Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə155/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   151   152   153   154   155   156   157   158   ...   189

şeb-zinde-dâr-ı sohbet sohbetin şebzindedârı; sohbetle sabahlayan.

şec (a.i.) baş yarma.

şecâat (a.i.) yiğitlik, yüreklilik, (bkz: besâlet, hamâset).

şecc (a.i.) geminin denizi yararak yol alması.

şeccât (a.i. şecce'nin c.) başta ve yüzde meydana getirilen yaralar.

şecce (a.i.c. şeccât, şicâc) fık. başa ve yüze vurarak meydana getirilen yara.

şecce-i âmme hek. beynin en üstteki zarının yırtılması.

şecce-i bâzıa hek. derisi kesilen yara.

şecce-i dâmia fık. kan çıktığı halde cerahat yerinde birikip akmayan yara.

şecce-i dâmiyye fık. kanı akan yara.

şecce-i hârısa fık. kan çıkmayan yara.

şecce-i muvazzaha fık. kemiği meydana çıkıp görünen yara.

şecce-i münakkale fık. kemik kırılmakla beraber yerinden oynamış olan yara.

şecce-i mütelâhime fık. deri ile etin de kesilmiş olduğu yara.

şecce-i simhâk fık. kemik üzerindeki zar gibi ince deriye kadar yırtılıp fakat o deri yırtılmamış olan yara.

seçen (a.i.c. eşcân, sucun) dal, budak, kol.

Zû-şecen budaklı.

seçer (a.i.c eşcâr) ağaç. (bkz: dıraht).

şecer-i ketira bot. geven.

Şecer-i lâden bot. laden ağacı.

Şecer-i lisân-ı usfûr bot. dişbudak ağacı.

Şecer-i mışmış bot. kayısı ağacı.

Şecer-i rummân bot. nar ağacı.

Şecer-i samg bot. Arap zamkı elde edilen bir ağaç.

Şecer-i süleymân bot. katran ağacı.

Şecer-i temr bot. hurma ağacı.

Şecer-i tîn bot. incir ağacı.

Şecer-i tuffâh bot. elma ağacı.

Şecer-i tûr. (bkz. nahl-i tûr).

şecer-ül-bellût bot. meşe ağacı.

şecer-ül bunduk bot. fındık ağacı.

şecer-ül-hubz bot. ekmek ağacı.

şecer-ül-hür bot. kavak.

şecer-ül-hür-i beyzâ bot. akkavak.

şecer-ül-levz bot. badem ağacı.

şecer-ün-neb' bot. kayın ağacı.

şecer-üs-sınâr bot. çınar ağacı.

şecer-üt-tuffâh bot. elma ağacı.

şecerât (a.i. şecere'nin c.) şecereler.

şecere (a.i.c. şecerât) 1. küçük ağaç, bir tek ağaç.

şecere-i hayât biy. hayat ağacı. 2. soy ağacı, bir ailenin soyunu sopunu gösteren cetvel, (bkz: silsile-nâme).

şecere-nâme (a.f.b.i.) şecereyi gösteren kitap veya yazı.

şecerî (a.s.) seçerle ilgili, şecere, ağaca ait.

Hatt-ı şecerî (bkz: hatt).

Hurûf-i şeceriyye ağaç dallarıyla çizilen harfler.

şecer-istân (a.f.b.i.) ormanlık, ağaçlık yer. (bkz: meşcere).

şecî, şecîa (a.s. şecâat'den. c. şicâ', şüceâ, şüc'ân) cesur, yürekli, yiğit.

şecic (a.s. şecc'den) başında yarası olan kimse.

şecîr (a.i.) kısa, küçük ağaç.

şedâid (a.s. şiddet'den; şedîde'nin c.) zahmetli, meşakkatli, eziyetli haller, sıkıntılar.

şedarabân (şedd-i arabân) (a.b.i.) müz. Türk müziğinde bir şed makam olup en az beş asırlıktır, ifâde kudretini hâiz, tahassür, tahattur gibi hissiyatın tasvirine pek müsait bir makamdır. Oldukça rağbetle kullanılmıştır. Şedarabân, zengüle makamının yegâh (re) perdesindeki şeddidir. Güçlüsü -beşinci derece olan-dügâh (la) perdesidir. Donanımına "si" ve "mi" bakıyye bemolleri ile "fa" ve "do" bakıyye diyezleri konulur. Umumiyetle inici olarak seyreder. Niseb-i şerife adedi -zengüledeki gibi- 7 olmakla, mülayimdir. Orta sekizlisindeki sesleri - tîzden peşte doğru olmak üzere- şöyledir neva, nim hicaz, dik kürdî, dügâh, rast, ırak, kaba hisar ve yegâh. Bu makamın bir sekizli tizine (yânî neva perdesinde kalanına) araban denilmiştir.

şedd (a.i.) 1. sıkı bağlama, sıkı bağlanma, sıkma.

şedd-i nitâk-ı himmet himmet kuşağını kuşanma, işe sıkı başlama.

şedd-i rihâl hayvanın semerini bağlama, hayvana semer vurma [yolculuk maksadıyla-]. 2. tasvir. 3. müz. bir diziyi, bulunduğu yerden başka bir perde üzerine nakletmek. Tabîî aralıkların aynı kalması elzemdir. Aynı aralıkları te'mîn etmek için, bâzı perdelere muhtelif değiştirme işaretleri koymak îcâbeder. Meselâ dügâh (la) perdesinde bulunan hüseynî beşlisinin yegâne ârızası "si" koma bemolü'dür; bu beşliyi hüseynî aşîran (mi) perdesine nakledecek olursak, si bekarlaşır. 4. sertleştirme, pekiştirme. 5. tas. eski esnaf teşkilatı kuruluşlarında ahiliğe, sanata bağlılığını göstermek üzere sarındığı kuşak.

şedd-i arabân (bkz: şedarabân).

Şeddâd (a.i.) Yemen'de Ad kavminin hükümdarı, [büyük binalarla ve bu arada Cennete benzetmek arzusuyla yaptırdığı "irem bağı" ile ün almıştır. Bu bağdaki köşke girmek nasîbolmadan Tanrı gazabına uğrayarak hepsi yer ile bir olmuştur].

şeddâdî (a.s.) çok büyük ve sağlam [yapı].

şeddâd-âne (a.f.zf.) Şeddâd'ınki gibi, o yolda yapılmış [en çok, büyük, sağlam yapılar hakkında kullanılır].

şedde (a.i.) gr. Arapçada ve Farsçada iki defa okunması îcâbeden bir harfin üzerine konulan işaret cerr, bürrân.. gibi. (') işareti.

şedîd, şedîde (a.s. şiddet'den c. şidâd) şiddetli, sert, katı; sıkı.

Zârûret-i şedîde şiddetli, sıkı ihtiyaç.

şedîde (a.i. şiddet'den. c. şedâid) belâ, musibet, büyük sıkıntı.

şef’ (a.s.) 1. çift [tek'in zıddı]. (Kur'ân tâbirlerindendir). 2. ince. [Bârîk şef nükteleri cem' edip Nedîm / Nâzende şâhid-i sühane perçem eyleriz. (Nedim)]

şefâat (a.i.) birinin suçundan geçilmesi veya dileğinin yerine getirilmesi için edilen aracılık.

şefâfet (o.i.) şeffaflık, şeffaf olma, saydamlık.

şefâkat (a.i.c. eşfâk) 1. şefkat, acıyarak ve esirgeyerek sevme. 2. kadın adı olup "şefkat" şeklinde kullanılır.

şefakat-ı nişân-ı hümâyûnî ikinci Sultan Hamîd'in kadınlara verilmek üzere çıkarttığı nişan.

şefakat-ı ubüvvet babalık şefkati.

şefakat-nisâr (a.f.b.s.) şefkat saçan, şefkat dağıtan.

şefe (a.i.c. şefevât, şifâh) 1. dudak, (bkz: leb).

Bint-üş-şefe (dudağın kızı) söz, lâkırdı.

Şakk-ı şefe ağız açmak, lâkırdı etmek.

Hurûf-i şefe (dudak harfleri) b, p, f, m, v harfleri.

şefe-i hevâmm zool. böceklerin üst dudağı fr. labre.

şefe-i süflâ anat. altdudak.

şefet-ül-erneb tavşan dudağı denilen ve yukardan aşağıya kadar yırtık olan dudak. 2. kenar.

şefef (a.i.) yaradılışı kötü olan kimse.

şefetân (a.i.c.) iki dudak, alt ve üst dudak, (bkz: şefeteyn).

şefeteyn (a.i.c.) iki dudak. (bkz: şefetân).

şefevât (a.i. şefe'nin c.) 1. dudaklar. 2. kenarlar.

şefevî, şefeviyye (a.s.) dudağa mensup, dudakla ilgili.

Hurûf-i şefeviyye (dudak harfleri) b, p, f, m, v.

şefevî sâmit gr. dudaksal, dudak sessizi, fr. labiale.

şefeviyye (a.i.) bot. ballıbabagiller.

şeffâf (a.s.) saydam, içinden, bakışın ve ışığın geçmesine manî olmayan cisim.

Nîm şeffâf yarı şeffaf, yarı saydam.

şefi' (a.s. şefâat'den. c. şüfeâ) 1. şefaat eden, bir suçun bağışlanması için aracılık eden. (bkz: şâfi'). 2. huk. şüf’a hakkı sahibi.

şefî-i câr fık. bitişik komşu evinin satılmasından dolayı aynı para ile bu evi satın alma hakkı üstünlüğüne mâlik olan kimse.

şefî-i müznibîn, -i rûz-i cezâ (kıyamet günü günahlılarının şefaatçisi) Hz. Muhammed.

şefî-i ümmet Müslümanların suçunun bağışlanması için aracılık eden, mec. Hz. Muhammed.

şefî-ül-müznibîn (günahların bağışlatıcısı) Hz. Muhammed.

şefî-ül-ümem, şefî-ül-verâ (ümmetlere, Müslümanlara şefaat edecek olan) Hz. Muhammed.

şefîf, şefîfe (a.s.) (bkz: şeffâf).

şefîk (a.s. şefakat'den) 1. şefkatli, merhametli, acıyıcı, esirgeyici. 2. i. erkek adı.

[müen. "şefîka" kadın adı olarak kullanılır].

şefkat (a.i.). (bkz. şefakat).

şefakat-kârâne (a.f.b.zf.) şefkat göstererek, merhamet ederek, acıyarak.

şefkatlü (a.t.s.) babalar hakkında kullanılan ünvan.

şeft-âlû (f.b.i.) 1. "semiz erik" şeftali. 2. mec. öpücük, (bkz. bûse).

şegab (a.s.) fitne uyandıran.

şegaf ("ga" uzun okunur, a.i.) hek. kalb zarı.

İltihâb-ı şegaf kalb zarı iltihabı.

şegaf-ı dâhilî-i kalb anat. iç yürek zarı.

şegaf-ı hâricî-i kalb anat. dış yürek zarı.

şegaf (a.i.) delicesine sevme.

şegaf-dâr (a.f.b.s.) delirtici.

şegafî ("ga" uzun okunur, a.s.) kalb zarına ait, bununla ilgili.

şegal ("ga" uzun okunur, f.i.) çakal. (bkz. şegâl, va).

şegâl (f.i.) çakal, (bkz: şegal).

şeh (f.i.). (bkz: şâh).

şehâ (f.n.) ey şah! ey pâdişâh!

şehâdet (a.i.). (bkz: şahâdet).

şehâmet (a.i.) 1. zekâ ve akıllılıkla beraber olan cesaret, yiğitlik. 2. îrân şahının bir unvanı.

şehâmet-lü îrân şahının lâkabı.

şehbâ’ (a.s.) 1. kır, akçıl [at donlarından olup "eşheb'in" müennesidir]. 2. Haleb şehri.

Haleb-üş-şehbâ [uzakdan kırçıl görünen] Haleb.

şeh-bâl (f.b.i.) 1. kuş kanadının en uzun tüyü. (bkz: şâh-bâl). 2. Hüseyin Saadettin tarafından istanbul'da yayımlanmış onbeş günlük bir gazete. 3. i. kadın adı.

şeh-bâz (f.b.i. ve s.) (bkz. şâh-bâz).

şeh-bender (f.b.i.) 1. konsolos. 2. tar. Mahmut II. zamanında, Osmanlı imparatorluğu içinde yerli Müslüman tüccarların korunması bakımından aralarında çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlığı gidermekle görevli bulunan kimse, [bu mânâdaki şehbender adı ikinci Meşrutiyet'ten sonra kaldırılmıştır].

şeh-bender-hâne (f.b.i.) şehbenderlik, konsolosluk, konsoloshane.

şeh-beyt (f.a.b.i.) ed. (bkz: şâh-beyt).

şehd (a.i.c. şihâd) 1. bal. (bkz: asel). 2. gümeç balı.

şehd-âb, şehd-âbe (a.f.b. i.) bal şerbeti.

şehd-âmîz (a.f.b.s.) 1. bal ile karışık. 2. içinde bal varmış gibi tatlı.

şeh-dâne (a.b.i.). (bkz. şâh-dâne1'2).

şeh-dânec (a.b.i.). (bkz. şâhdâne1'2, şeh-dâne).

şehd-hân (a.b.i.) bal sofrası.

şehd-kâm (a.f.b.s.) tadı damağında kalmış.

şehen-şâh, şehen-şeh (f.b.i.). (bkz. şâhen-şâh).

şehevât (a.i. şehvet'in c.) şehvetler, nefis düşkünlükleri, aşırı istekler, (bkz: şeh-vât).

şehevât-ı nefsâniyye nefis düşkünlükleri.

şehevî (a.s.) şehvetli, kösnül.

şehîd (a.s. ve i. şehâdet'den. c. şühedâ). 1. dîn veya yüksek bir ülkü uğrunda ölen kimse; savaşta ölen.

şehîd-i hancer-i nıüjgân hançere benzeyen kirpiklerin şehîdi.

şehîd-i hükmî huk. yangında yanarak, suda boğularak veya herhangi bir ilmî araştırmada veya hastalık sırasında hayatını kaybeden Müslüman kimse.

şehîd-i Kerbelâ (Kerbelâ şehîdi) Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin.

şehîde (a.s. ve i.) ["şehîd" in müen.]. (bkz: şehîd).

şehîk (a.i. şehka'dan) 1. nefesi içeri alırken seslenme; hıçkırık. 2. soluk alma.

şehîk-i tenhâyî yalnızlık nefesi.

şehîm (a.s. şehâmet'den) şehâmetli, akıllı ve kurnaz yiğit. [müen. şehîme"].

şehîr (a.s. şöhret'den) namlı, ünlü. (bkz: meşhur, nâm-dâr).

şehîre (a.s. şöhret'den) ["şehîr" in müen.]. (bkz: şehîr).

şehiyy, şehiyye (a.s. şehvet'den) iştahlandıran, isteklendiren.

Et'ıma-i şehiyye iştah uyandıran yemekler.

şehka (a.i.) hıçkırık, keskin çığlık.

şehka-i bükâ ağlama hıçkırığı.

şeh-kâr (f.b.s.) üstün eser, fr. chef d'eeuvres. (bkz. şâh-eser).

şehlâ' (a.i.) 1. ela göz, koyu mavi göz. 2. s. ela gözlü [kadın]. 3. tatlı şaşı. ["eşhel"in

müennesi].

Ayn-ı şehlâ, Çeşm-i şehlâ ela göz veya tatlı şaşı bakan göz.

şeh-levend (f.b.s.) boylu boslu, şen, güzel genç.

şeh-levendâne (f.b.zf.) boylu boslu, güzel gençlere yakışır yolda.

şehm (a.s.) 1. becerikli, anlayışlı, zekî. 2. cesur, kahraman, yiğit.

şeh-nâme (f.b.i.) Osmanlı târihine ait muharebelerin evvelâ manzum, sonra manzum ve mensur olarak karışık yazılmışı, (bkz: şâh-nâme).

şehnâz (f.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarındandır. Çok güzel ve karakteristik bir makam olup, hicazkârın daha yumuşağı ve nazlısı, masal edasına çok müsait bir nev'idir. Eskiden pek çok kullanılmıştır; son zamanlarda orta derecede kullanılmıştır. Şehnaz, uzzal veya hicaz veya hümâyûn makamına, hüseynî aşîran (mi) perdesine göçürülmüş bir hümâyûn ilâvesinden mürekkeptir. Uzzal veya hicaz veya hümâyûn ile dügâh (la) perdesinde kalır (bu perde, hüseynî aşîran'da hümâyûn'un da güçlüsüdür). Güçlüler, birinci derecede -hümâyûn ile hicâz'ın güçlüleri olan- neva (re), ikinci derecede de -uzzal'ın güçlüsü ve hüseynî aşîran'da hümâyunun durağı olan- hüseynî (mi) perdeleridir. Karışık ve fakat daha çok inici bir seyri vardır (ve muhayyer perdesini çok kullanır). Donanımına "si" bakıyye bemolü, "fa" koma diyezi, "do" ve "sol" bakıyye diyezleri konulur, (ikinci ve dördüncü arızaları hüseynî aşîranda hümâyûn içindir; diğer ikisi de hümâyûnun arızalandır). Eğer uzzal veya hicaz kullanılmışsa "fa" bakıyye diyezi ("fa" bekardan sonra) ve "sol" bekar yapılır.

şehnâz-ısfahan müz. Hızır bin Abdullah'ın edvarına göre (XV. yüzyılın ilk yarısı) şehnaz âvâzesine ısfahan makamını ekleyerek elde edilen terkip.

şehnâz-büzürk (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnâz-hâverân (f.b.i.) müz. Türk müziğinde bir mürekkep makamdır. Tahmînen bir, bir buçuk asır veya daha evvel terkîbedilmiştir. Dellâl zâde'nin ilâhisi, Musullu Hafız Osman Efendi'nin ilâhîsi makama misâldir. Şehnaz ile ırak makamlarından mürekkeptir. Irak ile ırak perdesinde kalır.

şehnaz-hicâz (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-hüseynî (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-ırâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-kûçek (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-nevâ (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-pûselik (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir makamıdır. Makamın 2 çeşidi vardır; birinci çeşidi basit, ikincisi mürekkeptir. Basit olanı 2 numaralı basit makamımız pûselik'in inici şeklinden ibarettir. Pûselik'de olduğu üzere, pûselik beşlisi ile hicaz dörtlüsünden ibarettir. Güçlüsü -beşli ile dörtlünün birleştiği beşinci derece bulunan- hüseynî (mi) perdesidir. inici bir şekilde seyrederek dügâh (la) perdesinde kalır. Muhayyer perdesi çok mühimdir. Donanımı -la mineur gibi- beş olup yedeninin sol bakıyye diyezi nota içerisinde kullanılır. Niseb-i şerîfe'den 9 una (hepsine) mâlik olmakla dizisi mülayimdir. Orta sekizlisindeki sesleri -tîzden peşte doğru olmak üzere- şöyledir muhayyer nîm şehnaz, acem, hüseynî; neva, çargâh, pûselik ve dügâh. İkinci (mürekkep) şekli ise, şehnaz ile pûselik beşlisinden ibarettir. Bu beşli ile dügâh (la) perdesinde durur. Güçlüler birinci derece -şehnâz'ın birinci güçlüsü olan- neva (re), ikinci derecede de -şehnazın ikinci güçlüsü ve pûselik beşlisinin en tîz sesi olan- hüseynî (mi) perdeleridir. Muhayyer perdesi, çok mühimdir, inici olarak seyreder. Donanımına şehnâz'ın "si" bakıyye bemolü, "fa" koma diyezi, "sol" ve "do" bakıyye diyezleri konulur (gene şehnaz için eğer îcâbederse "fa" bekar ve "fa" bakıyye diyezi, "sol" bekar kullanılır). Pûselik beşlisi için "si" bekar, "do" bekar yapılır).

şehnaz-râst (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamhanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-rehâvî (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur [aslı "şehnaz-ruhâvî" dir].

şehnaz-uşşâk (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehnaz-zengüle (f.b.i.) müz.Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şeh-nişîn (f.b.i.) pencere çıkması, balkon, (bkz: şâh-nişîn).

şehn-şâh (f.b.i.). (bkz: şâhen-şâh).

şeh-per (f.b.i.) kuş kanadının en uzun tüyü. (bkz. şâh-bâl, şâh-per).

şehr (a.i.c. eşhür, şühûr) 1. yeni av. (bkz. hilâl). 2. ay, otuz günlük zaman.

şehr-i ramazân ramazan ayı.

şehr (f.i.) şehir, büyük belde, büyük kent, il.

şehr-emâneti belediye.

şehr-emîni belediye reisi.

şeh-râh (f.b.i.). (bkz. şâh-râh).

şeh-râh-ı terakkî terakkinin, ilerilemeninbüyük yolu.

şehr-ârâ (f.b.s.) şehri süsleyen, şehre süs veren.

şehr-âşûb (f.b.s.) şehri fesada veren.

şehr-âyîn (f.b.i.) donanma, şenlik.

şehr-bân (f.b.i.) şehre bakan, şehir bekçisi.

şeh-reg (f.b.i.). (bkz. şâh-reg).

şehr-engîz (f.b.s.) "şehir karıştıran" ed. bir yerin tabîî ve sosyal özelliklerinden bahseden bir nazım türü [çoğunlukla bu çeşit eserler, sosyal hayat bakımından bir takım dedikodulara sebebiyet verecek mâhiyette idi; XVI. asır şâirlerimizden Fakîrî'nin şehrengîzi göze çarpar].

şehrî, şehriyye (a.s.) aylık, aya mensup, ayla ilgili.

şehriyye-i dekâkîn temettü' (kazanç) vergisi.

şehrî (f.s.) 1. şehirli 2. istanbullu, istanbul'da doğup büyüme. 3. mec. ince, kibar.

şehr-i nâz (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az iki asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

şehrîr (f.i.) 1. takvim. 2. iran'da 6. ayın adı. 3. her Iran ayının 4. günü.

şehr-istân (f.b.i.) büyük şehir.

şeh-rûd (f.b.i.) büyük çay, nehir.

şehr-yâr (f.b.i.c. şehr-yârân) pâdişâh, hükümdar.

şehr-yârân (f.b.i. şehr-yâr'ın c.) hükümdarlar, pâdişâhlar.

şehr-yârâne (f.zf.) hükümdara, pâdişâha yakışacak surette.

şehr-yârî (f.b.s.) 1. hükümdara, pâdişâha mahsus, hükümdarla, pâdişâhla ilgili. 2. şehriyarlık, hükümdarlık, padişahlık.

şeh-süvâr (f.b.s.). (bkz. şâh-süvâr).

şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet saadet ülkesinin ünlü binicisi.

şeh-tâne (f.b.i.). (bkz. şâh-dâne).

şeh-tere (f.b.i.). (bkz. şah-tere).

şehtiye (i.) brik nevinden iki direkli beğlik (devlete ait) gemi.

şehvanî (a.s.) 1. şehvete mensup, şehvetle ilgili. 2. şehvete çok düşkün olan [kimse].

şehvâniyye (a.s.) ["şehvânî"nin müen.]. (bkz: şehvanî).

şehvâniyyet (a.i.) şehvetlilik, şehvetli olma hâli, kösnülük.

şeh-vâr (f.b.s.). (bkz. şâh-vâr).

şehvât (a.i. şehvet'in c.) şehvetler, nefis düşkünlükleri, aşın istekler, (bkz: şehevât).

şehvet (a.i.c. şehvât) 1. aşın istek. 2. nefis. 3. *cinsel istek.

şehvet-engîz (a.f.b.s.) şehvet, istek, iştiha uyandıran.

şehvet-perest (a.f.b.s.) şehvetine, nefsine çok düşkün [kimse].

şeh-zâde (f.b.i.c. şeh-zâdegân) hükümdar oğlu, prens, (bkz: şâh-zâde).

şeh-zâdegân (f.b.i. şeh-zâde'nin c.) şehzadeler, pâdişâh, hükümdar oğullan, prensler.

şek (a.i.) . (bkz. şekk).

şeka' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. bedbahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk. 2. rezillik, alçaklık, (bkz: denâet).

şekâim (a.i. şekîme'nin c.) şekîmeler.

şekavet ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. bedbahtlık, bahtı karalık, kutsuzluk. 2. eşkıyalık, haydutluk.

şekavet-pîşe (a.f.b.s.) eşkıyalığa alışmış.

şeker (f.i.) şeker (nazımda "şekker" şekli de kullanılır).

Şîr ü şekker (sütle şeker) senli benli halde olan; uygun, (bkz: mûnis, muvâfık).

şeker-âb (f.b.s.) dostluk arasına giren soğukluk, kırgınlık [şekerle su gibi uyuşamazlık]. (bkz. şeker-reng2) .

şeker-âvîz (f.b.s.) hoş, güzel, zarif [şey].

şeker-bâr (f.b.s.) şeker yağdıran, etrafa şeker saçarcasına tatlı.

Hande-i şeker-bâr tatlı gülüş.

şeker-dehân (f.b.s.) şeker sözlü, tatlı dilli, (bkz: şeker-güftâr).

şeker-güftâr (f.b.s.) sözü şeker gibi tatlı olan.

şeker-güzâr (f.b.s.) teşekkür eden, iyilik bilen.

şeker-güzârî (f.b.i.) teşekkür etme, iyilik bilme.

şeker-hâb (f.b.i.) otururken gelen tatlı uyku. (bkz. nüâs, sinne).

şeker-hand, şeker-hande (f.b.s.) sevgilinin tatlı tatlı gülüşü.[zıddı "zehr-hand"].

şekerî (f.s.) şekere ait, şekerle ilgili.

şekerîn (f.s.) şekerli, tatlı.

şeker-istân (f.b.i.) şeker kamışı tarlası.

şeker-kand (f.b.i.) nebat şekeri.

şeker-leb (f.b.s.) 1. dudağı şeker gibi tatlı. 2. tatlı dudaklı, tatlı sözlü.

şeker-pâre (f.b.i.) 1. çok şekerli ve tatlı olan bir kayısı nev'i. 2. bir çeşit nakış.

şeker-reng (f.b.s.) 1. sarıya çalar beyaz [renk]. 2. araları açık, bozuşuk, bozuk, pek yolunda olmayan [ahbaplık], (bkz. şeker-âb).

şeker-rîz (f.b.s.) 1. şeker saçan, pek tatlı. 2. sevinçten gelen gözyaşı.

şeker-şiken (f.b.s.) tatlı konuşan, tatlı söz söyleyen.

şekevât (a.i. şekve'nin c.) şikâyetler, sızıltılar, (bkz: şikâ).

şekîb (b.) 1. sabır, tahammül, (bkz: sabr).

Nâ şekîb sabırsız. 2. erkek adı. [aslı "şikîb" dir].

şekîbâ (f.s.) sabırlı, (bkz: mütehammil, sâbır, sabûr, şekî-bende). [aslı "şikîbâ"dır].

şekîbâi (f.i.) sabırlılık. [aslı "şikîbâî" dir].

şekîbende (f.s.). (bkz. şekîbâ). [aslı "şikîbende" dir].

şekîme (a.i.c. şekâim) 1. dayanma, (bkz: mukavemet). 2. gem. (bkz: licâm).

Kaviyy-üş-şekîme, Şedîd-üş-şekîmeçok mukavemeti, dayanması olan.

şekk (a.i.c. şükûk) şüphe, zan, tereddüt, (bkz: gümân, reyb, şübhe, zann, zu'm).

Bilâ-şek, Bî-şek şüphesiz.

Yevm-üş-şekk hilâlin görülmemesi sebebiyle şâban'ın otuzuncu günü mü, yoksa ramazanın birinci günü mü olduğunda tereddüt hâsıl olan gün.

şekkâz (a.i.) huk. cinsel ilişki sırasında duhûlden evvel boşalan kimse.

şekkerîn (f.s.) tatlı, şekerli.

şekkî, şekkiyye (a.s.) şüpheye ait, şüphe ile ilgili.

şekl (a.i.c. eşkâl) 1. şekil, biçim, kılık, (bkz: hey'et, sûret). 2. resim, plân, taslak. 3. türlü, cins, nevi, çeşit. 4. çehre, beniz. 5. ed. bir manzumenin mısraları sayısına ve kafiyeleri sırasına göre aldığı biçim. 6. hal, durum.

şeklen (a.zf.) şekilce, şekil bakımından.

şeklî (a.s.) şekle mensup, şekille ilgili.

şekliyyât (a.i.) leng. şekil bilgisi, fr. morphologie.

şekliyye (a.i.) fels. şekilcilik, fr. formalisme.

şekm (a.i.) 1. sertlik. 2. güç. 3. kuvvet.

şekûr (a.s. ve i.) 1. Allah'ın 99 adından biri. 2. çok şükreden.

şekvâ (a.i.) şikâyet, sızıltı, hoşnutsuzluk, (bkz: şekve).

şekvâ-eser (a.b.i.) şikâyetçi, şikâyet uyandıran.

şekve (a.i.c. şikâ, şekevât) (bkz: şekvâ).

şekve-kâr (a.f.b.s.) şikâyet eden. (bkz: şâkî).

şekve-rîz (a.f.b.s.) şikâyet saçan, sızıltı yayan.

şekve-tırâz (f.b.s.) şikâyet donatan.

şelâcim (a.i. şelcem'in c.) şalgamlar.

şelâle (a.i.c. şelâlât) 1. çağlayan. 2. coğr. jeol. çavlan, (bkz: şellâle).

şelcem (a.i.c. şelâcim) şalgam.

şelel (a.i.) 1. (bkz: şell). 2. biy. vücuttaki renkli lekeler. 3. iskorbüt. 4. hek. sarı benek, gözde ağtabakanın en hassas noktası.

şelel-i asfer biy. sarı benek.

şelel-i intâşiyye bot. çimlenme beneği.

şelel-i sem'î anat. işitme beneği.

şeleng (f.i.) oyuncunun, soytarıların sıçramaları, perende atmaları ve ayakları kıçlarını döve döve koşarak idman yapmaları.

şelgam (f.i.) şalgam.

şell (a.i.) çolaklık, elin, kolun eğri oluşu.

şellâlât (a.i. şellâle'nin c.) büyük çağlayanlar.

şellâle (a.i.c. şellâlât) büyük çağlayan.

şelvâr (f.i.) şalvar.

şelvâr-bend (f.b.i.) uçkur.

Şelyâk (a.h.i.) astr. Lyra burcu, lât. Lyrae; fr. la Lyre. [Herkül burcunun yanındadır].

şem (a.i.) . (bkz. şemm).

şem' (a.i.c. şümû') 1. balmumu. 2. mum.

şem'-i asel bal mumu.

şem'-i cihân-efrûz (dünyâyı aydınlatan mum) güzel sevgili.

şem'-i efrûhte yanan mum.

şem'-i ikbâl talih, şans ışığı.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   151   152   153   154   155   156   157   158   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin