Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə25/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   189

çetr-i anberîn karanlık gece.

çetr-i bî-sütûn gök.

çetr-i firûze-fâm mavi renkli gök.

çetr-i nur, çetr-i seher Güneş.

çetr-i rûz (bkz: çetr-i nur, çetr-i seher).

çetıvi sîmâbî, çetr-i sîmîn Ay, dolunay.

çetû (f.i.) perde, örtü.

çetûk (f.i.) serçe kuşu. (bkz: usfûr).

çevgân (f-'-) l-cirit oyununda atlılann birbirine attıkları değnek. 2. ucu eğri değnek, baston, çevgen. 3. tas. Allah'ın ezeldeki takdiri.

çevgân-ı sünbül sevgilinin saçı.

çevgân-bâzû (f-b.s.) çevgân ile oynayan, sopa sallayan.

çevgân-dâr (f.b.s.) çevgân taşıyan uşak.

çevgânî (f.i.) 1. cirit oyununa alışık at. 2. bir çeşit tatlı kavun.

çevgân-zen (f-b.s.c. çevgân--zenân) çevgân vuran, çevgân ile oynayan.

çevgen (f.i.) 1. değnek. 2. (bkz: çevgân].

çınar (f.i.) [doğrusu "çenâr" dır], (bkz: çenâr).

çi- (f.e.c. çihâ) ne.

çi-fâide ne fayda var; kaç para eder.

-çîde (f.s.) toplanmış, devşirilmiş mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapar

Ber--çîde çekilip toplanmış.

çi-gûne (f.e.) nasıl, ne türlü.

ri.gı'ınpgî (fi ) nasıllık, ne türlülük, nicelik.

cihar (f.s.) dört. (bkz: çar1, çehâr).

çihârâ-gazeyn muz. Santurî Edhem'in (1855-1926) adlandırdığı makam.

çihâr-ı yâr-ı güzîn (bkz: çihâr-dost).

çihâr-dost (f.b.s.) "dört dost" Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz.Osman, Hz. Ali. (bkz. çihâr-ı yâr-ı güzîn).

cihar ü dû (ciharıdü) dört (ile) iki. [zar oyununda].

cihar ü se (ciharıse) dört (ile) üç. [zar oyununda].

cihar ü yek (ciharıyek) dört (ile) bir. [zar oyununda].

çihil J (f.s.) kırk. meç. çok. (bkz: çil).

çihil-çerâğ (f.b.i.) çok kollu büyük avize.

çihil hadîs (f.a.b.i.) kırk hadis.

çihil-pâ (f.b.i.) zool. kırkayak denilen hayvan.

çihil-sâl (f.b.s.) kırk yaşında.

çihr (f.i.). (bkz: çehre, çihre).

çihre (f.i.). (bkz: çehre).

çihre-perdâz (f-b.i.) resim ve nakış yapan; ressam.

çil (f.s.) 1. kırk. (bkz: çihil). [kelime "çihil" in hafıfletilmişidir]. 2. ahmak.

çile, çille (f.i.) 1. zevk ve sefadan el çekerek, bir yerde 40 günlük ibâdet. 2. eziyet, sıkıntı. 3. ibrişim, yün ve şâire demeti. 4. yay kirişi.

çile-hâne (f.b.i.) dervişlerin çile doldurdukları yer.

çille-i büzürg zemherir, erbain.

çile-keş (f.b.s.) çile çeken, çile çekmiş, çile dolduran.

çille-nişîn (f.b.s.) hücrede oturan, çile dolduran.

çim (f.i.) 1. rutubetten meydana gelen yosun. 2. kesilmiş çimenli yerler.

çimen (f.i.). (bkz. çemen).

çîn (f-i.) 1. kıvrım, büklüm, çatıklık, buruşukluk.

çîn-i cebin alın buruşukluğu.

çîn-i ebru kaş çatıklığı. 2. Çin.

-çîn (f.s.) "toplayan, derleyen" mânâla-nyla mürekkep kelimeler yapar.

Hurde-çîn kırıntı toplayan.

Hûşe-çîn başak toplayan.

çîne (f.i.) kuş yemi.

çîne-dân (f.b.i.) kuş kursağı.

çînende (f.b.s.) toplayıcı, devşirici.

çîne-rîz (f.b.s.) yem döken, dökücü.

çînî (f.i.) çini; sırlı kap.

çin-seher (f.a.b.i.) alacakaranlık.

çirâ (f.e.) nasıl.

Çûn ü çirâ niçin ve neden, (bkz: çûn).

Çirâ (f.i.) 1. fitil, kandil, mum. 2. çırak. 3. s. tekaüt, emekli. 4. i. talebe, öğrenci.

çîre (f.s.) 1. maharetli, becerikli, eliuz. 2. kahraman, yiğit, (bkz: bahâdır).

çîre-dest (f.b.s.) eli işe yakışan, becerikli.. -ı.

çîre-destî (f.b.i.) uzellilik, ustalık.

çîregî (f.i.) 1. yiğitlik, kahramanlık 2. ustalık.

çîre-kâr (f.b.s.) eline çabuk, cesur ve anlayışlı.

çîrezebân (f.b.s.) güzel konuşan,tatlı dilli.

çirk (f.i.) 1. kir, pas, pis. 2. yarada olan kan ve irin.

çirk-âb (f.b.s.) çirkef, pis su.

çirk-âlûd (f.b.s.) kirli, murdar, bulaşık.

çirkin (f.b.s.) 1. pek kirli. 2. güzel olmayan. 3. kanlı, irinli yara ve çıban.

çîstân (f.b.i.) bilmece.

çiz (f.i.) şey, nesne.

çû (f.e.). (bkz. çûn).

çûb (f-i.) ağaç değnek, odun, sopa; çöp. (bkz: çûbek).

çûbân çoban, sığırtmaç, (bkz: râî, şûbân).

çûbe (f.i.) oklava, oklağı.

çûbek (f.i.) davul tokmağı, değnek, sopa; çomak, (bkz: çûb).

çûb-hâr (f.b.i.) zool. ağaç kurdu.

çûbîn, çûbîne (f-s.) ağaçtan yapma şey, değnek gibi kuru nesne.

Çûbîn (f-h.i.) Nûşirevân'a karşı ayaklanmış olan, Hürmüz'ün seraskeri Behrâm'ın lâkabı.

cûg (f.i.) 1. boyunduruk. 2. su arkı. (bkz: cûg).

çuha (f.i.) 1. yün kumaş, çuha. 2. papaz feracesi.

çûha-dâr (f.b.i.) 1. hizmetçi; kapıcı. 2. me'mur.

çumâçum (f.i.) alın. (bkz: nâsiye).

çumçuma (f.i.) çamçak denilen ağaç çanak, kap.

çûn (f.e.) gibi, mademki, çünkü, nasıl, nice, misilli, nîçin. (bkz: çirâ).

çûnân (a. (f-e) öyle böyle.

çûnîn (f.e.) böyle, bunun gibi.

çûn ü çirâ (f.b.e.) nasıl ve nîçin.

çü (f.e.) gibi. (bkz: çû).

çûn (f.e.) 1. gibi. (bkz: çûn). 2. nasıl, nice. 3. çünkü, mademki.

çünân (f.zf.) bunun gibi, bu şekilde.

çünbek (f.i.) sıçrama, atlama, perende atma.

çünbek-zen (f.b.s.) perende atan, taklak atan.

çünki (f.e.) şundan dolayı ki, şu sebepten ki, zîrâ.

çüst (f.s.) 1. çabuk hareketli, çevik. 2. dar, sıkı. 3. yakışıklı, muntazam, düzgün.

çüstî (f.i.) çeviklik.

çuval (f.i.) çuval.

çüvâl-dûz (f.b.i.) çuvaldız, (bkz: cüvâl-dûz).

da' (a.i.) hastalık, dert. (bkz: illet, maraz).

dâ-i merak karasevda, fr. hypocondrie.

dâ'-i Dalton hek. renk körlüğü, Daltonizm.

dâ'-i ezrak hek. cildin mor, mavi ve soluk bir renk aldığı hastalık.

dâ'-i hadır hek. vücudu birden kaplayan uyuşma hastalığı.

dâ-i udâl tedavi edilemeyen müzmin hastalık.

daavât (a.i. da'vet'in c.) "dua" mânâsına gelen cemî şekli.

daavât-ı hayriyye hayırlı dualar.

dâb (f.i.) şan ve şeref.

dabb (a.i.) kertenkele.

dâbbe (a.i. c. devâbb) yük ve binek hayvanı.

dâbbe-süvâr (a.f.b.s.) hayvana binen, binici.

dâbbet-ül-arz (a.it.) kıyamet alâmetlerinden olmak üzere ortaya çıkacağı söylenen hayvanın adı.

dabu' (a.i.c. diba') zool. sırtlan, (bkz: zabu').

dâd (f.i.) 1. adalet, doğruluk, (bkz: adi). 2. ihsan, vergi.

dâd-ı hakk Tanrı vergisi.

dâd-ı Hûda Allah vergisi, Allah'ın ihsanı.

dâd ü diniş bağış. 3. veriş, satış.

dâd ü sited alışveriş. 4. sızlanma, yanıp yakılma, (bkz: tazallüm). 5. feryâd, figan.

dâd ü feryâd feryâd, eyvah. 6. kısmet, nasip. 7. tuzlu balgam denilen bir cilt hastalığı.

dad (a.ha.) Osmanlı alfabesinin on yedinci harfi olup "ebced" hesabında sekiz yüz sayısının karşılığıdır.

dada (f.i.) halayık; çocukları büyüten dadı.

dâd-âferîn (f.b.s.) adaletli, doğru. meç. Allah, (bkz: âdil).

dâdâr (f.i.) 1. Allah. 2. adaletli, doğru olan hükümdar.

dâd-âver (f.b.s.) adaletli, doğru, (bkz: âdil).

dâd-bahş (f.b.s.) hakkı yerine getiren, adaletli, doğru, (bkz: ihkak-ı hakk).

dâd-dih (f.b.s.) adaletli, doğru, (bkz: âdil).

-dâde (f.s.) verilmiş, vergi.

Karâr-dâde karar verilmiş.

dâde-i Hûda Allah vergisi.

dâden (f.m.) vermek.

dâdender (f.i.) üvey kardeş [erkek].

dâder (f.i.) kardeş, (bkz: birader).

dâderâne (f.b.zf.) kardeşçe.

dâder-ender (f.b.s.) üvey kardeş.

dâd-fermâ (f.b.s.) adaletli buyuran, insâfeden, doğru. [Tanrı ve meç. pâdişâh].

dâd-gâh (f.b.i.) adalet yeri, mahkeme dîvânı.

dâd-ger (f.b.s.) insaflı, doğru.

dâd-gîr (f.b.s.) adaletli, doğru, (bkz: âdil).

dâd-güster (f.b.s.) adaleti yayan, adaletli, (bkz: âdil).

dâd-güsterî (f.b.i.) adaleti yayı-cılık, adaletlilik.

dâd-hâh (f.b.s.c. dâd-hâhân) hak, adalet isteyen, şikâyetçi.

dâd-hâhâne (f.zf.) adalet isteyerek, şikâyetçi olarak.

dâdistân (f.i.) 1. bir işe ortak olma. 2. bir işe razı olma.

dâdrâd (f.b.i.) Cenâbıhak.

dâd-rân (f.b.s.) adaletli, doğru, (bkz: âdil).

dâd-rast (f.b.s.) adaletli, doğru, (bkz: âdil). '

dâd-res (f.b.s.) 1. yardıma yetişen, yardımcı. 2. i. hâkim, yargıç.

dâd-sitân (f.b.s.) 1. imdada yetişen, yardım eden, yardımcı. 2. intikam alan. 3. i. fetva.

dâdû (f.i.) lala, bir kimsenin küçüklüğün-denberi hizmetinde bulunan ihtiyar köle.

dad ü feryâd (f.b.e.) eyvah, feryat.

dad ü sitâd, dad ü sited (f.b.i.) alış veriş, (bkz: ahz ü i'tâ).

dad ü sitâd-ı dehr dünyâ alış verişi, hayat, hayatta olan biten şeyler.

dâd-ver (f.b.s.). (bkz. dâd-rast).

dâfi' (a.s.) 1. defeden, savan, savuşturan, iten. 2. Cenâbıhak.

Yâ dâfi'! ey Al-lahım!

dâfi'-i beliyyât belâları savuşturan; Tanrı.

dâfi'-i humma hek. hummayı gideren, ateş düşürücü.

dâfi'-i taaffün pis kokuyu defeden, fr. antiseptique. (bkz: müzâd-ı taaffün).

dâfia (a.s.) [dâfi'in müen]. (bkz: dâfi').

kuvve-i dâfia itici, defedici kuvvet.

dâfik (a.s.) fırlayarak dökülen [su, sel gibi şeyler].

Mâ-i dâfik menî.

dâfika (a.s.) [dâfik'in müen.]. (bkz: dâfik].

dafire (a.i.). (bkz. zafîr).

dâg (f.i.) 1. yanık yarası. 2. insan ve hayvan vücûduna kızgın demirle vurulan damga, işaret, im.

dâg-ı derûn iç yarası, gönül acısı.

dâg-ı dil gönül yarası.

dâg-ı elem elem yarası, elem yanığı.

dagal (f.i.) 1. hîle, dubara. 2. geçmez akçe. (bkz: dega). 3. s. hîleci. 4. i. çerçöp.

dagal-bâz (f.b.s.) hîleci, dubaracı.

dagal-dâr (f.b.s.) hîle arayan, münafık.

dâg-ber-dâg (f.zf.) "yara yara üzerine" kat kat üzüntü.

dâg-ber-dil (f.b.s.) gönlü üzgün.

dagal-perdâz (f.b.s.) hîle, oyun, düzen.

dağdağa (a.i.) gürültü, patırdı, beyhude telâş ve ıztırap.

dağdağa-i âlem dünyâ telâşı ve ıznrâbı.

dağdağa-fermâ (f.b.s.) gürültü buyuran; pıtırdı uyandıran.

dâg-dâr (f.b.s.) 1. kızgın demirle nişanlanmış, dağlı, yaralı. 2. meç. pek müteessir, çok üzgün.

dağı, dâgıyye (a.s.) azgın, başkaldıran.

dâğıstan (f.b.i.) dağlık yer.

Dağıstan (h.i.) Kafkas dağlarının kuzeyinde ve Hazar denizinin batı kıyısında bulunan bir bölge.

dags (a.i.c. adgas) rüya karışıklığı.

dâgul (f.s.) dolandırıcı, hileci.

dâg-zen (f-b.s.) nişan, damga vuran; kalp, gönül kıran.

dâh (f.i.) 1. hizmetçi, câriye. 2. s. on [sayı[. (bkz: deh). 3. s. korkak; alçak, aşağılık j kimse].

daha (a.i.) kaba kuşluk vakti.

dahâlet (a.i.). (bkz. dehalet).

dutumıc (a.i.) biy. irileşme, fr. hy-purtrophie.

dahâmet (a.i.) irilik, kocamanlık, şişkinlik, kalınlık, kabalık, [hek. hipertrop-hie]

dahâme-i kebud hek. karaciğerin büyümesi.

dahâmet-i izâm kemiklerin iriliği, kalınlığı.

dahâyâ (a.i. dahiyye'nin c.) kurbanlık hayvanlar.

dahhâk (a.s. dıhk'den) çok gülen, çok gülücü.

Dahhâk (f.h.i.) Çemşîd'in yerini almış olan İran'ın zâlim ve gaddar bir hükümdarı idi. [Hastalandığı zaman iki çocuk beyni ilâç olarak kullanılırdı. Gâve'nin çocuklarına sıra gelince, meşhur demirci isyan etmiş ve Dahhâk'ın düşürülmesine sebep olmuştur].

dahî (a.s.c. duhât) 1. dehâ sahibi, son derece zekî, anlayışlı ve uyanık. 2. belâ, mu-sîbet.

dâhî-ce (a.zf.) dahîye yaraşır yolda.

dâhik (a.s.) gülen, gülücü.

dâhike (a.i.c. devâhik) azı dişlerden

her biri. dâhil (a.s.) iç, içeri, içinde, içeri girmiş.

Hareket-i dâhil ilmiye sınıfında ilk derece.

İbtidâ-i dâhil medresede başlangıç.

dâhil-i esnan ilk askerlik çağı.

dahîl (a.s. dühûl'den) yabancı, sığıntı, sığınan, sığınmış.

dâhile (a.i.c. devâhil) 1. bir şeyin içyüzü, içi, iç düşüncesi. 2. önek, fr. premisses.

dahîluk (a.cü) rica ederim, yalvarırım, sana sığınırım,

dâhilen (a.zf.) içeriden, içten.

dâhilen mersûm dâire geo. içdaire, fr. cercle inscrit.

dâhilen mersûm mudalla geo. iç çokgen, fr. polygon inscrit.

dâhilen mütebâdil geo. içters [açı].

dahilî, dâhiliyye (a.s.) iç ile ilgili, içe, içeriye mensup.

Havâdis-i dâhiliyye iç haberler.

Emrâz-ı dâhiliyye iç hastalıklar.

Umûr-i dâhiliyye iç işler.

dahilî istihale bir çeşit mâden billuru içinde başka cins mâden billuru bulunması.

dahilî nizâm-nâme içtüzük.

dahilî ticâret yurt içinde yapılan ticâret.

dahilî zâviye geo. içaçı.

dahîm, dâhim (f.i.) taç. (bkz: dîhîm, esfer, iklîl).

dâhim (f.i.) nasip ve rızk.

dahîm (a.s. dahâmet'den) fazla kalın olan, yoğun.

dâhine (a.i.c. devâhin) duman çıkan baca.

dâhis (a.i.) hek. parmağın uçlarında, tırnak diplerinde çıkan dolama, etyaran.

dâhiyan (a.f.zf.) dahîce, dâhiye yakışır bir yolda.

dâhiye (a.i.) 1. musibet, felâket. 2. s. çok kurnaz adam.

dahiyye (a.i.c. dehâya) kurbanlık hayvan.

dahi (a.i.) 1. girme, karışma. 2. te'sir, nüfuz, niyet, fikir.

dahi ü hare gelir ve gider.

dahi ü ta'rîz işe karışma, dokunma.

dahm (a.s. dahâmet'den. c. dıhâm) iri, kalın.

dehm-ül-izâm iri kemikli.

dahme (f.i.) 1. mezar, kabir; türbe; lahit. 2. kükreyen erkek devenin ağzından saçılan köpük. 3. donanma geceleri havaya atılan fişek.

dahme-endâz (f.b.s.) lâğım ve fişek atan.

dahme-güşâ (f.b.s.) çukur açan, mezarcı.

dahm-ül-izâm (a.st.) iri kemikli, iri yapılı [kimse].

dahme-feşân (f.b.s.) lağım saçıcı, saçan.

dâhül, dâhûl (f.i.) bostan korkuluğu.

dahve (a.i.) Güneş'in ufuktan henüz yükselip yayılmaya başladığı zaman, ilk kuşluk vakti, (bkz. duhâ).

dâhten (f.m.) bilmek.

dahve-i kübrâ kaba kuşluk.

dahye (a.i.) 1. (bkz: udhiye). 2. kuşluk vakti kesilen koyun.

dâî' (a.s. duâ'dan c. dâiyân) 1. dua eden, duacı. 2. (da'vet'den c. duât) davet eden, sebebolan.

dâ-i Dalton fels. Dalton hastalığı, fr. Dal-tonisme.

dâî-i dîrîne eski duacı.

dâî-i mazarrat zarar getiren şey.

dâî-i şübhe şüphe uyandıran şey.

-dâim, dâime (a.s. devam'dan). 1. devamlı, sürekli.

Meveddet-i dâime sürekli dostluk.

dâim-ül-evkat her vakit.

dâim-ül-eyyâm her gün. 2. i. [birincisi] erkek adı.

dâima (a.zf. devam'dan) bir düziye, her vakit, (bkz: dem-be-dem).

daimî (a.s. devam'dan) devamlı, (bkz: ber-devâm).

Encümen-i daimî devamlı encümen.

dâimiyyet (o.i.) devamlılık, devam edicilik.

dâim-ül-hamr (a.b.s.) alkolik.

dâin (a.s. deyn'den). (bkz. dâyin).

dâinler vekili Osmanlı imparatorluğu zamanında Düyûn-ı Umûmiyye'de bulunan alacaklı mümessili.

dâir (a.s. devr'den) 1. ait, ilgili. 2. devreden, dönen. dâir ve şâir (dönen ve dolaşan) seyyah.

dâire (a.i.c. devâir) 1. çember. 2. me'-murun çalıştığı yer. 3. ev ve apartman bölüntüsü. 4. sınır içi. S. zilli tef. 6. Osmanlı imparatorluğu zamanında Şehremâneti'nin belediye şubeleri.

dâire-i aide ait olduğu resmî makam.

dâire-i arz astr. paralel.

dâire-i azîme 1) astr. arzın merkezinden geçerek semâ küresini kesen herhangi bir düzlemin teşkîl ettiği ara kesit; 2) den. bir küre üzerine çizilebilen en büyük dâire.

dâire-i dâhilî mat. iç-daire, iç-*teğet daire.

dâire-i evvel-is-sümût astr. sıfır dereceli baş boylam.

dâire-i husuf astr. tutulma dairesi.

dâire-i imkân imkân dâhili.

dâire-i inkılâb astr. yengeç dönencesi.

dâire-i faside fasit daire, 'kısırdöngü.

dâire-i intihâbiyye seçim bölgesi.

dâire-i irtifa' astr. (astronomlara göre) gökyüzündeki en yüksek nokta.

dâire-i kaza (kaza dâiresi) salâhiyet. vazife,

dâire-i küsûf astr. arzın bir senede resmettiği mahrek sathının semâ küresi ile olan arakesiti.

dâire-i muhîtiyye bot. çevreteker, fr. pericycle.

dâire-i mestevî astr. yörünge düzlemi.

dâire-i nısf-ün-nehâr her hangi bir mahallin semt-ür-re'sinden geçen düzlemin semâ küresi ile teşkîl ettiği ara kesiti.

dâire-i resmiyye resmî dâire, hükümet dâiresi.

dâire-i sadâret sadaret dâiresi, vekâlet, bakanlık.

dâire-i sâdise altıncı (Beyoğlu) dâire.

dâire-i sagîre astr. arzın merkezinden geçmeyen boylam.

dâire-i sıa astr. mahallin semt-ür-re'sinden geçen nısf-ün-nehâr dâiresinden mâada diğer bütün nisf-ün-nehâr dârelerine verilen bir ad.

dâire-i şakulî astr. düşey dâire, fr. cerc-le vertical.

dâire-i tenvir astr. aydınlık dairesi.

dâire-i tül astr. boylam.

dâire-i umûr-i askeriyye askerî işler dâiresi, [istanbul'da, Bayezit'te şimdiki Üniversite merkez binasının bulunduğu yer].

dâiren (a.zf.) dönerek.

dâiren-mâdâr (a.zf.) çepeçevre, fırdolayı.

dâiret-ül-burûc (a.b.i.) astr. tutulma sırasında güneş'in üzerinde görülen karanlık kısım.

dairevî (a.s. dâire'den) değirmi.

dâire-zen (a.f.b.s.) tef çalan.

dâiyân (a-s- dâî'nin c.) dua edenler, duacılar.

dâiyân-ı devlet devlete dua edenler.

dâiye (a.i.c. devâî) içten gelen bir duyguyu teşvik edici hal.

dâiye-i istiklâl istiklâl idiâsı, istiklâl arzu-zu.

dâiye-i tefevvuk üstünlük iddiası.

dakayık ("ka" uzun okunur, a.i. dakî-ka'nın c.) 1. ince ve anlaşılması güç ve dikkate muhtaç olan şeyler.

dakayık-ı edebiyye ed. edebiyatın incelikleri.

dakayık-ı fenniyye fennin incelikleri, ince noktalar.

dakayık-ı hendesiyye geometriye ait incelikler.

dakayık-ı umur işlerin ince noktalan.

Dakayık-ül-hakayık (hakikatlerin incelikleri) 1533 (H. 940) yılında ölen büyük Türk bilgini Kemal Paşa Zade Ahmed Şemsüddîn Efen-di'nin Farsça bâzı kelimelerin benzerleri ve mürâdifleri arasındaki kök ve yapı farklarını ve mânâ inceliklerini gereği gibi inceleyen çok mühim ve yazma bir eseridir. 2. dakikalar, dakkalar.

dakik (a.s. dikkat'dan) 1. ince, ufak, duyulmaz, tutulmaz; nâzik.

Fikr-i dakik ince düşünce. 2. toz hâline getirilmiş şey, un. 3. dikkatli, ölçülü davranan kimse.

dakik-i hâss has un.

dakika (a.i.c. dakayık) l. bir saatlik zamanın altmışta biri, dakka. 2. ince düşünce.

dakika-bîn (a.f.b.s.) incelikleri gören, bilen.

dakika-dân (a.f.b.s.) anlaşılması güç olan şeyi bilen.

dakika-senc (a.f.b.s.) güç şeylere akıl erdiren.

dakika-şinâ (a.f.b.s.) anlaşılması zor olan şeyleri fark edip tanıyan.

dakiki, dakikiyye (a-s- da-kik'den) un gibi olan veya unlu [patates, fasulye gibi şeyler].

dakk (a.i.) çalma, vurma; vurulma.

dakk-i bâb kapı çalma.

dakkak (a.s. dakk'dan) 1. kapı çalan. 2. kapı kapı dolaşan, çok gezen, kapı aşındıran.

dal (a.ha.) 1. Osmanlı alfabesinin onuncu harfi olup "ebced" hesabında dört sayısının karşılığıdır. Noktasız olduğundan "dâl-i mühmele" de denir, [dad" ve "ti" harfleriyle yazılan kelimelerden bâzıları dal sesini verir]. 2. s. iki kat olmuş, kanbur.

Kamet-i dal iki büklüm olmuş boy.

dalâl, dalâlet (a.i.) 1. doğru yoldan sapma. 2. fels. sapınç, fr. aber-ration.

dalâl-i baîd doğru yoldan büsbütün uzaklaşma.

dalâlet-şiâr (a.b.s.) yanlış, sakat iş yapan.

dâlî (a.i.) anat deltamsı. (bkz: dâliyye).

dalîl (a.s.) doğru yoldan çok çıkmış olan, çok sapan.

dâliyye (a.i.) Osmanlıca "dal" harfi şeklinde olan yabani asma. 2. anat. Yunanca "delta" harfi şeklinde olan adaleler, fr. deltoîde.

dâlî (a.s. delâlet'den) delâlet eden, gösteren, işaret eden.

dâlî, dâlle (a.s. dalâlet'den) 1. sapıtmış, doğru yoldan ayrılmış. 2. hatâya düşmüş, günaha girmiş.

Fırak-ı dâlle doğru yoldan ayrılmış olan din fırkaları.

dâlle (a.i. delâlet'den) mat. belirten, fr. determinant

dallın (a.s. dalâlet'den) doğru yolu şaşırmış, günaha girmiş.

dam (f.i.) ; 1. tuzak, ağ.

dâm-ı ankebût örümcek ağı.

dâm-ı belâ belâ tuzağı.

dâm-ı girihgîr düğümlü tuzak.

dâm-ı tezvir tezvîr, yalan tuzağı.

dâm-ı zülf zülfün tuzağı. 2. yırtıcı olmayan vahşî hayvan.

dâmâd (f.i.) güveyi.

dâmâd-ı hazret-i şehriyârî Osmanlı hanedanından bir prensesle evlenen kimse.

daman, dâmen (f.i.) 1. etek [elbisenin, dağın].

dâme, dâmet (a.zf.) "dâim ve baki olsun!" mânâsında kullanılan bir iyi dilek sözü.

dâme iclâlühû [eskiden] paşalara yazılan resmî kâğıtlarda adlarına şeref payesi yerinde ilâve edilen bir tâbir.

dâme ikbâlühû [eskiden] "ikbâli, bahtı devam etsin, süredursun!" anlamına gelen bir tâbir.

dâme izzuhû [eskiden] "izzeti, büyüklüğü devam etsin!" anlamına gelen bir tâbir.

dâme kadrühû [eskiden] "mertebesi, rütbesi devam etsin!" anlamına gelen bir tâbir.

dâme maalihû [eskiden] "şerefle i, büyüklükleri devam etsin!" anlamına gelen bir tâbir.

dâme mecdühû [eskiden] ""büyüklüğü, azamet ve haşmeti devam etsin!" anlamına gelen bir tâbir.

dâme mülkühû ülkesi dâim olsun!

dâmet seâdetihû saadeti dâim olsun!

dâme sirruhû [eskiden] "huzur içinde yatsın!" anlamına gelen iyi bir dilek sözü.

dâme ulüvvuhû [eskiden] "ulviyeti, büyüklüğü devam etsin!" anlamına gelen ve şeyhülislâmlara yazılan resmî belgelerde ismin önünde kullanılan bir tâbir.

dâmen (f.i.) etek. (bkz: daman).

dâmen-i afv ile setr affedilmek.

dâmen-i canan sevgilinin eteği.

dâmen-i hurşîd (güneşin eteği) 1) dördüncü gök; 2) güneşin parıltısı.

dâmen-i sahra kırın eteği, ovanın bir yanı. 2. görüşüp, konuşulan kişi.

dâmen-âlûde (f.b.s.) eteği bulaşık, iffetsiz.

dâmen-âlûde-gî (f.b.i.) ; etek bulaştklığı, iffetsizlik.

dâmen-bûs (f.b.s.) etek öpen.

dâmen-bûsî (f.b.i.) etek öpme, etek öpme töreni.

dâmen-çîn (f.b.s.) "etek toplayan" nazlanan, naz eden.

dâmen-derâz (f.b.s.) "eteği uzun" meç. ahmak.

dâmen-der-meyân (f.b.s.) eteği belinde, işe hazır.

dâmen-der-meyân-ı gayret ol bir işe canla başla girişmek.

dâmene (f.i.) dağ eteği, çevresi.

dâmen-gîr (f.b.s.) 1. etek tutan, eteğe yapışan. 2. hasım, davacı, şikâyetçi.

dâmen-huşk (f.b.s.) "eteği kuru" meç. namuslu kadın.

dâmenî (f.i.) 1. kadın başörtüsü. 2. eteklik.

dâmen-keş (f.b.s.) elini eteğini çeken, bir işe karışmayan.

dâmen-zen (f.b.s.) etek sallayan.

dâmen-zenî (f.b.i.) etek ile yelpazeleme.

dâm-gâh, dâm-geh (f.b.i.) tuzak kurulan yer.

dâm-gâh-ı dîv meç. [bu] dünyâ.

dâmgul (f.i.) 1. vücutta peyda olan ur. 2. kulyabani.

dâmıga (a.i.) hek. kafa tasını geçip dimağa kadar işleyen yara.

dâmî (f-i.) 1. tuzakçı. 2. avcı.

dâmia (a.i.) yavaş yavaş, damla damla kan sızdıran yara.

damiye (a.i.) hek. kanı akan yara.

dâmûz, dâmvez (f.i.) büyük gübre küfesi.

dâm-yâr (f.b.i.) . (bkz. dâmî).

-dan (f.e.) 1. Arapça, Farsça, bâzan da Türkçe kelimelere takılarak yer, mahfaza, kab mânâsına kelimeler meydana gelir.

İğne-dân iğnelik.

Kalem-dân kalemlik.

Nemek-dân tuzluk.

Sürme-dân sürmelik.

Ateş-dân ateşlik gibi. 2. s. bilen, bilir.

Suhan-dân sözbilir.

Nâ-dân câhil.

Nükte-dân nükte bilir, yapar., gibi.

dan (f.i.) tane. (bkz: dânek).

dana (f.s.c. dânâ-yân) bilen, bilici, bilgiç, (bkz: âlim).

Dil-i dana bilir gönül.

Mürg-i dana konuşan papağan, dudu.

dânâ-yi Tûs (Tus'lu) Firdevsî.

dânâ-yi Yunan Eflâtun.

dânâ-dil (f.b.s.) gönlüyle anlayan, gönlü çok aydınlık.

dânâ-yân (f.b.i. dânâ'nın c.) bilenler, bilgililer.

dânak, dânâk (a.i.c. devânık, devânîk) çocuklara pişirilen dişbuğdayı. (bkz: dânük).

dânâyî f.i.) bilicilik, bilgiçlik, âlimlik.

dân-çe (f.b.i.) mercimek.

dâne (f.i.) 1. tane, tohum. 2. çekirdek. 3. kurşun, gülle.

dâne-i hâl tek ben.

dâne-i hardal hardal tanesi.

dâne-i şirâre kıvılcım tanesi.

dâne-çîn (f.b.s.) tane toplayan, devşiren, döküntü hâlinde bulunan ufak tefek şeylerden faydalanan.

dâne-dân (f.b.i.) 1. ambar. 2. tohum atılmış tarla. 3. tohumluk. 4. s. tane tane, dağınık.

dânek (f.i.) tane. (bkz: dan).

dânende (f.s.) bilen, bilgin; haberli.

dânende-i serâir içindeki sun bilen.

dâne-rîz (f.b.s.) tane döken, tohum serpen

dang (f.i.) bir dirhemin altıda biri.

dânik (a.i.) l mangır. 2. bir dirhemin


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin