Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə146/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   189

sebzîn (f.s. sebz'den) yeşil renkli, rengi yeşil, (bkz: ahdar).

sebz-pûş (f.b.s.) yeşil örtülü, yeşil elbiseli.

Sebz-reng (f.b.s.) yeşil renkli. (bkz. sebz-fâm).

sec' (a.i.c. escâ') 1. nesirde yapılan kafiye, içuyak. 2. ibarenin kafiyeli olan cümle sonlarından her biri. 3. kumru, güvercin gibi kuşların ötüşü.

sec'-i mefrûk ed. (bkz: sec'2 ).

sec'-i mukayyed ed. (bkz: sec'-i rabtî).

sec'-i murassa' ed. her iki fasılanın kelimeleri sayıca ve her bir kelime, karşılığı olan kelime ile vezin ve harf adedi itibariyle uygun düşmesiZübde-i1 vâkıfân-ı2 rumûz-ı3 dekayık4/ veumde-i1 sâkinân-ı2künûz-ı3hakayık4... gibi.

sec'-i mutarref ed. hiç bir şarta manî olmaksızın yalnız fasılaları kafiyeli olan seci'andelîb-i hoş-efrâz, nagamatiyle sâmia-nevâzdır... gibi.

sec'-i muvâzî ed. sayıca müsâvî olmayan, mütekabil kelimeleri kamilen kafiyeli olmayan, yalnız vezin ve kafiyelerde birleşen seci'hamd-i nâ ma'dûd ve senâ-yi nâ-mahdûd... gibi.

sec'-i rabtî ed. bağımlı seci'

secâhat (a.i.) yumuşak huyluluk.

secâvend (f.i.) Kur'ân-ı mânâya uygun doğru okumak için konulan işaret. [Meselâ"kafdurmayı","şadgeçmeye ruhsatı", "cimdurma veya geçmenin caiz olduğunu","mimmuhakkak surette durmayı" gösterir; kelime, bu işaretleri koyan zâtın memleketi olan "Secâvend" şehrinden alınmıştır].

secâyâ (a.i. seciyye'nin c.) seciyyeler, huylar, tabîatler, karakterler.

secc (a.i.) akma [su-].

seccâc (a.i. secc'den) 1. bol, şiddetli akan su. 2. çağlayan.

seccâde (a.i. secde'den c. secâcîd) 1. seccade, üzerinde namaz kılınan küçük kilim, küçük halı. 2. yazmalarda görülen belli başlı bir motifin adı.

seccâde-nişîn (a.f.b.s.) "seccadede oturan" şeyh; imam.

seccân (a.i. sicn'den) gardiyan, hapishane me'muru.

secde (a.i.c. secdât) namazda alını, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere dayamaktan ibaret ibâdet vaziyeti.

secde gülü g. s. bir çeşit süsleme olan halkârda görülen gül motifinin bir nev'i.

secde-i sehv namazda yapılan bir yanlış için secde etme.

secde-i şükrân büyük bir sevince karşılık yapılan secde.

secde-i tilâvet Kur'ân'ın 14 yerindeki secde âyetlerini okuyunca, okuyan ve işiten için yapılması lâzımgelen secde.

secde-gâh (a.f.b.i.) ibâdet edilecek, namaz kılınacak yer. (bkz: mescid).

secde-geh (a.f.b.i.). (bkz. secde-gâh).

secde-gîr (a.f.b.s.) secdeye kapanan, secde eden.

secede (a.s. sâcid'in c.) secde edenler, (bkz: süccâd, sücced, sücûd).

secencel, secencele (a. i.) ayna. (bkz: mir'ât).

sech (a.i.) 1. hek. bir şeyin derisini, kabuğunu soyup sıyırma. 2. tırmalama.

secîr (a.i.) cibre, posa. (bkz: asîre).

secîr-i ineb üzüm posası.

seciyye (a.i.c. secâyâ) huy, tabîat, karakter (bkz: meşreb).

seciyyevî (a.s.) ırasal, karakteristik.

secl (a.i.c. sicâl) içi su dolu kova.

sedâ (a.i.c. sedâyâ), (bkz: sidy, sedy).

sedâ (o.i.) (bkz: sadâ).

sedâb (a.i.) bot. sedefotu.

sedâcet (a.i.) sadelik.

sedâcet-i kelâm söz sadeliği.

sedâcet-i lisan leng. dil sadeliği.

sedâd (a.i.) 1. doğruluk, hatasızlık; doğru ve haklı şey. 2. erkek adı.

sedâ-nüvîs (f.b.i.) gramofon plâğı; teyp.

sedâil (a.i. sedîl'in c.) askılar; perdeler, zarlar, örtüler.

sedâyâ (a.i. seda, sedy, sidy'in c.) memeler.

Zât-üs-sedâyâ zool. memeliler, fr. mammiferes.

sedd (a.i.) 1. kapama, tıkama; kapanma, tıkanma, engel olma. 2. mania, perde, (bkz: haciz, hâil). 3. set, tümsek. 4. baraj, büğet. 5. rıhtım.

sedd-i âhenîn demir duvar, demir perde.

sedd-i bâb kapı örtme.

sedd-i Çîn Çin şeddi.

sedd-i hâil araya giren, engel olan set.

sedd-i kebîr (büyük sed) Çin şeddi.

sedd-i nutk susma.

sedd-i rahne gediği kapama, tıkama.

sedd-i ramak ölmeyecek kadar yiyip içme.

seddâd (a.i.) 1. şişe tıpası. 2. tampon.

sedeb (a.i.). (bkz: sedab).

sedebiyye (a.i.) bot. sedefotugiller, fr. rutacees.

sedef (a.i.). (bkz. sadef).

sedef-çe (a.f.b.i.) küçük sedef, (bkz: sadef-çe).

sedefe (a.i.) 1. bir tek sedef kabuğu. 2. anat. kulak kepçesi.

sedefe-i üzniyye hek. kulak sayvanı, fr. pavillon de I'oreille. 3. biy. pul.

sedefî (a.s.) sedefe mensup, sedefle ilgili.

sedef-kârî (a.f.i.) sedefçilik.

sedene (a.i. sâdin'in c.) kapıcılar, perdedarlar, Kâbe-i Mükerreme kapıcıları.

sedg (a.i.) 1. baş yarma. 2. baş yarığı.

sedîd (a.s. sedâd'dan) 1. doğru, hak. (bkz: sedâd). 2. i. erkek adı.

sedîd (a.i.) anat. kapak.

sedîde (a.s. sedâd'dan) 1. ["sedîd" in müen.]. (bkz. sedîd). 2. i. kadın adı.

sedîl (a.i.c. sedâil) askı; perde, zar, örtü.

sedin (a.s.) etli, vücutlu, toplu, cüsseli [kimse].

sedîr (o.i. a. sadr'dan) 1. odanın baş tarafına konulan döşenmiş kerevet. 2. karyola.

sedîr-i atlas bot. atlassediri.

sedm (a.i.) dik fışkıran su.

sedn (a.i.) 1. puthâne. 2. tapınak.

sedn (a.i.) vücut âzalarının anormal şekilde gelişmesi.

sedy (a.i.c. sedâyâ) meme, emcik. (bkz. pistân).

sedy-i kesir-ül-leben çok sütlü meme.

sedye (a.i.) anat. meme.

sedye-i vahîd-üs-sukbe zool. gagalımemeli, fr. ornithorynque.

sedye-i zü-z-zafîr zool. toynaklılar.

seele (a.i. sâil'in c.) dilenciler.

sefâ' (a.i.) safâ'.

sefâh (a.i.). (bkz. Sefâhat).

sefâhat (a.i.) 1. zevk ve eğlenceye -aşırı derecede- düşkünlük. 2. akılsızlık. 3. har vurup harman savurma.

sefâin (a.i. sefîne'nin c.) 1. gemiler. (bkz. süfün). 2. mec. türlü konuları içine alan kitaplar.

sefâin-i harbiyye harb gemileri.

sefâlet (a.i.) 1. sefillik, hakirlik, düşkünlük, aşağılık. 2. yoksulluk.

sefâret (a.i.c. sefârât) sefirlik, elçilik, [aslı "sifâret" dir].

sefâret tercümânı Osmanlılar devrinde İstanbul'da bulunan yabancı elçiliklerde tercümanlık yapan vazîfeli kimse.

sefâret-hâne (a.f.b.i.) elçilik konağı, elçilik.

sefâret-nâme (a.f.b.i.) ed. yabancı bir ülkeye elçilik göreviyle gidenlerin hatıralarını içinde toplayan eser.

sefâric (a.i. sefercel'in c.) ayvalar.

sefat (a.i.) 1. sepet, sele. 2. balık ve ağaç pulu.

sefâtic (a.i. süftece'nin c.) tic. poliçeler.

sefeh (a.i.) akılsızlık.

sefele (a.s. sâfil'in c.) aşağı kimseler, alçaklar.

sefen (a.i.) nasır.

Sefer (a.i.c. esfâr) arabî aylarının ikincisi [yılbaşı Muharrem olmak itibarıyla-].

sefer (a.i.c. esfâr) 1. yolculuk. 2. savaşa gitme. 3. savaş. 4. askerin savaş hâlinde veya savaşa hazır bulunması hâli. 5. defa, kerre, kez. 6. huk. üç gün üç gece süren yolculuk. 7. tas. insan gönlünün Allah'a yönelişi.

sefer bahşişi (bkz: sefer in'âmı).

sefer in'âmı ask. tar. harb dolayısıyla Yeniçeri ocağı asker ve subaylarına verilen bahşiş.

seferân (a.i.c.) muharrem ve sefer ayları, (bkz: saferân).

sefer-ber (a.f.b.i.) 1. savaşa gönderilmiş veya gönderilmek üzere bulunan [asker]; savaşa hazırlanmış devlet. 2. s. bir olayın, bir amacın çözümü yolunda milletçe veya hep birlikte yapılan [hazırlık].

sefercel (a.i.c. sefâric) ayva.

sefer der vatan tas. dünyâdan elini eteğini çekerek Allah'a yönelme, gerçek vatan sayılan ilahî ülkeye dönmek için yola çıkma hazırlığında bulunma.

sefer-güzîn (a.f.b.s.) yolculuk eden, yol giden.

seferî, seferiyye (a.s.) l.seferle, yolculukla ilgili olan. 2. savaş ile ilgili. 3. şer'an en az 18 saatlik yere gitmek üzere yola çıkan kimse, yolcu. ["hazerî"nin zıddı].

seferiyye (a.i.) savaş durumunda bulunma.

sefer-ül-hayr (a.it.) sefer, arabî aylarının ikincisi [takvimlerde, hususî mektuplarda, resmî belgelerde sad ( ) harfiyle belirtilirdi].

seff (a.i.c. süfûf) 1. ilâcı toz hâline getirme. 2. toz hâline getirilmiş ilâç.

seffâh (a.s.) 1. hatîp, güzel söz söyleyen. 2. cömert, eli açık. (bkz: civân-merd). 3. kan dökücü, gaddar.

seffâk (a.s. sefk'den) 1. kan dökücü, (bkz: hûn-rîz). 2. (bkz: seffâh1).

sefîd (f.s.) ak. (bkz: beyzâ, ebyaz).

Bahr-i-sefîd Akdeniz.

Rîş-i sefîd ak sakal.

sefîd ü siyâh akla kara.

sefîdâ, sefîdâc (f.i.) üstübec.

sefîdâb (f.i.). (bkz. sefîdâ, sefîdâc).

sefîdî (a.i.) aklık, beyazlık.

sefîh (a.s.c. süfehâ) 1. zevk ve eğlenceye düşkün, parasını pulunu israf eden akılsız. 2. huk. iradesine hâkim olamayan [kimse].

sefîh-âne (a.f.zf.) sefîh olan kimseye yakışır yolda.

sefîl, sefîle (a.s. sefâlet'den. c. sefilân, süfelâ) l . sefalet çeken, yoksul. 2. alçak. 3. uslu tabiatlı, [kelimenin doğrusu "sâfü" dir]. 4. yıpranmış, eski, harap. 5. bayağı, alçak.

sefîlân (a.i. sefîl'in c.), (bkz. sefil, sefîle, süfelâ).

sefîle (o.s.) mec. orospu, (bkz: fahişe, zâniye).

sefîne (a.i.c. sefâin, süfün) gemi, vapur, (bkz: keştî).

Sefîne-i nefisefi-l-menâkıb-il-Mevleviyye(Mevlevi menkıbeleriyle dolu güzel gemi) 1866 da Mısır'da basılan ve üç bölümden oluşan bu eserde l inci bölümde kendi zamanına kadar Konya'da Mevlâna dergâhına şeyh olan çelebilerin hayatları; 2 nci bölümde birçok tekkelerde şeyhlik etmiş olan Mevlevî şeyhleri; 3 üncü bölümde ünlü Mevlevi dervişleri incelenir.

sefîne-i nefîse-i Mevleviyye (Mevlevîliğin nefis, güzel gemisi) Mustafa Sâkıb Dede'nin (öl. 1736) Mevlevî şeyh ve dervişlerinin biyografilerini konu edinen eseri.

sefîne-i Nûh 1) Nuh'un gemisi; 2) astr. semânın güney yarımküresinde bulunan bir burcun adı.

Sefînet-ür-rüesâ (reisler gemisi) Ahmed Resmî Efendi'nin (1700-1783) Osmanlı reisül-küttap (hariciye vekili) larını anlatan eseri [eserin bir başka adı da Halîfet-ür-rü-esâ (reislerin halîfesi) dir.

sefînet-üş-şuarâ ed. divan şâirlerinden toplanan şiir mecmuası.

sefîr (a.i. sefâret'den. c. süferâ) elçi.

sefîr-i kebîr büyük elçi.

sefîre (a.i. sefâret'den) 1. bayan elçi. 2. sefîr'in eşi.

sefk (a.i.) dökme, akıtma.

sefk-i dimâ' kan dökme, kan dökücülük.

sefl (a.i.). (bkz: kazûrât).

sefsefe (a.i.) un, nişasta gibi toz hâlindeki şeyleri eleme.

seftece (a.i.c. sefâtic) poliçe.

sefûf (a.i.) toz ilâç.

seg (f.i.) 1. köpek, it. (bkz: kelb).

seg-i dîvâne kuduz köpek, (bkz: kelb-i akûr). 2. mec. dayanıklı.

segabet ("ga" uzun okunur, a.i.) açlık, (bkz: cû').

seg-âbî (f.i.) zool. kunduz, [seg-i âbî'den].

segâh (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en eski makamlarındadır. Kuvvetli bir zühd ve açık bir hüzün bildirir. En eski devirlerden beri rağbetle kullanılmıştır. Segah beşlisi ile hicaz dörtlüsünden mürekkeptir, (şu halde, dizisi bir sekizli dâhilinde ifâde edilebilen mürekkep makamlardan olmuş oluyor). Donanımına "si" ve "mi" koma bemolleri ile "fa" bakıyye diyezi konulur, hicaz dörtlüsünün "la" bakıyye diyezi, nota içerisinde kullanılır. Makam dizisi niseb-i şerîfeden 5 tanesini içine aldığından, gizli mütenâfir sayılır. Durağı segah, güçlüsü -üçüncü derecesi olan- neva (re) perdeleridir. Umumiyetle çıkıcı olarak seyreder. Orta sekizlisindeki sesleri -pestden tîze doğru olmak üzere şöyledir segah, çargâh, neva, dik hisar, eviç, gerdaniye, sünbüle ve tiz segah.

segâh-araban müz. adına ilk olarak 1910 yıllarında rastlanan bir makam.

segâh-acem (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

segâh-mâye (f.b.i.) müz. mâye makamının, segah ile segah perdesinde kalan nev'ine -dügâh perdesinde kalandan tefrik maksadıyla- bâzan verilen bir adı.

segâh muhayyer (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin birkaç asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

seg-bân (f.i.) 1. seymen, yeniçeri ocağına bağlı bir sınıf asker. 2. Osmanlı saraylarında av köpeklerine bakan kimse.

seg-bân-ı cedîd tar. Bayraktar Mustafa Paşa tarafından 1808 de, Nizamıcedit ocağının yerine meydana getirilen askerî bir kuruluş.

seg-cân (f.b.s.) it canlı.

seg-peçe (f.b.i.) köpek yavrusu, it eniği.

segrî (f.i.) sağrı, hayvanın beli ile kuyruğu arasındaki dolgunca yer.

sehâ' (a.i.c. eshiye) anat. beyin zarı.

sehâb (a.i.) 1. bulut, (bkz: ebr, gays2, mîg). 2. karanlık. 3. bulut gibi uçuşan böcekler.

sehâb-ı gayr-ı muzî astr. karanlık nebülözler.

sehâb-ı matîr yağmur bulutu.

sehâb-ı rahmet rahmet bulutu.

sehâb-âlûd (a.f.b.s.) bulutlu. (bkz: ebr-âlûd).

sehâbe (a.i.) 1. tek bulut. 2. kalsiyum spektrumunda K- çizgisinde çekilmiş güneş resimlerinde görülen benekler, püskülcük, fr. flocculus.

sehâbî (a.s.) bulutumsu, bulutla ilgili.

sehâbiyye (a.i.) 1. astr. bulutsu, nebülöz. 2. ["sehâbî" nin müen.]. (bkz: sehâbî).

sehâbiyyet (a.i.) coğr. bulutluluk.

sehâfet (a.i.). (bkz: sahâfet).

sehâî (a.s.) beyin zarına ait, onunla ilgili.

sehâib (a.i. sahâbe'nin c.) bulutlar.

sehâib-i meftûre durgun, ağır bulutlar.

sehâiyye (a.s.) ["sehâî'nin müen.]. (bkz. sehâî).

sehânet (a.i.) 1. kalınlık, (bkz: sihan). 2. sıcaklık. 3. katılık, peklik.

sehâyâ (a.i. sehâ'nın c.) beyin zarları. ["sehâ"nın asıl cemi "eshiye" olup "sehâyâ" kelimesi, Cemiyyet-i Tıbbıyye-i Osmâniyye tarafından kabul edilmiş ise de yanlıştır].

İltihâb-ı sehâyâ hek. beyin zarı iltihabı, menenjit.

Nezf-i sehâyâ hek. beyin zarı kanaması.

sehek (a.i.) bot. buğdaypası.

seher (a.i.c. eshâr) 1. tan yeri ağarmadan biraz önceki vakit.

Ale-s-seher sabah erkenden. 2. kadın adı.

seher (a.i.) hek. uykusuzluk, gece uyuyamama hastalığı.

İllet-i seher uykusuzluk hastalığı.

seher-i âmme astr. güneşin ufkun altında 6° de iken gözlenen gün ağarması veya kararması, sivil tan, fr. crepuscule civil.

sehere (a.s. sâhir'in c.), (bkz. sâhir).

seher-gâh, - -geh (a.f.b.i.) seher vakti, sabahın erken saati.

seher-hîz (a.f.b.s.) 1. erkenci, sabahları erken kalkan. 2. sabahleyin esen.

seherî, seheriyye (a.s.) sabah ve şafakla ilgili.

İbâdet-i seheriyye seher vakti ibâdeti.

Mürg-i seheri bülbül.

sehhâka (a.s.) sevici kadın.

sehhâr (a.s. sihr'den) 1. (pek) büyücü, (bkz: sâhir, sihr-bâz). 2. büyü gibi bir kuvvetle çeken, büyüleyici.

sehhâre (a.s.) 1. sehhâr'ın müennesi. 2. i. büyüleyici, çok güzel mânâsına kadın adı.

sehî (f.i.) 1. düz, doğru. 2. fidan gibi [boy]. 3. i. erkek adı.

sehî-kadd (f.a.b.s.) boylu boslu, düzgün endamlı, (bkz: sehî-kamet).

sehî-kamet ("ka" uzun okunur. f.a.b.s.) düz, düzgün boy.

sehîm (a.s. sehm'den) hisse sahibi.

sehl (a.i.) 1. kolay, (bkz: âsân). 2. sâde.

sehl-i mümtenî ed. kolay ve sâde göründüğü halde, bulunup söylenmesi ve taklidi zor olan söz.

sehl-ül-me'haz kolay olarak alınacak ve elde edilecek şey.

sehlen (a.zf.) kolaylıkla, kolay olarak.

Ehlen ve sehlen safa geldiniz, hoş geldiniz.

sehl-ter (f.b.s.) çok kolay, en kolay.

sehm (a.i.c. sihâm) 1. ok. (bkz: tîr). 2. yay. 3. (c. eshâm) aksiyon, hisse bedeli. 4. kısım, hisse, pay. 5. or. eğrilik payı [tomruklarda].

sehm (f.i.) korku, dehşet, (bkz: bîm).

sehm-gîn (f.b.s.) korkunç; korkulu, (bkz: sehm-nâk).

sehmî (a.s.) okla ilgili, okumsu, oksu.

sehm-nâk (f.b.s.) korkunç, korkulu, (bkz: sehm-gîn).

seh-pâ (f.b.i.) 1. üstüne bir şey konulan ayaklı destek. 2. küçük masa. 3. darağacı. 4. üç ayaklı iskemle veya maşa.

sehrân (a.s.) geceleri uyanık duran.

seh-reng (f.b.i.) bir çeşit ipekli kumaş.

sehtâr (f.b.i.) müz. telli sazlardan üç telli bir saz.

sehun (f.i.) söz. (bkz: sühan).

sehv (a.i.c. sehviyyât) 1. yanlış, (bkz: hatâ). 2. yanılma, (bkz: gaflet).

sehv-i kalem yanlışlıkla yazma.

sehv-i mürettib mürettip yanlışı.

sehv-i sarîh pek açık yanlış.

sehv-i tertîb tertip, dizme yanlışı.

sehven (a.zf.) yanlışlıkla, yanılarak.

sehviyyât (a.i. sehv'in c) yanlışlar.

sekam (a.i.c. eskam) hastalık, illet.

sekârâ (a.s. sekrân'ın c.) (bkz. sükârâ).

sekb (a.i.) suyu dökme; su dökülme.

sek-bân (f.b.i.). (bkz. seg-bân).

sekbe (a.i.c. sekebât) 1. baştaki kepek. 2. takke.

sekebât (a.i. sekebe'nin c.) 1. baştaki kepekler. 2. takkeler.

sekenât (a.i. sekne'nin c.) durma [lar], duruş[lar].

Harekât ü sekenât (kımıldamalar ve duruşlar) davranış, oturuş, duruş, [kelime dilimizde müfret gibi kullanılır].

sekene (a.s. sâkin'in c.) sakin olanlar, oturanlar.

sekene-i aslî sosy. yerli, fr. autochtone.

sekene-i karye köy sakinleri, köyde oturanlar.

sekerât (a.i.c.) sarhoşluklar.

sekerât-ül-mevt can çekişirken gelen baygınlık, dalgınlık, (bkz: ihtizâr).

sekil (a.i.) tas. Bektaşi dervişlerinin boyunlarına astıkları taş.

sekîne, sekînet (a.i.c. sekâin) 1. karar; rahat, sakinlik, dinlenme. 2. gönül rahatlığı. 3. israil oğullarına ihsan olunan bir mucize. [tabutla gezdirilir, kendilerine güven, düşmanlarına korku verirmiş].

sekkâk (a.i.) bıçakçı, çakıcı.

sekr (a.i.) sarhoşluk, (bkz: bed-mestî).

sekrân (a.s. sekr'den. c. sükârâ) sarhoş, (bkz: bed-mest, mest, ser-hoş, ser-mest).

sekrâniyyet (o.i.) sarhoşluk.

sekr-âver (f.b.s.) sarhoşluk veren, sarhoş eden, baş döndüren, (bkz: müskir).

sekre (a.i.) 1. sarhoşluk. 2. şaşma, (bkz: hayret). 3. şiddet. 4. dalgınlık, baygınlık.

sekt (a.i.) l. sesini soluk almadan durdurma. 2. ed. şiirde bir harekenin düşmesinden meydana gelen ahenk kırıklığı.

sekt-i melîh ed. hafif ahenk kırıklığı "mefûlü mefâilün faulün" veznini "mefûlün fâilün faulün" hâline koyma.

sekte (a.i.) 1. durma; durgunluk. 2. kesilme. 3. bozukluk, zarar. 4. kanın birdenbire durması. 5. (bkz: sekt). ,

sekte-i dimâgıyye hek. beyin inmesi.

sekte-i kalb kalb sektesi, kalbin durması.

sekte-i rieviyye hek. akciğere kan hücumu.

sekte-dâr (a.f.b.s.) 1. sekteye uğramış, bozulmuş, zarara uğramış. 2. ahengi, düzeni bozulmuş.

sel (a.i.). (bkz. seyl).

sel 'a (a.i. seleât sila') hek. 1. hıyarcık. 2. ur. 3. başta olan yarık.

selâ' (a.i.) anat. cenin torbası, son.

selâcika (a.i. selçûk'un c.) Selçuklular.

Selâtîn-ı selâcika Selçuklu sultanları.

selâhif (a.i. sulhafât, sulahfât'ın c.) zool. kaplumbağalar.

selâik (a.i. selîka'nın c.) selikalar, güzel söyleme ve yazma istidatları.

selâkat (a.i.) güzel söz söyleme kabiliyeti. (bkz: talâkat).

selâlim (a.i. süllem'in c.) merdivenler.

selâm (a.i.) 1. barış, rahatlık. 2. sonu iyi ve hayırlı çıkma. 3. fanî, gelip geçici olmama, zevalsizlik. [Allah adlarından biri]. 4. aşinalık, bildik. 5. selâm, esenleme.

Dâr-üs--selâm Cennet.

Medînet-üs-selâm Bağdat.

Aleyh-is-selâm onun üzerine selâmet olsun.

Selâme, selâmet (a.i.) 1. sâlimlik, eminlik, korku ve endîşeden uzak olma. 2. selâmete çıkma, kurtulma. 3. iyi netîce. 4. kurtulma, (bkz: halâs, necat, rehâ). 5. ed. cümlenin düzgün ve doğru olması. 6. esenlik.

selâmet-ül-insan fî hıfzı-l-lisânbaşını derde sokmak istemeyen, dilini tutmalıdır.

selâmî (a.s.) 1. anat. parmak kemiği. 2 . i . erkek adı.

selâmiyyat (a.i.c.) anat. Parmak kemikleri.

Selâmiyye (a.h.i.) tas. XVII. yüzyıl ortalarında kurulan Celvetiyye tarikatı şubesinden biri. [kurucusu Selâmi Ali Efendi'dir. 1103 (l691) de ölmüştür].

selâmlık (a.t.i.) 1. büyük konaklarda misafirlere ayrılan dâire. 2. eskiden padişahların cuma namazına gitme töreni.

selâmün-aleyküm (a.cü.) "selâmet üzerine olsun!" mânâsına bir selâmlama sözü.

selâm-ün kavlen (a.cü.) "üstüne sağlık" mânâsına Allah'dan sıhhat, sağlık, afiyet dileme"; felç, inme, nüzul.

selâs (a.s.) üç. (bkz: se).

selâse (a.s.) üç.

Şuhûr-i selâse üç aylar.

selâse-aşer on üç.

selâse-i gassâle tas. Bektaşîlerde içki sofrasında içilen ilk üç kadeh, üçüncü bardağı içme, üçleme.

selâset (a.i.) ed. [sözün] akıcı olma hâli, akıcılık, kolay anlaşılma hâli.

selâsil (a.i. silsile'nin c.) 1. zincirler. 2. zincirleme giden şeyler. 3. sıradağlar.

selâsil-i müşgîn sevgilinin saçı.

selâsîn (a.s.) otuz. (bkz: selâsûn).

selâsîn (a.i.) selâsîniye fasilesinden yaprakları pek küçük bir ağaççık.

selâsûn (a.s.) otuz. (bkz: sî, selâsîn).

selâtîn (a.i. sultân'ın c.) sultanlar.

selâtîn câmii sultanlar adına yaptırılan büyük cami.

selâtîn meyhâne büyük meyhane.

Selâtîn-nâme (a.f.b.i.) Edirne Hasköy'ünde Adnî Mahmud Paşa medresesi müderrisi Sanca Kemal'in 1489 (H. 895) yılında kaleme aldığı 3600 beyitlik manzum Osmanlı târihidir, [bir adı da "Tevârih-i Âl-i Osman" dır].

selb (a.i.) 1. kapma zorla alma. 2. kaldırma, giderme, (bkz: ibtâl, izâle). 3. men-fîleştirme, olumsuzlaştırma. 4. inkâr etme. 5. fels. fr. negation.

selben (a.zf.) 1. kaldırarak, yok ederek, gidererek. 2. inkâr yoluyla.

selbî (a.s.) menfilikle (olumsuzlukla) ilgili.

selbiyye (a.s.) ["selbî" nin müen.]. (bkz: selbî).

selc (a.i.c. sülûc) kar. (bkz: berf).

selce (a.i.) zool. istiridye.

selcem (a.i.) bot. şalgam.

selcî (a.s.) kara ait, karla ilgili.

selcûkî (a.s.) Selçuklu.

selcukiyye (a.s.) ["selcûkî" nin müen.]. (bkz. selcûkî).

sele (a.i.) (bkz: selle).

seleât (a.i. sel'a'nın c.) hek. hıyarcıklar, urlar.

seleb (a.i.c. eslâb) 1. birinden kapılıp alınan şey. 2. soyularak birinden alınan şey. 3. savaş âleti.

selef (a.i.c. eslâf, süllâf) 1. bir yerde, bir işte, bir vazifede başka birinden önce bulunmuş olan kimse, ["halef" in zıddı]. 2. eski adam. (bkz: cedd).

Selefiyye (a.h.i.) sahabe ile Tâbi'in mezhebinde bulunan fukahâ muhaddisîn. [bunun yerine Eseriyye de kullanılır; Selefiyye'nin yolu Kur'an yoludur].

selem (a.i.) diş gediği.

selem (a.i.) peşin para ile veresiye mal alma.

selh (a.i.) 1. yüzme, soyma, derisini çıkarma. 2. her arabî ayının son günü. [ilk gününe "gurre" denilir]. 3. ed. başkasına ait olan bir şiirin manâsına dokunmadan yalnız kelimelerini değiştirmek suretiyle onu benimseyerek neşretme.

selh-hâne (a.f.b.i.) salhane, (bkz: mezbaha).

selîb (a.s.) 1. soyulmuş, alınmış, giderilmiş. 2. aklı başından alınmış. 3. traş olunmuş.

Selîha (a.s.) 1. soyulmuş, bozulmuş şey. 2. kabuk.

selîka (a.i.c. selâik) güzel söyleme ve yazma istidadı.

selîka-dâr (a.f.b.s.) 1. zevk ve aşırı zekâ sahibi. 2. iyi huylu [kimse].

selîka-mend (a.f.b.s.) 1. zevk ve aşırı zekâ sahibi. 2. iyi huylu [kimse].

selîka-şiâr (a.b.s.) 1. zevk ve aşırı zekâ sahibi. 2. iyi huylu [kimse].

selîkî, selîkiyye (a.s.) selikaya mensup, bununla ilgili.

Letâfet-i selîkiyye selika güzelliği.

selîl (a.i.) 1. yeni doğmuş erkek çocuğu. 2. netice, (bkz: semere).

selîl-i meyyit ölü doğmuş çocuk.

selîle (a.i.) yeni doğmuş kız çocuğu.

selîm (a.s. selâmet'den) 1. sağlam, kusursuz, doğru, (bkz: sahîh).

Akl-ı selîm sağduyu.

Zevk-i selîm güzel tabîat, güzel zevk sahibi. 2. i. erkek adı. 3. hek. habis olmayan [tümör].

selîm-ül-kalb temiz yürekli adam.

selîme (a.s.) 1. ["selîm" in müen.]. (bkz: selîm). 2. i. kadın adı.

selîmî (a.i.) tar. bir çeşit başlık. [Yavuz Sultan Selîm'e nispetle bu adı almıştır; 65 santim boyunda, yukarısı ağzından genişçe, tepesi yarık değil düzdür ve üzerine tülbent sanlır].

selîmiyye (a.i.) eski ve zarif kumaşlardan birinin adı. [Üsküdar'da Selimiye'de dokunduğu için III. Selim'e nispet edildiği kayıtlardan anlaşılmıştır].

selîm-nâme (a.f.b.i.) tar. Yavuz Sultan Selim'in (1512-1520) Trabzon'daki valiliği (1509) zamanından başlayarak, Gürcülerle, baba ve kardeşleriyle olan mücadelelerini, Safevîlerle ve Memlûklarla olan savaşlarını konu edinen eser(ler).

selis (a.s.) 1. kolay, yumuşak. 2. bağlı, boyun eğmiş.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin