Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə60/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   189

Lâle-i hôd-ru gelincik, (bkz: hüdâyî nâbit).

hôd-ser (f.a.b.s.) 1. kendi başına giden, müstakil. 2. serkeş, dikbaşlı.

hôd-serâne (f.a.zf.) serkeşcesine, dikbaşlılıkla.

hôd-sitâ[y] (f.b.s.) kendini medheden, öven. (bkz. hôd-pesend, hôd-perest).

hôd-şinâs (f.b.s.) kendi kendini iyi bilen, iyi tanıyan.

hokka (a.i.) 1. içine mürekkep konan mâden, cam veya topraktan yapılmış küçük kap. 2. içine tükürülen kap.

hokka-i bî-mağz idraksiz, ahmak [kimse].

hokka-i dehen hokkayı andıran küçük ağız.

hokka-i mînâ gökyüzü.

hokka-bâz (a.b.i.) 1. hokkabaz. 2. oyunbaz, hîlekâr, hileci.

hor (f.s.) ehemmiyetsiz, değersiz, bayağı, adî [kimse], (bkz: hâr).

hor (f.i.) 1. Güneş. 2. ışık, aydınlık. (bkz. hûr, nûr, ziyâ).

-hôr (f.s.) yiyen, yiyici.

Mirâs-hôr miras yiyen, (bkz. hâr).

horâsân (f.i.) müz. Türk müziğinin en az iki iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup nümunesi kalmamıştır.

Horâsân (f.h.i.) iran'ın doğusunda bulunan bu geniş arazî hür = Güneş + âsân = doğan kelimelerinden mürekkep olup "doğan Güneş memleketi" mânâsına geldiği kitaplarda yazılıdır.

Horasânî (f.s.) 1. Horasan'a ait, Horasan'la ilgili; Horasan'lı. 2. i. üst kısmı sarıktan taşan bir çeşit hoca kavuğu.

hôrende (f.i.c. hôrende-gân) horanta, birinin beslediği kimse, boğaz.

hôrende-gân (f.i. hôrende'nin c.) horantalar, birinin beslediği kimseler, boğazlar.

hortum (a.i.c. harâtîm) 1. fil burnu. 2. hortum.

hortûmiyye (a.i.) zool. hortumlular, fr. proboscidiens.

hoş (f.s.) 1. güzel; iyi. 2. tatlı.

hoşâ (f.n.) ne hoş, ne güzel, ne kadar lâtif, (bkz: habbezâ, şâbâş, zihî).

hoş-âb (f.i.) 1. hoşaf. 2. s. parlak, berrak. 3. inci, yakut, elmas gibi şeylerin parlaklığı.

hoş-alef (f.b.s.) 1. çok yiyen hayvan. 2. haram, helâl demeden her şeyi yiyen.

hôş-âheng (f.b.s.) ahenkli.

hoş-âmed (f.cü.) hoş geldi.

hoş-âmed-gû (f.b.s.c. hoş-âmed-gûyân) "hoş geldi" diyen.

hoş-âmed-gûyân (f.b.s. hoş-âmed-gû'nun c.) "hoş geldi" diyenler.

hoş-âmed-gûyî (f.b.i.) "hoş geldi" deyicilik.

hoş-âmedî (f.b.i.) "hoşgeldin"e gitme, "hoş geldin" deme.

Beyân-ı hoş-âmedî "hoş geldin" deme.

hoşâne (f.s.) güzel.

hoş-âvâz (f.b.s.) sesi güzel, güzel sesli.

hoş-âyende (f.s.c. hoş-âyendegân) hoşa giden, beğenilen.

hoş-âyendegân (f.b.s. hoşâyende'nin c.) hoşa gidenler, beğenilenler.

hoş-bîn (f.b.s.) hoş gören, hoşgörür olan kimse.

hoş-bû (f.b.s.) güzel kokulu, güzel kokan.

hoş-bûyî (f.b.i.) güzel kokma, iyi kokma.

hoş-dem (f.b.s.) 1. iyi arkadaş. 2. hâli vakti yerinde olan arkadaş.

hoş-dil (f.b.s.) gönlü hoş, memnun.

hoş-edâ (f.a.b.s.) hareketi, davranışı hoş, güzel.

hoş-elhân (f.a.b.s.) makamı güzel, güzel ve tatlı okuyan.

hoş-endâm (f.b.s.) boyu boşu güzel, düzgün olan.

hoş-engüşt (f.b.s.) kulağa hoş gelen nağme.

hoş-gû (f.b.s.) tatlı dilli, dili tatlı.

hoş-güftâr (f.b.s.) güzel konuşan.

hoş-güvâr (f.b.s.) 1. lezzetli, tatlı. 2. hazmi kolay.

hoş-güzeşte (f.b.s.) hoş geçmiş tatlı zaman.

hoş-hâl (f.a.b.s.) hâli vakti yerinde, geçimi yolunda olan.

hoş-hân (f.b.s.) okuyuşu güzel.

hoş-hırâm (f.b.s.) güzel gidişli, yürüyüşlü. (bkz: hoş-reftâr).

hoşî (f.i.) hoşluk, rahatlık, mutluluk.

hoş-kadem (f.a.b.s.) 1. ayağı uğurlu. 2. kadın adı.

hoş-kalem (f.a.b.i.) 1. iyi yazan, kâtip. 2. s. hîleci.

hoş-kâm (f.b.s.) arzularına ulaşmış, memnun, rahat.

hoş-kenâr (f.b.s.) mec. sevgili.

hoş-manzar (f.a.b.s.) 1. görünüşü güzel olan, güzel görünen. 2. güzel yüzlü, (bkz: hoş-nümâ).

hoş-meniş (f.b.s.) huyu, tabîatı iyi. (bkz: hoş-tab').

hoş-meşreb (f.a.b.s.) huyu güzel, sevimli.

hoş-meze (f.b.s.) tadımı güzel, iyi yiyecek.

hoş-nağme (f.a.b.s.) sesi güzel, güzel sesli.

hoş-nazar (f.a.b.s.) alışan, konuşan, görüşen, ahbaplık, dostluk eden ve edilen kimse.

hoş-nemek (f.b.i.) 1. sevgili, sözü, sohbeti tatlı kimse. 2. tuzu karar ve lezzetli olan yemek.

hoş-nevâ (f.b.s.) güzel sesli.

hoş-nevâz (f.b.i.) sazende, çalgıcı.

hoş-nigâh (f.b.s.) güzel bakışlı.

hoş-nihâd (f.b.s.) iyi huylu, iyi yaradılışlı.

hoş-nişîn (f.b.s. c. hoşnişînân) l. rahat yerleşmiş. 2. i. göçebe.

hoş-nişînân (f.b.s. hoş-nişîn'in c.) 1. rahat yerleşmiş olanlar. 2. i. göçebeler.

hoşnûd (f.s.) razı, memnun.

hoşnûdî (f.i.) hoşnutluk, memnunluk.

hoşnûdiyyet (f.i.) "hoşnutluk" mânâsına gelen bu kelimeyi kullanmak büyük hatâ olur.

hoşnümâ (f.b.s.) güzel görünen, (bkz: hoş-manzar1).

hoş-nüvîs (f.b.s. ve i.) güzel yazı yazan, hattat.

hoş-reftâr (f.b.s.) güzel gidişli; yürüyüşü gidişi güzel, (bkz: hoş-hırâm).

hoş-rû[y] (f.b.s.) sevimli, tatlı yüzlü, (bkz: hûb-rû[y]).

hoş-seray (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en az beş asırlık mürekkep makamlarında olup nümunesi kalmamıştır.

hoş-sohbet (f.a.b.s.) sohbeti, konuşması güzel, tatlı.

hoş-tab' (f.a.b.s.) tabiatı, huyu güzel, (bkz: hoş-meniş).

hoş-ter (f.b.s.) daha hoş, çok hoş.

hoş-vakt (f.a.b.s.) zamanı hoş geçen, mutlu, rahat.

Hotan (f.h.i.) şarkî Türkistan'da büyük bir şehir olup ahâlîsi Müslümandır.

hû (a.h.i.) 1. Allah.

Yâ-hû yâ Allah. (bkz. hüve2). 2. i. sığınma, yalvarma. 3. n. gaibe, hitab olarak eşhasa da söylenir "Hû, neredesin!" gibi.

hûb (f.s.c. hûbân) güzel, hoş, iyi.

Hubâhib (a.h.i.) pintilikle meşhur olan bir kimse olup çok zayıf ateş yakardı.

Nâr-i hubâhib, Nâr-ül-hubâhib Hubâhib'in ateşi, [bu söz Arapçada atasözü olmuştur].

hûbân (f.s. hûb'un c.) güzeller, iyiler.

Zümre-i hûbân güzeller takımı.

hûbân-ı Dımışk Şam güzelleri.

hûban-nâme (f.b.i.) güzel ve yakışıklı gençler hakkında yazılan kitap.

hûb-âvâz (f.b.s.) güzel sesli.

hubb (a.i.) sevgi.

hubb-i câh yer, mevki, rütbe sevgisi.

hubb-i dîn din sevgisi.

hubb-i dünyâ dünya sevgisi.

hubb-i gayr başkasını sevme, (bkz: hubb-ül-gayr).

hubb-i vatan vatan sevgisi.

hubb-ül-gayr fels. özgecilik, fr. altruisme.

hubb-ül vatan vatan sevgisi.

hubb-ül-vatan min-el-îmân vatan sevgisi îmandan gelir.

hubb (a.s.) hîlekâr, aldatıcı, kurnaz, (bkz: habb, hibb).

hubbâz (a.i.) bot. ebegümeci.

hubbâziyye (a.i.) bot. ebegümecigiller.

hubeb (a.i. habbe'nin c.) buğday, arpa gibi ufak ve yuvarlak şeylerin taneleri.

hubesâ' (a.i. habîs'in c.) habisler. (bkz. habis).

hubeyb, hubeybe (o.i.c. hubeybat) küçük tane, tanecik, [yapma kelimelerdendir].

hubeybât (o.i. hubeyb, hubeybe'nin c.) küçük tanecikler, [yapma kelimelerdendir].

hubeybât-ı mülevvene bot. kromoplâst.

hubeybe (a.i.) jeol. tanecik, fr. granule.

hubeybî (o.s.) tanecikli, [yapma kelimelerdendir].

hûbî (f.i.) güzellik, iyilik.

hublâ (a.s.) gebe.

El-leyletü hublâ gece gebedir, (bkz: hâmile).

hub-rû[y] (f.b.s.c. hûb-rûyân) güzel yüzlü, yüzü güzel, (bkz: hoş-rû).

hûb-rûyân (f.b.s. hûb-rû'nun c.) güzel yüzlüler, yüzü güzel olanlar.

hubs (a.i.) 1. murdarlık, pislik. 2. kötülük, fenalık, (bkz. habâset).

hûb-ter, hûb-terîn (f.b.s.) pek güzel, en güzel.

hubub (a.i. hubâb, hubâbe'nin c.) su üzerindeki kabarcıklar.

hubûb (a.i. habb'ın c.) taneler, tohumlar.

hubûhât (a.i. habb'ın c. olan hubûb'un c.) taneler, tohumlar; buğday, arpa, çavdar., gibi taneli bitkiler, tahıl.

hubûl (a.i. habl'in c.) ipler, urganlar, halatlar, (bkz: hibâl).

hubûr (a.i. haber'in c.) haberler, havadisler.

hubûr (a.i.) 1. sevinç, (bkz: sürûr). 2. (hibr'in c.) âlimler (bilginler) fakîhler, zekîler, anlayışlılar. 3. israiloğulları bilginleri.

hubût (a.i. habt'ın c.) bâtıl olma, işe yaramaz olma.

hubüb (a.i.) kabarcıklar, (bkz: hubub).

hubz (a.i.) ekmek, (bkz: nân).

hubz-i hınta buğday ekmeği.

hubz-i rûmî peksimet.

hubz-i şaîr arpa ekmeği.

hubza (a.i.) 1. bir parça ekmek, ekmek parçası. 2. kül pidesi.

hûc (f.i.) 1. kuş tacı, ibik. 2. horoz ibiği.

hûc-ı hurûs horoz ibiği, (bkz: hûd-i hurûs).

hûc-ı hüdhüd ibibik'in ibiği. 3. bot. horoz ibiği [çiçek]. 4. koç.

huceste (f.s.) 1. uğurlu, meymenetli; hayırlı, saâdetli, kutlu. 2. kadın adı.

huceste-fâl (f.b.s.) falı uğurlu, yümünlü.

huceste-hisâl tabîatı uğurlu.

huceste-ma'nâ mânâsı uğurlu.

huceste-re'y düşüncesi uğurlu [isabetli].

huceste-sıfat (f.b.s.) iyi ahlâklı, iyi huylu, (bkz: huceste-hisâl).

hûd (f.i.) zırh başlık, miğfer.

hûd-i hurûs zool. horoz ibiği, (bkz: hûc2, hûc-ı hurûs).

Hudâ (f.h.i.) Tanrı (bkz: Hâlik, Rabb).

hud'a (a.i.) aldatma, oyun, hîle, dalavere, düzen, dek.

hud'a-i harbiyye ask. savaş hilesi.

Hudâ-âgâh (f.b.s.) Allah bilir.

hudâ-dâd (f.b.i.) Allah vergisi.

hudâ-furûş (f.b.s.c. : hudâ-furûşân) mürâî sofu.

hudâ-furûşân (f.b.s. : hudâ-furûş'un c.) mürâî sofular.

hudâ-furûşî (f.b.i.) riyakârca sofuluk.

hud'a-ger (a.f.b.s.) hîleci, aldatıcı, düzenbaz, (bkz. hîle-kâr, hud'a-kâr).

Hudâ-hâfız (f.a.b.n.) Allah korusun.

hudâ-hân (f.b.i.) şahadet parmağı.

hud'a kâr (a.f.b.s.) hîlekâr, düzenbaz, oyuncu.

hud'a-kârî (a.f.b.i.) hilekârlık, düzenbazlık, oyunculuk.

Hudâ-negerde (f.zf.) Allah göstermesin.

Hudâ-pesend (f.b.s.) Allah'ın beğeneceği şey.

Hudâ-pesendâne (f.b.zf.) Allah'ın beğeneceği şekilde.

Hudâ-perest (f.b.s.) Allah'a ibâdet eden, tapınan.

Hudâ-perestâne (f.zf.) Allah'a ibâdet edene yakışır bir surette.

Hudâ-perestî (f.b.i.) Allah'a ibâdet etme, tapınma.

Hudâ-râ (f.zf.) Allah için, Allah aşkına.

hudâret (a.i.) sebze, yeşillik, (bkz: hudret).

Hudâ-şinâs (f.b.s.) Allah'ı tanıyan, birleyen.

Hudâ-şinâsî (f.b.i.) Allah'ı tanıma.

Hudâvend (f.h.i.) 1. Allah, Tanrı 2. s. efendi, sahip, mâlik. 3.i. hâkim, hükümdar.

hudâvend-âne (f.b.zf.) hüdâvend olana yakışacak surette, (bkz: hükümdâr-âne).

hudâvendî (f.i.) hüdâvendlik, hükümdarlık, sahiplik.

hudâvendigâr (f.i.) 1. âmir, hükümdar. 2. h. i. Osmanlı pâdişâhlarından I. Murâd'ın unvanı.

hudâ-ver (f.b.s. ve i.) 1. sahip, mâlik. 2. efendi, *bay; hâkim.

Hudây (f.h.i.) Allah, (bkz: Hudâ).

Hudâ-yâ (f.n.) ey Tanrı!, ey Allah!

hudâygân (f.b.i.) ulu pâdişâh, büyük hükümdar.

Hudâyî (f.i.) 1. Hudâlık, Allahlık. (bkz: ulûhiyyet). 2. s. Allah'a mensup.

Hudâyî-furûş (f.b.s.) Firaun gibi Tanrılık iddiasında bulunan, Tanrılık taslayan.

Hudâyî-furûş-âne (f.zf.) Hudâyî furuşcasına, Firaun gibi Tannlık iddia edercesine.

Hudâyî-furûşî (f.b.i.) Hudâyî furuşluk.

hudâyî-nâbit (f.a.b.s.) ekilmeksizin kendiliğinden biten.

Huddâm (a.i. hâdem'in c.) hizmetçiler, (bkz: hadem, hademe).

-hûde (f.s.) 1. hak, sahih, doğru. 2. i. fayda.

Bî-hûde faydasız, boş.

hudenâ (a.i. hadîn'in c.) vefalı, sâdık dostlar.

hudeybât (a.i. hudeybe'nin c.) anat.yumrucuklar, tümsecikler.

hudeybât-ı tev'emiyye-i erbaa anat.dördüz nümsecikler.

hudeybe (a.i.c. hudeybât) anat. "tümsecik, yumrucuk.

hudret (a.i.) 1. yeşillik, (bkz: hudaret). 2. yeşil renklilik.

hudret-i evrâk klorofil.

hudû' (a.i.) . (bkz: huzû').

hudûd (a.i. hadd'in c.) sınırlar, uçlar, bucaklar.

hudûd-i memâlik memleket hudutları.

hudûd-i şer'iyye şer'î hadler, muayyen suçlara karşılık tatbik edilen şer'î cezalar.

hudûd (a.i. hadd'in c.) 1. yanaklar. 2. yeri kazmalar, yeri yarmalar,

hudûd-nâme (a.f.b.i.) memleket sınırını tâyin ve tahdîd eden vesika.

hudûs (a.i.) sonradan peyda olma.

hudû' ve huşu' (a.b.i.) ulunma ve yükünme.

huff (a.i.). 1. abdest alırken üzerine meshedilebilen, çizme, mest, çedik gibi ayakkabı. 2. deve tabanı. 3. deve.

huff ü hâfir deve ve at.

huffâş (a.i.c. hafâfîş) yarasa, gece kuşu. (bkz: şeb-pere).

huffâşe (a.i.) zool. yarasa.

huffâşiyye (a.i.) zool. yarasalar.

huffâz (a.i. hâfız'ın c.) ezberleyiciler, ezber bilenler, Kur'ân'ı ezberleyenler, (bkz: hafaza, hâfız).

huffî [eskiden] ayağa giyilen çizmelere konacak surette yapılmış olan kitaplar.

hufre (a.i.) kazılmış çukur, oyuk, delik.

hufre-i inhidâmiyye coğr. çöküntü hendeği.

hufreteyn (a.i.c.) iki çukur.

hufreteyn-i enf anat. burun delikleri.

hufte (f.s.c. hufte-gân) yatmış, uyumuş.

hufte-gân (f.b.s.) hufte'nin c.) yatıp uyumuş olanlar.

hufte-gî (f.i.) yatıp uyuma.

hufte-isfahân (f.b.i.) müz. Türk müziğinin eski mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır.

hufye (a.i.) gizlenme, saklanma.

hufyeten (a.zf.). (bkz. hafiyyeten).

hûk (f.i.) domuz, (bkz: hınzîr).

hûk-i zahm-hurde yaralı domuz.

hûk-bân (f.b.i.) domuz çobanı.

hu-kerde (f.b.s.) terlemiş.

hû-keşân (f.i. hû-keş'in c.) Hacıbektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksan dokuzuncu ortaya 1591 yılında tâyin olunan Bektaşi müritleri.

hukne (a.i.) tenkıye âleti, şırınga.

hukûd (a.i. hıkd'ın c.). (bkz. hıkd).

hukuk (a.i. hakk'ın c.) 1. haklar. 2. hakikatler. 3. kanunların verdiği haklar. 4. hâkim ve avukat yetiştiren mektep,

ilm-i hukuk hukuk bilgisi.

hukuk-i âmme huk. kamusal haklar.

hukuk-i arz Beytülmal'in arazide tasarruf eden kimseden istediği ve aldığı para.

hukuk-i ayniyye eko. eşya üzerindeki mutlak tasarruf selâhiyeti (yetkisi).

hukuk-i cezâiyye ceza hukuku.

hukuk-i düvel devletler umûmî hukuku.

hukuk-i emîriyye huk. [eskiden] -ıstılah olarak dar bir mânâda- memleket arazîsinden alınan öşür.

hukuk-i esâsiyye huk. anayasa hukuku.

hukuk-i esâsiyye encümeni tar. Türkiye Cumhûriyeti'nin kurulmasına esas teşkîl edecek Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu lâyihasını hazırlamakla görevlendirilen encümen.

hukuk-i ibâd insan hukuku.

hukuk-i idâre idare hukuku.

hukuk-i kadîme eskiden beri olan tanışıklık.

hukuk-i medeniyye medenî hukuk, fr. droits civils.

hukuk-i mevzûa konulmuş kanunlann meydana getirdiği hukuk.

hukuk-i milel milletlerarası hukuk, fr. droit international.

hukuk-i milliyye millî haklar.

hukuk-i mücerrede huk. [eskiden] mülkten mücerret olan haklar, [mürur ve şüf a haklan gibi].

hukuk-i müfrede huk. [eskiden], (bkz: hukuk-ı mücerrede).

hukuk-ı müktesebe huk. edinilmiş, kazanılmış haklar, tabu haklar.

hukuk-i siyâsiyye memleket idaresini ve halkın hakkını tanıyan hükümlerin hepsi, fr. droit politique.

hukuk-i şahsiyye şahsın, kişinin hukuku.

hukuk-i tabîiyye insanların yaradılıştan sahip oldukları hukuk, fr. droits naturels.

hukuk-i teâmüliyye memleketin ahlâkını, âdetlerini belirten örf.

hukuk-i ticâret ticaret hukuku.

hukuk-ı zevciyyet huk. [eskiden] kan ile kocanın yekdiğerine karşı hâiz oldukları haklar.

hukukan ("ku" uzun okunur, a.zf.) hukuk bakımından, hukuk yönünden, hukukça.

hukukî, hukukıyye (a.s.) hukukla ilgili, hukuk işleriyle uğraşan.

Mahkeme-i hukukiyye hukuk mahkemesi.

hukukıyyât (a.i.c.) hukuk bilgisi.

hukuk-perver (a.f.b.s.) sâdık vefalı dost.

hukuk-perver-âne (a.f.zf.) hukuk pervercesine, vefalı ve sâdık dostcasına.

hukuk-şinâs (a.f.s.) 1. hukuk ilmini bilen. 2. vefakâr, vefalı.

hukuk-şinâs-âne (a.f.zf.) l. hukuk-şinasca, hukuk ilmini bilene yakaşır surette. 2. vefâlıcasma.

hulâlet (a.i.) samimî dostluk, (bkz: halâlet, hılâlet).

hulâsa (a.i.) 1. bir şeyin, bir sözün özü (*özet). (bkz. zübde).

hulâsa-i hesâbiyye hesap bilançosu.

hulâsa-i kelâm sözün kısası.

hulâsat-ül-hulâsa hulâsanın hulâsası. 2. hesap bilançosu.

hulâsaten (a.zf.) hulâsa olarak, kısaca, (bkz: zübdeten).

hulb (a.i.) 1. kalın kıl, kuyruk kılı, yele kılı; domuz kılı. 2. kıl fırça, kıl kalem.

huld (a.i.) 1. sürüp giden, sonu olmayan varlık. 2. bitmeyiş, devamlılık. 3. sekiz cennetten biri. (bkz. cennet, behişt).

huld-i berîn kutsal cennet.

huld-zâr (a.f.b.i.) cennet.

hulefâ' (a.i. halîfe'nin c.) 1. halîfeler.

hulefâ-i râşidîn (ilk dört halife) Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali. 2. resmî dâirelerde kalem âmirine bağlı bulunan me'murlar.

hulefâ-yi aklâm kalem me'murları.

hulel (a.i. hulle'nin c.) elbiseler.

hulemâ (a.s. halîm'in c.) halimler.

hulesân (a.i. hıls'ın c.) dostlar.

huleyme (a.i.c. huleymât) 1. memecik. 2. deride ve en çok dil üzerinde bulunan kübük kabarcık, [yapma kelimelerdendir].

huleymî (a.s.) biy. mememsi.

hulf (a.i.) verdiği sözü tutmama, üzerinde durmama.

hulf-ı va'd vaadini yerine getirmeme, verdiği sözü tutmama.

hulf-i yemîn yemini bozma.

hulfe, hulfet (a.i.) bunama.

huliyy (a.i.c. huliyyât) altın, yakut, zümrüt, gümüş gibi zînet eşyası.

huliyyât (a. huliyy'in c.) altın, yakut, zümrüt, gümüş gibi zînet eşyaları.

hulk (a.i.c. ahlâk) huy, tabiat.

hulk-i hasen güzel huy, güzel huylu.

hulkan (a.zf.) huy ve tabiatça.

hulki (a.s.) 1. hulkla ilgili, tabîî. 2. erkek adı. [müen. hulkıyye].

hulkıyyet (a.i.) törecilik, fr. moralisme. [yapma kelimelerdendir].

hulkum (a.i.s. halâkîm) anat. Boğaz [insan ve hayvanlarda].

hullân (a.s. halîl'in c.) sâdık dostlar. (bkz: ahillâ).

hulle (a.i.c. hulel) 1. cennet elbisesi. 2. belden aşağı ve belden yukarı olmak üzere iki kısımdan ibaret elbise.

hulle-i Âdem'in (Hz. Âdem'in elbisesi) incir yaprağı. 3. üç defa kocasından boşanmış bir kadının, tekrar eski kocasına varabilmesi için yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi,

hulle-bâf (a.f.b.i.) terzi, (bkz: derzî).

hulled-Allah (a.cü.) Allah dâim ve baki etsin.

hulle-pûş (a.f.b.i.) cennet elbisesi, cennet örtüsü.

hullet (a.i.) içten sevgi, hakikî dostluk, arkadaşlık.

huliyyât (a.i. huliyy'in c.) altın, gümüş, pırlanta gibi zînet eşyaları.

hulm, hulüm (a.i.c. ahlâm), (bkz: ahlâm).

hulûd (a.i.) bakîlik, daîmî surette kalma, ölmezlik

Yevm-i hulûd kıyamet günü.

huluk (a.i.) huy, tabîat. (bkz: hulk).

huluk-i azîm Hz. Muhammed'in mübarek huyları.

hulûl (a.i.) 1. gelip çatma. 2. girme.

hulûl-i ramazân ramazanın gelip çatması.

hulûl-i şitâ kışın gelip çatması. 3. yanaşma. 4. geçme.

hulûl-i hâricî fiz. dışa geçişme, fr. exosmose.

hulûl (a.i. hall'in c.) 1. sirkeler. 2. sirkede bulunan kurtçuklar.

hulûlî (a.s.) 1. hulûl'e ait olan. 2. i. Tanrılığın tecessümü inanışında bulunan kimse, [müen. "hulîliyye" dir].

hulûliyye (a.i.) Allah'ın bazı cisimlere yerleşmesi inancında bulunma.

hulûs (a.i.) hâlislik, sâfîlik, gönül temizliği.

hulûs-i bâl gönülden samimiyet.

hulûs-i kalb kalb temizliği, samîmiyet.

hulûs-i niyyet niyet temizliği.

hulûsî (a.s.) 1. hâlis olan, saf, içi temiz. 2. samîmî, candan. 3. i. erkek adı.

hulûsiyyet (a.i.) samîmî, candan dostluk.

hulûs-kâr (a.f.b.s.) dalkavuk.

hulûs-kâr-âne (a.f.zf.) hulûs-kâr olana yakışacak surette, dalkavuklukla.

hulûs-kârî (a.f.b.i.) dalkavukluk.

hulûs-nâme (a.f.b.i.) yalnız, ilgiyi ve bağlılı göstermek üzere sunulan mektup.

hulv (a.s.c. hulviyyât) 1. tatlı. 2. büzel, bazal.

hulüvv (a.i.) hâlîlik, boşluk, boş olma. 2. huk. [eskiden] vaziyet ve kıdemden mütevellit olup kendisinden itiraz caiz olmayan mücerret bir hak.

hulviyyât (a.i. hulv'ün c.) tatlılar, şekerlemeler, tatlı ile ilgili yiyecekler.

hulyâ (yun. i.) kuruntu.

hulyâ-yi hazîn hazin hülya.

hulyâ-âmîz (yun.f.b.s.) rü'yâ uyandıran, hayâle sürükleyen.

hulyâ-dâr (yun.f.b.s.) hayâl, hülya sahibi.

hum (f.i.) 1. küp. 2. şarap küpü.

hûm-i Eflâtun Diyojen'in içinde yaşadığı küp.

hum-i mey şarap küpü.

humâr (a.i.) içkiden sonra gelen başağnsı, sersemlik, (bkz: humâre).

humâr-âlûd (a.f.b.s.) 1. şaşkın, kendinden geçmiş. 2. süzgün, baygın [göz],

humâsî (a.s.) ed. 1. beş harfli; beşli; her parçası beş mısra'dan ibaret olan nazım şekli. 2. gr. Arapçada mastarı 5 harfli olan fiil.

humât (a.s. hâmî'nin c.) himaye edenler, koruyanlar, gözetenler.

humbara (f.i.) kumbara.

hum-bâz (f.b.s.) iran'da küp içine girilerek oynatılan kukla.

hum-çe (f.i.) küçük küp.

humeka ("ka" uzun okunur, a.s. hamîk'ın c.) ahmak, sersem, [dilimizde müfredi hiç kullanılmaz].

humevî, humeviyye (a.s.) hek. sıtmaya mensup, sıtma ile ilgili

Alâim-i humeviyye sıtma işaretleri.

humeyrâ (a.i.) 1. küçük kırmızı şey. 2. Hz. Muhammed'in devecisinin adı. 3. kadın adı.

humeyyâ (a.i.) şiddet.

Humeyye-l-ke's şarabın en şiddetli zamanı.

hum-hâne (f.b.i.) 1. şarap küplerinin konulduğu yer. 2. meyhane. 3. tas. âşığın kalbi.

humistân (f.b.i.).(bkz. hum-hâne).

humk (a.i.) ahmaklık, bönlük, budalalık. (bkz. belâhet, hamâkat).

hummâ (a.i.) 1. ateşli hastalık. 2. nöbet. 3. sıtma.

hummâ-yi balgamiyye hek.balgamlı humma.

hummâ-yi cemreviyye hek. dalak humması,

hummâ-yi cerhiyye hek. travmadan meydana gelen humma.

hummâ-yi dâire hek. dönüşlü humma.

hummâ-yi dikkıyye hek. eriten, eritici humma.

hummâ-yi merzagıyye hek. bataklık humması.

hummâ-yi müsellese hek. 48 saatte bir gelip 6 saat nöbet yapan sıtma, tersiyana sıtma.

hummâ-yi nifâsiyye hek. loğusa humması.

hummâ-yi râcıa hek. dönüşlü humma, fr. fievre recurrente.

hummâ-yi rub hek. 72 saatte bir nöbet yapan kuvartana sıtma.

hummâ-yi safrâ hek. sarı humma.

hummâ-yi safraviyye hek. öd humması.

hummâ-yi sevdâviyye hek. karasevda.

hummâ-yi vebâiyye hek. veba.

hummâvî (a.s.) 1. hummaya, ateşli hastalığa, nöbete, sıtmaya ait, bunlarla ilgili. 2. 1. fazla hararet, ateş.

hummâz (a.i.) bot. kuzukulağı.

hummâzıyye (a.i.) bot. ekşiyoncagiller.fr. oxalidees.

hummeyât (a.i. hummâ'nın c.) (bkz: hümmeyât).

hummus (a.i.) bot. nohut.

humrân (a.i. ahmer'in c.) kırmızılar,

humre (a.i.) 1. hek. yılancık, alazlama. 2. kızıllık, kırmızılık.

humret (a.i.) kırmızılık, kızıllık, (bkz: sürhî).

humret-i hicâb utanmadan doğan kızıllık.

humret-i şafak şafak kırmızılığı, kızıllığı.

hums (a.s.c. ahmâs) beşte bir, beş bölükte bir bölük.

humûd (a.i.) 1. ateşin koru sönmeyerek alevi basılma. 2. düşme, zayıflama,

humûl (a.i.) birinin adı sanı batma, ünü kaybolma.

humûl (a.i. haml'in c.) yükler.

humûza (a.i.) ekşilik.

Müvellid-ül-humûza oksijen.

humuzât (a.i. humz'un c.) oksitler.

humûzet (a.i.) ekşilik, kekrelik,

humz (o.i.) oksit, (bkz: hamz).

humz-ı sânî-i nühâs kim. bakır oksit.

humz-ı zîbak kim. cıva oksit.

hûn (f.i.) 1. kan. (bkz: dem). 2. öldürme, öc.

hûn-i bed mec. şarap.

hûn-i câm şarap.

hûn-i cehân şafağın kızıllığı.

hûn-i cem mec. şarap.

hûn-i dil mec. keder, kaygı, tasa.

hûn-i hâm üzüm şarabı.

hûn-i hayvân süt, yoğun, yağ; bal.

hûn-i helâl kanunca dökülmesinde bir sakınca olmayan kan.

hûn-i kebûter (güvercin kanı) şarap.

hûn-i mürde hafif bir çizik ya da sıyrıktan sızan kan.

hûn-i pâk temiz kan.

hûn-i rez (üzüm kanı) şarap.

hûn-i siyavuş, hûn-i siyavuşân (tan yerinin kırmızılığı) şarap.

hûn-i şişe, hûn-i tâk şarap.

hûn-ab, hûn-âbe (f.b.i.) 1. kanlı su. 2. gözyaşı.

hûn-âlûd, hûn-âlûde (f.b.s.) kana bulanmış, (bkz: hûn-in).

hûn-âşâm (f.b.s.) kan içen, kan içici, (bkz. hûn-hâr, hûn-rîz).

hûn-bâr (f.b.s.) kan yağdırıcı.

Dîde-i hûn-bâr kan saçan göz, kan ağlayan.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin