Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə104/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   100   101   102   103   104   105   106   107   ...   189

mubassır (a.i. basar'dan) 1. gözetici, bekleyici, bakıcı. 2. mekteplerde talebenin durumu ile yakından ilgilenen, düzenliği sağlayan kimse, (bkz: muîd). 3. gümrüklerde arayıcı kâtibi

mubâtaşa (a.i. batş'dan) [iki kişi] elleriyle birbirini kucaklamaya çalışma

muhattın (a.s. batn'dan) 1. kin tutan, içinden pazarlıklı. 2. karnı zayıf ve içine çökük olan

mûbed (f.i. c. mûbedân) ateşperestlerin reisi, büyük âlimi, bakîmi, filozofu

mûbedân (f.i. mûbed'in c.) ateşperestlerin reisleri, âlimleri, filozofları

mû-be-mû (f.b.zf.) kıl kıl, tel tel, birer birer, çok dikkatle, inceden inceye

mû-bend (f.b.i.) saç bağı. (bkz: mûy--bend)

mûbez (a.i.). (bkz. mûbed)

mûbid (A.i.) 1. Mecûsîlerin büyük mezhep me'muru. 2. hakîm, feylezof. 3. tedbirli; akıllı adam

mûceb (a.s. vücûb'dan) 1. îcâbetmiş, lâzımgelmiş. 2. bir söz veya emrin îcâbettiği şey, netîce. 3.i. büyük bir me'mûrun, kendisine sunulan evrakı tasdîk için ettiği işaret, paraf

mûceb-i akd huk. akit sebebiyle lâzım olan şey. [bir aşçı istîcâr olunduğunda o aşçının yemek pişirmesi îcâr akdinin mûcebidir]

mûceb-i cinayet huk. cinayetin hükmü demektir ki, üzerine terettübeden kısas, diyet, hükûmet-i adi gibi şeylerden ibarettir

mu'cem, mu'ceme (a.s.) 1. i'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı

Cim-i mu'ceme noktalı cim

Târîh-i mu'cem bir mısra beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabıyla yekûnunun delâlet ettiği târih. 2. ed. "ebced" hesabında noktalı harfleri hesâ-bedilerek düşürülen târih. 3. bir ilmi, müfre-dânyla belirten eser

mûcer (a.s. ecr'den) îcar edilen, kiraya verilen şey. (bkz: me'cûr)

mûcez (a.s. vecz ve vücûz'dan) 1. îcaz yoluyla, kısa, derlitoplu yazılmış olan. (bkz: muhtasar, mücmel). 2. i. g. s. bir yazı sitili

mûceze (a.s. vecz ve vücûz'dan) ["mûcez" in müen.]. (bkz: mücez)

mûcî (a.s. vecâ'dan) ağrıtan, acıtan

mûci' (a.s. vecâ'dan) veca, elem veren

mu'cib (a.s. aceb'den) i'câbeden, taaccübe, hayrete düşüren, şaşkınlık veren, (bkz: muaccib)

mûcib, mucibe (A.s. vücûb'dan) l. îcâbeden, lâzımgelen, gereken, gerektiren. 2. i. sebep, vesîle

Bilâ-mûcib sebepsiz, hiç yoktan

Esbâb-ı mucibe gerektiren sebepler, gerekçe

Kazıyye-i mucibe mant. olumlu önerme

mûcib-i ar, mûcib-i haya yüz kızartıcı, utandırıcı

mûcib-i tahallî süslenme sebebi

mûcib-i tahrîr-i tereke huk. [eskiden] mirasçılar arasında gaip, merkut, sagir bulunduğu veyahut mirasçılardan biri tarafından talep vuku bulduğu takdirde şer'iye mahkemesi marifetiyle yazılması îcâbeden tereke

mûcib-i teyakkuz uyanıklığı icâbettiren

mûcib sebeb huk. gerekçe

mûcibât (a.i. mûcib'in c.) sebepler

mucibe (a.s.) mant. olumlu, (bkz: müsbet). fr. affirmatif

mu'cibe (a.i.) 1. taaccübolunacak, şaşılacak şey. 2. s. ["mu'cib" in müen.]. (bkz: mu'cib)

mûcid (a.s. vüc-ûd'dan) 1. vücut veren, îcâdeden, yerli bir şey meydana getiren. 2. fikir ve mânâ yaratan

mûcid-i hakîki Allah

mu'cir (a.i.) bir çeşit kadın başörtüsü

mucir (a.s. ecr'den) îcâr eden, kiraya veren [kimse]

mucîz (a.s. vecz ve vücûz'dan) icazet veren, izin veren

mu'ciz (a.s. acz'den) îcâzeden, acze düşüren, başkaları, -bir şey yapmada- geri bırakan; kimsenin yapamayacağı yolda olan

mûciz (a.s. vecz ve vücûd'dan) 1. îcâz eden, kısaltan. 2. kısa, toplu

mu'cizât (a.i. mu'cize'nin c.) tansıklar, mucizeler

mu'ciz-beyân (a.b.s.) anlatışı herkese benzemeyen [şâir, muharrir, kitap]

mu'ciz-dem (a.f.b.s.) nefesi mu'ci-ze te'sirli olan

mu'cize (a.i. acz'den. c. mu'cizât) tansık, tansuk, dîni teyit maksadıyla ve Allah'ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan harikulade işler, hareketler, haller, (bkz: keramet)

mu'ciz-edâ (a.b.s.) edası, tavrı başkalarının yapamayacağı kadar üstün olan

mu'cize-gû[y] (a.f.b.s.) mu'cize gibi söz söyleyen

mu'cize-kâr (a.f.b.s.) mucizeli

mu'cize-nümâ (a.f.b.s.) mucize gösteren, mucize derecesinde bir iş ortaya koyan

mu'cize-vî (a.s.) mucizeye ait, mucize ile ilgili, mucizeyi andıran

mû-çîne- (f.b.i.) cımbız, (bkz: minkaş)

mûd (f.i.) tavşancıl [kuş]

muda' (a.s. ved'den) kendisine emânet olarak verilmiş

mudalla' (a.i. dıl'dan) mat. çokgen, poligon

mudârebât (a.i. darb'den. mudâre-be'nin c.), (bkz. mudârebe)

mudârebe-i mukayyede tic. zaman ve mekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve sancı ile kayıtlı bulunan mudârebe. ["filân vakit veya filân yerde yahut filân cins mal al, sat, yahut filân kimselerle veya filân belde ahâlîsi ile alış veriş et" gibi]

mudârebe-i mutlaka tic. zaman ve mekânla ve bir çeşit ticâretle ve alıcı ve satıcı ile kayıtlı bulunmayan mudârebe

mudârib (a.s. darb'dan) 1. darbeden [birbirini], dövüşen. 2. mudârebe şirketinde, yânî bir yandan sermâye, öte yandan çalışmak üzere kurulan şirkette sermâyeyi kullanan adam

mudbık (a.s. dıbk'dan) leng. tumturaklı, söylenişi parlak görünüşlü

mudcir (a.s. ducret'den) sıkıntıda bulunan, sıkılmış, kaygılı

mudhak (a.s. dahk ve dehik'den) gülünecek adam, soytarı

nıudhik (a.s. dahk ve dehik'den) güldüren, güldürücü

mudhikât (a.i dıhk'den, mud-hike'nin c.) gülünecek şeyler, komediler, fr. comedies

mudhikât-ı dehr zamanın gülünecek şeyleri

mudhike (a.i. dıhk'den. c. mudhikât) gülünecek şey, komedi, fr. comedie

mudi' (a.s. ved'den) tevdî eden, emânet olarak bırakan, veren

mudi, mudîe (a.s. ziyâ'dan). (bkz. muzî')

mııdîk (a.s. dîk'den). (bkz. muzîk)

mu'dil (a.s.c. mu'dilât) güç, zor, çetin; fels. fr. complexe

mudil cümle gr. girişik cümle

mu'dilât (a.i. mu'dil'in c.) büyük, ağır, güç ve çetin olan işler

mu'dile (a.s.) ["mu'dil" in müen.]. (bkz. mu'dil)

mudili (a.s. dalâlet'den) dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkanp eğri yola saptıran

mudili gr. katışık fiil

mudille (a.i. dalâlet'den) doğru yoldan sapıtan, azdıran, baştan çıkaran

mu'dim (a.s.) idâmeden, yok eden, öldüren

mufaddal (a.s.) üstün kılınm

mufaddile (a.i.) Hz. Ali'ye, diğer eshâba tafdîledenler hakkında kullanılan bir tâbir

mufâgame (a.i.). (bkz. müfâgame)

mufahham (a.s. fahâmet'den) saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, kerem sahibi, îtibarlı

mufahham (a.s. fahm'den) kömürleşmiş, kömür hâlini almış

mufarrit (a.s. fart'dan) aşırı giden; eksik işleyen, kusur yapan

mufâsala (a.i.) ayrılm

mufassal (a.s. fasl'dan) tafsilli, tafsilâtlı, uzun uzadıya anlatılan

mufassala (a.s. fasl'dan) ["mufassal" in müen.]. (bkz: mufassal)

mufassalan (a.zf.) mufassal olarak, uzun uzadıya, sözü uzatarak, etraflıca

mufassıl (a.s.) tafsîl eden, uzun uzadıya anlatan

mufâz (a.i.) taşkın, çok, bol; feyizli, bereketli

mufâzü'l-batn göğsü ile karnı bir düzlükte olan kimse

mufâzala (a.i.) fazl ve meziyette birbiriyle yarışma

mufazzal (a.s. fazl'dan) tafdîl edilmiş, başkalarına üstün tutulmuş

mufazzaz (a.s.) gümüşlü, gümüş kaplı

Seyf-i mufazzaz gümüş kaplı kılıç

mufazzih (a.s.) tafzîh eden, rezîl eden

mufsih (a.s.) fasâhatle, uzdillilikle konuşan

muftır (a.s. fıtr'dan) iftar eden, oruç açan, oruç bozan

mûfî (a.s.) ifâ eden, yerine getiren, ödeyen

mug (f.i.c. mugan) ateşe tapan, (bkz: âteş-perest, mecûsî, zerdüşt)

mugabene ("ga" uzun okunur, a.i. gabn'den) aldatışına, birbirini aldatma

mugaddi (a.s. gıdâ'dan) besleyici, besleyen

mugaddiye (a.s. gıdâ'dan) ["mugaddi"nin müen.]. (bkz: mugaddi)

mugaderet ("ga" uzun okunur, a.i.) salıvermek, bırakmak

mugalata ("ga" uzun okunur, a.i. galat'dan. c. mugalatât) 1. yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme. 2. ağız kalabalığı

mugalatât ("ga" uzun okunur, a.i. mugalata'nm c.) yanıltmacalar

mugalaza (a.i.) düşmanlık, (bkz: adavet)

mugalebe ("ga" uzun okunur, a.i. galebe'den) l. galebe çalmaya, üstün gelmeye uğraşma [birbirine]. 2. s. galip, üstün

mugallâ, mugallî (a.s. galeyân'dan) 1. galeyan hâline getirilmiş, iyice kaynatılmış. 2. hek. papatya, ıhlamur, hatmi gibi çiçeklerin kaynatılmış suyu

mugallat (a.s. galat'dan) yanlış telâffuz edilmiş, [müen. mugallata]

mugalliye (a.s.) ["mugallî" nin müen.]. (bkz: mugallâ, mugallî)

mugamere ("ga" uzun okunur, a.i.) nefsini şiddete ve sarp işe zorlama

mugameze ("ga" uzun okunur, a.i.) birini göz işaretiyle zemmetme

mugammed (a.s. gamd'den) örtülü, kılıflı, kınına konmuş, (bkz: mugmed)

mugammedü'l-cenâh zool. kınkanatlılar, fr. coleopteres

mugan ("ga" uzun okunur, f.i. mug'un c.) 1. ateşe tapanlar

Pîr-i mugan meyhanecilerin miçosu, en eskisi, yaşlısı. 2. mec. tarikat başkanı

mugane ("ga" uzun okunur, a.i.) ateşe tapanların âyini

muganni (a.s.i. gınâ'dan) 1. şarkıcı, fr. chanteur. (bkz: hanende). 2. güzel öten kuş

muganniyye (a.s.i. gınâ'dan) şarkıcı [kadın], fr. chanteuse

mugarrak (a.s.) 1. gümüşle süslü. (gark'dan) suya daldırılmış

mugarrid (a.s.) 1. tagrîdeden, yüksek sesle gönül okşayıcı şarkı söyleyen [hanende]. 2. pek güzel öten [kuş]

mugaşşî (a.s. gaşy'den) bayıltan, bayıltıcı. (a.s.) örtülmüş, perdelenmiş

mugaşşiye (a.s.) ["mugaşşi"nin müen. bkz. mugaşşî)

mugattî (a.s.) üstü örtülü

mugattiye ["mugattî" nin müen.] (bkz: mugattî)

mugavere ("ga" uzun okunur, a.i.) çapul, yağma, (bkz. garet)

mugayebe ("ga" uzun okunur, a.i.) 1. kaybolma. 2. birini arkadan zemmetme

mugayeret ("ga" uzun okunur, a.i. gayr'den) aykırılık, uymazlık, başkalık, (bkz: adem-i muvafakat)

mugayir ("ga" uzun okunur, a.s. gayr'dan) aykm, uymaz, başka türlü, (bkz: gayr-i muvafık)

mugaylân (f.i.) bot. deve dikeni, fr. acacia Arabica

mugaylân-gâh (f.b.i.) [bu] dünyâ, (bkz: mugaylân-stân, mugaylân-zâr)

mugaylân-stân (f.b.i.) [bu] dünyâ, (bkz. mugaylân-gâh, mugaylân-zâr)

mugaylân-zâr (f.b.i.) 1. [bu]. dünyâ, (bkz. mugaylân-gâh, mugaylân-stân). 2. deve dikeni biten yer, dikenlik

mugayyeb (a.s. gayb'dan, c. mugayyebât) tagyîbedilmiş, kaybedilmiş, kayıp

mugayyebât (a.i. mugayyeb'in c.) gizli, görünmez şeyler, (bkz: ledünniyyât)

mugayyebât-ı hams (bilinmeyen beş şey) [Kur'ân-ı Kerîm'in 34. âyetinde Lokman sûresinde bildirildiğine göre] 1. kıyametin kopacağı zaman; 2. yağmurun yağacağı zaman; 3. ana kamında olanlar; 4. yann başa ne geleceği; 5. insanın nerede öleceği

mugayyebe (a.i.) gizli, görünmeyen bir şey

mugayyer (a.s. gayr'den) tagyîr edilmiş, değiştirilmiş, başkalaştınlmış

mugayyere (a.s.) ["mugayyer" in müen.]. (bkz: mugayyer)

mugazebe ("ga" uzun okunur, a.i.) birbirini gazaplandırma, kızdırma

mugazele ("ga" uzun okunur, a.i.) âşıkane lâtîfeleşme

mugazzî (a.s. gızâ'dan). (bkz. mugaddî)

muğ-beçe (f.b.i.c. mug-beçegân) 1. mecûsî çocuğu. 2. meyhaneci çırağı

muğ-beçegân (f.b.i. mug-beçe'nin c.) l. mecûsî çocukları. 2. meyhane çırakları

muğberr (a.s. gubâr'dan) 1. tozlu, tozlanmış. 2. gücenmiş, gücenik, küskün

mugberrü'l-hâtır hatırı kalmış, gücenik

mugfel (a.s. gufûl'den) iğfal olunmuş, aldatılmış

mugfele (a.s. gufûl'den) ["mufel" in müen.]. (bkz. mugfel)

muğfil (a.s. gufûl'den) iğfal eden, aldatan

muğfile (a.s. gufûl'den) ["muğfil" in müen.]. bkz. muğfil)

mugîs (a.s. gıyâs'dan) yardım eden, yardıma koşan

muğ-kede (f.b.i.) 1. meyhane. 2. ateşe tapanların ibadethanesi

muğlak (a.s. galak'den) 1. kapalı, kilitli. 2. çapraşık, anlaşılmaz [öz]. [Arapçadaki asıl mânâsı "kapanmış, kapalı" demektir]

muğlakat ("ka" uzun okunur, a.i. muğlak'ın c.) anlaşılmaz şeyler, zor şeyler

muğlakıyyet (a.i. galak'dan) muğlak oluş, anlaşılmazlık

muglim (a.i. gulâm'dan) oğlancı

mugliyy (a.s.) kaynamış, ot, çiçek, papatya, ıhlamur şerbeti

mugmed (a.s. gamd'den). (bkz. mugammed)

mugnâ (a.s.). (bkz. müstağni)

mugnî (a.s. gınâ'dan) 1. ignâ eden, zengin eden. 2. doyuran, gönlünü tok kılan. 3. muz. eski çalgılardan birinin adı. [otuz dokuz kirişli, rübâb ve kanun ortası bir saz idi]

muğrak (a.s. gark'den) gark edilmiş, batmış, batırılmış [suya]

nıuğşâ (a.s. gaşy'den) örtülmüş, bürünmüş, ["mugaşşâ" şekli de kullanılır]

muğâşiyâne (a.f.zf.) baygıncasına, kendinden geçercesine

muğtâriyyet (a.i.) bir toplumun yabancılarla yönetilmesi hâli, yaderklik, fr. hétéronomie

muğtasıb (a.s. gasb'dan) igtisâbegıdâlanan, den, zor ile alan

muğtedî (a.s. gıdâ'dan) gıda alan

muğtenem (a.s. ganîmet'den) ganîmet olarak alınmış

muğtemiz (a.s.) gammazlayan

muğtenim (a.s. ganîmet'den) ganîmet olarak alan, ganîmet bilen

muğterib (a.s. gurûb'dan) 1. gurûbeden, batan. 2. (gurbet'den) gurbete çıkan. 3. gurûb

muğterif (a.s.) elini daldrıp avucu ile su alan

muğterik " - (a.s. gark'dan) iğtirâk eden, suda boğulan

muğtesil (a.s. gusl'den) iğtisâl eden yıkanan

mugtezî (a.s. gızâ'dan). (bkz: muğtedî)

mugzib (a.s. gazab'dan) muzip gazebe getiren, hiddetlendiren, kızdıran

muh (a.i.). (bkz. muhh)

muhâb (a.s. heybet'den) kendisinden korkulan, ürkülen

muhâbâ (a.i.) korku, ihtiraz, çekingenlik. (bkz: perva)

Bî-muhâbâ korkusuz, çekinmeden, (bkz: bî-pervâ)

muhabbet (a.i.) [doğrusu" mahabbet" dir]. (bkz: mahabbet)

muhabbet-i ebedî sonsuz sevgi

muhabbetullâh Allah sevgisi

muhabbet-âmîz (a.f.b.s.) muhabbetle, dostlukla, sevgi ile

muhabbet-ârâ (a.f.b.s.) sevgi bezeyen. [aslı "mahabbet-ârâ" dır]

muhabbet-hâne (a.f.b.i.) karışık desenli bir işleme çeşidi

muhabbet-kâr (a.f.b.s.) muhabbetli, sevgiyi gösteren, [aslı "mahabbet-kâr"dır]

muhabbet-nâme (a.f.b.i.) 1. sevgi mektubu. 2. dostça mektup, [doğrusu mahabbet-nâme" dir]

muhabbet-zede (a.f.b.s.) muhabbet, sevgi yüzünden belâya uğramış

muhâberât (a.i. muhâbere'nin c.) haberleşmeler

muhabere (a.i. haber'den. c. muhâberât) haberleşme; mektuplaşma

Hutût-i muhabere telgraf hatları

muhabere me'muru telgrafçı

muhabir (a.s. haber'den) haberci, haber veren kimse; bir yerden gazeteye haber, havadis gönderen kimse

muhâcât (a.i.) bulmaca, bilmece üzerinde birbirleriyle zekâ yarısına çıkma

muhâcât (a.i. hecv'den) birbirini hicvetme, yerme

muhâcce (a.i. hüccet'den) huk. iddia edip münâkaşa ederek deliller ve ispatlar gösterme

muhacceb (a.s.) perde ile ayrılan, perdelenmiş, (bkz: tecrîd)

muhaccel (a.s.) 1. zifafhâneye, gerdeğe konulmuş. 2. i. ayağı sekili, beyazlı at

muhaccil (a.s. haclet'den) tahcîl eden, utandıran

muhâcemât (a.i. hücûm'dan. mu-hâceme'nin c.) hücumlar, saldırışlar

muhâceme (a.i. hücûm'dan. c. muhâcemât) 1. hücum etme, saldırma. 2. her taraftan birden saldırma

muhaceret (a.i. hicret'den) muhacirlik, göç etme, göç

muhâceret-i akvam 1) kavimlerin muhacereti, göçü; 2) tar. Mîlâdî IV. asırda, Avrupa doğusunda Hunların tazyîki ile meydana gelen kavimler göçü

muhâcet (a.i. hecv'den) birbirini hicvetme

muhâceze (a.i.) fısıldamak

muhacim (a.s. hücûm'dan) saldıran, hücûmeden

muhacimin (a.s. muhâcim'in c.) saldıranlar; üşüşenler

muhacir (a.s. ve i. hicret'den. c. muhâcirîn) göçmen, göç eden, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede yerleşen

muhacirin (a.s. ve i. muhâcir'in c.) l . göçmenler, göç edenler, bir ülkeden kalkıp bir başka ülkede yerleşenler. 2. Hz. Peygamber'in emriyle Mekke'den Medine'ye göç edenler, (bkz. ensâr)

muhâdaa, muhâdaat (a.i. had'dan) hîle etme, oyun etme, aldatma

muhâdara (a.i.). (bkz: münazara)

muhâdarât (a.i. muhâdara'mn c.). (bkz. muhâzarât)

muhâdât (a.i.) hediyeleşmek

muhaddab (a.s.) ; tahdîbolunmuş, boyanmış, (bkz: muhazzab)

muhadda (a.s.) tahdîr olunmuş, yeşil renk verilmiş, yeşile boyanmış, (bkz. muhazzar)

muhadde (a.s. hadde'den) 1. sınırlanmış. 2. bilenmiş

muhaddeb (a.s. hadeb'den) 1. kanburlu, tümsekli. 2. geo. dışbükey, konveks, fr. convexe

muhaddebü't-tarafeyn iki yanı tümsekli, bombeli dürbün camı

muhadded (a.s.) tahdîdedilmiş, sınırı çizilmiş, sınırlanmış

muhadded (a.s.) eti buruşmuş olan

muhadder, muhaddere (a.s.c. muhadderât) kapalı, örtülü, namuslu kadın; Müslüman kadını

muhadderât (a.s. muhaddere'nin c.) kapalı, örtülü, namuslu kadınlar; Müslüman kadınları

muhaddes (a.s. hads'den) 1. tahdîs olunmuş, haber verilmiş. 2. şükranla bildirilmiş

muhaddese (a.s.) ["muhaddes" in müen.]. (bkz: muhaddes)

muhaddid (a.s.) 1. tahdîdeden, sınırım çizen, sınırlayan. 2. bileyici, keskinleş-tirici

muhaddir, muhaddire (a.s. hadr'den) tahdîr eden, hissi uyuşturucu, uyuşturan, fr. narcotique

Edviye-i muhaddire hek. uyuşturucu ilâçlar

muhaddir (a.s.) kabartan, şişiren

Darbe-i muhaddire kabartıp şişiren vuruş

muhaddire (a.s.) ["muhaddir"in müen.]. (bkz: muhaddir)

muhaddirât (a.i. muhaddire'nin c.) uyuşturucu ilâçlar

muhaddis (a.s. hadîs'den. c. muhaddisîn) hadîs ile meşgul olan, Hz. Muhammed'in sözlerini bildirmiş olan kimse

muhaddisîn (a.s. muhaddis'in c.) hadîs ile meşgul olanlar, Hz. Muhammed'in sözlerini toplamış olan kimseler

muhaddis (a.s. hads'den) tahdîs eden, kulağı tırmalayan

muhâdene (a.i.). (bkz: muhâdenet)

muhâdenet (a.i.) dostluk, yakın ahbaplık

muhâdenet (a.i.) barışma, barışık olma. (bkz. musâlaha)

muhâdese (a.i. hadis'den) konuşma; hikâye söyleme [birbirlerine]

muhâdeşe (a.i.) tırmalama, zahmet, sıkıntı verme

mu hadi' (a.s. had' ve hıd'den) hîle yapan, aldatan

muhâdi-âne (a.f.zf.) hîle ile, aldatarak

muhâdiş (a.s.) tırmalayıcı, zahmet ve ıztırap verici

muhadrem (a.s. hadram'dan) Câhiliye devrinde doğan ve islâmlık zamanında da yaşayan kimselere verilen bir ad

muhadremîn (a.i. muhadrem'in c.) Câhiliyeti ve Islâmı idrâk eden ve ikinci derece îtibâr olunan Arap şâirleri

muhafaza (a.i. hıfz'dan) ; hıfzetme, saklama, koruma, kayırma, (bkz. vikaye)

muhâfaza-kâr (a.f.zf.) tutucu, bir şeyi olduğu gibi, değiştirmeden tutmak isteyen, eskiye bağlı, fr. conservateur

muhâfaza-kârâne (a.f.zf.) muhafazakâr olana yaraşır yolda

muhafaza (a.i.) muhafızlık, koruyuculuk

muhâfete (a.i.) yavaş okuma; söyleme

muhaffef (a.s. hiffet'den) 1. tahfif olunmuş, hafifletilmiş, hafiflendirilmiş. 2. g. s. bir yazı sitili

muhaffefe (a.s. hiffet'den) ["muhaffef in müen.]. (bkz: muhaffef)

muhaffif (a.s. hiffet'den) hafifleten, hafifletici

Esbâb-ı muhaffife hafifletici sebepler [suçu]

muhaffife (a.s. hiffet'den) ["muhaffif in müen.]. (bkz: muhaffif)

muhafız (a.s. hıfz'dan) 1. muhafaza eden, değiştirmeyen saklayan, koruyan. 2. i. bekçi

muhafızın (a.i. muhâfız'ın c.) muhafaza edenler, bir yeri koruyup bekleyenler

muhâk (a.i.) her arabî ayının son üç gecesi, [kelimeyi, üç harekesiyle de kullanmak caizdir], (bkz: mahâk, mihâk)

muhâkât (a.i.) birbirine hikâye söyleme

muhâkât (a.i.) ahmak yerine koyma [birini]

muhâkemât (a.i. muhâkeme'nin c.) muhakemeler

muhakeme (a.i. hükm'den. c. muhâkemât) 1. dâva için iki tarafın mahkemeye başvurması. 2. iki tarafı dinleyip hüküm verme. 3. bir hüküm çıkarmak için bir işi zihinde inceleme. 4. yargılama. 5. fels. uslamlama, *usa vurma

muhâkeme-i gıyâbiyye huk. gıyab karârı, davacılardan biri veya ikisi hazır bulunmadıkları halde mahkemece verilen hüküm

Muhâkemetü'l-Lûgateyn (iki dilin karşılaştırılması) ünlü Türk şâiri Ali Şîr Nevâî'nin bir eseri olup Türkçe ile Farsçanın karşılaştırılmasını ve bâzı alanlarda Türkçenin bu dile üstün oluşu konusunu ele almıştır

muhâki (a.s.) benzeyen, benzer olan

mu hakka (a.i.) 1. hak iddia etme. 2. çekişme

muhakkak, muhakkaka (a. s. hakk'dan) 1. tahkik olunmuş, hakikati, gerçekliği, doğruluğu belli olmuş; doğru. 2. her halde, ne olursa olsun, (bkz: mutlaka)

muhakkar (a.s. hakaret'den) tahkîr olunmuş, hakarete uğramış, hor ve hakir tutulmuş

muhakkem (a.s. hükm'den). (bkz. muhkem)

muhakkik (a.s. hakk'dan c. muhakkikin) tahkik eden, hakîkati, gerçeği arayıp meydana çıkaran; soruşturucu

muhakkık-âne (a.f.zf.) hakîkati, gerçeği araştırana yakışacak yolda

muhakkikin (a.s. muhakkık'ın c.) muhakkıklar, hakîkati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar

muhakkir (a.s. hakeret'den) tahkîr e-den, hakir ve hor gören

muhakkir-âne (a.f.zf.) tahkîr edercesine

muhal (a.s.) mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak

Hayâl-i muhal imkânsız, olanaksız şey

muhale ta'lîk olmaza bağlama

muhâlaa (a.i. hal'den) huk. kadının kocasına biraz mal vermek suretiyle birbirlerinden resmen ayrılmaları

muhalasat (a.i.). (bkz. muhâleset)

muhâlât (a.s.c.) muhal olan, mümkün olmayan, olamaz, olmaz, olmayacak şeyler

muhâlata (a.i. halt'dan. c. muhâ-latât) 1. karışma, (bkz: ihtilâl). 2. güzel uyuşma, anlaşma, (bkz: hüsn-i imtizaç)

muhâlatât . . (a.i. muhâlata'nın c.) 1. karışmalar. 2. güzel anlaşmalar

muhâlefet (a.i. halfden) birbirine karşı yemin etme, antlaşma

muhalefet (a.i. sül. halefe'den) muhaliflik, uygunsuzluk, aykırılık; düşmanlık, (bkz: zıddıyyet)

muhalefettin li'l-havâdis mahlûkatın (yaratıkların) hiçbirine benzememek sıfatı ve hâli. [Allah'ın sıfatlarındandır]

muhâleset (a.i. hulûs'dan) birbiriyle dostça geçinme, dostluk ve iyi muamele etme

muhalhil (a.s.) 1. havayı hafifleten. 2. fiz., kim. analizleyen. 3. eriten, fr. solvent

muhalif (a.s. muhâlefet'den) 1. muhalefet eden, aykırılık gösteren, uymayan, uygun olmayan. 2. birinin düşüncesine zıt düşüncede bulunan

muhâlif-i akl akıl ve mantığa aykırı düşen

muhâlif-i ırak muz. Türk müziğinin pek eski bir mürekkep makamı olup XVIII. asır ortalarına kadar kullanılmış, sonra terkedilmiştir. [Gazî Giray'ın XVI. asır sonlarından kalma peşrev ve saz semaîsi, makama misâldir]

muhâlif-i kaide mant. düzgüsüz, fr. anormal

muhalif kuvve-i elektrîkıyye fiz. zıt elektromotor kuvvet

muhalife (a.s. muhâlefet'den) ["muhalif in müen.]. (bkz: muhalif)

muhalifin (a.s. muhalifin c.) aykırılık gösterenler, zıt düşüncede olanlar

muhallâ (a.s. halâ'dan) tahliye olunmuş, süslenmiş, süs yapılmış, donatılmış

muhall â (a.s. halâ' ve hâlî'den) 1. tahliye olunmuş, boşaltılmış. 2. süslenmiş, süs yapılmış

muhallak (a.s.) 1. tıraş olmuş. 2. hacıların Mina'da tıraş oldukları yer

muhalled (a.s. huld'den. c. muhalledîn ve muhalledûn) tahlîd olunan, daimî, sürekli olarak kalan, (bkz. ebedî)

muhalledât (a.s. muhalled'in c.) 1. kalacak şeyler. 2. şaheserler

muhalledîn (a.s. muhalled'in c.) daimî, sürekli olarak kalan şeyler

muhalledûn (a.s. muhalled'in c.) (bkz. muhalledîn)

muhallef (a.s.) 1. geride kalan. 2. i. ölenin bıraktığı mal. (bkz. tereke)

muhallefât (a.i. muhallefe'nin c.) ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, (bkz. metrûkât)

muhallefe (a.i.) ölen bir adamın dul kalan kamı

muhallelü'n-leh (a.b.i.) huk. [eskiden] üç talâk ile boşadığı kadını, mahzâ kendisine helâl olmak üzere başkasına tezvîce razı olan

muhalles (a.s.) tahlîs olunmuş, kurtarılmış

muhallî (a.s. halâ'dan) tahliye eden, boşaltan

muhallid (a.s. huld'den) devamlı, sürekli kılan, ebedîleştiren

mahallide (a.s. huld'den) ["muhallid" in müen.]. (bkz: muhallid)

muhallil (a.i.) huk. [eskiden] üç talâk ile boşanan bir kadını, mahzâ eski kocasına helâl kılmak için, bu kadınla evlenen kimse, [bu hareket kötü sayılır]

muhallil (a.s. hâlî'den) 1. tahlil eden, analiz yapan. kim. çözümleyen. 2. hek. yumruları, şişleri veya bir iltihabı iyi eden ilâç

muhallilât (a.i. muhallile'nin c.) hek. iltihaplan, şişleri, yumrulan iyi eden ilâçlar

muhalifle (a.s.) ["muhallil" in müen.]. (bkz: muhallil)

muhallis (a.s. halâs'dan) tahlîs eden, kurtaran

muhallit (a.s. halt'dan) tahlît eden, karıştıran

muhallim (a.s. hilm'den) halîm eden, sakin, yavaş kılan


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   100   101   102   103   104   105   106   107   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin