Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə144/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   189

sâk (a.i.c. sikan, sûk) 1. anat. baldır, incik. 2. bot. sap.

sâk-ı cezrî bot. köksap.

sâk-ı mültesık bot. yapışık sap.

sâk-ı mütehâfit bot. sarılgan sap.

sâk-ı zâhif bot. sürüngen sap.

sâk-ül-esved bot. baldırıkaradenilen nebat (bitki). 3. geo. kenar.

sak (a.i.). (bkz. sakk).

sa'ka (a.i.) hek. bayılma, baygınlık. (bkz. gaşy).

sa'ka-i hafîfe hafif baygınlık.

sa'ka-i şedîde şiddetli baygınlık.

sâka (a.i. sevk'den. c. sâik'ın c.) ask. ardçılar, ordunun gerisinde bulunan askerler.

sâkat-ül-ceyş ardçılar, ordunun gerisinde bulunan askerler.

sakalân (a.i.c.). (bkz. sakaleyn).

sakaleyn (a.i.c.) insan ve cin.

Resûl-üs-sakaleyn,Seyyid-üs-sakaleyn ins ve cinnin Peygamberi olması hasebiyle] Hz. Muhammed.

sakalibe ("ka" uzun okunur, a.h.i. sıklâb'ın c.) İslâvlar.

sakam (a.i.c. eskam) hastalık, illet, (bkz: sakam, maraz).

sakam ("ka" uzun okunur, a.i.c. eskam) hastalık, illet.

sakamet ("ka" uzun okunur, a.i.) sakimlik, bozukluk, noksanlık, sakatlık; yanlışlık.

sakankur (a.i.) 1. Mısır'da bulunan kum kertenkelesi. 2. sahangur denilen bir tülbent; sargı; bir çeşit ince tül.

sakar (a.i.) cehennem, tamu. (bkz: dûzah).

sakar-makarr (a.b.s.) mekânı cehennem olan, cehenneme giden.

sakat (a.s.) 1. bir şeyin düşük ve işe yaramaz kısmı. 2. fena ve faydasız şey. 3.yanlış. 4.

bir tarafı hasta veya eksik olan.(bkz: alîl). 5. bozuk, yanlış.

sakatât (a.i. sakta'nın c.) 1. düşük yerler, eksikler, yanlışlar (sözde, konuşmada). 2. eti yenen hayvanların paça, ciğer, işkenbe, baş gibi uzuvları.

Sakatî (a.s.) l. kötü, fena mal satan. 2. yanlışları çok olan [muharrir, şâir].

sakatiyyûn (a.s. sakatî'nin c.) çok yanlış yapan muharrirler, şâirler.

sâkayn (a.i.c.) "ikizkenar.

sâkayn-i şibhi münharif geo. ikizkenar yamuk, fr. trapeze isocele.

sakb (a.i.c. sukub) 1. delme, delinme. 2. bir taraftan öteki tarafa kadar açık olan delik, (bkz: sukb). 3. anlama.

sakb-ı müteşârî hek. vücûdun türlü organlarını delmeye mahsus âlet.

sakf (a.i.c. sukuf) tavan, çatı, dam.

sâkıb (a.s. sakb'dan) 1. delen, delik açan, bir taraftan öbür tarafa delip geçen. 2. parlak ışıklı.

Necm-i sâkıb parlak yıldız. 3. i. erkek adı. 4. tesirli, etkili.

akl-ı sâkıb etkili akıl.

fikr-i sâkıb parlak düşünce.

sâkıba (a.s. sakb'dan) ["sâkıb" in müen.]. (bkz: sâkıb).

sâkıt (a.s. sukut'dan) 1. düşen, düşücü, düşmüş. 2. hüküm ve itibardan düşmüş, hükümsüz. 3. düşük, vakitsiz rahimden düşen çocuk. [müen. "sâkıta"].

sâkiye (a.s. saky'den. c. sâkıyât) 1. içki dağıtan kadın. 2. (c. sevâkî) su dolabı, su arkı. 3. ["sâkî" nin müen.]. (bkz: sâkî).

sakî (a.i.) kırağı, çiy. (bkz: jâle, şebnem).

sâkî (a.s. saky'dan. c. sukat) 1. su veren, su dağıtan. 2. kadeh, içki sunan. 3. (sak'dan) baldıra veya baldır kemiğine ait, onunla ilgili. 4. insan ruhuna Allah sevgisi, Allah nuru saçan kimse.

sâki-yi şeb mehtap, ayışığı.

sâki-yi kevser (kevser [şarabı] sunan) Hz. Ali.

sâkib, sâkibe (a.s.) dökülen, dökücü.

dem'-i sâkib dökülen gözyaşı.

miyâh-ı sâkibe dökülen sular.

sakîl (a.s. siklet'den c. sikal, sukalâ) 1. ağır. (bkz: girân). 2. sıkıntılı, can sıkan. 3. çirkin. 4. gr. ağır ve kalın okunan [hece]. 5. müz. Türk müziğinde ağır karakterli 48 zamanlı ve 34 vuruşlu bir usul olup kâr, beste, peşrev ve ilâhî gibi eserlerde kullanılırdı. Sırasıyla sofyan, sengin semaî, sofyan, 3 sengin semaî, 4 sofyandan oluşur.Vuruşu düm (2 zaman, kavî), te (l nîm kavî), ke (l zaman zayıf); düm (2 kavî), te (l nîm kavî), ke (l zayıf), te (l nîm kavî), ke (l zayıf); düm (2 kavî), tek (2 nîm kavî), tek (2 nîm kavî); düm (2 kavî), düm (2 nîm kavî), tek (2 nîm kavî), düm (2 kavî), tek (2 nîm kavî), tek (2 nîm kavî); düm (2 kavî), tek (l zayıf); düm (l nîm kavî), tek (l zayıf), düm (l kavî), tek (l zayıf); düm (l nîm kavî), tek (l zayıf); düm (2 kavî), te (l nîm kavî), ke'dir (l zayıf).

sakîl-i remel müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir büyük usul.

sakîl-ür-rûh ruhu ağır, kanı ağır, insana sıkıntı veren [kimse]. (bkz: girân-cân).

sâkîl-ül-hezec (a.b.i.) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış bir büyük usul.

sakîm (a.s. sakamet'den) 1. hasta, hastalıklı, (bkz: marîz). 2. yanlış. 3. rivayeti doğru, sağlam olmayan [hadîs].

sakîme (a.s. sakamet'den) ["sakîm" in müen.]. (bkz: sakîm).

sâkin, sâkine (a.s. sükûn'dan) 1. hareketsiz olan, oynamayan. 2. uslu, kendi hâlinde olan, yavaş. 3. (c. sâkinân) oturan (bir yerde), (bkz: mukîm). 4. a.gr. hareke ile okunmayan [harf].

hurûf-i sâkine sakin harfler, harekesiz harfler. 5. teskin olmuş, yatışmış.

sâkî-nâme (a.f.b.i.) ed. sâkî ve şarabı överek, sâkîden şarap istemeye dâir dîvan şâirlerinin yazmış oldukları manzume.

sâkinân (a.f.b.s. sâkin3ün c.) sakinler, oturanlar [bir yerde-].

sâkinâne (a.f.zf.) sessizce; sakin olana yaraşır yolda.

sâkit, sâkite (a.s. sükût'dan) susan, ses çıkarmayan, (bkz: hâmûş).

sâkit-âne (a.f.zf.) sessizce, ses çıkarmayarak, (bkz: sâmit-âne).

sakk (a.i.c. sikâk, sukûk) 1. huk. şer'î mahkemeden verilen îlâm, berat, kadı hücceti ve bu gibi yazılardaki tâbirler, deyimler. 2. huk. vesikalar.

sakk-i kadîm huk. mahkemece düzenlenen eski vesîka, senet.

sakka ("ka" uzun okunur, a.i. saky'dan) su dağıtan; saka.

sakkâk (a.s. sakk'dan) i'lâm, berat, hüccet yazmada mahareti olan, şeriat mahkemesi kâtibi.

sakka-yân (o.c.) sakalar, su taşıyan kimseler.

sakl (a.i.) törpü ile eğeleme; cilalama.

sakmûniya (a.i.) hek. bir gözotu, müshil gibi kullanılan bir madde, [aslı Yunancadır].

sakr (a.i.c. sıkar, sukur) zool. tepeli doğan.

sakta (a.i.c. sakatât) sözdeki yanlışlık, bozukluk.

saky a.i.) sulama, su içirme. (bkz: irvâ; İska).

saky-i mâ' su dağıtma.

sal' (a.i.) baş tepesinin dazlaklığı, kılsızlığı.

sâl (f.i.) yıl. (bkz: âm, sene).

sâl-i hâl içinde bulunulan yıl.

salâ' (a.i.) 1. cuma namazına ve bâzı yerlerde cenazeye çağırmak için minarelerde okunan salavât. 2. meydan okuma, "kendine güvenen varsa çıksın!" diye bağırma. 3. bir mahalle çocuklarının, başka bir mahalle çocuklarıyla taş kavgalarına çıkmaları, ["es-salâ" şeklinde de kullanılır]. 4. tas. Mevlevîlerde "can"ları namaza, yemeğe, mukabeleye çağırma.

salâbet (a.i. sulb'den) 1. peklik, katılık, sağlamlık. 2. manevî kuvvet, dayanma, (bkz: sebat).

salâbet-i ahlâk ahlâk, karakter sağlamlığı.

salâbet-i dîniyye dîn sağlamlığı. 3. bir mâdeni başka bir mâdene sürterek çizmek için sarfolunun kuvvete karşı çizilen mâdenin gösterdiği mukavemet.

salâh (a.i.) 1. düzelme, iyileşme, iyilik. 2. rahatlık, barış. 3. dîne olan bağlılık. 4. i. erkek adı.

salâh-ı hâl hâlin, durumun düzelmesi.

salâh-üd-dîn salâhaddîn şeklinde yaygın olan bu kelime "dîne bağlı" mânâsına gelen bir erkek adıdır.

salâ-hân (a.f.b.s.) 1. minarede salat veren, cuma veya cenaze namazına davet için salavât okuyan müezzin. 2. meydan okuyan, "kendine güvenen varsa çıksın!" diye bağıran.

Salâhiyye-i Halvetiyye (a.h.i.) tas. Halvetiyye tarikatı şubelerinden biri. [kurucusu, Balıkesirli Abdullah Salâhaddin efendiye nispetle bu adı almıştır].

salâhiyyet (o.i.) 1. yetki, bir işe karışmaya veya vazîfe îcâbı bir iş yapmaya, bir harakette bulunmaya haklı olma. 2. bir dâvaya bakabilme.

adem-i salâhiyyet salâhiyetsizlik (yetkisizlik).

salâhiyyet-i teşrîiyye yasama yetkisi.

salâhiyyet-dâr (o.b.s.) salahiyetli (yetkili), (bkz: vazîfe-dâr).

sal'am (a.cü.) "sallallahü aleyhi ve sellem" cümlesinin kaynaştırılıp, kısaltılmış şekli.

sâlâr (f.i.) baş, kumandan, başbuğ, en büyük âmir.

kafile-sâlâr kafilenin başı.

sâlâr-ı tâife taifenin büyüğü.

salâriyye (f.t.i.) tar. emîr, vezîr ve sair büyük kişilere ait toprak ürünlerinden öşürle birlikte alınan vergi.

salât (a.i.c. salavât) 1. namaz.

salât-ı aşâ akşam namazı.

salât-ı fecr sabah namazı.

salât-ı hamse (beş vakit namaz) sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları.

salât-ı havf muharebeden evvel kılınan iki rekât namaz.

salât-ı îd bayram namazı.

salât-ı istihâre istihareden önce kılınan iki rekât namaz.

salât-ı istiska yağmur duasına çıkıldığı zaman kılınan namaz.

salât-ı işrak güneş çıktıktan sonra kılınan namaz.

salât-ı sefer yola çıkıldığı zaman kılınan iki rekât namaz.

salât-ı vitr yatsı namazının son iki rekâtlık sünnetinden sonra (Hanefîlerce vacip, diğer mezheplerce sünnet) olarak kılınan üç rekâtlık namaz. 2. Hz. Muhammed'e aleyhisselâtı vesselam, salavâtullahi aleyh, sallallahü aleyhi ve sellem dualarından birini okuma.

salât-ı ümmiyye müz. salât'ın bir nev'ine Türk müziğinde verilen ad. Bâzı dînî âyinlerde muayyen dînî günlerde Hz. Muhammed'e ait eşyanın merasim ile ziyaretinde okunur. Cami mûsikisine ait şekillerdendir, [bugün elimizde bulunan "salât-ı ümmiyye", Itrî'nin olup segah makamında semai usulündedir ve Türk dînî müziğinin en beliğ şaheserlerinden biridir].

salavât (a.i. salât2nin c.) 1. namazlar. 2. Hz. Muhammed'e ve Onun soyundan gelenlere okunan dua [Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âli seyyidinâ Muhammed = efendimiz Muhammed'e ve onun soyuna sopuna salât ve selâm olsun].

salb (a.i.) 1. asma, daracağına çekme. 2. çarmıha germe.

salben (a.zf.) asarak, asmak suretiyle [îdam].

sâl-dîde (f.b.s.) ihtiyar, yaşlı; tecrübeli, (bkz: sâl-hûrde).

sâle (f.s.) 1. senelik, yıllık.

sad-sâle yüz senelik. 2. (bkz: sâka).

sa'leb (a.i.c. saâlib) tilki.

dâ-üs-sa'leb hek. saç, sakal, kıl dökülmesi, fr. alopecie.

ineb-üs-sa'leb itüzümü.

salhâ (f.i. sâl'in c.) yıllar, (bkz: a'vâm, senevât, sinîn).

sâl-hûrde (f.b.s.) pek ihtiyar, çok yaşlı, (bkz. sâl-dîde).

salîb (a.i.c. sılâb) haç. (bkz: çelîpâ).

ehl-i salîb haçlılar, fr. croisades.

ilka-üs-salib fi-l-mâ haçı suya atma.

salîb-i ahıner kızılhaç.

salîb-i cenûbî (cenup haçı) Cenup (güney) kutup yıldızı, Beta Croix Austral; ing. southern Cross.

sâlib (a.s. selb'den) 1. kapıp götüren, alan, alıp yok eden. 2. menfîleştiren. 3. inkâr eden. [müen. "salibe"].

sâlibe (a.i.) fels. Negative.

salîbî (a.s.) 1. salîbe, haça mensup, putla ilgili. 2. salîb, haç şeklinde olan. 3. Hıristiyan. 4. haçlılardan olan.

salîbiyye (a.s.) ["salîbî"nin müen.]. (bkz: salîbî).

salîbiyye (a.i.) bot. turpgiller.

salîbiyyûn (a.i.c.) Hıristiyanlar.

sâlif (a.s. selef den) geçen, geçmiş.

Sâlife (a.s. selefden) 1. [sâlifin müen.]. geçen, geçmiş.

eyyâm-ı sâlife geçmiş günler. 2. anat. kulak memesinden köprücük kemiğinin çukuruna kadar olan kısım.

sâlif-ül-beyân (a.b.s.) beyânı geçmiş, bildirilmiş.

sâlif-üz-zikr (a.b.s.) zikri geçen, bildirilen, (bkz: mezkûr).

salîh (a.s.c. sulehâ). (bkz: sâlih).

sâlih, sâliha (a.s. salâh'den. c. sâlihûn, sulehâ) 1. yarar, elverişli, iyi, uygun, yakışır. 2. salâhiyeti (yetkisi) ve hakkı olan. 3. dînin emrettiği şeylere uygun harekette bulunan.

A'mâl-i sâliha dince makbul olan işler. 4. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

sâlihât (a.i. sâliha'nın c.) 1. şeriatın emrettiği, ahlâk ve insaniyetçe beğenilen işler. 2. hayır ve hasenat sahibi Müslüman kadınlar.

sâlihât-ı nisvân dindar, iffetli, temiz Müslüman kadınlar.

sâlihât-ı ümmet Allah'ın emirlerine uyarak hayırlı işlerde bulunan islâm kadınları.

sâlihûn (a.s. sâlih'in c.) sâlihler, günahkâr olmayanlar, (bkz: sulehâ).

sâlik (a.s. sülûk'den. c. sâlikân, sâlikîn) 1. bir yola giren, bir yolda giden, (bkz: münselik). 2. bir tarikata girmiş bulunan, (bkz: mürîd).

sâlikân (a.f.s. sâlik'in c.) sâlikler, bir tarikata bağlanmış, bir şeyhe uymuş olanlar. (bkz: sâlikîn).

sâlikân-ı arş büyük melekler.

sâlikîn (a.s. sâlik'in c.) sâlikler, bir tarikata veya bir mesleğe bağlanmış olanlar, (bkz: sâlikân).

sâlim (a.s. silm'den. c. sâlimîn) 1. sağ; sağlam. 2. eksiksiz, sakatı, noksanı olmayan. 3. korkusuz, emîn. (bkz: mutmain, müsterih. 4. a. gr. içinde illet harflerinden biri (elif, vav, ye) bulunmayan kelime.

sâlime (a.s. silm'den) ["salim" in müen.]. (bkz: salim).

sâlimen (a.zf.) 1. sağ, sağlam, sıhhatte olarak. 2. emniyetle, güvenle.

sâlimîn (a.s. sâlim'in c.) sağ ve sağlam olanlar.

sâlimiyye (a.i.) islâm dîninde kelâmın kollarından biri. [Muhammed bin Sâlim'in adından].

sâlis (a.s.) üçüncü.

Bâb-ı sâlis üçüncü kapı; üçüncü bölüm.

Cild-i sâlis üçüncü cilt.

Şahs-ı sâlis bir işle ilgili karşılıklı iki tarafın dışında kalan bir üçüncü şahıs.

sâlisât (a.s. sâlise'nin c.) sâliseler.

sâlise (a.s.c. sâlisât, sevâlis) 1. üçüncü ["sâlis" in müennesi]. 2. i. saniyenin altmışta biri. 3. i. binbaşılık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı "rif’atlü" dür. 4. i. kadın adı.

sâlisen (a.zf.) üçüncü olarak.

sâliyye (f.i.) ed. yeni yılın kutlanmasını ve târihini ele alarak muharremde yazılıp sunulan medhiye. [yapma kelimelerdendir].

sallâ (a.n.) "sallallahü aleyhi ve sellem" cümlesinin kısaltılmışı, (bkz: sal'am). Sallallahü teâlâ Allah onun sânını yüceltsin!

sâl-nâme (f.b.i.) yıllık, [muayyen mevzulara dâir yıldan yıla çıkarılan dergi, kitap].

salsâl (a.i.) jeol. 1. kumla karışık ince çamur. 2. lüleci çamuru.

salsâl-i cümûdiyye jeol. "buzultaş, moren.

salsâlî (a.s.) salsal'la ilgili, lüleci çamuru hâlinde olan.

saltanat (a.i.) 1. sultanlık; padişahlık, hükümdarlık. 2. bolluk ve zenginlik, şatafatlı hayat, (bkz: dârât, debdebe, tantana).

saltanat-ı seniyye Osmanlı imparatorluğunun bir adı.

sâlûs (f.s.) riyakâr, ikiyüzlü, (bkz: münafık, zerrâk).

Merd-i sâlûs riyakâr adam.

sâlûs (a.i.) teslîs. fels. fr. trivium.

sâlûsî (f.i.) riyakârlık, ikiyüzlülük. (bkz: riya).

salvele (a.i.) Hz. Muhammed'e okunan "besmele, hamdele" ile birlikte "vesselâtü vesselâmü âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmaîn" şeklindeki dua.

salyân, salyâne (f.i.) yılda bir alınan vergi; Tanzimat'tan önce bir kısım me'murlarla müstahdemlere yıllık olarak verilen vazife (ücret).

sâm (f.i.) 1. eleğimsağma, gök kuşağı. (bkz. âdyende, âlâim-i semâ, kavs-i kuzah). 2. ateş, od. 3. sersemlik hastalığı.

Sâm (f.h.i.) Hz. Nuh'un oğlu ki semitik kavimler bunun neslindendir.

Sâmân (f.i.) 1. servet, zenginlik. 2. rahat; dinçlik. 3. düzen, (bkz. âsâyiş).

Bî-ser ü sâmân perişan hal. 4. kudret, iktidar.

Sâmân (a.h.i.) Sâmânî devletinin kurucusu.

Sâmânî (a.h.i. Farsça c. Sâmâniyân) 1. Sâmânî devletinden olan. 2. s. Saman devletine ait, onunla ilgili, [müen. sâmâniyye].

samânî (t.a.s.) saman renginde, açık sarı.

sâmân-sûz (f.b.s.) rahatı, huzuru bozan.

samed (a.s.) 1. pek yüksek, ulu, dâim, ezelî, ebedî. 2. (h.i.) kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah. 3. i. (Abdüssamed1den) erkek adı.

samedânî, samedâniyye (a.s.) Allah'a ve O'nun ezelî kuvvet ve kudretine mensup, Allah ile ilgili olan.

Avn-i samedânî Allah'ın yardımı.

Eltâf-ı samedâniyye ilâhî lûtuflar.

samedâniyyet (a.i.) samedânîlik, Tanrılık, (bkz: ulûhiyyet).

samem (a.i.) sağırlık.

samg (a.i.c. sumûg) zamk.

samg-ı neftî hint reçinesi.

samg-ı ratenci reçine.

samgî (a.s.) zamk hâlinde veya zamk gibi olan.

sâmî (a.s. sümüvv'den) 1. yüksek, yüce. (bkz: âlî), [sadrâzamla ilgili olan ve o makamdan çıkan işler için kullanılırdı].

Emir-nâme-i sâmî sadâret makamından çıkan yüksek emir kâğıdı. 2. şöhretli, ünlü. 3. i. erkek adı. [müen. "sâmiye" ve kadın adı].

sâmi' (a.s. sem'den. c. sâmiîn, sâmiûn) 1. işiten. 2. dinleyen, dinleyici.

Üzn-i sâmi' işiten, dinleyen kulak.

Sâmî (a.s.) Sam soyundan olan.

sâmî (a.i.) katılık, sertlik; kuruluk.

Sâmi (a.h.i.) XVIII. asırda yaşamış osmanlı şâirlerinden biri olup Arpa Emîni Zade diye meşhurdur.

Sâmî (a.i.) l. beyaz ırkın Asurca, İbranice, Habeşçe gibi dilleri konuşan çeşitli kavimlerinin toplandığı kol. 2. s. bu koldan olan.

sâmia (a.s.) 1. sâmi'in müennesi. 2. kulaktaki işitme kuvveti, biy. işidim.

Kuvve-i sâmia işitme kuvveti. 3. kadın adı.

sâmia-şikâf (a.f.b.s.) kulağı yırtan.

sâmih (a.s. semâhat'den) 1. cömert, eliaçık. (bkz: sahî). 2. i. erkek adı.

sâmiha (a.s. semâhat'den) ["sâmih" in müen.]. (bkz. sâmih).

sâmiîn (a.s. sâmi'in c.) 1. işitenler. 2. dinleyenler, dinleyiciler.

samîm, samîme (a.i.) 1. iç, öz, asıl; merkez, göbek [insan hakkında]. 2. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

An samîm-il-kalb can ve gönülden.

samîm-ül-kalb kalbin, gönülün içi.

sâmîmâne (a.f.zf.) samimî olarak, içten, gönülden gelerek.

samîmî (a.s.) 1. içten, candan, gönülden. 2. içli dışlı, senli benli.

samîmiyye (a.s.) ["samîmi" nin müen.]. (bkz: samîmi).

samîmiyyet (a.i.) samimîlik, senli benli, içli dışlı olma hâli.

sâmin (a.s.) yağlı, semiz.

sâmin (a.s.) sekizinci, (bkz: heştüm).

Cild-i sâmin sekizinci cild. [müen. "sâmine"].

sâminen (a.zf.) sekizinci olarak, sekizinci derecede.

sâmir (a.i.) gece toplantıları.

sâmir (a.s.) meyvalı, meyva tutmuş, (bkz: mîve-dâr).

Diraht-i sâmir meyvalı ağaç.

Sâmirî (a.h.i.) yaptığı bir buzağıya, Hz. Musa Tûr-i Sînâ'da Allah'la konuşurken, halkı taptırmaya kalkışan herif. (bkz: icl-i sâmirî).

sâmit (a.s. samt'dan) 1. sesi çıkmayan, susan, (bkz: sâkit). 2. sessiz, ses çıkarmaz, sağır. 3. cansız [mal]. 4. gr. sessiz harf, ünsüz, fr. consonne.

sâmit ü lerzân susmuş ve titrek.

sâmit-âne (a.f.zf.) sessizce, ses çıkarmaksızın. (bkz. sâkit-âne).

sâmiûn (a.i.). (bkz: sâmiîn).

saml (a.i.) katılık, sertlik, kuruluk, diklik, (sumûl).

samlâh (a.i.) 1. kulak deliği. 2. kulak pası, kulak kiri.

sâmm, sâmme (a.s. sem'den) zehirleyen, ağılı.

Nebâtât-ı sâmme zehirli otlar.

sammâ (a.s.) 1. sağır ve dilsiz, [esamm'ın müennesi]. 2. sesi çıkmayan. 3. katı ve som kaya. 4.

anat. mîdeye yakın bağırsaklar.

sâmme (a.s.c. sevvâm) (yılan, akrep gibi) zehirli [hayvan].

samsâm (a.i.) keskin kılıç, (bkz: seyf-i bürrân).

samsâme (a.i.) Amr'ın kılıcı. [Zülfekar'dan sonra gelen meşhur kılıç].

Samt (a.i.) susma, (bkz: hâmûşî, sükût).

samû (a.i.) iyi olma, afiyet bulma, (bkz: ifâkat).

samût (a.s. samt'dan) 1. az konuşan. 2. susmuş; surat asarak susan.

-sân (f.s.) "benzer, andırır" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Yek-sân bir gibi; bir düziye.

sanâcık (o.i.c.) Türkçe "sancak" kelimesinin Arapça cemî şekli.

sanâdîd (a.i. sındîd'in c.) başkanlar; ileri gelenler.

sanâdîd-i Arab Câhiliyet devri Araplarının büyükleri, başları.

sanâdîd-i Bektâşiyân ask. tar. ocak ağaları.

sanâdîk (a.i. sundûk'un c.) sandıklar.

sanâi' (a.i. sanîa'nın c.) düzme, tertipli işler, hileler, tuzaklar.

san'at (a.i.c. san'ât) 1. sanat, ustalık; hüner, marifet. 2. bir şeyi güzel yapmak, bir şeyin güzel, beğenilir olması için uygulanan kurallar.

san'ât (a.i. san'at'ın c.) sanatlar, ustalıklar, hünerler, marifetler.

san'at-ger (a.f.b.s.) 1. sanatçı. 2. esnaf.

san'at-kâr (a.f.b.i.) 1. sanatçı, usta. 2. artist.

san'at-kârâne (a.f.zf.) sanatkârca, bir sanatkâra yakışacak yolda.

san'at-kârî (a.f.b.i.) sanatkârlık; ustalık, artistlik.

sanâyi' (a.i. sınâat'in c.) san'atlar, zanaatlar, (bkz: sınâat). [aslı "sınai"' dir].

sanâyi'-i lâfziyye ed. cinas ve sâire gibi şekil hünerleri.

sanayi'-i ma'neviyye teşbih ve istiare gibi mânâ şekilleri.

sanâyi'-i nefise güzel san'atlar, fr. beaux-arts.

sanayi' ü hiref sanatlar ve rızka, geçinmeye yarayan işler.

sancâk (t.i.) ask. alay bayrağı, [kelime Türkçe olmakla beraber sancâk-ı şerif gibi terkip hâlinde kullanılmış ve Osmanlıcada "sanâcık" şeklinde cemîlendirilmiştir].

sancâk-dâr (t.f.b.s.) sancak taşıyan, (bkz: alem-dâr).

sand, sandal (a.i.) Hindistan'dan getirilir kuvvetli ve güzel kokulu sert bir ağaç.

sandal, sandalî (a.s.). (bkz. sandel, sandelî).

sandel, sandelî (a.s.) 1. sandal ağacı ile ilgili. 2. i. sandal ağıcından yapılmış sandalye, iskemle. 3. i. Avrupa hükümdarlarınınoturduklan hükümet kürsüsü.

sandûk (a.i.c. sanâdîk) sandık.[aslı"sunduk" dur].

sandûka (a.i.) mermerden veya çuhadan yapılmış mezar üstü.

sandûka-i tabl anat. orta kulak. (bkz: üzn-i mutavassıt).

sandûk-çe (a.f.b.i.) küçük sandık.

sandûk-kâr (a.f.b.i.) 1. veznedar, kasiyer. 2. sandıkçı, karagöz ustalarının ikinci yardımcısı olup işleri, resimleri sandıktan çıkarmak ve değneklere geçirip özel bir iple sıralamaktır.

sanem (a.i.c. esnâm) 1. put. (bkz: büt, cibt, çelîpâ, salîb). 2. güzel kimse.

sanem-i mahlika Ay yüzlü güzel.

sanem-hâne (a.f.b.i.) puthâne, tapınak, (bkz: büt-hâne).

sanem-perest (a.f.b.s.) puta tapan.

sanevber (a.i.) 1. çam fıstığı ağacı. 2. çam fıstığı kozalağı. 3. sevgilinin boyu boşu.

sanevberî (a.s.) kozalak şeklinde, koni biçiminde.

sanevberiyye (a.i.) bot. kozalaklılar, fr. Coniferes.

sânevî (a.s.) ikinci.

Keyfiyyât-ı sâneviyye fels. fr. qualites secondaires.

sâneviyye (a.s.) ["sânevî" nin müen.]. (bkz. sânevî).

sanî' (a.i. sun'dan) görülen iş. (bkz: amel).

sânî (a.s. seny'den) ikinci. (bkz: düvüm).

Cild-i sânî ikinci cilt.

sânî aşer on ikinci.

sâni' (a.s. sun'dan) 1. yapan, işleyen, yapıcı. 2. yaradan, san'at eseri olarak meydana

getiren. 3. (h.i.) Allah. 4. huk. istisna akdinin borçlusu.

sâni'-i hakîkî, - -i lem-yezel Allah.

sâni'-i hakîm hikmet sahibi olan yaratıcı; Allah.

sâni-i kâinât fels. epitken, demiurgos (halk için çalışan), f r. demiurge.

sâni'-i lem-yezel (daima kalacak olan) Allah.

sâni-üs-semâvâti ve-l-arz gökleri ve yeri yaratan Allah.

sanîa (a.i.c. sanâi', sanîât) düzme, uydurma iş, tuzak, hîle.

sanîât (a.i. sanîa'nın c.), (bkz. sanâi').

sânih, sâniha (a.s. sünûh'dan) zihin ve fikirde hâsıl olup çıkan, fikre doğan.

Şeref-sânih (pâdişâhın irâdesi hakkında kullanılır) şerefle çıkan.

Efkâr-ı sâniha doğan fikirler.

sâniha (a.i.c. sânihât) çok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şey.

sâniha-ârâ (a.f.b.s.) sünûh eden, akla, hatıra gelen.

sânihât (a.i. sâniha'nın c.) çok düşünmeden fikre doğan, akla gelen şeyler.

sânihât-ı Seyrânî Seyrânî'nin içinden gelen duyguları ifâde eden şiirleri.

sâniye (a.i.c. sâniyât, sevânî) 1. s. sânî'nin müennesi. 2. dakikanın altmışta biri. 3. yarbaylık derecesinde mülkî bir rütbe olup elkabı "izzetlü" dür. 4. kadın adı.

sâniyen (a.zf.) ikinci derecede, ikinci olarak.

sar' (a.i.) hek. (bkz: sar'a).

-sâr (f.s.) "yer" bildirerek birleşik kelimeler yapar.

Çeşme-sâr çeşmeleri çok olan yer.

Kûh-sâr dağlık yer.

sâr (a.i.) öç, intikam.

Ahz-i sâr öcalma.[aslı "se'r" dir].

sar'a (a.i.) hek. tutarık, tutarak, bayıltıcı, ağız köpürtücü ve çırpındırıcı bir sinir hastalığı.

sârâ (f.s.) hâlis, katkısız.

Anber-i sârâ hîlesiz, katkısız anber.

sarâhat (a.i.) açıklık, ibarede açıklık.

sarâhaten (a.zf.) açıkça, açıkdan açığa, açık olarak.

sarâih (a.s. sarih ün c.) hâlis Arapkanı [atlar], (bkz: sarih4).

sarâmet (a.i.) yiğitlik, kahramanlık.

sarâsır (a.i. sarsar'ın c.) şiddetli gürültülü rüzgârlar.

saray (f.i.). (bkz. serây).

sâr-bân (f.b.i.) deveci, deve sürücüsü, (bkz: sütür-bân, üştür-bân).

sâr-çe (f.b.i.) serçe [kuş], (bkz: usfûr).

sarf (a.i.) 1. (c. sarfiyat) harcama, masraf etme, gider. 2. para bozma. 3. çevirme, döndürme. 4. değişme. 5. (c. surûf) gramer, dilbilgisi.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin