç. 2. Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki, islâm takviminde târih başı sayılır.
hicret-i nebeviyye Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi.
hicrî (a.s.) 1. tar. hicretle ilgili. 2. târih başı olarak hicreti alan Hicrî 1298 târihinde.... [müen. "hicriyye" dir].
hicv (a.i.) ed. biriyle, şiir yoluyla alay etme, şiir yoluyla birini gülünç hâle koyma, yerme, [kelimenin aslı "hecv" dir].
hicvî (a.s.) ed. hicivle ilgili; yermeli.
hicviyyât (a.i. hicviyye'nin c.) ed. hicivle ilgili şiir ve manzumeler.
hicviyye (a.i.c. hicviyyât) ed. hiciv sözü veya yazısı, taşlama.
hîç (f.zf.) 1. yok denecek kadar az olan; yok olan. 2. s. ehemmiyetsiz, değersiz. 3. Neyzen Tevfik'in bir şiir kitabının adı.
hîç-â-hîç (f.s.) hiç yok, bomboş.
hîçî (f.i.) hiçlik, yokluk.
hîç-kâre (f.b.s.) işi rast gitmeyen.
hîç-kes (f.z.) hiç kimse.
hida' (a.i.) hile, düzen, kurnazlık, oyun.
hidâb (a.i. hadeb'in c.) kanburluklar, yumruluklar.
hidâb (a.i.). (bkz. hizâb).
hidâb-âlûd (a.f.b.s.) renkli, renk renk.
hidâc (a.s.) kusur, noksan, eksik [ibâdette].
hidâce (a.i.c. hadâic) deve sırtına vurulan yük.
hidâd (a.i.) bir dul kadının matem tutup süsten vazgeçmesi.
hidâdet (a.i.) demircilik.
hidâk (a.i. hadeka'nın c.) göz bebekleri. (bkz. ahdâk).
hidâl (a.s. hadle ve hadlâ'nın c.) kolları bacakları semiz, etli olan kadınlar,
hidâm (a.i. hademet'in c.) deve ayağına bağlanan kayışlar, halkalar, ayak bilezikleri; ayak köstekleri.
hidân (a.s.) ahmak.
hidâs (a.i.) son, nihayet, bitim.
hidâş (a.i.) tırmalama.
hidât (a.i. hâdî'nin c.) hidâyeti, doğru yolu gösterenler, (bkz. hâdî).
hidâye (a.i.) zool. çaylak.
hidâyet (a.i.) 1. hak yoluna, doğru yola kılavuzlama. 2. erkek adı.
hiddet (a.i.) 1. öfke. 2. keskinlik,
hiddet-i basar göz keskinliği.
hiddet-i seyf, hiddet-i tîg kılıç keskinliği.
hiddet-i zekâ zekâ keskinliği.
hidem, hidemât (a.i. hidmet, hizmet'in c.) hizmetliler, hizmetler, işler, vazifeler.
hidemât-ı şâkka toprak kazmak, taş taşımak gibi mahkûmlara gördürülen ağır hizmetler, fr. travaux forces. [1274 tarihli Ceza Kanununda mevcut "kürek" ve 1286 tarihli Askerî Ceza Kanunnâmesinde mevcut "pranga-bent" cezaları bu nevîdendirler].
hidmet (a.i.c. hidemât) 1. iş, hizmet, vazife (görev). 2. iş görme, birinin işini görme.
hidmet-i askeriyye askerlik hizmeti, görevi.
hidmet-i yârân-ı safâ safa dostlarının hizmeti.
hidmet-güzâr (a.f.b.i.) 1. hizmet-güzâr, şunun bunun işini görüveren. 2. komisyoncu.
hidmet-kâr (a.f.b.i.) hizmetkâr, hizmetçi [daha çok erkek].
hidmet-kârî (a.f.b.i.) hizmetkârlık, hizmetçilik.
hîfe (a.i.) . (bkz. havf).
hiffet (a.i.) 1. hafiflik. 2. hoppalık.
hiffet-i mizâc hafifmeşreptik, hoppalık.
hîk (f.i.) tulum.
hîk-i şerâb şarap tulumu.
hikâyât (a.i. hikâyet'in c.) hikâyeler.
hikâye, hikâyet (a.i.c. hikâyât) 1. anlatma. 2. roman. 3. masal. 4. olmuş bir hâdise.
hikâye-i ma-sebak geçmişi hikâye etme.
hikâye-nüvîs (a.f.b.i.) hikâye yazan, hikayeci, romancı.
hikâye-nüvîsî (a.f.b.i.) hikâye-nüvislik, romancılık.
hikâye-perdâz (a.f.b.s.) hikâye söyleyen, hikayeci.
hîkçe (f.i.) küçük tulum.
hikem (a.i. hikmet'in c.) hikmetler.
hikemî (a.s.) hikmet ve felsefe ile ilgili söz ve düşünce, [kelimenin aslı "hikmî"dir].
hikemî vâdî ed. Dîvan şiirinde felsefeye ve fikre önem veren edebî çığır.
hikemiyyât (a.i.c.) hikmet ve felsefe ile ilgili söz ve düşünceler.
hikka (a.i.) dört yaşına giren dişi deve.
hikke (a.i.c. hikek) kaşıntı.
hikmet (a.i.) 1. hakimlik. 2. sebep.
Dostları ilə paylaş: |