Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə182/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   178   179   180   181   182   183   184   185   ...   189

verîd-i keylûsî anat. kilus damarı fr. veine chylifere.

verîd-i rievî anat. akciğer toplardamarı.

verîd-i vidâcî anat. boyun toplardamarı, fr. veine jugulaire.

Habb-ül-verîd anat. ensedeki iki kalın sinirden her biri.

verîd-i taht-ı terkova anat. kürek kemiğinin altından geçen siyah kan damarı(toplardamar).

verîdî, verîdiyye (a.s.) anat. toplardamarla ilgili.

İmtisâs-ı verîdî anat. toplardamar vasıtasıyla olan emilme.

verîk (a.i.) 1. sık yapraklı ağaç. 2. s.gür sakallı [kimse].

verîze (a.i.) anat. mideden ciğere giden damar.

verka' ("ka" uzun okunur, a.i.c. verâki') l. yabani güvercin, üveyk; güvercin. 2. s. açık boz renk.

verka-yi nâme-ber posta güvercini.

verrâk (a.i.) kâğıtçı.

verta (a.i.c. vırât) 1. varta, çukur yer;uçurum. 2. içinden çıkılması güç iş.

verz (f.i.). (bkz. verziş).

verze (f.i.) iş, san'at, meslek.

verz-ger (f.b.i.). (bkz: verz-kâr).

verzîde (f.s.) ekilmiş, (bkz: mezrû').

verziş (f.i.) l. çalışma; işletme. 2. s. çalışmış. 3. birisi âdet edinme.

verziş-kâr (f.b.s.) çalışkan.

verziş-kârâne (f.zf.) çalışkanlıkla.

verziş-kârî (f.i.) çalışkanlık.

verz-kâr (f.b.i.) çiftçi, rençber; işçi.

vesâfet (a.i.) vasîflik, hizmetkârlık, işçilik.

vesah (a.i.c. evsâh) kir, pas; pislik, mundarlık, (bkz: reyn1).

vesâid (a.i. visâde'nin c.) yastıklar; döşekler, şilteler.

vesâif (a.i. vasîfin c.) uşaklar, hizmetçiler, (bkz: vusafâ).

vesâik (a.i. vesîka'nın c.) vesikalar (belgeler).

vesâil (a.i. vesîle'nin c.) vesileler.

vesâil-i vâzıha ve fi'liyye açık ve fi'lî sebepler.

ve sâire (a.c.) ve başkaları, ve bunun gibiler, ve benzerleri.

vesâit (a.i. vâsıta'nın c.) vâsıtalar.

vesâit-i harbiyye harb vâsıtaları.

vesâit-i nakliyye nakil vâsıtaları, "taşıtlar.

vesâk (a.i.c. vüsuk) 1. bağ. (bkz: râbıta). 2. antlaşma, yeminle söz verme [birbirlerine]. 3. sözleşme yeri. [Kur'anda "vesak" şekli geçer].

vesâm, vesâmet (a.i.) güzellik, güzel olma.

vesâtet (a.i.) araya girme, vâsıta olma, aracılık etme.

vesâvis (a.i. vesvese'nin c.)vesveseler, kuruntular.

vesâvis-i şeytâniyye şeytanca kuruntular.

vesâyâ (a.i. vasiyyet'in c.) vasiyetler, bir kimsenin, öldükten sonra yapılmasını istediği şeyler.

vesâyâ-yi müctemia huk. bir zat tarafından yapılmış olan birçok vasiyetler.

vesâyet (a.i.) 1. vasilik. 2. vasiyet 3. emir, tenbih; tavsiye.

vesbe (a.i.) bir sıçrayış, bir atlama.

veseb (a.i.) sıçrama, atlama.

vesebân (a.i.). (bkz: veseb).

vesen (a.i.c. evsân) put. (bkz ; çelîpa, salîb, sanem).

vesen (a.i.) uyku ağırlığı, uyuklama. (bkz. sine, vesne).

vesene (a.i.). (bkz. vesen, vesne).

vesenî (a.s.) fels.fr. hypnagogique.

vesenî, veseniyye (a.s.) 1. puta mensup, putla ilgili. 2. puta tapan, (bkz: sünâî). [Zerdüştlükte iki elle tapmaları dolayısıyla "sünâî" denilmiştir].

veseniyyûn (a.i.c.) putperest taifesi.

vesî, vesîa (a.s.) geniş, bol. (bkz. vâsi').

vesîc (a.i.) hızlı yürüyen deve.

vesîk (a.s.c. visâk) çok sağlam, kuvvetli, (bkz: vüska).

vesîka (a.i.c. vesâik) 1. inanılacak sağlam delil. 2. belge. 3. dar ölçüde verilmesi gereken bir mal veya yiyeceğin halka müsavi (= eşit) şekilde dağıtılması için hükümetçe verilen izin kâğıdı.

vesîle (a.i.c. vesâil) 1. yol, vâsıta. 2. bahane, sebep. 3. fırsat, elverişle vaziyet.

Bîlâ-vesîle, Bî-vesîle ortada bir sebep ve bahane yok iken.

Ni'm-el-vesîle fırsattan yararlanarak. 4. kadın adı.

vesîle-i cemîle, vesîle-i hasene güzel sebep, güzel fırsat.

vesîle-i sa'y çalışma vesilesi.

Vesîlet-ün-necât (kurtulma tutamağı, yolu) Süleyman Çelebî'nin 1409 tarihinde yazdığı ünlü mevlidi.

vesîle-cû (a.f.b.s.) vesile, bahane, sebep arayan.

vesîle-cûyâne (a.f.zf.) sebep ve bahane ararcasına.

vesîle-dâr (a.f.b.s.) vesîleli, sebepli.

vesîle-hâh (a.f.b.s.) vesile isteyen.

vesîle-hâhâne (a.f.zf.) vesile isteyene yakışır surette.

vesîlet-ün-necât (a. b. i.) "kurtulma tutamağı"mevlid.

vesîm, vesîme (a.s.c. visâm, vüsemâ) 1. güzel yüzlü. 2. rastıklı. 3.damgalı.

vesm (a.i.) döğüp toz hâline getirme.

vesm (a.i.) dağlama, damgalama.

vesme (a.i.) 1. hayvana vurulan kızgın damga. 2. rastık.

vesme-dâr (a.f.b.s.) 1. damgalı, dağlı, dağlanmış. 2. rastıklı.

vesnân (a. s.) uykusu gelmiş olan, uyuklayan.

vesne (a.i.). (bkz. vesen).

ve-s-selâm (a.n.) işte o kadar, son söz budur, artık bitti.

vestâ (f.i.) ateşe tapanların din kitabı olan Zend'in şerhi.

vestî (f.i.) şerh, tercüme.

vesvâs (a.i.) şeytan, (bkz: iblîs).

vesvese (a.i.) işkil, şüphe; kuruntu.

vesvese-dâr (a.f.b.s.) vesveseli, kuruntulu.

vesvese-hîz (a.f.b.s.) vesvese kaldıran; vesvese koparan.

veş (f.e.) gibi mânâsını veren bir benzetme edatı, (bkz: mânend).

Bülbül-veş bülbül gibi.

Deryâ-veş deniz gibi.

Mah-veş Ay gibi...

veşak (f.s.) vaşak.

veşel (a.i.) az su.

veşelân (a.i.) suyun akışı.

veşîa (a.i.c.vesâi') 1. elemye, üzerine iplik sarılan ağaç. 2.fiz. üzerine elektrikli teller sarılan âlet.

veşîce (a.i.) 1. ağaç kökü. (bkz: cezr) 2.lif.

veşîme (a.i.) düşmanlık, fenalık, kötülük.

veşl (a.i.) az miktarda olan su.

veşm (a.i.c. vişâm, vuşûm) döğme, iğne ile ve renkli tozla vücuda yapılan türlü şekiller.

veşme (a.i.) yağmur tanesi.

veşt (f.s.) güzel, (bkz: hûb).

veşy (a.i.) 1. bir çeşit elbise. 2. kumaş işlemeleri, kumaş alacalığı. 3. kumaşı renklerle, resimlerle süsleme. 4. kılıç çeliğinin suyundaki özlülük. 5. söze yalanlar katıp yakıştırma. 6. gammazlık etme.

vetâir (a.i. vetîre'nin c.) yollar, meslekler.

veted (a.i.c. evtâd) 1. ağaç kazık. 2. ed. aruzda üç harften meydana gelen nazım.

veted-i mecmû' ed. iki harekeli harfle bir sakin (harekesiz) harften ibaret olan kelime "faul, benim, senin.." gibi.

veted-i mefrûk ed. iki harekeli harfin arasında bulunan bir sakin (harekesiz) harften ibaret olan kelime "fâle, kâne.." gibi. 3. anat. ense kemiği.

veter (a.i.c. evtâr) 1. yay çilesi, kiriş. 2. saz teli, saz kirişi, çalgı teli. 3. geo. kiriş.

veter-i kaime geo. hipotenüs. 4. adaleleri hareket ettiren kalın sinir.

vetîre (a.i.c. vetâir) 1. dar yol, keçi yolu. 2. yol, üslûp, tarz.

vetîre-i necât kurtuluş yolu. 3. anat. burnun iki deliğini ayıran zar. 4. fels. süreç, fr. processus.

vey (f.e.) "ve ey!" yerinde "ey" karşılığı olarak şiirde kullanılır.

ve-yâhûd (a.f.e.) veya, isterseniz; iyisi.

veyh (a.n.) heyhât!

veyl (a.n.) 1. vay!, yazık, vah vah. 2. i. cehennemde bir derenin adı.

veyle (a.i.) rezillik, küstahlık.

vezâif (a.i. vazîfe'nin c.), (bkz. vazâif)

vezâil (a.i. vezîle'nin c.), (bkz: vezîle).

vezân (f.s.) esici, esen. ["olmak" yardımcı fiili ile kullanılır],

vezânet (a.i.) 1. ölçülü olma. 2. düşünüş ve görüş isabeti.

vezânet-i efkâr düşüncelerin isabeti.

vezânî (f.i. vezân'dan) esinti zamanı.

vezâret (a.i.) vezirlik, paşalık.

vezâret-i uzmâ sadrazamlık, başvekillik.

vezâret-i tefvîz tar. Abbâsîlerde bir çeşit vezirlik, [vazifeli olan vezirin, halîfenin yetkisi dışında olan bütün işlerde bağımsız hareket etme yetkisi vardı].

vezâret-i tenfîz tar. Abbâsîlerde bir nevi vezâret, vezirlik, [vazifeli olan vezir, sadece halîfenin kendisine verdiği vazifeyi görmekle mükellef idi].

vezâret penâh (a.f.b.i.) vezir.

vezb (a.i.) su gibi akma.

vezega (a.i.) bir çeşit büyük keler.

vezîden (f.fi.) l. yel esmek, (bkz: hübûb). 2. sıçramak, atılmak, seğirtmek.

vezîle (a.i. vezâil) 1. parlak, cilâlı para. 2. parlak madenî ayna.

vezîme (a.i.c. vezâim) 1. Beytullâh'a gönderilen hediye, armağan. 2. kadın adı.

vezîr (a.i. vezr'den. c. vüzerâ) 1. valilik, vekillik gibi yüksek rütbelerde bulunan "paşa" unvanını taşıyan kimse. 2. satranç oyununda şahtan sonra gelen en değerli taş. vezîr-i a'zam (en büyük vezir) sadrâzam, başvekil.

vezîr-i maâl-i semîr yüksek vasfı (niteliği) olan vezîr.

vezîr-üs-sohbe tar. vezirin ordudaki işlerine bakmakla görevli kimse.

vezir kellesi şeker, pirinç ve kavrulmuş soğanla bütün olarak pişirilen bal kabağı.

Vezîr-âbâd (a.f.b.i.) batı Pakistan'daki Lahor ili.

vezîrâne (a.f.zf.) vezirce, vezire yakışacak yolda.

vezme (a.i.) kış sonu.

vezn (a.i.c. evzân) 1. tartma, tartılma; tartı. 2. ağırlık.

vezn-i âhir ed. halk edebiyatında mevzuu tasavvufla ilgili bir çeşit musammat.

vezn-i basît f iz. basit tartı.

vezn-i benân ed. (bkz: hisâb-ül-benân).

vezn-i mahsûs fiz. özgül ağırlık, fr. poids specifique. 3. ed. nazmın belli kalıplarından herbiri, nazım ahenginin ölçüsü, [bizde "hece" ve "aruz" olmak üzere iki türlüdür].

vezne (a.i.) 1. tartı. 2. terazi. 3. para alınıp verilen yer. 4. ateşli silâhlarda barutluk, barut yuvası.

vezne-dâr (a.f.b.i.) vezne me'muru; sandık emîni.

veznî (a.s.) 1. vezne ait, vezinle ilgili. 2. i. fık. tanılan şey.

vezniyyât (a.i.c.) tartılan şeyler.

vezniyyet (a.i.) fiz. moment.

vezzân (a.s. vezn'den) 1. vezneden, tartan. 2. i. kantarcı.

vırâk (a.i. varak'ın c.) yapraklar, (bkz: evrâk).

vırât (a.i. verta'nın c.) 1. vartalar, çukurlar; uçurumlar. 2. içinden çıkılması güç işler.

vıtâ' (a.i.) uygun görme, razı olma.

viâ' (a.i.c. ev'iye) 1. kab, mahfaza.

İsm-i viâ a. gr. kab ismi [şekerlik, tuzluk gibi]. 2. biy. damar, (bkz. reg).

viâî, viâiyye (a.s.) anat. damarla, kan damarıyla ilgili.

viâiyyet (a.i.) kab hâlinde olma.

vibâr (a.i. vebr'in c.) zool. aktavşanlar; Arabistan tavşanları. (bkz. vibâre, vubûr).

vibâre (a.i. vebr'in c.), (bkz. vibâr, vubûr).

vicâ' (a.i.) iğdiş etme, burma [hayvanı].

vicâ' (a.i. vecâ'ın c.) ağrılar, sızılar.

vicâh (a.i. vech'den) yüzleşme, yüz yüze gelme, (bkz: muvâcehe).

vicâhen (a.zf.) yüzyüze gelerek, yüzüne karşı, (bkz: muvâceheten).

vicâhî, vicâhiyye (a.s.) yüzyüze olan.

Muhâkeme-i vicâhiyye yüzyüze olan mahkeme, duruşma.

vicâl (a.i. vecl'den) korkaklar.

vicâr (a.i.c. evcire, vücür) 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvan yatağı; in. 2. sel suyunun oyduğu yer.

vicd (a.i.) zengin olma.

vicdân (a.i.) l. bulma, bir şeyi bir hâlde görme. 2. duyma, duygu. 3. kendinden geçme, dalma. 4. insanın içindeki iyi ile kötüyü ayırdeden duygu. 5. din, inanç.

Hürriyet-i vicdân dînî inançta, din töreni yapmada serbestlik. 6. kadın adı.

vicdânen (a.zf.) 1. vecd ile, kendinden geçip dalarak. 2. vicdanca, içten, yürek duygusu ile.

vicdânî, vicdâniyye (a.s.) 1. vecd ile, kendinden geçip dalmakla ilgili. 2. kalbî his ile, yürek duygusu ile ilgili.

vicdâniyyât (a.i.c.) vicdana ait, vicdanla ilgili haller, vasıflar, keyfiyetler, hususlar, nitelikler.

vicdân-sûz (a.f.b.s.) vicdana acı veren, yürek yakan.

vidâc (a.i.) anat. boyun damarlarından biri.

vidâcî (a.s.) anat. 1. boyun damarlarından biri ile ilgili. 2.i. boyun kara damarı.

vidâd (a.i.) 1. sevme, sevgi. 2. dostluk, (bkz: vidd).

vidd (a.i.) sevme, sevgi, dostluk, (bkz: muhabbet, vedd, vüdd).

vifâdet (a.i.) elçilik.

vifâk (a.i.) 1. uygunluk, aynı düşüncede olma. (bkz: muvâfakat). 2. barış.

vihâd (a.i. vehd, vehde'nin c.) uçurumlar, derin vâdîler.

vihâm (a.i.) gebe kadının aş yermesi.

vihâm (a.s. vahîm'in c.) vahîm olan şeyler, (bkz: vahâmâ).

vika' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. (bkz: cimâ'). 2. savaş, (bkz: ceng, harb, perhâş).

vikân (a.i.) eşek palanı.

vikaye ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. kayırma, koruma, esirgeme. 2. hek. herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma. [nazımda "vikayet" şeklinde de kullanılır].

vikaye-i nâmûs namusunu koruma.

vikaye harfi gr. kaynaştırma harfi.

vikayet ("ka" uzun okunur, a.i.) koruma, sahip çıkma.

vikr (a.i.c. evkar) ağır yük. [at, katır ve eşek yükü için kullanılır].

vilâ' (a.i.) 1. birbirinin ardı sıra gelme. 2. ahbaplık, dostluk, yakınlık, (bkz. vedd, vidd, vüdd).

vilâd (a.i.) doğurma.

vilâdet (a.i.) 1. doğurma. 2.o. doğma.

vilâdet-i hümâyûn pâdişâhın doğumu.

vilâdet bi-ş-şakk hek. ameliyatla yapılan doğum.

vilâdî, vilâdiyye (a.s.) fels. anadan doğma, fr. congenital.

vilâ-kâr (a.f.b.s.) dost, ahbap, (bkz: vilâ-perver).

vilâ-perver (a.f.b.s.) dost. (bkz: muhibb).

vilâyât (a.i. vilâyet'in c.) vilâyetler, iller.

vilâyât-ı selâse (3 vilâyet) Osmanlı imparatorluğu zamanında Selanik, Manastır ve Kosova vilâyetlerine verilen ad.

vilâyât-ı sitte (6 vilâyet) Osmanlı imparatorluğu zamanında Erzurum, Van, Harput (Mâmûretülazîz), Sivas, Bitlis ve Diyarbakır'ı içine alan 6 vilâyete verilen umumî ad.

vilâyet (a.i.c. vilâyât) 1. bir şeyi kudretle elde etme. 2. birine kefil olma. 3. dostluk, muhabbet. 4. il.

vildân (a.i. velîd'in c.) 1. yeni doğmuş çocuklar. 2. kullar, köleler. 3. erkek ve kadın adı.

vilde (a.i. veled'in c.) çocuklar, erkek evlâtlar, oğullar, (bkz: evlâd).

vîle (f.i.) yüksek ses. (bkz: feryâd).

vîn (f.i.) 1. renk, boya. 2. siyah üzüm.

virâd (a.i. verd'in c.) bot. güller, (bkz: vürd).

vîrân (f.s.) 1. yıkık, yıkılmış, (bkz: harâb). 2. kederli, üzgün.

vîrâne (f.i.) yıkılmış veya pek harâbolmuş yer, yapı.

vîrânî (f.i.) viranlık, haraplık.

virâset (a.i.) [kelimenin aslı bu olduğu halde "veraset" şekli yaygındır], (bkz: veraset).

vird (f.i.) 1. öğrenci, (bkz: şâkird). 2. mürit.

vird (a.i.c. evrâd) belli zamanlarda okunması âdet olan Kur'ân cüzleri, duaları.

vird-i zebân diline dolama.

visâb (a.i.) 1. atlama, sıçrama. 2. döşek, yatak, şilte, (bkz: serîr).

visâd, visâde (a.i.) yastık; şilte.

Arîz-ül-visâd tenbel adam.

visâde-nişîn (a.f.b.s.) yastığa yaslanıp oturan.

visâk (a.i.) 1. bağ, râbıta, (bkz: vesâk). 2. andlaşma, sözleşme [yeminle-].

visâk (a.i. vesîk'in c.) 1. çok sağlam ve kuvvetli bağlar. 2. andlaşmalar, yemin etmeler.

visâl (a.i. vasl'dan) 1. ulaşma, bitişme. 2. sevgiliye kavuşma.

Amâl-i visâl kavuşma emelleri, istekleri, (bkz: vuslat). 3. müz. Türk müziğinin en az beş altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

visâm (a.s.) damgalı, nişanlı.

visâm (a.s. vesîm'inc.) 1. güzel yüzlüler. 2.rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz: vüsemâ).

vişâh (a.i.c. veşâih, evşiha) boyuna çapraz takılan üstü sırma ve mücevherle işlenmiş muska.

vişâm (a.i. veşm'in c.) dövmeler, (bkz: veşm).

vişn-âb (f.b.i.) ["vişne-âb" dan], vişne şurubu, vişne şerbeti.

vitr (a.s.) 1. tek, yalnız, tenha. 2.

Selât-i vitr (vitir namazı) yatsı namazından sonra kılınan üç rek'at namaz. 3. i. kurban bayramından bir gün önceki gün.

vizr (a.i.c. evzâr) 1. günah, suç. (bkz: ism, zenb). 2. ağırlık, yük. (bkz: sıklet).

vu'âz (a.i. vâiz'in c.) vaizler, (bkz: vâizân).

vubûr (a.i. vebr'in c.) zool. aktavşanlar; Arabistan tavşanları, (bkz: vibâr, vibâre).

vufûd (a.i.) gelme, geliş, (bkz: vürûd).

vufûr (a.i.) çokluk, bolluk, (bkz: kesret, vefret).

vuhûfet (a.i.) l . çok kıllılık. 2. kılın çok siyah ve yumuşak olması.

vuhûl (a.i. vahal, vahl'in c.) batak yerler, çamurlu yerler.

vuhûş (a.s. vahş'ın c.) 1. yabani [hayvanlar].

vuhûş-i berri karaya mahsus, karada yaşayan yabani hayvanlar. 2. ıssız, tenha [yerler]. (bkz: vahşân).

vuku' ("ku" uzun okunur, a.i.) 1. düşme, (bkz: sukut). 2. rastlama, isabet etme. 3. olma, oluş. 4. bir hâdisenin çıkış şekli, cereyanı.

Adîm-ül-vuku' hiç olmayan, olması imkânsız.

Kesîr-ül-vuku' çok olan, sık sık olan.

Nâdir-ül-vuku' seyrek rastlanan.

vuku'-i hâl bir hâdisenin çıkış ve oluş şekli.

vukuât (a.i. vak'a'nın c.) 1. olanlar, olan bitenler. 2. polisi ilgilendiren hâdiseler. (bkz: hâdisât).

vukuât-ı zâbıta polisi ilgilendiren hadise, olay.

vukud ("ku" uzun okunur, a.i. vakd'in c.) yanmalar, tutuşmalar, alevlenmeler, [ateş hakkında].

vukuf ("ku" uzun okunur, a.i. vakf'dan) 1. durma, duruş, (bkz: tevakkuf). 2. bir halde, olduğu gibi kalma, ilerileyip veya gerilememe. 3. anlama, bilme, öğrenme, haberli olma, bilgi.

Ehl-i vukuf bilirkişi.

Erbâb-ı vukuf bir şey hakkında mükemmel bilgisi olanlar, bilirkişiler.

Kesb-i vukuf haberi olma, öğrenme.

Sinn-i vukuf olgunluk haddi.

vukuf-ı adedî tas. Nakşî tarîkatindeki on bir tâbirden biri. [diğerleri huş der dem; nazar ber kadem; sefer der vatan; halvet der encümen; yâdgerd; bâz-keşt; nigâh daşt; yâd daşt; vukuf-ı kalbi; vukuf-ı zaman].

vukuf-ı kalbî tas. 1) kalbin Allah'tan agâh olması; 2) nakşî tarîkatindeki on bir tâbirden biri. (bkz: vukuf-ı adedî).

vukuf-ı zamânî tas. 1) her anda hâlinden haberdâr olma. 2) Nakşî tarîkatindeki on bir tâbirden biri. (bkz: vukuf-ı adedî).

vukuf-dâr ("ku" uzun okunur, a.f.b.s.) bilgili, bilgiç.

vus' (a.i.) bir işi yapabilme gücü. (bkz: iktidâr, kuvvet).

vusafâ (a.i. vasîf’in c.) uşaklar, hizmetçiler, (bkz: vesâif).

vuska ("ka" uzun okunur, a.s. vüsûk'dan) çok sağlam, pek kuvvetli.

Urvet-ül-vüska (pek sağlam kulp) Müslümanlık, (bkz: vesîk).

vusla (a.i.) bir şeyi başka şeye ekleyen, bitiştiren şey, ek.

vuslat (a.i.) 1. bir şeye ulaşma, yetişme. 2. [sevgiliye] kavuşma. 3. kadın adı.

vustâ (a.s.) 1. orta, ortada bulunan, arada olan; iç. [evsat'ın müennesi].

Asyâ-yi vustâ Ortaasya.

Kurûn-ı vustâ Ortaçağ.

Salât-ı vustâ ikindi namazı. 2. i. orta parmak.

vusuk (a.i. vesâk, visâk'ın c.) 1. bağlar, rabıtalar. 2. andlaşmalar. 3. sözleşme yerleri.

vusûl (a.i.) ulaşma, gelme, varma, erişme, yetişme, (bkz: vefd ).

vusûl-il-Allah Allah'a yaklaşma, [takva ve itaat yoluyla-].

vusûm (a.i. vasm'ın c.), (bkz: vasm).

vuşâk (f.i.) uşak. [Türkçeden alındığı, lügatlerde yazılıdır].

vuşûm (a.i. veşm'in c.), (bkz. vişâm).

vuûd (a.i. va'd ve va'de'nin c.) vaitler.

vuzıa (a.fi.) vaz olundu.

Mâ vuzıa leh ta'yîn ve tahsis olunan şey.

vuzû' (a.i.) abdest alma; abdest.

vuzû' (a.i.) nefsini alçaltma, hakir görme.

vuzûh (a.i.) 1. açık ve belli olma, anlaşılır olma. 2. açıklık, aydınlık. 3. ed. ifâdede açıklık.

vü (f.e.), (bkz: ve).

vücehâ' (a.i. vecîh'in c.), (bkz: vecih).

vücûb (a.i.) 1. vacip ve lüzumlu olma. 2. bırakılması mümkün olmama. 3. lâyık olma.

vücûb-i edâ huk. sebebin vücûdundan sonra muayyen bir zamanda bir fiili işlemenin veya bir malı edanın lâzım olması.

vücûbî (a.s.) 1. vücûbe ait, onunla ilgili.

Fi'l-i vücûbî gereklilik sîgası (kipi). 2. mant. olumlu.

vücûbiyye (a.s.) ["vücûbî" nin müen.]. (bkz: vücûbî).

vücûd (a.i.) 1. bulunma, var olma, varlık. 2. insan veya hayvan gövdesi, (bkz: beden, cism). 3. ten.

vücûd-i aynî hakîkî varlık.

vücûd-i mu'ciz başkalarını acze düşürüp hayrette bırakan varlık.

vücûd hücreleri biy. soma.

vücûd-dâde (a.f.b.s.) vücût veren, can atan.

vücûdiyye (a.i.) fels. karnutanrıcılık, Tanrı varlığını eşyanın varlığından ibaret sayma, fr. pantheisme. [vahdet-i vücûd ile ilgisi yoktur].

vûcûd-pezîr (a.f.b.s.) vücut bulan, olan, meydana gelen.

vücûh (a.i. vech'in c.) 1. yüzler, çehreler, suratlar. 2. bir memleketin ileri gelenleri, (bkz: eşraf) 3. geo. satıhlar (yüzeyler).

Zû-kesîr-il-vücûh, Zû-vücûh-i kesîr geo. çok satıhlı (yüzeyli) cisim.

Nîm-vücûh geo. yarı yüzeyli. 4. Kur'ân'ın bâzı okunuş tarzları.

vücûh-i kırâet Kur'ân-ı Kerîm'in türlü türlü okunma kaideleri. 5. imkânlar, şekiller.

vücûh-ı vakf gayenin gerçekleşmesi için vakfa verilen yön.

vücûm (a.i.) 1. darılıp susma. 2. iğrenme, tiksinme. 3. kederli olma. 4. göğüse vurma.

vücür (a.i. vicâr'ın c.) 1. kurt, arslan gibi yırtıcı hayvanların yatakları; inler. 2. sel sularının oyduğu yerler.

vüdâd (a.i.). (bkz. vidâd).

vüdd (a.i.) dostluk, (bkz: vedd, vidd).

vüffed (a.i. vâfid'in c.) elçiler; temsilciler, (bkz: vefd, vüfûd).

vüfûd (a.i.). (bkz. vufûd).

vüfûd (a.i. vâfid'in c.) elçiler; temsilciler, (bkz: vefd, vüffed).

vüfûr (a.i.). (bkz. vufûr).

vühûb (a.s.) çok bağışlayan, çok bağışta bulunan.

vühûl (a.i.). (bkz. vuhûl).

vühûş (a.s.). (bkz. vuhûş).

vükelâ (a.i. vekîl'in c.) 1. vekiller. 2. (Osmanlı imparatorluğu devrinde) kabîne âzası, vekiller, bakanlar.

Meclis-i vükelâ kabîne toplantısı.

vükelâ-yı deâvî dâva vekilleri, avukatlar.

vükelâ-yı devlet bakanlar kurulu, kabine.

vükûb (a.i.) yavaş yürüme.

vükûl (a.i.) biriyle işe girişme, işbirliği.

vükûn (a.i. vekn'in c.) kuş yuvaları, (bkz: vükûr).

vükûr (a.i. vekr'in c.) kuş yuvaları (bkz: vükûn).

vülâd (a.i.) fık. öldürülen, öldürenin evlâdı bulunma.

vülât (a.i. vâlî'nin c.) valiler.

vüleyd (a.s. veled'den) çocukçuk, küçük çocuk.

vülû' (a.i.) bir şeye fazla düşkünlük.

vülûc (a.i.) girme, sokulma, (bkz: duhûl).

vülûg (a.i.) köpeğin su içmesi.

vürd (a.i. verd'in c.) bot. güller, (bkz: virâd).

vüreyd (a.i.) anat. çok küçük damar.

vüreyk (a.i.c. vüreykat) yapracık.

vüreyka (a.i.) yapracık, küçük yaprak, (bkz: vüreyk).

vüreykat ("ka" uzun okunur, a.i. vüreyk'in c.) anat. yapracıklar.

vüreykat-ı tüveyciyye bot. küçük taçyapraklılar.

vürûd (a.i.) geliş gelme, varma; yetişme.

Şeref-vürûdeden şerefle gelen [büyük bir zat hakkında].

vürûd (a.i. verîd'in c.) anat. toplardamarlar, fr. veines.

vürûk (a.i.) yan yatma.

vüs' (a.i.) 1. güç, kuvvet, takat.

vüs'i beşer insan gücü, insan takati. 2. zenginlik, varlık, bolluk. 3. bolluk, genişlik.

vüs'at (o.i.) 1. genişlik, bolluk. 2. para durumu. 3. boş meydan, fırsat. 4. mat. genlik, fr. amplitude.

vüsemâ (a.i. vesîm'in c.) 1. güzel yüzlüler. 2. rastıklılar. 3. damgalılar, (bkz: visâm).

vüska ("ka" uzun okunur, a.s. vüsük'den) pek sağlam ve kuvvetli olan.

Ürvet-ül-vüska (pek sağlam kulp) Müslümanlık. (bkz. vesîk).

vüska ("ka" uzun okunur, a.i.). (bkz: vuska).

vüsûb (a.i.) atlama, sıçrama.

vüsûk (a.i.) 1. inanma, güvenme. 2. muhkemlik, sağlamlık.

vüsuk (a.i. vesâk ve visâk'ın c.) 1.bağlar, râbıtalar. 2. antlaşmalar, sözleşmeler [yeminle-].

vüsüd (a.i. visâde'nin c.) yastıklar.

vüşât (a.s. veşy'in c.) koğucular.

vüzerâ' (a.i. vezîr'in c.) vezirler.

Şeyh-ül-vüzerâ vezirlerin en eskisi olan kimse.

vüzûb (a.i.) su gibi akma.

vüzûb-ı dem kanama.

y (a.f.ha.) Osmanlı alfabesinin otuz birinci harfi olup "ebced" hesabında on sayısının karşılığıdır.

yâ (a.ha.) ye ( ) harfinin adı.

yâ-yi müsennât [iki noktalı olması dolayısıyla] "ye" harfi.

yâ-yi nisbî gr. nisbet eki.

yâ-yi tahtâniyye [altında iki nokta bulunması dolayısıyla] "ye" harfi.

yâ (a.n.) ey!, hey! 1. Arapçada başına geldiği terkibin ilk kelimesini meftuh (üstün) okutur Yâ-rabb-el-âlemîn (ey âlemlerin Rabbi!).. gibi; 2. tek kelimenin başına gelirse o kelimenin son harfini mazmum (ötre) okutur Yâ Ahmedü... gibi.

yâ eyyühe-l-ihvân ey dostlar!

yâ (f.e.) o halde, öyle ise.

yaâfîr (a.i. ya'fûr'un c.) ya'furlar.

yaâlîl (a.i.). (bkz. yeâlîl).

-yâb (f.s.) 1. yâften mastarından emr-i hâzır. 2. "bulucu, bulan; bulunan, ele geçen" mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Fenâ-yâb fena bulan, mahvolan. (bkz: fânî).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   178   179   180   181   182   183   184   185   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin