nehmet (a.i.) yüksek himmet.
nehr (a.i. enhâr, enhür, nühûr) akarsu, çay; ırmak.
Mâ-beyn-en-nehreyn Dicle ve Fırat arasındaki yer. Mezopotamya, Elcezîre. (bkz. nehreyn).
nehr-i âmm fık. suyu umûma ait olan nehir ki, bunda şüf’a câri olmaz.
nehr-i dûr uzak nehir.
nehr-i hâss fık. suyu, muayyen kimselerin arazîsine taksim olup o arazînin sonuna varınca kaybolan akar su.
nehr-i sagîr küçük su yolu, oluk, ark.
nehren (a.zf.) nehir yoluyla, nehirden.
nehreyn iki nehir.
Mâ-beyn-en-nehreyn iki nehir arası. Fırat ve Dicle arası, Mezopotamya. (bkz: nehr).
nehrî, nehriyye (a.s.) nehire mensup, nehirle ilgili,
îdâre-i nehriyye nehirde işleyen vapurlar idaresi.
nehs, nehş, nehşe (a.i.) 1. yılan sokması. 2. öndişiyle ısırır gibi tutma.
nehûd (f.i.) nohut, (bkz: hummus).
nehûdî (f.s.) nohûdî, nohut renginde.
nehy (a.i.) 1. yasak etme. 2. gr. emir sîgasının (kipinin) menfîsi ("olumsuzu) [gelmesin!, yapmasın! gibi].
Emr ü nehy emretme ve yasak etme.
nehy-i hâzır menfî emir kipinin ikinci şahsı. 3. fels. ket vurma, tutma, fr. inhibition.
nehy an-il-münker şeriatın yasak ettiği şeyleri yaptırmama.
nehz, nehzât (a.i.) davranma, kalkışma.
nehzat (a.i.) hareket, yola çıkma.
nejâd (f.i.) 1. [aslı"nijâd" dır]. (bkz: nijâd). 2. erkek adı.
nekabet "ka" uzun okunur, a.i. 1.nakiblik, ululuk, bir topluluğun vaziyetine nezâret eden büyük kimselerin hâli, vasfı. 2. muayyen zümrelerin başları. 3. sapma; vazgeçme; yön değiştirme.
nekabet-i eşrâf eşrafın başı olma.
nekabet-i ulemâ ulemanın başı olma.
nekâbet (a.i.) dönme, vazgeçme, cayma.
nekahet ("ka" uzun okunur, a.i.) hastalıktan sonraki zayıflık.
nekahet-hâne (a.f.b.i.) prevantoryum.
nekais ("ka" uzun okunur a.s. nakîsa'nın c.) noksanlar, eksiklikler, (bkz: nevâkıs).
nekaiz ("ka" uzun okunur, nakîza'nın c.) birbirine zıt olan, birbirini çelen şeyler.
nekâl (a.i.) 1. azap, işkence, (bkz: ukubet). 2. ibret, bir olaydan alınan ders.
nekarîs ("ka" uzun okunur, a.i. nikrîs'in c.) nikrisler, fr. gouttes. (bkz: nikris, nikrîs).
nekave ("ka" uzun okunur, a.i. naky'dan) 1. her şeyin iyisi. 2. temizlik, paklık
nekavet ("ka" uzun okunur, a.i.naky'den) paklık, temizlik.
nekavet-i vicdân vicdan temizliği.
nekayi' ("ka" uzun okunur. a.s. nakîa'dan nakîa'nın c.) ziyafetler.
nekb (a.i.) kedere, musibete uğrama.
nekbet (a.i.c. nekebât, nükûb) 1. talihsizlik, bahtsızlık. 2. düşkünlük. 3. felâket, musibet.
Dâr-ı nekbet mihnethâne, musîbete uğrayanın evi.
nekbet-hâne (a.f.b.i.) talihsizlik yuvası; mec. (bu) dünyâ.
nekbetî (a.f.s.) uğursuz; talihsiz.
nekbet-zede (a.f.b.s.) talihsiz, felâket görmüş.
nekebât (a.i. nekbet'in c.) ; (bkz. nükûb).
neked (a.i.) sıkıntı, dert; belâ.
nekes (o.s.) cimri, elisıkı. [Farsça"nâ + kes" den bozma].
nekesân (o.s. nekes'in c.) hasisler, cimriler, pintiler.
nekesî (o.i.) nekeslik, hasislik, pintilik, cimrilik.
nekf (a.i.) bitme, tükenme, sona erme.
nekîr (a.s.) bilinmemiş şey ["ma'ruf' un zıddı]."
Nekîr (a.h.i. nekre'den) 1. mezarda ölüleri sorguya çekecek olan iki melekten birinin adı. [ötekinin adı"Münkir" dir]. (bkz: Münkir3). 2. tanınmamış, inkâr edilmiş.
nekkâd (a.s. neked'den) acıklı, kederli.
nekl (a.i.) 1. eza, cefâ ve işkenceye yarayan şey. 2. at gemi, yular, (bkz: licâm).
nekr (a.s.) zekî, anlayışlı, akıllı.
nekre (a.s. ve i.) 1. gr. belirsiz isim["oda kapısı" gibi. Odanın kapısı olursa ma'rifedir]. 2. tuhaf sözler, garip ve gülünç hikâyeler anlatan [kimse]. 3. garip ve gülünç fıkralar.
nekre-gû (a.f.b.s.) gülünç sözler söyleyen, tuhaf fıkralar, hikâyeler anlatan.
neks (a.i.) çok çekinme, kaçınma [bir şeyden-].
neks (a.i.) 1. ters çevirme, başaşağı etme, altüst etme. 2. geri dönme. 3. (bkz: nüks).
neks (a.i.) ayırma, parçalama, parçalara bölme.
nekz (a.i.) çok çabalama, gayret etme.
nem (f.i.) 1. hafif ıslaklık, az yaşlık. (bkz: rütubet).
nem-i dîde göz yaşı. 2. havada, yeni yapılarda ve duvarlardaki yaşlık. 3. çiy. (bkz: şeb-nem).
nemâ (a.i.) 1. artma, çoğalma. 2. büyüme, uzanma.
Neşv ü nemâ nebatların (bitki) gelişmesi. 3. faiz. (bkz: ribâ, ribh).
nemâ-dâr (f.b.s.) 1. artan, büyüyen. 2. çoğalan. 3. faiz getiren, fr. lucratif.
nemâik (a.i. nemîka'nın c.) mektuplar.
nemâim (a.i. nemîme'nin c.) koğuculuklar, çekiştiricilikler, dedikoduculuklar.
nemârık (a.i. nemraka'nın c.) yastıklar.
nemat (a.i.c. nimât) 1. usûl, yol, tarz.
nemât-ı takrir söyleme tarzı. 2. örtü; ihram; keçe.
nemâyim (a.i. nemîme'nin c.), (bkz. nemâim).
Nemçe (o.i.) Avusturya, Avusturyalı.
nem-dâr (f.b.s.) nemli, yaş. (bkz: nem-nâk, râtıb).
nemed (f.i.) keçe, kebe.
nemedîn (f.s.) keçeden, kebeden yapılma.
Külâh-ı nemedîn keçe külâh.
nemed-pâre f.b.i.) keçe parçası.
nemed-pûş (f.b.s. ve i.) keçe veya kebe giyen; derviş.
nemed-zîn (f.b.i.) teğelti, at eğeri altına konulan keçe. (bkz: bergüstvân).
nemek (f.i.) 1. tuz. (bkz: milh).
Bî-nemek tuzsuz. 2. tat, lezzet. 3. hak, bağlılık.
nemek-be-harâm (f.a.b.s.) (bkz: nemek-harâm).
nemek-çeş (f.b.i.) tatma, tadına bakma.
nemek-çeşi (f.b.i.) yeni doğan çocuğun ağzına tuz koyma töreni.
nemek-dân (f.b.i.) 1. tuzluk. 2. mec. sevgilinin dudağı.
nemek-efşân (f.b.s.) 1. tuz serpen. 2. tat veren.
nemek-feşân (f.b.s.) tuz serpen, tuzlayan.
nemek-harâm (f.a.b.s.) "tuz hâini" nankör, iyilik bilmez.
nemek-harâmî (f.a.b.i.) "tuz hainliği" nankörlük, iyilik bilmezlik.
nemek-helâl (f.a.b.s.) tuz hakkı tanıyan, sâdık, bağlı kimse.
nemekîn (f.s.) tuzlu, tadı yerinde, lezzetli. 2. tuzlu [gözyaşı]. 3. tatlı [dudak].
nemek-pâş (f.b.s.) tuz eken.
nemek-perver (f.b.s.) sâdık, bağlı kimse.
nemek-rîz (f.b.s.) tuz serpen.
nemek-sâr (f.b.i.) tuzla (bkz: nemek-zâr, memlaha).
nemek-sûd (f.b.s.) 1. tuzlu şey. 2. i. pastırma.
nemek-şinâs (f.b.s.) iyilik bilen.
nemek-zâr (f.b.i.) tuzla. (bkz: nemek-sâr, memlaha).
nemf (a.i.) küçük kurt. [böcek].
nemgîn (a.f.) nemli, rütubetli.
nemîka (a.i.c. nemâik) 1. mektup. (bkz: nâme). 2. kadın adı.
nemîm (a.i. nemm'den) 1. fısıltı. 2. koğucu. (bkz: nemmâm).
nemîme (a.i.c. nemâim) koğuculuk, çekiştiricilik, dedikoduculuk, (bkz: gıybet).
nemîme-kâr (f.b.s.) koğucu, münafık, arabozan, (bkz: nemmâl, nemmâm, nemmâs, zemmâm).
nemîn (a.i.) 1. fısıltı. 2. koğucu.
nemir (a.s. nemr'den) tatlı su. (bkz: âb-ı şîrîn).
nem-keşîde (f.b.s.) nem çeken, rutubet alan; ıslak.
neml (a.i.) l. karınca. (bkz: mûr). 2. kaşındırıcı bir ot. 3. i. Kur'ân'ın 27nci sûresi olup 93 âyetten oluşur. [Mekke'de nazil olmuştur].
nemle (a.i.) 1. (bkz:neml1). 2. bir tek karınca. 3. hek. vücutta olan karıncalanma.
nemliyye (a.i.) zool. karıncalar, fr.formicidees.
nemm (a.i.) söz getirip götürme, koğuculuk etme.
nemmâl (a.s.) koğucu, münafık, arabozan, (bkz. nemmâm, nemmâs, zemmâm).
nemmâm (a.s. nemm’den). Koğucu, ara bozan. (bkz. nemmâl, nemmâs, zemmâm).
nemmâs (a.s.) koğucu, münafık, ara bozan. (bkz : nemîn, nemmâl, nemmâm, zemmâm).
nem-nâk (f.b.s.) nemli, yaş. (bkz : nem-dâr, râtıb).
nem-nâkî (f.b.i.) nemlilik, yaşlılık. (bkz. rütubet).
nem-keşîde (f.b.s.) nemli, ıslak.
nemreka (a.i.c. nemârık) : yastık.
Nemrûd (a.h.i.) Bâbil'in kurucusu denilen hükümdar (M.Ö. 2640) olup Hz. İbrahim'i ateşe attırmıştır. [Bâbil Kulesi'nin bunun zamanında yapıldığı söylenir].
nemş (f.i.) hîle, dalavere, dek. (bkz: desise, hud'a).
neng (f.i.) 1. ayıp, utanma.
Perde-i neng utanma perdesi, (bkz: âr). 2. şöhret, ün.
Bî-neng namussuz, utanmaz.
Nâm ü neng ad ve ün.
neng ü nâmus şeref ve izzetinefs.
neng-nâme (f.b.i.) 1. yazılı bir savaş hikâyesi. 2. hiciv ve alaylı olarak yazılmış bir yazı.
neng-sâr (f.b.i.) psik. ruh göçü.
ner (f.s.) er, ekek.
Engüşt-i ner baş parmak.
Şîr-i ner erkek arslan [nerre şekli de vardır].
Nercis (a.i.) nergis, (bkz: nergis).
nerd (f.i.) tavla, tavla oyunu.
Mühre-i nerd tavla taşı.
Tahta-i nerd tavla tahtası.
nerd-bân (f.b.i.) merdiven, (bkz: mıs'âd).
nerd-bâz (f.b.s.) tavla oynayan.
nerd-bâzî (f.i.) tavla oynayıcılığı.
nere (f.i.) l. dalga.
nere-i âb su dalgası. 2. erkek.
nergis (f.i.) 1. nergisgillerden, çiçekleri ayrı veya bir köksap üzerinde şemsiye vaziyetinde bulunan ve beyaz, sarı nevileri de olan bir süs çiçeği, lât. narcissus. (bkz: nercis). 2. mec. güzelin gözü.
nergis-i fettân fettan göz, gönlü allak bullak eden göz.
nergis-i şehlâ şehlâ göz, güzel ve baygın bakışlı göz.
nergis-dân (f.b.i.) nergis saksısı.
nergise (f.i.) 1. nergis şeklinde, fil ve başka hayvanların kemiklerinden yapılıp tavanlara süs olarak asılan yapma çiçek. 2. içine nergis konulan şişe. 3.h.i. astr. Ülker, (bkz: Süreyyâ).
Nergisî (f.s.) 1. nergis şeklinde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi. 2.i. bir çeşit işlemeli kumaş.
nergisiyye (f.a.i.) nergisgiller, fr. amaryllidacees.
nerîm, nerîmân (f.s.) pehlivan, yiğit, (bkz: bahâdır).
Nerîman (f.h.i.) 1. Rüstem'in dedesi olan Şam'ın babası. 2. kadın adı.
nerîmânî (f.i.) nerîmanlık, kahramanlık, yiğitlik.
nerm (f.s.) yumuşak, (bkz: lâtîf, mülâyim).
nerm-âhen (f.b.s.) gevşek şey.
nerm-dil merhametli.
nerm-gû (f.b.s.) yumuşak sözlü.
Nermî (f.i.) yumuşaklık, gevşeklik.
nermiyyet (o.i.) yumuşaklık.
nerm-ligâm (f.b.s.) 1. başı sert olmayan at. 2. itaatli, söz dinler, (bkz. mutî, munkad).
nerm nerm (f.zf.) yavaş yavaş. (bkz. âheste âheste).
nerm-sâz (f.b.s.) yavaş, yumuşak[adam].
nerrâd (a.s.) çok güzel tavla oynayan.
nerre-şîr (f.b.i.) erkek arslan. (bkz: şîr-i ner).
nes' (a.i.) "eşhür-ül-hurum" un muayyen vaktini geciktirme.
nesâ (a.s.) hek. kalça kemiğinden ayakların ucuna kadar uzanan sinir.
Arak-un-nesâ hek. siyatik.
nesâic (a.i. nesc'den. nesîce'nin c.) dokunmuş şeyler, dokumalar.
nesâik (a.i. nesîke'nin c.) kesilen kurbanlar.
nesâim (a.i. nesîm'in c.) hafif ve lâtif rüzgârlar.
nesâis (a.i. nesîse'nin c.) fiskoslar, fesatlık için edilen fısıltılar.
nesak (a.i.) tarz, şekil, üslûp, yol.
Yek-nesak biteviye.
nesak-ı vâhid tek tarzda, tek şekilde.
nesak-sâz (a.f.b.s.) tertîbeden, düzenleyen; düzen veren.
nesc (a.i.c. ensâc) 1. dokuma, örme, dokunuş. 2. anat. doku.
nesc-i adalî anat. *kas doku, fr. tissu musculaire.
nesc-i asabî anat. sinir doku, fr. tissu nerveux.
nesc-i azmî anat. kemik doku, fr. tissu osseux.
nesc-i beşere-i muhatiyye anat. epitelyum, fr. epithelium.
nesc-i dâimî anat. değişmez doku, fr. tissu permanent.
nesc-i demevî anat. kan doku, fr. tissu sanguin.
nesc-i guddevî anat. bezdokusu.
nesc-i gudrûfî anat. kıkırdak doku, fr. tissu cartilagineux.
nesc-i isfencî anat. sünger doku, fr. tis
nesc-i kavî anat. pek doku, fr. collenchyme.
nesc-i kesîf anat. tıkız doku, fr. tissucompact.
nesc-i muhâtî anat. sümük doku, fr.tissu ınuqueux.
nesc-i muîn anat. destek doku, fr. tissu de soutient.
Nesc-i munzamm anat. bağdokusu.
Nesc-i müstefriğ anat. salgı dokusu.
Nesc-i rasafî anat. kaldırımsı doku, fr. )avimenteux.
Nesc-i sâlis bot. üçüncül doku.
Nesc-i sinnî anat. 'peteksi doku.
Nesc-i şahmî anat. yağ dokusu.
Nesc-i tâlî anat. ikincil doku.
Nesc-i temessül anat. özümleme dokusu, fr. tissu d'assimilation.
nescî (a.s. nesc'den) dokuma ile, doku ile ilgili.
nesciyye (a.s.) ["nescî" nin müen.]. (bkz: nescî).
nes'e (a.i.) veresiye alma.
neseb (a.i.c. ensâb) nesil, soy.
neseb-bi-l-amûd huk. [eskiden] aşağı doğru inen neseptir ki, çocuklar ve torunlar ve bunların çocukları arasındaki hısımlık gibi.
neseb-bi-l-arz huk. [eskiden] arzan olan neseptir ki, kardeşler ve oğulları ve amcalar ve oğulları arasında olan hısımlık.
neseb-bi-t-tûl huk. [eskiden] yukarıya doğru uzanan neseptir ki, babalar ve dedeler arasında olan ittisal.
neseb-i vâkıf vakfedenin çocukları ve torunları.
neseben (a.zf.) soyca, soy bakımından.
neseben akraba soy bakımından hısım.
nesebî (a.s.) soya, kuşağa ait, onunla ilgili.
nesebiyye (a.s.) ["nesebi" nin müen.]. (bkz: nesebî).
nesem (a.i.) 1. soluma, soluk alıp verme. 2. rüzgârın hafif hafif esmesi. 3. nefes, ruh.
nesemât (a.i. nesem'in c.) 1. solumalar, soluk alıp vermeler. 2. nefesler, hayatlar, ruhlar. 3. hafif rüzgâr esintileri.
Neseme (bkz : nesem).
nesevî, neseviyye (a.s.) nisâ'ya, kadına mensup, kadınla ilgili, kadınlık.
Fazâil-i neseviyye kadınlık faziletleri.
neseviyyet (o.i.) kadınlık, [yapma kelimelerdendir].
nesf (a.i.) bir binayı temelinden yıkma. (bkz: hedm)
nesg (a.i.c. nüsûg) bot. ağaçlara su yürümesi.
nesh (a.i.) 1. fesih ve lağvetme, kaldırma, hükümsüz bırakma. 2. Kur'ân-ı Kerîm'in sonda gelen bir âyetinin, önce gelmiş bir âyetteki hükmü değiştirmesi, kaldırması. 3. bir şeyin suretini, aynını çıkarma, bir şeyi kopye etme. (bkz: istinsah). 4. Hoca İmâdüddîn-i Yakut-i Müs'tasamî'nin îcâdettiği yazı usulü, (bkz: hatt-ı nesh).
nesh-i ta'lîk (bkz: nesta'lîk).
nesh hurdası g.s. bir yazı sitili.
neshî (a.s.) 1. nesih'e ait, nesihle ilgili. 2. s. bir yazı sitili.
nesî (a.s.) câhiliyet devrinde muayyen vakti geciktirilmiş eşhür-ül-hurum.
nesî (a.s. nisyan'dan) unutkan.
nesîb (a.s. neseb'den) 1. soylu, soyu temiz [babadan-], soydan, (bkz. âlî-neseb). 2. ed. kasidenin başlangıcındaki tasvir kısmı. (bkz. teşbîb).
nesîbe (a.s. neseb'den) 1. [nesîb' in müen.]. (bkz. nesîb). 2. i. kadın adı.
nesîc (a.s. nesc'den. c. nüsüc) nescolunmuş, dokunmuş.
nesîce (a.s. nesc'den c. nesâyic) nescolunmuş, dokunmuş şey. ["nesîc" in müennesi]. (nesâyic'in aslı"nesâic" dir).
nesîe (a.i.) veresiye alış veriş, (bkz: pesâdest).
Nesîf (a.i.) iki kişi arasında olan sır.
Nesik (a.s.) nizamlı, düzenli; bezenmiş, süslü.
Nesîk (a.i.) 1. altın. 2. gümüş.
Nesîke (a.i.c. nesâik) l. kesilen kurban. 2. altın veya gümüş dökmesi.
nesîm (a.i. nesm'den) l. hafif rüzgâr.
nesîm-i galiye güzel kokulu bir maddenin rüzgârı.
nesîm-i nev-bahâr ilkbahar rüzgârı.
nesîm-i seher tan yeli, lâtif sabah rüzgârı.
nesîm-i subh sabah rüzgârı.
nesîm-i subh-dem sabah rüzgân, sabah vakti esen rüzgâr. 2. s. hoş, mülayim. 3. müz. Türk müziğinin en az altı asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış bir nümunesi yoktur. 4. müennesi "nesîme", kadın adı olarak kullanılır.
nesîmî (a.s. nesîm'den) nesîm ile, hafif ve lâtif esen rüzgârla ilgili.
Havâ-yi nesîmî hava, fr. atmosphere.
Nesîmî (a.h.i.) XIV. asrın en büyük Türk şâirlerinden olup Hurûfî akîdesindendir. Rivayete göre Bağdâd'ın Nesîm kasabasında doğduğu için Nesîmî mahlasını kullanmıştır. Şeriata aykırı söz ve hareketlerinden (belki de siyâsî temayüllerinden) dolayı, şeriat ulemâsının verdiği fetva üzerine 1417 - 1418 yılında Halep'de derisi yüzülerek öldürülmüştür, kabri adı geçen şehirde Kalealtı'ndadır. Asıl adı Ömer İmâdüddîn'dir.
nesîr (a.i.) hayvan aksırması.
nesîs (a.i.) 1. çok açlık. 2. insanın en son takati. 3. son nefes, (bkz: nefes-i vâpsîn).
nesîse (a.i.c. nesâis) fesatlık için edilen fısıltı.
nesl (a.i.c. ensâl) 1. nesil, kuşak, (bkz: batn). 2. soy, döldöş.
nesl-i vâkıf huk. vâkıfın, çocuklarını ve torunlarını ifâde eder. (bkz: zürriyyet).
nesme (a.i. nesm'den. c. nesemât). (bkz: nesem).
nesnas (a.i.) 1. yarısı insan, tek elli ve tek ayaklı olup sıçrayarak yürüyen efsânevî bir hayvan. 2. goril, şempanze, orangutan gibi büyük maymun cinslerinin adı.
nesr (a.i.c. ensür, nüsûr, nisâr) 1. akbaba [kuş]. 2. kartal. 3. Nuh kavminin putlarından biri.
nesr-i tâir veya nesr-üt-tâir astr. batı yönünde görülen parlak bir yıldız. Kartal burcunun T şeklindeki yapısında iki hattın birleşme yerinde bulunan bu burcun en parlak yıldızı, (alpha Aquila). fr. Altair.
nesr-i vâki' astr. güney yönünde görülen parlak bir yıldız.
nesr (a.i.) 1. yayma, saçma. 2. manzum olmayan söz.
nesre (a.i.) 1. anat. geniz. 2. üst dudağın üstünde, burun deliklerinin ortasına doğru olan çukur. 3. astr. bir yıldızın adı.
nesren (a.zf.) nesir olarak, nesir ile, nazımsız, vezinsiz.
nesrin (f.i.) 1. yaban gülü, Ağustos gülü. 2. mısır gülü. 3. Van gülü. 4. kadın adı. [nisrin şekli de vardır].
nesriyye [fasilesi] (a.i.) zool. akbabagiller, fr. vulturides.
nessâb (a.i. neseb'den) ilm-ül-ensâb mütehassısı, silsilename yapan adam, fr. genealogiste.
nessâbîn (a.i. nessâb'ın c.) silsilename yapan âlimler, (bkz: nessâbûn).
nessâbûn (a.i.c.) silsilename yapan âlimler, fr. genealogistes.
nessâc (a.i. nesc'den) 1. çulha, dokumacı. 2. s. mec. yalancı.
Nessâr (a.s. nesr'den) nesreden, saçan, [nessâr'ın münessâr dağıtan.
nessâre (a.s. nesr'den) nessâr’ın müen. (bkz. nessâr).
nesta'lik (f.b.i.) talik yazı. [İranlılar, nesih ile tâlik'den bozma olan bu yazıya "nesta'lik" demişlerdir].
nester, nesteren, nesterûn, nesterin (f.i.) ağustos gülü, yaban gülü.
nesterîn-zâr (f.b.i.) güllük, gül bahçesi.
nestûrî, nestûriyye (a.s. ve i.) Süryânî papazlarından Nastorius'un kurduğu mezhepte olan ve onlarla ilgili.
nesy (a.i.) 1. unutma. 2. s. unutulmuş, (bkz: ferâmûş, nisyân).
nesyen mensiyyen (a.b.s.) tamamıyla unutulmuş.
neşâ (a.i.) nişasta.
neşâbet (a.i.) okçuluk san'atı.
neşâid (a.i. neşîde'nin c.) 1. manzumeler, şiirler. 2. atasözü derecesinde kullanılan meşhur beyitler veya mısralar.
neşak (a.i.) burna çekme [su, v.b.].
neşâstec (a.i.) nişasta.
neşât (a.i.) sevinç, neşe, şenlik, (bkz: sürûr).
neşât-âver (a.f.b.s.) sevinç getiren.
neşât-bahş (a.f.b.s.) sevinç, neşe bağışlayan.
neşât-efzâ (a.f.b.s.) sevinç artıran, (bkz: neşât-engîz).
neşât-engîz (a.f.b.s.) sevinç uyandıran, (bkz: neşât-efzâ).
neşât-mend (a.f.b.s.) neşeli, sevinçli.
neşb (a.i.) batma, [iğne ve diken gibi şeyler'].
neş'e (a.i.) 1. yeniden meydana gelme. 2. neşe, keyif, sevinç. 3. az sarhoşluk, çakırkeyif.
neş'e-i uhrâ (bkz. neş'et-i uhrâ).
neş'e-i ûlâ ruhun bedene girmesi, [doğrusu "neşve" dir].
neş'e-dâr (a.f.b.s.) neş'eli, keyifli, (bkz: neş'e-yâb).
neş'e-nisâr (a.f.b.s.) neş'e dağıtan.
neş'e-nisâr-ı tarab ahenk neş'eleri dağıtan.
neş'e-perver (a.f.b.s.) neş'eli, keyifli.
neş'et (a.i.) 1. meydana gelme, ileri gelme. 2. çıkma, yetişme.
neş'et-i uhrâ ruhun vücuttan çıkışı. 3. erkek adı.
neş'et-i ûlâ ruhun vücûda girmesi.
neş'e-yâb (a.f.b.s.) neşeli, keyifli.
neşf (a.i.) 1. suyu çekip emme, soğurma, (bkz: mass). 2. sızma.
neşîd (a.i.). (bkz. neşîde).
neşîde (a.i.c. neşâid) 1. [bir toplulukta okunmaya değer] manzume, şiir. 2. atasözü derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısra. 3. müz. eski Arap müziğinde, usullü olmak şartıyla, irticalen veya hazırlanarak söylenen güfteli müzik eseri.
neşîde-hân (a.f.b.s.) neşîde okuyan.
neşîde-hânî (a.f.b.i.) neşîde okuyuculuk.
neşît (a.s.) sevinçli, neşeli, şenlikli, (bkz: mesrur).
neşk (a.i.) buruna çekme, (bkz: istinşâk).
neşr (a.i.c. nüşûr) 1. yayma, dağıtma, saçma, açma. 2. herkese duyurma, (bkz: işâa). 3. gazeteye yazma, yazdırma. 4. kıyamette bütün insanların dirilmesi.
Yevm-ün-neşr herkesin dirileceği kıyamet günü.
neşren (a.zf.) neşir yoluyla, gazeteye vererek.
neşrî (a.s.) neşr'e mensup, neşir ile ilgili.
neşriyyât (a.i. neşr'den) 1. yayın, matbuatın yazdığı şeyler. 2. basılıp dağıtılan yazılar, eserler, makaleler.
neşriyyât-ı kâzibe yalandan, uydurma sözler.
Neşriyyât ve Müdevvenât Umûm Müdürlüğü 1927 yılında kurulan ve Resmi Gazete'nin yayınlanması işini düzenlemekle görevli bulunan, Başbakanlığa bağlı genel müdürlük seviyesinde bir kuruluş.
neşş (a.i.) 1. karıştırma. 2. kaynama, (bkz: galeyan).
neşşâb (a.i.) okçu, ok atan. (bkz: tîr-endâz).
neşşâf (a.s. neşf’den) 1. çok neşf eden, emen, soğuran. 2. bir şeyi kendine çeken.
neşşâl (a.s.) pişmemiş yemeğe saldıran.
neşter (f.i.) hekim bıçağı, [aslı"nîşter" dir].
neşûr (a.s. neşr'den) çok neşreden, dağıtan, saçan.
ne-şüküfte (f.b.s.) açılmamış, (bkz: nâ-şüküfte).
neşv (a.i.) canlının büyümesi, boyatması; yeniden peyda olup hayâta gelme.
neşv ü nemâ yetişip büyüme, sürüp çıkma.
Neşvâ (a.s. neşve'den) çakırkeyif, sarhoş, (bkz: bed-mest, sekrân).
neşvât (a.i. neşvet'in c.) keyifler, sevinçler.
neşve (a.i.) sevinç, hafif sarhoşluk, keyif, neş'e. [bizde yanlış olarak "neş'e" şekli yaygındır].
neşve-bahş (a.f.b.s.) neş'elendiren, keyif veren.
neşve-bahşâ (a.f.b.i.) neş'elendirici, keyif verici.
neşve-dâr (a.f.b.s.) neş'eli, keyifli.
neşve-dârâne (a.f.zf.) neş'elilikle, keyiflilikle.
neşve-gâh (f.b.i.) neş'e yeri, keyif yeri.
neşve-mend (f.b.s.) neş'eli, keyifli.
neşve-rübâ (a.f.b.s.) neş'e çekici, neş'e verici.
neşvet (a.i.) keyif, sevinç, sarhoşluk, (bkz: neşve).
neşve-yâb (f.b.s.) keyifli, neş'eli.
netâc (a.i.) hayvanın -kendi kendine-doğurması.
netâic (a.i. netîce'nin c.) neticeler, sonuçlar.
netâyic (a.i. netîce'nin c.) [aslı"netâic" dir]. (bkz: netâic).
netâyic-i ef’âl işlerin neticeleri.
netâyic-i vahime vahîm, korkulu, kötü neticeler (sonuçlar).
Netâyic-ül-vukuât Osmanlı Devleti'nin siyasal olaylarından çok, bütün teşkilâtını, kurumlarını konu edinen ve 1889 da vefat etmiş olan Mansûrîzade Mustafa Nuri Paşa'nın bir eseri.
netf (a.i.) kıl yolma.
neth (a.i.) fizy. ter.
netha (a.i.) hek. vücuttaki kan suyunun veya başka bir sıvının bulunduğu yerden dışarıya sızması, fr. exsudat.
nethavî (a.s.) hek. netha yoluyla olmuş, sızıntı ile ilgili.
netice (a.i.c. netâic) 1. sonuç, son. (bkz: akıbet, nihayet). 2. öz, özet. (bkz: hulâsa). 3. fels. sonurgu, fr. consequence. 4. yemiş.
netîce-i hayât ömrün neticesi, yaşamaktan hâsıl olan şey.
netîce-i istidlâl fels. vargı, fr. conclu-sion.
netîce-i kelâm sözün kısası.
netîce-i taleb huk. iddia olunan şey.
netîce-bahş (a.f.b.s.) netîce veren, neticelendiren.
netîce-pezîr (a.f.b.s.) neticelenmiş, son bulmuş.
netn (a.i.) fena kokma; kokma, çürüme.
neûzü-b-illâh (a. n.) 1. "Allah'a sığınırız". 2. Allah korusun.
nev (f.s.) 1. yeni. 2. yeni, son zamanlarda çıkmış. 3. taze, körpe.
Tarz-ı nev yeni tarz.
nev' (a.i. c. enva') 1. çeşit, türlü. 2. cins. 3. sınıf.
Benî-nev kendi nevinden, sınıfından, (bkz: hem-cins).
nev'-i beşer insan soyu, insanlar.
nev-i teşhir teşhir çeşidi, teşhir tarzı.
nev'i şahsına münhasır kendine has, kendine münhasır, kendine özgü karakter ve davranışı olan kimse.
nevâ[y] (f.i.) 1. ses, sada, makam, ahenk, nâme.
Mürg-i hoş-nevâ güzel sesli kuş.
nevâ-yı acem müz. Kantemir'in edvarında (1695) etbâ arasında tanımladığı makam ki kullanılmaz.
nevâ-yı mehd (beşik sesi) ninni.
nevâ-yı bülbül bülbül nağmesi. 2. refah. 3. levazım, kuvvet, zenginlik. 4. nasîp, behre.
Bî-nevâ behresiz, mahrum. 5. müz. Türk müziğinin 7 numaralı basit makamı olup en eski makamlardan biridir. Uşşak dörtlüsüne rast beşlisinin ilâvesinden meydana gelmiştir. Seyri çıkıcıdır (inicisine tâhir denilir). Durak dügâh (la) ve güçlü -dörtlü ile beşlinin birleştikleri dördüncü derece olan- neva (re) dir. Donanımına si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi konulur (ilk ârıza uşşak dörtlüsü, ikincisi rast beşlisi için). Orta sekizlideki sesleri pestden tîze doğru olmak üzere şöyledir dügâh, segah, çargâh, neva, hüseynî, eviç, gerdaniye ve muhayyer. Dizisinde niseb-i şerîfe'den 8 tane bulunur; mülayimdir. Bâzı eserlerde inici-çıkıcı olarak da kullanılmıştır; makamlar arasında sıra itibarıyla 22 nci gelmektedir.
Dostları ilə paylaş: |