Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə32/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   189

ecyâd (a.i. cîd'in c.) uzun boyunlar.

ecyâf (a.i. cîfe'nin c.) leşler.

ecyâl (a.i. cîl'in c.) 1. milletler, kabîleler, uluslar. 2. nesiller, soylar.

ecyed (a.s.) uzun boyunlu [adam],

ecza' (a.i. cüz'ün c.) l parçalar, kısımlar.

eczâ-üş-şi'r ed. arûz'un sekiz asıl parçası. (bkz. efâîl ü tefâîl).

eczâ-yı nâriyye kim. yanıcı kimyevî maddeler.

eczâ-yı unsûriyye esas teşkîl eden parçalar. 2 . ilâçlarda kullanılan maddeler.

eczâ-yı tıbbiyye ilâç yapılan nesneler. 3. ciltlenmemiş kitap vesaire.

eczâ-yı şerife Kur'ân-ı Kerîm'i meydana getiren otuz cüz.

eczacı (a.t.i.) ecza, ilâç yapan ve satan kimse, (bkz: ispençiyari).

eczâ-hâne (a.f.b.i.) eczane, eczacı dükkânı; ecza dolabı.

eczâl (a.i. cizl'in c.) ağaç kökleri, tomrukları.

eczem (a.s. cüzâm'dan) 1. cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan. 2. parmaklan veya eli kesik [adam].

eczem (a.s.) burnu kesilmiş.

eda' (a.i.) 1. borç veya borç gibi olan herhangi bir şeyi ödeme; yerine getirme.

edâ-yi deyn borç ödeme.

edâ-yi i'tizâr özür dileme edası.

edâ-yi salât namazı vaktinde kılma, (bkz: kazâ-yi salât). 2. e d. tarz, ifâde, üslûp, şîve, ton. 3. naz, cilve, (bkz: işve). 4. kurum, caka, münasebetsiz tavır. 5 . kadın adı.

ed'ac (a.s.) 1. kara ve büyücek gözlü. 2. pek siyah [şey].

ed'ac-ül-ayneyn gözleri kara. [Hz. Muhammed'in şemâilindendir].

edakk (a.s. dakik'den) en dakik, pek ince; çok mühim.

edakk-ı umur işlerin en mühimi,

edânî (a.i. ednâ'mn c.) en alçak, pek bayağı, aşağılık kimseler.

edat (a.i.c. edevat) 1. âlet. 2. başlıbaşına mânâsı olmayan kelime veya harf.

edât-ı haber gr. *koşaç, fr. copule.

e-d-dâî (a.i.) dua eden, duacı; [evvelce] ulemâ sınıfının çok zaman imza veya mühür üstüne koyduktan ve "duacınız, hayır-hâhınız" mânâsına kullandıkları klişeleşmiş bir söz.

E-d-deberân (a.h.i.) astr. (bkz: Ayn-Us-sevr).

edeb (a.i.c. âdâb) 1. iyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik.

edeb erkân yol yordam.

edeb-i kelâm 1) söz zarifliği, güzelliği; 2) ed. ifâde arasında bayağı ve çirkin tâbirler bulunmaması, (bkz: asalet).

edeb-i san'at kusursuz, fasîh ve belîğ olan sözlerin süsleri. 2. haya, utanma. 3. edebiyat bilgisi.

edeb-ül-bahs bir konu üzerinde görüşülürken tutulacak yolu belirten mantık dalı.

edeb-âmûz (f.b.s.) edep öğretici, muallim.

edeb-hâne (a.f.b.i.) ayak yolu, ap-tesâne.

edebî, edebiyye (a.s. edeb'-den) edebiyata, terbiye ve nezâkete mensup.

edebiyyât (a.i.) 1. nazımlı, nesirli, güzel sözler. 2. bu sözlerden bahseden ilim.

Edebiyyât-ı Cedide (yeni edebiyat) 1896 dan 1901 yılına kadar devam eden Tevfik Fikret, Hâlit Ziya Uşakhgil, Cenap Sahabettin ve arkadaşlarının mümessili bulundukları edebiyat okulu.

edebiyyât-ı Osmâniyye Osmanlı edebiyatı.

edebiyyât yapmak meç. güzel ve uzun uzun sözlerle mevzu dışında konuşmak.

edebiyyûn (a.i.c.) edebiyat ile uğraşanlar, (bkz: Udebâ).

eder (a.s.) kasığı yarık [adam].

ederfen (f.i.) hek. tuzlu balgam denilen cilt hastalığı.

edevat (a.i. edât'ın c.) 1. gr. fiillere ve isimlere eklenen manâlı kelimeler. 2. bir işi işlemeye vâsıta olan şeyler, takımlar, parçalar, âletler, avadanlıklar

edevât-ı kitabet yazı vâsıtaları.

edevât-ı lahika gr. son takılar.

edevât-ı rabtiyye gr. bağlama edatları.

edeyân Çok koşan [hayvan].

edfâ, edfak (a.s.) beli bükülmüş [adam].

edfân (a.i. defîn'in c.) defineler, gizli, gömülü şeyler.

edfer (a.s.) iğrenilen, tiksinilen, çok kokan şey.

edhân (a.i. duhn'ün c.) sürülecek güzel kokulu yağlar.

edhem (a.i.) 1. karayağız at. 2. erkek adı. (İbrâhîm-i Edhem).

edhemiyye (a.i.) Şeyh Ebî Ishak ibrahim bin Edhem bin Süleyman bin Mansûr-il--Belhî tarafından kurulan tarikatın adı. [tarikat, "efkârın defi, mâsivâ-ullah'ın terki, ağyar muhabbetinin ref i" esâsına dayanır].

edhine (a.i. duhân'ın c.) dumanlar.

edhine-i mütekâsife kesafet peyda eden, kalınlaşan dumanlar.

edî (a.i.) 1. küçük kap. 2. s. küçük ve şerir [adam].

edîb, edîbe (a.s. edeb'den) 1. edepli, terbiyeli, zarif, nâzik [kimse].

Tıfl-ı edîb terbiyeli çocuk. 2. edebiyatla uğraşan [kimse].

edîb-i bî-müdânî eşsiz edebiyatçı. 3. i. erkek ve kadın adı.

edîb-âne (a.f.zf.) edepli, terbiyeli, zarif, nâzik olana veya edebiyatla uğraşana yakışır surette.

edille (a.i. delîl'in c.) l . işaretler, kılavuzlar, rehberler. 2. her hangi bir dâvayı ispat etmeye yarayan şeyler, (bkz: delâil).

edille-i akliyye kanunî deliller.

edille-i asliyye fık. kitap, sünnet, icmâ, kıyastır, [fıkıh ilminin dayandığı asıl deliller bunlardır].

edille-i erbaa (dört delil), (bkz. edille-i şer'-iyye).

edille-i kaviyye sağlam deliller.

edille-i şer'iyye kitap, sünnet, icmâ-i ümmet, kıyâs-ı fukahâ'dan çıkan, şeriatın dört delili.

edille-i erbaa kitap, sünnet, icmâ-i ümmet, kıyâs-ı fukahâ'dan çıkan, şeriatın dört delili.

edille-i tâliye huk. örf, âdet, teamül, istis-hap, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibâr-ı tabiîn gibi deliller.

edîm (a.i.) 1. tabaklanmış deri. 2. satıh, yüz.

edîm-i arz yeryüzü.

edimme (a.i.) derinin ikinci tabakası.

edimme-i dahilî bot. içderi.

ed'iye (a.i. duâ'nın c.) yalvarmalar, niyazlar.

ed'iye-i hayriyye hayırlı dualar.

ed'iye-i me'sûre eser'de, yâni hadiste geçen dualar.

edlem (a.s.) karayağız, siyah adam.

edm (a.i.) iki nokta, iki şey arasını birleştirme.

edinen (f.i.) hâlis misk.

edmiga (a.i. dimâğ'ın c.) beyinler.

edmu' (a.i. dem'in c.) göşyaşlan. (bkz: dümû').

ednâ (a.s. denî'den. c. edânî) 1. pek aşağı, en bayağı, çok alçak. 2. az, pek az.

ednâs (a.i. denes'in c.) 1. pislikler, murdarlıklar, kirler. 2. s. çapkınlar, en aşağılık adamlar.

edra' (a.s.) 1. başı kara, vücudu beyaz [hayvan]. 2. hecin.

edred (a.s.) dişsiz.

Şahs-ı edred dişsiz adam.

edrek (f.i.) taze zencefil.

edrem (f.i.) teğelti, eğerin altına konulan

keçe. edrem (a.s.) 1. dişleri dökülmüş [adam]. 2. dümdüz şey.

edreng (f.i.) sıkıntı ve musîbet.

edsak (a.s.) ağzı büyük [adam], (bkz: efvag, efveh).

edsem (a.s.) pek yağlı [şey].

edser (a.s.) gaflette bulunan [adam].

edvâ' (a.i. dâ'ın c.) illetler, dertler, hastalıklar.

edvar (a.i. devr'in c.) 1. devirler, zamanlar, asırlar.

edvâr-ı sabıka geçen zamanlar. 2. şark müziğinden bahseden fen eserleri. 3. muz. eski müzik nazariyatı kitaplarına verilen bir addır. Şarklıların Arap, Acem ve Türkçe telif ettikleri müzik kitaplarında, mecmualarında makamlar ve usuller dâire şeklindeki şemalarla gösterilmek âdet olduğundan dolayı bu ismi taşırlar.

edveş (a.s.) gözü dumanlı adam.

edviye (a.i. devâ'nın c.) ilâçlar.

edviye-i müessire te'sirli ilâçlar.

Edviye-i Müfrede (basit ilâçlar) XIV. yüzyıl Türk hekimlerinden Geredeli İshak bin Murat'ın hekimliğe dâir eseri.

edyâk (a.i. dîk'in c.) horozlar.

edyân (a.i. dîn'in c.), (bkz. dîn).

edyâr (a.i. deyr'in c.) manastırlar, kiliseler.

ef'â (a.i.) 1. engerek yılanı, (bkz: efî). 2. s. meç. fena tabiatlı [adam].

efâdıl (a.s. efdal'ın c.), (bkz. efâzıl).

efâhim (a.s. efham'ın c.) en ulu, pek büyük ve saygıya lâyık kimseler.

efâhîs (a.i. ufhûs'un c.) taş arasında, kayalıkta bulunan kuş yuvalan.

efâî (a.i. efa'nın c.) engerek yılanları.

Dıhk-ül-efâî acı acı, hâincesine gülüş.

efâik (a.s. efîke'nin c.) yalanlar, dolanlar, düzme sözler; iftiralar.

efâîl ü tefâîl (a.i.) arûz'u hazırlayan İmâm Halil'in ahenk ölçüsü olmak üzere bulduğu [feûlün, fâilün, fâilâtün, müs-tefilün, mefâîlün, mütefâilün, müfâaletün, mefûlat] kelimeleri ki, bunların tekrarından ve değişmelerinden "aruz" un ölçüleri meydana gelmiştir. Bu sekiz temel kalıbın Arap alfabesine göre beş harfli olan ilk ikisinin her birine efile, ikisine birden efâîl, yedişer harfli olan diğerlerinin her birine tefile, altısına birden tefâîl adı verilir.

efâkil (a.s. efkel'in c.) titreyenler, titrekler.

ef'âl (a.i. fi'l'in c.) işler, ameller, (bkz: a'mâl, efâîl, fıâl, fiil).

ef'âl-i basene iyi işler.

ef'âl-i seyyie kötü işler, hareketler.

efânîn (ü. i. üfnûn'un c.) 1. sarmaşık gibi birbirine sarılmış sık ağaç dallan. 2. değişiklikler; işler, haller, şartlar.

efârît (a.s. ifrît'in c.) 1. hîlekârlar, kurnazlar, cüretliler. 2. şeytanlar. 3. son derece hâin olan cinler.

efâtîh (a.i.) mantar ve benzerleri gibi nebat, (bitki).

efâvîc (a.i. fevc'in c. olan efvâc'ın c.) bölükler, kısımlar, takımlar.

efâvîk (a.i, fuvâk'ın c.) hıçkırıklar.

efâviye (a.i.c.) yemeğe konulan baharat.

efâyik (a.s. efîke'nin c.) uydurma, düzme, asılsız, yalan [sözler].

efâzıl (a.s. efdal'ın c.) pek mümtaz olanlar, çok bilgililer, (bkz. efâdıl).

efâzıl-ı ukalâ akıllılann en ileri gelenleri.

efâzıl-ı vükelâ-yi fihâm büyük vekillerin bilgilileri.

efdah (a.s. fadîh'den) daha (pek, en) rezil, (bkz. efzah).

efdal (a.s. f âdil, fâzıl'dan) 1. daha (en, pek) fazîletli. 2 . en âlâ, üstün.

efdâl (a.i. fazl'ın c.) 1. ziyâdeler, fazlalar. 2 . ihsanlar, meziyetler, lûtuflar, iyilikler.

efdaliyyet (a.i.) efdallik, fazîlet-lilik, meziyetlilik, üstünlük.

efder, evder (f.i.) 1. amca, babanın erkek kardeşi. 2. yeğen, amca, hala, teyze çocukları.

eferr (a.s.) pek kaçıcı, çok koşucu.

effâf (a.s.) çok of çeken, sıkıntılı, kederli [adam].

effak (a.s.) ticâret için bütün dünyâyı gezen [adam].

effâk (a.s. ifk'den) fazla iftira eden. (bkz: efvek).

efgan (f.i.) ıztırap ile haykırma, bağınp çağırma; inleme, bağnşma. (bkz: figan).

efgâne (f.s.) düşük [ana rahminden düşen çocuk], (bkz: cenîn-i sakıt).

-efgâr (f.s.) yaralı, sakat; kötürüm. (bkz: mecruh), [kelime "fıgâr" şeklinde de kullanılır].

efgâr-ı mey içkiden dolayı ağırlaşmış, çok sarhoş.

-efgen (f.s.) düşüren, yıkan, yere atan; atıcı, yıkıcı, düşürücü, (bkz: fıgen).

efgende (f.s.) 1. yıkılmış, yıkık, düşürülmüş, yere atılmış. 2. düşkün, biçâre, (bkz: figende).

efgendegî (f.i.) düşkünlük.

efhâ' (a.i. fehâ'nın c.) soğan veya yemeklere konulan nane, kekik, somak ve benzerleri gibi kuru otlar.

efhâm (a.i. fehm'in c.) zihinler, anlamalar, idrâkler, (bkz: fuhûm).

efham (a.s. fehîm'den) daha (en, pek) fehâmetli, çok şeref sahibi, en ulu.

efhâs (a.s. fahs'ın c.) her şeyin içleri, boşlukları.

efhâz (a.i. fahz'ın c.) yakın hısımlar, akrabalar.

efhem (a.s. fehm'den) çok fehîm olan, pek çabuk anlayan, zihni son derece açık ve zeyrek olan.

ef'î (bkz. ef â).

ef'î-i mücelcel zoo. çıngıraklı yılan.

ef'î-i münakkaş alaca derili engerek yılanı.

efid, eftid (f.s.) 1. medhedici; vasfedici. 2. şaşılacak şey.

ef'ide (a.i. fuâd'ın c.) yürekler, kalpler, gönüller.

ef'ide-i hâlise saf, temiz, bozulmamış kalpler.

efika (a.s.) fena, kötü [şey].

efîke (a.s.c. efâik) yalan, dolan, iftira.

isnâd-ı efîke yalan isnâd etme. (bkz: ifk).

efîn (a.s.) 1. boş kafalı [adam]. 2. çürük [ceviz].

efjûl (f.i.) 1. kışkırtma, kandırma. 2. s. perakende, dağınık.

efkar (a.s.) daha (en, pek) fakir ve muhtaç.

efkar-i fukara' fakirlerin fakiri.

efkâr (a.i. fikr'in c.) 1. düşünceler, (bkz: fıkr).

efkâr-ı âliye yüksek fikirler, düşünceler.

efkâr-ı sahîha doğru düşünceler.

efkâr-ı umûmiyye halkın, umûmun düşüncesi. 2. düşünme, endîşe, vesvese, kuruntu, niyet, maksat; rey'.

eflah (a.s.) daha (en, pek, çok) felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan, bahtına, nasî-bine, nîmetine kavuşan.

eflâk (a.i. felek'in c.) 1. semâlar, felekler, gökler, küreler; zamanlar. 2. bahtlar, talihler, kaderler.

eflâk-ı cüz'iyye dünyâdan daha küçük küreler.

eflâk-ı külliyye yeryüzünü çevreleyen büyük küreler.

eflâk-ı seb'a (yedi dünyâ) astr. Kamer (Ay), Utarit, Zühre, Şems (Güneş), Merih, Müşteri, Zuhal.

eflâk (a.h.i.) Osmanlı imparatorluğu zamanında, merkezi Bükreş olan, "memleke-teyn" (iki memleket) den bir kısım.

eflâkî (f.s.c. eflâkiyân) gökte oturan, melek [Eflâkî Mevlânâ'ya dâir "Menâkıb-ül--Ârifîn" adlı eserin müellifi Hâkî Dede'nin mahlası].

eflâkiyân (f.i. eflâkî'nin c.) gökte oturanlar, melekler.

Eflâtun (a.h.i.) Aristo'nun hocası, Sokrat'ın talebesi olan meşhur Yunan filozofu, (m.ö. 429 - 347).

eflâtûnî (a.s.) Eflâtun'a ve onun felsefesine ait, onunla ilgili, f r. platonique.

eflec (a.s.) 1. seyrek [diş].

eflec-ül-esnân seyrek dişli. 2. omuzlan geniş, kollarının arası açık [adam].

efles (a.s.) daha (en, pek) müflis, züğürt.

efles-i nâs insanların en züğürdü.

eflûd (a.s.) yetişkin, güzel ve gürbüz [çocuk].

efnâd (a.s. fened ve fenid'in c.) ihtiyarlıktan bunamış olanlar, bunaklar.

efnân (a.i. fenn'in c.) cinsler, neviler, çeşitler.

efnân-ı elvan renk çeşitleri, [bizde "fenn" bu mânâda kullanılmaz].

efniye (a.i. fınâ'nın c.) avlular.

efra' (a.s.) 1. vesveseli, kuruntulu [adam]. 2. işi gücü olmayan [adam].

efrâd (a.i. ferd'in c.) 1. tek olanlar, birler.

efrâd-ı aile aileyi teşkil eden fertler.

efrâd-ı beşer insanlığın fertleri.

efrâd-ı cemâat topluluğun bireyleri.

efrâd-ı millet milletin bireyleri. nâs halk, avam.

efrâd-ı ümmet bir topluluğa dâhil olan 2. askerler, erler.

efrâd- askeriyye askerî erler.

efrâd- müstebdele muvazzaf askerlik hizmetini bitiren efrâd.

efrâd-ı redife tar. Osmanlı ordusunda nizamiye hizmetini bitiren erler.

efradını cami' ağyarını mâni (tanım için) aynı özelliğe sahip olanların hepsini içine alıp farklı olanları dışarıda bırakan, eksiksiz ve fazlasız.

efrâh (a.i. ferh'in c.) 1. piliçler. 2. piçler [insan ve nebat hakkında].

efrâh (a.i. ferah'ın c.) iç açıklıkları, sevinmeler.

efrâhte (f.s.) yukan kaldmlmış, yükseltilmiş, (bkz: efrâşte).

efrak (a.s.) pek ayrık, çatal [şey].

efrân (a.s.) neşeli, keyifli, sevinçli olan [kimse].

efrâs (a.i. feres'in c.) atlar, beygirler; kısraklar.

Efrâsiyâb (f.h.i.) büyük iskender'den evvel yaşamış ve Keyhusrev tarafından öldürülmüş olan Mâverâünnehir Kralı Tûran'lı bir yiğit, Alp Er Tunga.

efrâşte (f.s.) yukan kaldmlmış, yükseltilmiş, (bkz: efrâhte).

-efrâz (f.s.) kaldıran, yükselten, [kelime firâz şeklinde de kullanılır].

Ser-efrâz, - firâz baş yükselten, mümtaz, büyük, meşhur, mâruf.

efrenc (a.i.) frenk, Avrupalı.

Dâ'-ül--efrenc frengi hastalığı.

Tâife-i efrenc frenkler, Avrupalılar.

efrencî, efrenciyye (a.s.) 1. frenklere, Avrupalılara mahsus, onlarla ilgili.

Elsine-i efrenciyye Avrupa dilleri.

Târih-i efrenc Mîlât târihi. 2. fırengi illetiyle ilgili.

efrenciyyûn (a.i.c.) Avrupalılar.

efrenc-müşg (f.b.i.) bot. reyhan, fesleğen.

efrend (f.i.) süs, bezek, şan, debdebe.

efrez (a.s.) arkası kamburumsu olan [adam].

Efrîdûn (f.i.) Cemşid soyundan, anlayışlı ve zekâsıyla meşhur olan bir îran hü-kümdân. [Acem ve eski Osmanlı edebiyatında bu isme çok rastlanır], (bkz: Feridun).

efrûg (f.i.) ziya, ışık, nur. (bkz: pertev, şua', şû'le).

efrûhte (f.s.) yanmış, tutuşmuş, parlamış, ışıklanmış, aydınlanmış.

Dil-efrûhte gönlü yanık.

Şem'-efrûhte mumunu yakmış.

efrûşe (f.i.) un helvası, (bkz: afrûşe).

efrûz (f.i.) 1. şule, panltı. 2. kadın adı.

-efrûz (f.s.) 1. aydınlatan, parlatan.

Âlem-efrûz, Cihân-efrûz dünyâyı aydınlatan. 2. tutuşturan, yakan, (bkz: fürûz).

efsâ (f.i.) efsuncu, büyücü.

efsah (a.s.) daha (en, pek) fasih, uzdilli.

efsah-ül-Arab, Hz. Muhammed.

efsah-ül-Kureyş Hz. Muhammed.

efsak (a.s.) en fâsık, pek edepsiz.

efsâl (a.s. fesl'in c.) alçak, aşağılık kimseler.

efsâne (f.i.) 1. asılsız hikâye, masal, boş söz, saçmasapan lâkırdı. 2. dillere düşmüş, meşhur olmuş hâdise.

efsâne vü efsun (masal ve büyü) boş lâkırdı.

efsâne cû[y] (f.b.s.) efsâne arayan veya arayıcı, boş vakit geçirmek isteyen.

efsâne-cûyî (f.b.i.) efsâne arayıcılık.

efsâne-gû[y] (f.b.s.) masal söyleyen, saçmasapan söyleyen.

efsâne-gûyân (f.b.s. efsâne-gû [y] un c.) efsâne, masal, fıkra anlatanlar.

efsâne-gûyî (f.b.i.) efsâne söyleyicilik.

efsâne-nüvîs (f.b.s.) masal yazan.

efsâne-perdâz (f.b.s.) masal uyduran, yazan, adî romancı, meddah.

efsâne-perdâzî (f.b.i.) masal uyduruculuk, adî romancılık.

efsânevî (f.s.) efsâneye ait, efsâne ile ilgili.

efsâne vü efsun 1) masal ve büyü; 2)meç. boş laf.

efsâr (f.i.) yular, (bkz: mikvad, inan, zimâm).

efsâr-dûzân (f.b.s.c.) yularcılar, yular yapanlar.

efsâr-dûzân-ı hassa tar. saray atlarının yularlarını yapanlar.

efsed (a.s.) pek fena, çok bozuk.

efser (f.i.) tâc. (bkz: dîhîm, iklîl).

efser-dih (f.b.s.) taç giydiren.

efsun (f.i.) afsun, büyü, sihir, gözbağcılık, arpağ. (bkz: füsun, rukye)

efsûn-ger (f.b.s.) büyücü, üfürükçü. (bkz: sâhir).

efsûn-gerî (f.b.i.) büyücülük,

efsûn-kâr (f.b.s.) büyülü, sihirli.

efsûn-perdâz (f.b.s.). (bkz: üfürükçülük.

efsûs! (f.e.) yazık, eyvah! gibi bir teessür edatı, (bkz. derîg, hayf).

efsürde (f.s.c. efsürde-gân) donmuş; donuk; meç. kansız, gayretsiz, duygusuz. (bkz: füsürde).

efsürde-dil (f.b.s.) 1. yüreği donuk, gönlü donmuş, hissiz, duygusuz. 2. bezgin, kalbi kırık.

efsürde-dilî (f.b.i.) yürek donukluğu, duygusuzluk.

efsürde-dimâğ (f.a.b.s.) beyni donmuş, kabiliyetsiz, (bkz. efsürde-mağz).

efsürde-dimâğî (f.a.b.i.) beyin donukluğu, kabiliyetsizlik.

efsürde-gân (f.b.s. efsürde'nin c.) gayretsiz, duygusuz, kansız adamlar.

efsürde-gî (f.b.i.) donukluk, gayretsizlik, duygusuzluk.

efsürde-mağz (f.b.s.). (bkz: efsürde-dimâğ).

efsürde-mağzî (f.b.i.). (bkz. efsürde-dimâğî).

efsürde-mizâc (f.a.b.s.) mizacı soğuk, kanı soğuk [adam].

efşâl (a.s. feşil'in c.) cesaretsizler, korkaklar, yüreksizler.

-efşân (f.s.) saçan, serpen, dağıtan, silken.

Zer-efşân altın serpen.

Dâmen-ef-şân etek silken, vazgeçen, [kelime "feşân" şeklinde de kullanılır.

efşâr (f.s.) 1. sıkma, sıkılmış, [meyva suyu gibi şeyler]. 2. i. çimdikleme.

efşe (f.i.) bulgur.

efsun (f.i.) zir. yaba.

efşürde (f.s.) sıkılmış, posası çıkarılmış [şey].

efşüre (f.i.) usare, öz.

efşüre-i engûr üzüm suyu.

eftân (f-s) düşen; düşerek, (bkz: futan).

eftâr (a.i. fıtr'in c.) baş ve şahadet parmaklarının aralan.

efûr (a.i.) sıçrayıp seğirtme.

efvâc (a.i. fevc'in c.) bölükler, takımlar, kısımlar.

efvâf (a.i) ince, nâzik kumaşlar.

efvag (a.s.) büyük ağızlı [adam], (bkz: edsak, efveh).

efvâh (a.i. fem ve fevh'in c.) ağızlar; menfezler, ağıza benzeyen her türlü delikler.

efvâh-ı nâriyye ateşli silâhlar, [top, tüfek].

efvâh-ı nâs halkın ağzı, lisanı.

efvâhî (a.f.s.) halk sözü, asılsız, ehemmiyetsiz.

efveh (a.s.) ağzı büyük, ön dişleri uzun [adam], (bkz. edsak, efvag).

efvek (a.s.) yalancı, (bkz: eflâk).

efyâl (a.i. fîl'in c.) filler, [bilinen büyük hayvan (lar)].

efyûn (a.f.i.) afyon, haşhaştan çıkan uyutucu bir madde.

efyûnî (f.s.). (bkz. efyûn-keş).

efyûn-keş (a.f.b.s.) afyon kullanmaya alışmış olan, afyon tiryakisi.

-efzâ (f.s.) arttıran, çoğaltan [-feza şeklinde de kullanılır].

Ruh-efzâ ömür arttıran.

Zînet-efzâ pek çok zînet bahşeden.

efzâ1 (a.i. fezâ'm c.) korku ile bağırıp çağırmalar.

efzah (a.s. fazîh'den.). (bkz. efdah).

efzâr (f.i.) ayakkabı, kundura. 2. gemi yelkeni. 3. san'at sahiplerinin kullandıkları âletler. 4. yemeğe konulan bahar, (bkz: evzâr).

efzâyiş (f.i.) artma, çoğalma, (bkz: tekessür, tezâyüd).

-efzûd (f.s.) çoğalan, artan; çoğaltan, arttıran, arttırıcı.

efzûn fazla, çok, yukarı, aşkın.

efzûnî (f.i.) ziyâdelik, çokluk, (bkz: kesret).

efzûnî-yi ömr ömrün çokluğu.

efzûn-ter (f.b.s.) daha çok, daha fazla.

egalît ("ga" uzun okunur, a.i. uglû-te'nin c.) inşam yanıltacak hatalı sözler, *ya-nıltmaçlar.

eganî ("ga" uzun okunur, a.i. ugniyye'-nin c.) şarkılar, nağmeler, havalar, âhenkler.

egann (a.s.) burnundan konuşan, hımhım, (bkz: ehann).

egare ("ga" uzun okunur, f.i.) kışkırtma, kandırma, (bkz: igrâ', teşvik).

egarib ("ga" uzun okunur, a.i.) ayrılış zamanı, savaş zamanı.

Yevm-ül-egarib savaş, muharebe günü.

eğer (f.e.) şart edatıdır; eğer, şayet manasınadır, ["ise, -iseler, -isen, -iseniz, -isem, -isek" kelimelerinden önce gelir; bâzan baştaki vokal düşerek "-ger" şeklinde kullanılır].

eğerçi (f.e.) her ne kadar..., olsa da, ise de. (bkz: gerçi).

egniş (f.i.) bina yapma, yapı meydana getirme, inşâ etme.

egul (f.i.) öfke ile yan yan bakma.

egvâl (a.i. gul'ün c.) 1. büyük felâketler, kazalar. 2. şeytanlar; türlü şekil alan periler. 3. gulyabâniler, vücûdu olmayan hayvanlar.

egvâr (a.i. gavr'in c.) dipler, çukurlar; nihayetler, sonlar.

ehabb (a.s. habîb'den) daha, en, çok sevilen, pek sevgili.

ehabb-ı ehibbâ dostların en sevgilisi.

ehabb-ı emval malların çok sevileni.

ehacc (a.s.) pek katı, sert şey.

ehâcî (a.i. uhcüvve'nin c.) bilmeceler, bulmacalar, yanıltmacalar.

ehad (a.s.) tek, bir, ilk sayı. (bkz: vâhid, yek).

Yevm-ül-ehad pazar günü. ["ehad" Allah'ın isimlerinden biridir].

ehadd (a.s. hadd' den) daha (en, pek) keskin.

ehadd-i âlât-ı katıa kesici âletlerin en keskini.

ehadd-i süyûf kılıçların en keskini.

ehâdîs (a.i. hadîs'in c.) 1. Peygamberimizin sözleri. 2. haberler, sözler

ehâdîs-i kudsiyye lâfzı Hz. peygambere, meali Allah'a ait olan, yânî, ilham tarikiyle söylenen hadisler.

ehâdîs-i merfûa ve mürsele araya rivâyetçi karışmadan, doğrudan doğruya Hz. Peygamberin ağzından duyulan hadisler.

ehâdîs-i mevzua Hz. Peygamberimize isnâ-den uydurulan sözler.

ehâdîs-i sahîha Hz. peygambere nisbetinde kat'iyen şüphe olmayan hadisler.

ehadiyyet (a.i.) birlik, Allah'ın birliği, (bkz: vahdâniyyet).

ehadiyyet-i rabbâniyye Allah'ın birliği.

ehadiyyet-ül-ayn 1) görünüş birliği. 2) ıtlakdan, esmadan müstağni olan.

ehadiyyet-ül-cem' 1) birlikte çokluk. 2) kendinde kesret münâfî olmayan şey.

ehadiyyet-ül-kesret l) kesretin ehadiyyeti. 2) kendisinde nesebî kesret taakkul olunan vâhid.

ehadü hümâ (a.b.i.) ikiden biri.

ehad-ül-âhâd (a.b.s.) teklerin teki; emsalsiz, eşsiz, (bkz: ehad-ül-uhadeyn).

ehad-ül-uhadeyn (a.b.s.) teklerin teki, emsalsiz, eşsiz, (bkz: ehad-ül-âhâd).

ehaff (a.i. hafif den) 1. daha (en, çok, pek) hafif.

ehaff-i mücâzât cezaların en hafifi. 2. meç. pek şen ve sevimli.

ehakk (a.s. hakik'den) daha (en, pek) lâyık, müstahak, (bkz: ecder, elyak).

ehâlî (a.i. ehl'in c.) 1. bir memlekette, bir kasabada, bir köyde, bir semtte veya mahallede yerleşip oturanlar, ahâli. 2. halk, umûm.

ehâlî-i fazl fazilet sahipleri.

ehâlîl (a.i. ihlîl'in c.) erkek tenasül âletlerinin delikleri.

ehann (a.s.) genizden konuşan [adam], hımhım, (bkz: egann).

ehâsin (a.s. ahsen'in c.) daha (pek, en) güzel olan şeyler.

ehâsin-i ahlâk ahlâkın en iyisi, en güzel olan şeyleri.

ehass (a.s. hasis'den) 1. daha (en, pek) hasîs, çok pinti. 2. çok, en bayağı [nesne, kimse].

Dünyâ-yi ehass en bayağı dünyâ [bu dünyâ].

ehass (a.s. hâss'dan) 1. en husûsî. 2. z f. başlıca.

ehass-ı amal dileklerin en husûsîsi, ehass-ı

ehibbâ tanıdıkların en başlıcası. 3. farklı, şümullü.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin