hüzzâm-ı cedîd müz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Tahminen iki asır evvel terkîbedilmiştir. Irak makamının pest dörtlüsünün (yânî ırak perdesindeki segah dörtlüsünün) segâh'a ilâvesinden rûy-i ırak, müstear'a ilâvesinden revnaknümâ, hüzzâm'a ilâvesinden de hüzzâm-ı cedît makamları teşekkül etmektedir. Makam, sözü geçen dörtlü ile ırak perdesinde kalır. Güçlüler birinci derecede hüzzâm'ın güçlüsü olan neva, ikinci derecede hüzzâm'ın durağı ve dörtlüsünün son sesi olan segâh'dır. Donanımına ırak gibi "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur ve hüzzâm'ın "mi" bakıyye bemolü nota içerisinde ilâve olunur.
hüzzâm-ı kadîm müz. Türk müziğinin en az bir buçuk iki asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
hüzzâm-ı rûmî müz. Türk müziğinin en az iki iki buçuk asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
ı (ha.) Osmanlı alfabesinde "elif ve "ayın" harfleriyle başlayan ve kalın esreli okunan kelimelerin sesini karşılar.
ıbt, ıbıt (a.i.) anat. omuzun iç ve alt tarafı, koltuk.
ıbtiyye (a.i.) anat. koltuğa ait, koltukla ilgili.
Hufre-i ıbtiyye hek. koltukaltı çukuru.
ıdâa (a.i.). (bkz. ızâa).
ıdhâk (a.i. dihk'den) güldürme, güldürülme.
ıdlâl (a.i. dalâl'den) dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma; azdırma.
Girîve-i ıdlâl sapıtkanlığın, içinden çıkılmaz yolu. (bkz: ızlâl).
ıdlâliyyât (a.i.c.) insanı azdıracak, yoldan çıkaracak bahis ve düşünceler.
ıhlamur (a.i.) kerestesi makbul olan ve çay gibi kurutularak içilmeğe elverişli güzel kokulu ve şifalı çiçeği bulunan bir ağaç.
ıhn (a.i) boyalı sof [kumaş],
ıhn-ı menfûş didilmiş kumaş.
ık'âd (a.i. kuûd'dan) 1. oturtma [bir nesneyi veya kişiyi]. 2. yüksek bir yere çıkarma, (bkz: iclâs).
ıkâl (a.i.) deve ayağına bağlanan bağ, köstek.
ık'âr (a.i.) derinletmek, derinletilmek, derinleştirmek, derinleştirilmek.
ıkbân (a.i. ukâb'ın c.) karakuşlar.
ıkbâz (a.i. kabz'dan) elde tutturma, satın aldırarak elde tutturma.
ıkd (a.i.c. ukud) 1. gerdanlık. 2. inci dizmeğe mahsus iplik. 3. inci dizisi. 4. hurma salkımı.
ıkd-ı mufassal aralıklı şeylerle ayrılmış gardanlık.
ıkd-i Süreyyâ astr. Ülker denilen ikişer ikişer karşılıklı yıldız kümesi.
ıkd-ı şeb-efrûz yıldızlar.
ıkd-ı şeb ü rûz gündüzün geceyi takip etmesi.
ıkfâl (a.i.) kilitleme[k].
ıkhâr (a.i.) kahr etme, olma, edilme; kahredilmiş olma.
ıkhâr-ı düşmen düşmanın kahrolması.
ıklâb (a.i.) tersine çevirme, çevrilme; aksine döndürme, döndürülme, (bkz: taklîb).
ıklâl (a.i.) azaltma, azaltılma.
ıklîd (a.i.c. akalîd) anahtar.
ıklîm (a.i.c. ekalim) 1. bir bölgenin, ortalama hava şartlarıyla beliren hâli. 2. memleket, diyar, ülke.
ıklîm-i bahrî coğr. deniz iklimi.
ıklîm-i berrî coğr. kara iklimi.
iklîmî (a.s.) iklim ile 'ilgili, 'iklimsel, fr. climatique.
ıkmâ' (a.i.) 1. birini aşağılama. 2. gelen birisini geriye döndürme.
ıkmâh (a.i.) kibir ve azametle kafa tutma.
ıkmâr (a.i.) ayın doğmasını bekleme.
ıkmâs (a.i.) suya daldınp çıkarma.
ıknâs (a.i.) aşağılık bir kimse iken asalet, soyluluk iddiasında bulunma.
ıknât (a.i.) 1. Allah'a dua etme, yalvarma. 2. inkisar etme. 3. namazda kıyamı uzatma ve hacce devam etme.
ıksâ (a.i.) uzaklaştırma; uzaklaştırılma.
ıksâ-yi âmâl isteklerinden uzaklaştırma.
ıksâm (a.i.) yemin etme, andiçme.
ıksâr (a.i.) elinden geldiği halde ihmâl etme, yapmama.
ıksat (a.i.) hakkaniyet, doğruluk gösterme.
ıktâ' (a.i. kat'dan) 1. pâdişâhın toprak bağışlaması. 2. matûan ihale. 3. delil göstererek susturma.
ıktâât (a.i. ıktâ'ın c.), (bkz. ıktâ').
ıktâât-i mevkufe ["ku" uzun okunur] huk. [eskiden] ülülemr tarafından beytülmalde istihkakı olan bir zâte temlik suretiyle îtâ veya beytülmalden müsevvigat-ı şer'iyye'si dâiresinde iştira, yahut ülülemir'in müsaadesiyle bervechi mülkiyet ihya edilmiş olup mâliki canibinden bir cihete vakfedilen arâzi.
ıktâr (a.i.) damlatma, damlatılma.
ıktıdâ' (a.i.) uyma, tâbi olma.
ıktıdâen (a.zf.) ıktıdâ suretiyle, uyarak, tâbi olarak.
ıktifâ' (a.i. kafâ'dan) uyma niyetiyle ardına düşme, arkasından gitme.
ıktifâen (a.zf.) örnek tutarak, izinden giderek.
ıkvâl (a.i.) birinin söylemediği bir sözü, söyledi diye iddia etme.
ıkvâliyyât (a.i.c.) lüzumsuz iddialar, sözler, söylenmediği halde, söylendi diye iddia edilen sözler.
ınnîn (a.s.) iktidarsız, kısır, güçsüz, puluç, fr. impuissant.
Irâk (a.h.i.) Dicle nehrinden aşağı Basra'ya kadar Sat Suyu'nun iki tarafı.
Irâk-ı Arab (Arap Irakı) Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan ve Bağdat'ın kuzeyine kadar uzanan arazîye Osmanlılarca verilen bir ad.
Irâk-ı Acem (Acem Irakı) Irak'ın Dicle nehrinden itibaren Iran hududundaki yüksek dağlık mmtakaya kadar uzanan bölgesine Osmanlılarca verilen bir ad. ikisine birden Irâkayn (iki Irak) denir.
ırâk (a.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Eskiden en çok kullanılan makamlardan olmasına rağmen, son asırda nadiren kullanılmıştır. Bu makam, segah dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi ile bir uşşak dörtlüsünün birleşmesinden meydana gelmiştir; bunlara ekseriya bir de neva perdesindeki pûselik dörtlüsü ilâve edilir. Makam segah dörtlüsü ile ırak perdesinde kalır. Güçlüsü birinci derecede dügâh perdesidir. Donanımına "si" koma bemolü ile "fa" bakıyye diyezi konulur; pûselik dörtlüsü kullanılan yerde "fa" sesi bekar yapılır. Irak, çıkıcı bir makamdır; inici şekline eviç denilir. Bünyesinde 3 adet dörtlünün sesleri, pestten tîze doğru şöyledir ırak, rast, dügâh, segah, (ırak'da segah dörtlüsü), dügâh, segah, çargâh, neva (yerinde uşşak dörtlüsü), neva, hüseynî, acem, gardâniye (nevâ'dan pûselik dörtlüsü).
ırâk-gerdâniye müz. Türk müziğinin en az alo asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâkan, ırâkeyn (a.i.c.) Irak'ta bulunan iki şehir. Media, Bâbil.
ırâk-geveşt (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâk-ı acem müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâkî, ırâkıyye (a.s.) Iraklı olan; Irak ile ilgili.
ırâk-mâye (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâk-nevrûz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâk-selmek (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırâk-şehnâz (a.f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ırdâ' (a.i.) süt emzirme, (bkz: ırzâ').
ırgaf ("ga" uzun okunur, a.i.) hırsla bakma, hızla yürüme.
ırk (a.i.c. urûk) 1. kök, asıl. 2. damar.
ırk-ı lîfî anat. kılcal damar.
ırk-ı nabz anat. atardamar.
ırk u güher damar ve maya. 3. nesil, zürriyet, sülâle, soy.
ırk-ı ahmer kızıl soy, kızıl derili.
ırk-ı asfer sarı soy, san derili.
ırk-ı ebyaz ak soy, beyaz derili.
ırk-ı esved siyah soy, siyah derili.
ırk-ı gayret soydan gelen hamiyet veya kıskançlık.
ırk-un-nesâ hek. siyatik, [doğrusu"arakün-nisâ"dır].
ırk-us-sûs bot. meyan kökü.
ırk-üz-zeheb bot. altın kökü denilen bir bitki.
ırkıy, ırkıyye (a.s.) ırka ait, ırkla ilgili.
ırkıyyât (a.i.c.) etnoloji, fr. ethnologie.
ırs (a.i.) karı ile kocadan herbiri.
ırz (a.i.c. a'râz) 1. şan ve şeref, namus, iffet.
Ehl-i ırz namuslu kimseler. 2. perde.
Hetk-i ırz namus perdesini yırtma.
ırza (a.i.) otu çok olan yer, çayırlık.
ırzâ' (a.i.) emzirmek, emzirilmek.
ırzâ-i etfâl çocukların emzirilmesi.
ırzâ-i gayr-i mâderi (çocuğu) hayvan sütüyle besleme.
ırzâ-i mâderî (çocuğu) ana sütüyle besleme.
ırzâ-i sınâî (çocuğu) emzikle besleme.
ıs'âb (a.i. sa'b'dan) güç ve zor olma, güçleştirme, güçleştirilme.
ısâbe (a.i.c. asâib) 1. cemâat, topluluk. 2. başa sarılan sank, tülbent. 3. hek. yaraları sardıkları bağ, sargı bağı, bant.
ıs'âd (a.i. suûd'dan) yukarı çıkarma, yükseğe kaldırma, kaldırılma.
ısâga (a.i.) 1. eritilmiş şeyleri kalıba dökme, kalıba dökülme. 2. kuyumculuk etme.
ısâha (a.i.) kulak tutup dinleme.
ısâm (a.i.) göze çekilen sürme.
ıs'âr (a.i.) kibir ve gururla surat asma.
ısâre (a.i.) 1. çadır ipi. 2. çadır kazığı.
ısâta (a.i.) seslenme, ses çıkarma.
ısbâh (a.i.) sabah vakti, seher vakti.
Fâlik-ül-ısbâh Cenâbıhak. (bkz: fecr-i sâdık).
ısbı' (a.i.c. esâbi') parmak, (bkz: usbu'). [kelime Arapçada "ısbı', usbu', asba', asbı' " şeklinde de kullanılır].
ısdâ' (a.i. sadâ'dan) yankı, sesin bir yere çarpıp geri dönmesiyle duyulan ikinci ses.
ısdâ-i cebel dağın yankısı, (bkz: aks-i savt).
ısdâk (a.i.) verilecek parayı kadının nikâhında kararlaştırma.
ısdâr (a.i. sudûr'dan) sudur ettirme, ettirilme, çıkarma, çıkarılma.
ısfâ' (a.i.) seçip ayıklama; temiz bir duruma getirme.
ısfahân (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlanndandir. Pûselik beşlisi, dügâh perdesine nakledilmiş bir rast dörtlüsü ve beyatî makamından meydana gelmiştir. Beyatî'nin durağı ve üçlüsü olan dügâh ve neva perdeleri, İsfahan'ın da durak ve güçlüsüdür (pûselik beşlisi ile dügâhda'ki rast dörtlüsünün de esasen durak perdeleri dügâhtır). İsfahan'ın dizisi inici-çıkıcıdır. Donanımına beyatî gibi "si" koma bemolü konulur; pûselik beşlisi için "si" bekar ve rast dörtlüsü için "si" bekar ile sol bakıyye diyezi kullanılır. Eskiden beyatî makamına "ısfahan" denilirken, ısfahânek makamının terkibini müteakip birkaç asıdanberi ısfahânek yerine ısfahan denilmeye başlanmış, beyatî yeni bir bünyeye girmiş, ısfahânek de İsfahan'ın küçük bir fark gösteren şekline kalbolmuştur.
ısfahân cedîd (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamındandır. Kantemir'in peşrev ve saz semaîsi numune olarak kalmıştır.
ısfahânek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamıdır. Pûselik beşlisi ile başlaması ve bu beşlide biraz fazlaca gezinmesinden başka ısfahan makamından hiç bir farkı yoktur. Binâenaleyh başka bir makam îtibâr etmek imkânsızdır.
ısfahânek-i atîk müz. Nasır Abdülbaki'nin Tedkik ve Tahkik'inde adı geçen makam.
ısfahânek-i cedîd müz. Sultan III. Selîm'in bulduğu ısfahânek'i eskisinden ayırmak için verilen adı.
ısfahân-gerdâniyye (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-geveşt (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-ırâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-mâye (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-nevrûz (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-selmek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-şehnâz (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.
ısfahân-zemzeme (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır. Kürdî dörtlüsü ile dügâh'da kalan İsfahan'dan ibarettir.
ısfirâr (a.i. sufret'den) sarı olma, sararma.
ısfirâr-ı ayn gözün sararması.
ısfirâr-ı evrâk yaprakların sararması.
ısga' ("ga" uzun okunur, a.i.) 1. kulak verip söz dinleme. 2. söylenilen sözü dinleyip kabul etme ve yerine getirme.
ısgar ("ga" uzun okunur, a.i. sagîr'den) küçültme; hor ve hakir görme.
ıshâr (a.i. sıhriyyet'den) sıhriyet, akrabalık, hısımlık peyda etme; damat olma; damat edinme.
ıskat ("ka" uzun okunur, a.i. sukut'dan. c. ıskatât) 1. düşürme, düşürülme.
ıskat-ı cenîn çocuk düşürme. 2. yok etme. 3. hükümsüz bırakma. 4. ölünün azapsız kalması için dağıtılan sadaka.
ıskatât ("ka" uzun okunur, a.i. ıskat'ın c.), (bkz.ıskat).
ıskatât-ı mahza huk. [eskiden] talâk, i'tak gibi sırf ıskat olunan şeyler.
ıslah (a.i. sulh'den) iyi bir hâle koyma, iyileştirme, düzeltme.
ıslah-ı hâl kendi hâlini iyileştirme, düzeltme.
ıslah-ı zât-ül-beyn aralarındaki soğukluğu kaldırarak iki kişiyi uzlaştırma.
ıslahât (a.i. ıslâh'ın c.) düzeltme veya iyileştirme işleri.
ıslahât-ı adliyye adlî ıslahat.
ıslahât-ı askeriyye askerlikte yapılan yenilikler.
ıslahât-ı cedîde yeni düzenler, düzeltmeler.
ıslahât-ı mâliyye mâliyede yapılan yenilikler, düzeltmeler.
ıslahât-ı mülkiyye idarede yapılan yenilikler, düzeltmeler.
ıslahen (a.zf.) ıslâh ederek, düzelterek, ıslah yoluyla.
ıslah-hâne (a.f.b.i.) ıslahevi, suçlu çocuklan ıslah ve eğitme ve gerekirse cezalandırma maksadıyla çalışan kurum.
ıslahî, ıslahiyye (a.s.) düzeltmeye, iyileştirmeye dâir, düzeltme ile ilgili.
Tedâbir-i ıslahiyye düzeltme, iyileştirme tedbirleri.
ıslah-pezîr (a.f.b.s.) tamiri ve düzeltilmesi kabil olan.
ısmâm (a.i.) 1. sağırlaştırma. 2. şişenin ağzını tıkama.
ısmâm-ud-duâ nasihat yollu veya söylenilen kötü sözlere aldırış etmeyen [adam].
ısmât (a.i.) sükût ettirme, susturma, susturulma.
ısnâ' (a.i.) 1. yardım etme. 2. kalın-kafalı bir adamın gereği gibi öğrenmesi.
ısnân (a.i.) 1. darılma, gücenme. 2. ısrar etme, ayak direme. 3. kibirlenme.
ısr (a.i.) 1. kulağın küpe deliği. 2. ahd, yemin.
ısrâr (a.i.) ayak direme.
ısrâr-ı mahcûb-âne mahcupçasına ısrar.
ıstabl (a.i.) ahır.
ıstabl-i âmire pâdişâh sarayının ahin.
istaflîn (a.i.) bot. havuç.
ıstahar (a.h.i.) 1. iran'da bir şehir adı. 2. su birikintisi; havuz, göl.
ıstarah (a.i.). (bkz. ıstahar).
ıstıâd (a.i.) yükseğe çıkma, (bkz: suûd, tereffü').
ıstıbâb (a.i.) 1. damardan kan fışkırma. 2. dökülme.
ıstıbâg (a.i.) boyanma.
ıstıbâr (a.i. sabr'dan) 1. sabretme, katlanma. 2. sebat etme, dayanma.
istıdâm (a.i.) iki şeyin birbirine şiddetle çarpışması.
istıfâ' (a.i.) 1. bir şeyin hâlisini, temizini seçip alma. 2. seçme, seçkinlik. 3. ayıklama, ayıklanma, fr. selection. ["mustafâ" sözü bundan alınmadır].
ıstıfâ-i tenâsülî biy. eşeysel seçim, fr. selection sexuelle.
ıstıfâf (a.i.) saf bağlama, dizilme, sıralanma.
ıstıhâb (a.i.) 1. musahabe etme, konuşma; dostlukta bulunma. 2. saklama.
ıstılâ (a.i.) ateşte ısınma.
ıstılâh (a.i. sulh'den c. ıstılahât) ilim sözü, tâbir, terim, fr. terme.
ıstılahât (a.i. ıstılah'ın c.) ilim sözleri, tâbirleri, terimler, fr. termes.
Istılahât-ı Edebiyye Muallim Naci'nin 1889'da basılmış edebiyat bilgilerine dair eseri.
ıstılahî, ıstılahiyye (a.s.) ıstılaha mensup, ıstılahla ilgili.
ıstılah-perdâz (a.f.b.s.) tuhaf ve karışık kelimeler kullanan, ıstılah paralayan [kimse], (bkz. mustalâhî, müstelih).
ıstılah-perdâz-âne (a.f.zf .) ıstılah-perdâze, tuhaf ve karışık kelimeler kullanan kimseye, ıstılah paralayana yakışacak surette.
ıstılah-perdâzî (a.f.b.i.) ıstılah-perdazlık, ıstılah paralama.
ıstılah-perver (a.f.b.s.). (bkz.ıstılah-perdâz).
ıstılam (a.i.) 1. koparma, kesme; dibinden kesme. 2 . ekini soğuk vurma.
ıstınâ' (a.i.) seçme; adam seçme. (bkz. intihâb).
ıstınâ-i sıddîk sâdık dost seçme.
ıstırâh (a.i.) yardım isteme.
ıstırâm (a.i.) saygı gösterme.
ıstıyâd (a.i. sayd'dan) avlama, ava gitme, avlanma.
ıstıyâf (a.i.) bir yerde yazlamak, yazı geçirmek.
ısvâ' (a.i.) kuruma, rutubeti kaybolma.
ışâ' (a.i.c. ışâyâ) akşam ezanından yatsı ezanına kadar geçen zaman.
ışâân (a.i.c.) akşam ile yatsı.
ışâyâ (a.i. ışâ'nın c.) akşam ezanından yatsı ezanına kadar geçen zamanlar.
ışk (a.i.). (bkz. aşk).
ışka (a.i.) bot. sarmaşık [ot], (bkz: bıdısgan).
Işk-nâme (a.f.b.i.) XIV. yüzyıl şâirlerinden Mehmed'in 1398'de kaleme alıp Yıldırım Bayezid'in oğlu Süleyman Çelebi'ye sunduğu ve Hüma ile Ferruh arasında geçen aşkı anlatan mesnevisi.
ıtâm (a.i.) hek. idrar tutulması, idrar zorluğu.
ıt'âm (a.i. taâm'dan). (bkz. it'âm).
ıt'âm-ı muhtâcîn yoksullara yemek yedirme, yoksulları doyurma.
ıt'âmiyye (a.i.) . (bkz. it'âmiyye).
ıtâre (a.i.) uçurma, uçurulma.
ıtâret (a.i.) attarlık, aktarlık.
ıtâş (a.s. atşân'ın c.) susamış olanlar.
ıtbâk (a.i.) kapak peyda etme, kaplama.
ıtbâk-üz-zeheb altın kaplama.
ıter (a.i. ıtret'in c.) nesiller, zürriyetler, akrabalar.
ıtfâk (a.i.) maksadına eriştirme.
ıtga ("ga" uzun okunur, a.i.) azdırma, azdırılma.
ıtk (a.i.) köle veya câriye azâdetme.
ıtk ale-l-cu'l huk. [eskiden] cins ve miktarı malûm, mütekavvim bir mal üzerine yapılan îtaktır ki, memlûk bunu duyup bildiği mecliste kabul edilince derhal azat olur, velevki o malı filhal tediye etmesin.
ıtk ale-l-mâl bir kölenin belirli bir mal karşılığında azat edilmesi.
ıtk-ı ba'z huk. [eskiden] memlûkü kısmen azâdetme. [meselâ mevlânın kölesine"senin nısfını azâdettim" demesi gibi].
ıtk-ı cüz. (bkz: ıtk-ı ba'z).
ıtk-ı küll huk. [eskiden] memlûkü tamamen azâdetme.
ıtk-ı muallak huk. [eskiden] bir şana talik suretiyle vuku bulan ılıktır, ["şu işi yaparsan hürsün!" denilmesi gibi].
ıtk-ı muzâf huk. [eskiden] bir zamana izafe edilmiş olan ıtık. ["sen şu ayın nihâyetinde hürsün" denilmesi gibi].
ıtk-ı mübhem huk. [eskiden] müteaddit memlûklerden lâalettâyin birini veya birkaçını azâdetme. [bir mevlânın iki kölesine hitaben"sizden biriniz hürsünüz" demesi gibi].
ıtk-ı müneccez huk. [eskiden] bir şartla muallak, bir zamana muzâf olmayan ıtık. ["sen hürsün seni azâdettim" diye yapılan mklar gibi ki, köle veya câriye derhâl azat olmuş olur].
ıtk-ı müşterek huk. [eskiden] iki veya daha ziyâde kimsenin mâlik oldukları bir köle veya cariyeyi birlikte azâdetmeleri.
ıtk-un neseme huk. [eskiden] azâdedilmek üzere alınmış olan köleyi azâdetme. [vasînin müteveffa mûsî adına bir köle alıp azâdeylemesi].
ıtk-nâme (a.f.b.i.) köle veya câriye azâd etmeyi tevsik eden yazı, azad, salıverme kâğıdı.
ıtlâ' (a.i.) 1. havaî şeylere heves etme. 2. bir şeyin üstüne bir şey sürme.
ıtlâ' (a.i. tulû'dan) bildirme, haberli kılma.
ıtlak (a.i. talk'dan) 1. salıverme, koyuverme.
ıtlak-ı inân (dizgini salıverme) başı boş bırakma.
ıtlak-ı lisân ağzına geleni söyleme.
ıtlak-ı yed hayır işleme. 2. boşama"zevcesini ıtlak etti". 3. hapis ve şâir cezadan kurtarma, affetme.
ıtlâl (a.i.) 1. zamanı heder etme, zamanı boşuna geçirme. 2. bir şey üzerine yüklenme, havale olma.
ıtlıhâh (a.i.) göz yaşarma, gözden yaş akma.
ıtlınsâ' (a.i.) çok terleme.
ıtmâ' (a.i. tama'dan. c. ıtmâât) tamaa düşürme, hırslandırma; kışkırtma.
ıtmâât (a.i. ıtmâ'ın c.) tamaa düşürmeler.
ıtmâh (a.i.) gözü yukarı dikme, yukarı bakma.
ıtmâiyyât (a.i.c.) tamaa düşürmek için söylenen sözler.
ıtmâl (a.i.) mahvetme.
ıtmi'nân (a.i.). (bkz: itmînân, tuma'nînet).
ıtnâb (a.i.) sözü uzatma, lüzumsuz tafsilât ile haşve boğma.
ıtnâb-ı makbûl bahsi iyice anlatmak gibi bir fayda düşünülerek yapılan ıtnab.
ıtnâb-ı muhill ed. fazlalıklar yüzünden istenilen mânâyı vermeyen söz.
ıtnâb-ı mümill ed. bıktıracak, usanç verecek kadar sözü uzatma.
ıtnâbe (a.i.) 1. gölgelik, (bkz: sâyebân, mazalle). 2. keman kirişi, teli.
ıtnân (a.i.) madenî bir ses çıkartma, çınlatma.
ıtr (a.i.) 1. güzel ve lâtif koku. 2. bot. sardunyagillerden, yapraklan tırtıklı ve güzel kokulu bir nebat, fr. geranium.
ıtr-ı müsellesî miks, anber ve benzeri hoş kokulu nesnelerden olma koku.
ıtr-ı şâhî bot. güzel bir koku.
ıtrâ' (a.i. tarâvet'den) mübalâğalı, aşırı derecede medhetme, övme.
ıtrâb (a. i. tarab'dan) keyfe, şevke getirme.
ıtrâd (a.i.) biriyle bahse girişme.
ıtrâf (a.i.) göz yumma; evvelce verilmeyen bir şeyi verme.
ıtrâh (a.i. tarh'dan) tarhetme, çıkarma, dışarı atma.
ıtret (a.i.c. ıter) nesil, zürriyet.
ıtret-ün-nebiyy (a. it.) Hz.Muhammed'in sülâlesi.
ıtr-feşân, ıtr-efşân (a.f.b.s.) güzel koku saçan.
ıtrî (a.s. ve i.) aynı soydan gelen, soydaş.
ıtrî, ıtriyye (a.s.) kokulu, güzel koku ile ilgili
Mevâdd-ı ıtriyye güzel kokulu maddeler.
ıtrîh (a.i.) devenin yüksek, büyük hörgücü.
ıtriyyât (a.i.c.) güzel ve lâtif kokulu yağlar, güzel kokulu esanslar; lavanta ve benzeri nesneler.
ıtr-nâk (a.f.b.s.) güzel kokulu.
ıtr-şâhî (a.f.b.i.) bot. baklagillerden tırmanıcı bir süs bitkisi.
ıttılâ' (a.i.) kokulu şeyler sürünme.
ıttılâ (a.i. tulû'dan. c. ıttılaât) öğrenme, tanıma, bilme, haberli olma.
ıttılaât (a.i. ıttıla'ın c.) öğrenmeler, tanımalar, bilmeler, haberli olmalar.
ıttılak (a.i.) inşirahlı olma.
ıttırâd (a.i. tard'dan) 1. birini tâkîbetme; muntazam tarzda cereyan etme. 2. fel s.bir üslûpta giden, ritim.
ıttırâden-li-l-bâb bâbın kaidesine uygun gelmek için.
ıtvâl (a.i.) uzatma, uzatılma.
ıvazen (a.zf.) karşılık olarak, karşılığında.
ıyâd (a.i.) ismâilî grupundan büyük bir Arap kabilesinin adı.
ıyâdet (a.i.) 1. hatır sorma, ziyaretinde bulunma, gidip görme. 2. hasta ziyaret etme, hasta ziyareti.
ıyâdeten (a.zf.) hatır sorarak [hasta hakkında].
ıyâfe (a.i.) kuş ile fala bakma.
ıyâl (a.i.) 1. bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kimseler. 2. kadın, eş. (bkz.zevce).
Evlâd ü ıyâl çoluk çocuk.
Kesîr-ül-ıyâl geçindirmek zorunda bulunduğu kalabalık bir ailesi olan. (bkz. hôrende-gân).
ıyâr (a.i.). (bkz: ayâr).
ıyâr-dân (a.f.b.s.) ölçü, değer bilir. (bkz. ayâr-dân).
ıyâz (a.i.) sığınma, (bkz: ilticâ).
ıyâzen (a.zf.) sığınarak.
ıyâzen b'-illâh Tanrı'ya sığınarak.
ıyn (a.s. aynâ'nın c.), (bkz: îyn).
ıza (a.i.) vaiz, nasihat, öğüt. (bkz: pend).
ızâa (a.i.) kaybetme, mahvetme, edilme.
ız'âf (a.i.) 1. zayıflatma, zayıflama. 2. bir şeyin üzerine bir misli koyma, koyulma.
ızam (a.i.) büyüklük, büyük boy, irilik. (bkz. uzm).
ızâm-ı kasîre anat. kısa kemikler.
ızcâ' (a.i.) 1. yırtma. 2. yan üstüne yatma.
ızfâr (a.i.) birini tırnaklama; tırnaklanma. [biri tarafından].
ızlâk (a.i.) sürçtürüp kaydırma, kaydırılma.
ızlâk-ı akdâm ayakların sürçüp kayması.
ızlâl (a.i.) gölgelendirme, gölgeli olma.
ızlâl (a.i.) dalâlete düşürme, doğru yoldan çıkarma, azdırma, (bkz: ıdlâl).
ızlâliyyât (a.i.c.) ızlâl ile ilgili bulunan bahis ve düşünceler.
ızlâm (a.i.) 1. zulmette, karanlıkta bırakma. 2. karanlık, (bkz. zulmet).
ızmâmm (a.i. zamm'dan) zammetme, üzerine koyma, katma.
ızmâme (a.i.c. ezâmîm) cemaat.
ızmâr (a.i.) gönlünde gizleme, saklama, gözlenilme.
ızmâr-ı gayz kin saklama.
ızmâr kabl-ez-zikr ed. bir kelimenin zikrinden evvel ona ait zamir kullanma"O da olmuş vatancüdâ seyyar / Ne hazin ağlıyor şu ebr-i bahar" da "o" zamirinin bahar bulutuna ait olması gibi.
ıznân (a.i.) birini kabahatli bulma, kabahatli çıkarma.
ızrâf (a.i.) zarfa, kaba koyma.
ızrâm (a.i.) ateşi alevlendirme, tutuşturma.
ızrâr (a.i. zarar'dan) zarara sokma, ziyana uğratma.
ıztıbâ' (a.i.) Hac esnasında, usulüne uyarak ihrama sarınma.
ıztıcâ' (a.i.) 1. yan üstüne yatma. 2. namazda secde ederken koltuklan sıkarak göğüsü yere değdirme.
ıztımâr (a.i.) 1. ince belli, kannsız olma. 2. atı, idmanla yola dayanacak surette kuvvetlendirme.
ıztınâ' (a.i.) utanma, sıkılma.
ıztınâ-yi nisvân kadınların utanması.
ıztırâb (a.i. darb'dan. c. ıztırâbât) acı, elem, azap, sıkıntı; vesvese.
Dostları ilə paylaş: |