Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə184/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189

yemîn-i mürsel huk. bir vakit ile mukayyet olmayan yemin, [meselâ "filân işi yaparım" diye yemin etmek gibi].

yemîn-i mütemmim tamamlayıcı yemin.

yemm (a.i.c. yümûm) deniz, (bkz: bahr, deryâ, ummân).

yemm-i bî-kenâre engin deniz.

yenâbî' (a.i. yenbû'un c.) kaynaklar, pınarlar; çeşmeler, (bkz: menâbi').

yenbagi (a.s.) şayan, münâsip; îcâb eder, lâzımgelir.

Kemâ yenbagi gerektiği yolda, lâzımgeldiği gibi.

Yenbû' (a.i.c. yenâbi') kaynak, pınar; çeşme.

yerâ' (a.i. yerâa'nın c.) 1. kamışlar; yontulmamış kamış kalemler. 2. ateşböcekleri.

yerâa (a.i.c. yera') 1. kamış; yontulmamış kamış kalem. 2. ateşböceği.

yerâa-cünbân (a.f.b.s.) "kalem oynatan" yazı yazan, (bkz: yerâa-zen).

yerâa-zen (a.f.b.s.) "kalem vuran" yazı yazan, (bkz: yerâa-cünbân).

yerâbî' (a.i. yerbû'un c.) tarla fareleri.

yerbû' (a.i.c. yerâbî') tarla fareleri.

yerekan ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. hek. sarılık hastalığı. 2. bot. ekinlere vuran sam hastalığı.

yerhamük-Allah (a.cü.) Allah sana merhamet etsin!; çok yaşa. [aksıranlara karşı kullanılır].

yerhûm (a.i.) erkek kartal.

yerlig (f.i.) yarlığ, buyruk, (bkz: fermân).

ye's (a.i.c. yüûs) ümitsizlik, elem, keder, (bkz: kunût, nevmîdî).

yesâg (f.i.) 1. yasak. 2. kanun, nizam.

yesâr (a.i.) 1. varlık, zenginlik. 2. sol, sol taraf.

Dest-i yesâr sol el.

Yemîn ü yesâr sağ ve sol.

yesârî hatlar mat. aykırı doğrular.

yesârî münhanî mat. uzay eğrisi.

yesâret (a.i.) 1. kolaylık. 2. zenginlik.

yesârî (a.i.) 1. geo. bir müstevî (düzlem) içinde bulunmayan şekil. 2. erkek adı. 3. sola, sol tarafa ait, sol ile ilgili.

ye's-âver (a.f.b.s.) ümitsizlik getiren, keder veren.

ye's-efzâ (a.f.b.s.) ümitsizliği, elemi, kederi artıran.

yeser (a.i.) 1. kolaylık, (bkz: yüsr). 2. ip, yün gibi şeyleri bükme. 3. birinin sağ

arafından gelme. 4. okla kumar oynama.

yesîr (a.s. yüsr'den) 1. kolay, (bkz: âsân). 2. az şey. 3. kumarbaz, (bkz. yesûr).

Yesrib (a.h.i.) Medîne-i Münevvere'nin Müslümanlıktan evvelki adı.

Yesribî (a.h.i.) 1. Medîne şehrine ait, bununla ilgili. 2. Medîneli.

yesûî, yesûiyye (a.s.) Hz. isa'ya ait, onunla ilgili, Hıristiyanlığa ait.

yesûr (a.s.) kumarbaz, (bkz: yesîr3).

yeşb (a.i.) yağmur taşı da denilen bir yeşil taş.

yeşb-i ahdar yeşil yeşb.

yeşb-i ahmer kırmızı yeşb.

yeşb-i asfer sarı yeşb.

yeşb hattî çizgilerle nakışlı olan yeşb.

yeşb-i Mısrî esmer yeşb.

yeşk (f.i.) köpek dişi denilen sivri diş.

yeşm (f.i.). (bkz: yeşb).

yetâmâ (a.s. yetim'in c.) yetimler, (bkz: eytâm).

yetîm (a.s.c. eytâm, yetâmâ) 1. yalnız, tek, eşsiz, bir tek.

Dürr-i yetîm büyük tek inci, mec. Hz. Muhammed. 2. babası veya anası-babası ölmüş [çocuk].

yetîm-üt-tarafeyn anadan babadan yetim kalmış [çocuk].

yetîm-âne (a.f.zf.) yetimlere yakışacak yolda; kimsesizlikle.

yetîme (a.s.) l. yetim kız. 2. eşsiz.

yetîmet-üd-dehr emsalsiz inci.

yetim-hâne (a.f.b.i.) yetim çocukların bakıldığı ev. (bkz: dâr-ül-eytâm).

yeûs (a.i. ye's'den) ümitsiz, ümidi kesilmiş, (bkz: me'yûs).

yevâkit (a.i. yâkut'un c.) yakutlar.

Dürer ü yevâkit inciler ve yakutlar.

yevm (a.i.c. eyyâm) gün. (bkz: rûz).

Fî-yevminâ günümüzde.

Külle yevmin her gün.

yevm-i ahad pazar günü. (bkz: yek-şenbih).

yevm-i âmme astr. ortalama güneşin alt meridyenden geçtiği anı zaman başlangıcı alan ortalama güneş zamanı, sivil zaman, fr. temps civil.

yevm-i ficâr Hz. Muhammed'in gençliğinde katıldığı bir savaş.

yevm-i kamerî astr. Ay'ın meridyene ilk defa gelmesi arasındaki zaman.

yevm-i kebîs astr. artık gün.

yevm-i kevkebî astr. yıldız günü.

yevm-i nücûmî astr. bir yıldızın, meridyene ilk defa gelmesi arasındaki zaman.

yevm-i şems astr. Güneş'in meridyene ilk defa gelmesi arasındaki zaman.

yevm-i şekk ramazan ayının ispat edilemeyen günü.

yevm-ül-cem; yevm-ül-cevâb; yevm-ül-cezâ; yevm-üd-dîn, yevm-ül-ahd; yevm-ül-fasl; yevm-ül-fezâ'il-ekber; yevm-ül-haşr; yevm-ül-hisâb; yevm-ül-ivâz; yevm-ül-karâr; yevm-ül-karıa; yevm-ül-kıyâm; yevm-ül-kıyâme; yevm--ül-mev'ûd; yevm-ül-mîâd; yevm-ül-misâk; yevm-ül-mîzân; yevm-ül-va'd; yevm-ül-vâkıa;yevm-üs-suâl kıyamet günü. [bu terkiplerden bir çoğu Fars kaidesiyle "yevm-i kıyâm; yevm-i mîsâk" şeklinde de kullanılır].

yevm-ül-Bedr Bedir savaşının yapıldığı gün.

yevm-ül cum'a cuma günü. (bkz: âdîne).

yevm-ül-erbaa (dördüncü gün) çarşamba günü. (bkz: cehâr-şenbih, çâr-şen-bih).

yevm-ül-feth Mekke'nin fethedildiği gün.

yevm-ül-hamîs (beşinci gün) perşembe günü, (bkz: penc-şenbih).

yevm-ül-hiyac heyecan günü.

yevm-ül-isneyn (ikinci gün) pazartesi günü, (bkz: dü-şenbih).

yevm-ün-cedîd rızk-un-cedîd kazandığını o gün yeme, günü gününe yaşama.

yevm-ün-nahr zilhiccenin onuncu günü, kurban bayramı.

yevm-ün-nehr hacıların Mîna'dan Mekke'ye döndükleri gün.

yevm-üs-sebt cumartesi günü. (bkz: şenbih).

yevm-üs-selâse (üçüncü gün) salı günü. (bkz: se-şenbih).

yevm-el-feth (a.it.) 1. Mekke'nin zaptedildiği gün. 2. Kıyamet günü. (bkz: yevm-üd-dîn).

yevmen (a.zf.) muayyen bir günde.

yevmen fe yevmen (a.zf.) günden güne, gittikçe.

yevmen min-el-eyyâm (a. zf.) günlerden bir gün.

yevmî, yevmiyye (a.s.) günlük, gündelik, her gün.

Emri yevmî günlük emri.

Cerâid-i yevmiyye günlük gazeteler.

yevmiyye (a.i.) 1. bir günlük iş için verilen ücret. 2. günlük hâdiseleri günü gününe kaydetmeye yarayan defter.

yevmiyye-i dekâkîn esnaftan alınan bir nevi kazanç vergisi, [günlük esâsına göre alındığı için bu ad verilmiştir].

yez (f.i.) bağ, bahçe tarla ve çayır etrafına çekilen dikenli çalı, çit.

Yezdân (f.h.i.) 1. [Zerdüştlerde] hayır ilâhı. 2. Allah, (bkz. îzid).

Yezdânî (a.s.) Allah'a ait, Allah'la ilgili, (bkz. Hüdâî, ilâhî).

İnâyet-i yezdânî Allah'ın lutfu ile.

Yezd-cürd (a.h.i.) eski Fars hükümdarlarından Behrâm Gûr'un babası, Nûşre-vân'ın torunu. [Farsça'sı Yezd-gürd dür].

yezek (f.i.) 1. ask. öncü. 2. bekçi. (bkz: pâs-bân). 3. casus.

Yezîd (a.h.i.) Emevî Devleti'nin kurucusu Muaviye'nin oğlu.

Yezîdî (a.s.i.) Musul ve Lübnan taraflarında yaşayan bir kısım halkın "şeytana tapma" sözüyle hulâsa edilebilecek akidesi ve bu akideden olan kimse.

yûce (f.i.) damla, (bkz: katre).

yûg (f.i.) boyunduruk.

yûh, yûha (a. i.) Güneş, (bkz: Âftab, Mihr, Neyyir, Horşîd, Şems).

Yûnus (a.h.i.) 1. uzun müddet bir balığın (Hut'un) karnında kaldığı rivayet edilen meşhur peygamberlerden birinin adı. 2. astr. semânın kuzey yarımküresinde Feres-i ekber (Pegasus) ve Kartal (El-ukab) burçları arasında bulunan küçük bir burç, lât. Delphinus. 3. erkek adı.

Yûsuf (a.h.i.) 1. İsrâiloğullarından Hz. Ya'kub'un oğlu olup kardeşleri tarafından kuyuya atılmıştır. [Mısır'da köle diye satılan, sahibinin karısı Zelîha'nın sevgisine karşılık göstermediği için zindana atılan, Mısır hükümdarının rü'yâsını yormakla zindandan çıkıp Mısır'ın idaresini ele alan meşhur peygamber. Güzelliğin sembolüdür. Yusuf ve Zelîha hikâyesi, Kur'an'da da anlatıldığı gibi, şark müelliflerinin mühim mevzularından biri olmuştur.

Hüsn-i Yusuf bot. penbe ve al renkte, güzel ve küçük bir çiçek. 2. erkek adı.

Yûsuf-ı güm-geşte kaybolmuş olan Yusuf (peygamber).

Yusuf Has Hâcib (a.h.i.) XI. asırda yaşamış olan bu şâir, Hâkaniye lehçesinde yazdığı Kutadgu-Bilig (bahtlı olmak bilgisi) adlı meşhur eserin sahibidir. Bu eserini 1069 yılında Balasagun'da yazmaya başlamış ve 1070 de Kâşgâr'da bitirmiştir. Kitabı bitirince Karahanhlann hükümdarı Buğra Han'a takdim etmiş o da kitabı çok beğendiği için Yusuf u başmabeyinciliğe alarak "has hâcip" unvanını vermiştir. Eser manzumdur ve 1068 beyittir; millet ve devlet işlerini iyi idare etmekten bahseder.

yûsufî (a.i.) tar. altı dar, üstü geniş ve dilimli bir çeşit başlık.

yûz (f.i.) zool. pars.

yûze (f.i.) 1. dilenci. 2. zağar. 3. ağaç özdeği.

yübûset (a.i.) 1. kuruluk. 2. i. zir.kuraklık.

yübûset-i hevâ havanın kuruluğu.

yüdî (a.i. yed'in c.) eller, (bkz: eyâdî, eydî).

yümkin (a.s.) mümkün olur, olabilir.

yümn (a.i.) uğur, mut, bereket.

yümn-i na't na'tın uğuru, bereketi.

yümnâ (a.s.) sağ taraf, [eymen'in müennesi].

Dîde-i yümnâ anat. sağ göz.

yümnî, yümniyye (a.s.) 1. uğura ait, uğurla ilgili. 2. uğurlu. 3. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

yümûm (a.i. yemm'in c.) denizler, (bkz: ebhâr, ebhür).

yürük semaî (t.a.b.i.) müz. Türk müziğindeki şekillerden biri. Söz eserlerine mahsus kılâsik forme'ların büyüklerindendir. Fasılda saz semaîsinden evvel okunan son güfteli parça olup, büyük söz eserlerinin en hareketlisi olmak lâzım gelir. Bu şekilde yürük semaî, iki kısma ayrılabiliryürük semaî (6/4) ve yürükyürük semaî (6/8), yânî daha hareketlisi. Dar mânâda "yürük semaînin 6/4 ile ölçülmüş yürük semaî" mânâsına geleceği, bu taksimden anlaşılabilir. 6/4 ile ağır semaî de ölçülebilir; bu cihet az çok bestekârın keyfine kalmakla beraber, ağır semaî olarak yapılan eserin yürük semaîye nisbetle daha ciddi ve ağır, musanna' ve heceleri üzerinde fazla durulmuş olması matluptur. Yürük semaîlerde de vals edası yoktur. Eser 2 haneli olursa isminin başına "nakıs" lâfzı getirilir. Şekil itibariyle bütün semaîler gibidir ve ancak karakter farkıyla diğerlerinin tefriki kabildir. Bir yürük semaî yalnız yürük semaî usulü ile ölçülebilir ve esasen bundan dolayı o ismi taşır.

yürük yürük semaî (t.a.b.i.) müz. yürük semaînin 6/8 ile ölçülmüş daha hareketli şekli.

yüsr (a.i.) 1. kolaylık, rahat, (bkz: suhûlet, yüsret, yüsür). 2. zenginlik.

yüsrâ (a.s.) sol taraf, [eyser'in müennesi].

yüsret (a.i.) kolaylık, rahat, (bkz: suhûlet, yüsr, yüsür).

yüsür (a.i.) 1. kolaylık, (bkz: suhûlet, yüsr, yüsret). 2. zenginlik.

yüûs (a.i. ye's'in c.) ümitsizlikler; elemler, kederler.

zâ (o.ha.) "ze" harfinin adı. zâ-i mu'ceme

"n" harfinden ayırd etmek için "ze" harfine verilen bir ad. ["râ yi mu'ceme" de denir].

-zâ "bu, şu" mânâlarına gelerek bâzı birleşik kelimeler meydana getirir

Ba'de-zâ bundan sonra.

Hâ-ke-zâ işte bunun gibi v.b.

zâ (a.zm.) "sahip, mâlik" mânâlarına gelerek, Osmanlıcada zî, zû, şekilleriyle kullanılır, müen. "zât" dır. (bkz: zât).

-zâ[y] (f.s.) "doğuran" mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Nâdire-zâ nâdir, bulunmaz şey meydana getiren.

Suhan-zâ söz doğuran, söz îcâdeden.

zâ' (a.ha.) zı harfinin bir adı.

zâ-ı mu'ceme "tı" harfinden ayırdetmek için -noktalı olduğundan dolayı- bu ad verilmiştir.

zaâfir (a.i.). (bkz. zeâfir).

zaar (a.i.) şiddetli korku.

zaâzi' (a.i. za'zaa'nın c.) sarsmalar, ırgalamalar.

zab' (a.i.) zool. sırtlan.

zabâb (a.i.) pus, sis, rutubetli duman.

zabb (a.i.c. zıbâb, zubbân) kertenkele, keler

zâbıta (a.i.c. zavâbıt) 1. şehir güvenliğini sağlamakla vazifeli bulunan idare, polis. 2. kural, bağ.

zâbıta-i adliyye huk. nahiye müdürleri, polis me'murları, müddeiumumiler, müstantikler, köy muhtarları, ihtiyar meclisi azaları, orman bekçileri.

zâbıta-i ahlâkıyye ahlâk zabıtası.

zâbıta-ı belediyye belediye zabıtası.

zâbih (a.s. zebh'den) kesen, boğazlayan [eti yenilen hayvanları-].

zâbit (a.i. zabt'dan c. zâbitan) 1. subay. 2. mec. tuttuğunu koparan, dediğini yaptıran.

zâbitân (a.i. zâbit'in c.) subaylar.

zâbitân-ı aklâm resmî dâirelerde kalem başları.

zabt (a.i.) 1. sıkı tutma. 2. idaresi altına alma, kendine mal etme. 3. silâh kuvveti ile bir yeri alma. 4. anlama, kavrama. 5. kaydetme, özetini yazma.

zabt ü rabt düzen, disiplin, (bkz: âsâyiş).

zabtiyye (a.i.) 1. zaptiyye; Tanzimat'tan sonra memleket içi güven ve emniyet işleriyle vazifeli dâireye verilen ad. 2. polis, jandarma.

zabtiyye nâzırı emniyet umum (genel) müdürü.

zabtiyye nezâreti emniyet umum (genel) müdürlüğü; emniyet müdürlüğü.

zabt-nâme (a.f.b.i.) tutanak.

zabu' (a.i.c. zıbâ') zool. sırtlan, (bkz: dabu').

zaby (a.i.) geyik, karaca, gazal gibi hayvanlar.

zâc (a.i.) kim. demir sülfat.

zâc-ı kıbrıs kim. göztaşı.

zâcir (a.s. zecr'den) alıkoyan, önleyen, yasak eden.

zâcire (a.s. zecr'den. c. zevâcir) ["zâcir" in müennesi]. (bkz: zâcir).

zâd (a.i.c. ezvâd, ezvide, zevâd) azık, yiyinti.

zâd-ı sefer yolluk.

zâd ü zevâd yiyecek, içecek tedariki.

zâd ü yarâg yiyecek ve silâh.

zâd (a.fi. ziyâdet'den) çoğalsın, artsın.

zâd-Allah Allah artırsın!

-zâd (f.s.) "doğma, doğmuş" mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapar.

Mâder-zâd anadan doğup büyüme.

Melek-zâd melekten doğma.

Nev-zâd yeni doğmuş.

Perî-zâd periden doğmuş; mec. çok güzel.

zâd-ı dil müz. Türk müziğinin en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zâde (a.fi.) "çok olsun, artsın!" mânâsında iyi bir dilek sözü.

zâde ömrühu ömrü artsın!

zâdet fazîletühu faziletleri artsın!

zâde (f.i.c. zâdegân) 1. evlât, oğul. 2. insaniyetli, doğru adam. 3. s. "doğmuş, meydana gelmiş" mânâlarıyla birleşik kelimeler yapar.

Harâm-zâde piç.

Merdüm-zâde insanoğlu.

Perî-zâde periden doğmuş.

zâde-i dehn kalem, söz.

zâde-i hâtır, zâde-i tab', zâde-i tabîat şiir, bir insanın tabiatından meydana gelen eseri.

zâdegân (f.i. zâde'nin c.) soylular sınıfı, meşhur ve muayyen aileler topluluğu, fr. aristocrates.

zâdegî (f.i.) zâdelik, asillik, soy temizliği.

zâden (f.m.) doğmak, doğurmak.

za'f (a.i.) hemen, derhal öldürme.

za'f (a.i.) 1. zayıflık, kuvvetsizlik, arıklık. 2. meyil, gönül akışı, bir şeye karşı duyulan aşırı istek.

za'f-ı basar miyopluk.

za'f-ı pîrî yaşlılıktan gelen kuvvetsizlik.

za'f-ı sûrî ed. mânâca güçlü bir sözün yerine zıddını, olumsuzunu kullanmakla yapılan bir anlatma şekli.

za'f-ı te'lîf ed. anlamayı güçleştirecek kadar ibarenin karışık olması, ifade (anlatım) cılızlığı.

zafâir (a.i. zafîre'nin c.) örülmüş saçlar.

zafâyir (a.i. zafîre'nin c.), (bkz. zafâir).

zafer (a.i.) 1. birçok emek neticesinde maksada ulaşma, başarma. 2. düşmanı yenme, üstün gelme.

Tâk-ı zafer anıt olarak yapılan veya şenliklerde yer yer caddelere kurulan kemer. 3. müz. Türk müziğinde küçük bir makam olup Rauf Yekta Bey tarafından düzenlenmiş ve sâdece A. H. Tarhan'ın "Tekbîr" inin bestelenmesinde kullanılmıştır. 5 zamanlı ve 4 vuruşludur. 5 zamanlı olarak 3 vuruşlu Türk aksağının tersidir. Vuruşları şöyledir düm [nim kavi], tek [kavi ve 2 zamanlı], düm [nim kavi], tek [zayıf].

za'ferân (a.i.c. zeâfir) safran.

za'ferân-ı âhen demir pası. (bkz: za'ferân-ı hadîd.)

za'ferân-ı kâzib bot. papağan yemi.

za'ferân-ı Yemen bot. Yemen safranı.

za'feran-ül-hadîd demir pası.

za'ferânî (a.s.) safran gibi, safran renginde olan.

zafer-nâme (a.f.b.i.) 1. zafer üzerine yazılan kasîde. 2. bir zaferi anlatan yazı, eser. 3. Ziya Paşa'nın meşhur hicviyesi.

zafer-yâb (a.f.b.s.) 1. zafer bulan, basan gösteren, aradığı şeye erişen. 2. üstün gelen.

za'fî (a.s.) za'fa, kuvvetsizliğe, dermansızlığa ait, bununla ilgili.

zâfir (a.s. zafer'den) zafer kazanan, (bkz: galib).

zafîr (a.i.) hek. sinir demeti, fr. plexus.

zafîr (a.s. zafer'den) zafer bulan, zafere erişen.

za'fiyyet (o.i. za'fdan) zayıflık, güçsüzlük, dermansızlık.

zâg (f.i.c. zâgan) karga, (bkz: gurâb).

zâg-ı siyah kara karga.

zagain ("ga" uzun okunur, a.i. zagine'nin c.) kinler, nefretler.

zagan ("ga" uzun okunur, f.i. zâg'ın c.) kargalar, (bkz. gırbân).

zagan (f.i.) çaylak.

zâgane ("ga" uzun okunur, a.zf.) kargacasına.

zâg-beçe (f.b.i.) karga yavrusu.

zâg-çeşm (f.b.s.) karga gözlü; mavi gözlü.

zagine (a.i.c. zagain) kin, nefret.

zagt (a.i.) bir şeyi bir başka yere zorla sokma, girdirme.

zagzaga (a.i.) mânâsız söz.

zahâir (a.i. zahîre'nin c.) zahireler.

zahâya (a.i.). (bkz: dahye).

zahf (a.i.) 1. sürünerek yürüme; ayaklarını sürüyerek yürüme. 2. emekleme.

zahf-ı sabî çocuğun emeklemesi. 3. düşman üzerine gönderilen asker; askerin düşmana karşı yürümesi.

zâhib (a.s. zehâb'dan) 1. gidici, giden. 2. bir fikir veya zanne uyan, kapılan.

zâhid (a.s. zühd'den. c. zühhâd) 1. çok, aşırı sofu; kaba sofu. 2. [alevîlerce] Kızılbaş olmayan. 3. i. erkek adı.

zâhid-i bârid kaba sofu.

zâhid-i huşk kaba sofu. (bkz: zâhid-i bârid).

zâhid-âne (a.zf.) zâhidlere yakışacak surette.

zâhide (a.s.) 1. "zâhid" in müennesi. 2. i. kadın adı.

zâhif (a.s.c. zâhifât) sürüngen, yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.

zâhif (a.s.) kibirli, övüngen. (bkz: mağrûr, mütekebbir).

zâhife (a.i.c. zevâhif) zool. sürüngenler, yerde sürünenler.

zâhik (a.s.) 1. bâtıl, köhne. 2. berbat ve perîşan olan.

zâhil (a.s. zühûl'den) ihmâleden, unutan.

zâhil (a.i.) bot. zakkum ağacı.

zâhil (a.s.) 1. sağlığı düzelen veya sıkıntıdan sonra gönlü ferahlayan. 2. unutan.

zâhile (a.s.) ["zâhil" in müen.]. (bkz: zâhil).

zâhir (a.s. zuhûr'dan) 1. görünen, görünücü, açık, belli, meydanda. 2. zf. elbette, şüphesiz, öyledir ya. 3. zf. galiba, zannederim, umulur ki. 4. zf. görünüşe göre, anlaşılan, meğer. 5. i. dış yüz, görünüş.

zâhir-i mezheb huk. [eskiden] Hanefî İmamlarından Muhammed'in, El-Mebsût, El-câmi-üs-sagir, El-câmi-ül-kebîr, Ez-ziâdât, Ez-siyer-üs-sagir, Ez-siyer-ül-kebîr adlarıyla mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan meseleler. [buna "Zâhir-ür-Rivâyât Mesaili" de denir].

zahîr (a.s. zahr'den) arka çıkan, yardımcı. (bkz: meded-kâr, muîn).

zahîr (a.i.) 1. iç ağrısı. 2. hek. basur ve mesane iltihabında olan ağrılı ıkıntı.

zâhir (a.s.) parlak [en çok yıldız hakkında].

Necm-i zâhir parlak yıldız.

zâhir (a.s.) taşkın, coşkun [deniz]. (bkz: zehhar).

Bahr-i zâhir coşkun deniz.

zâhir (a.s.) semiz; tavlı; bol.

zâhir-üz-zeneb zool. kuyruklular, fr.urodeles.

zâhir-bîn (a.f.b.s.) bir şeyin yalnız dışına bakan, görünüşe bakan, (bkz. zâhir-perest).

zâhir-bînâne (a.f.zf.) yalnız dıştan görerek, üstünkörü yolda.

zâhire (a.i.) dışarı fırlamış göz, lokma göz.

zahîre (a.i.c. zahâir) gerektiği zaman harcanmak üzere anbarda saklanan hububat, yiyecek.

zahîre-i âhiret hayır ve iyilikler.

zahîre-bahâ (a.f.b.i.) zahîre, katık parası.

zâhire (a.s.c. zevâhir) parlak, zâhir' in müennesi.

Nücûm-i zâhire parlak yıldızlar.

zâhiren (a.zf.) görünüşte, görünüşe göre, göründüğü gibi, meydanda olarak, (bkz. âşkâre).

zahirî, zâhiriyye (a.s.) 1.görünen, görünürdeki. 2.Ebû Dâvûd-ı Zâhirî'nin kurduğu mezhebe mensup.

zâhiriyyât (a.i.c.) dış görünüşler.

zâhir-perest (a.f.b.s.) göze görünür taraflara bakıp iç yüze aldırış etmeyen. (bkz. zâhir-bîn).

zâhiyye (a.i. zahâ'dan) bir şehrin dışında kalan açıklık, çorak ve ıssız yer.

zahl (a.i.c. zühûl) öç, intikam; düşmanlık. (bkz: adâvet, udvân).

zahm (a.i.) sıkıştırma, (bkz: tazyîk).

zahm (f.i.) yara. (bkz: cerîha).

zahm-i çeşm (göz yarası) göz değmesi. (bkz: nazar).

zahm-i hançer hançer yarası.

zahm-i sîne göğüs yarası.

zahm-i tîg kılıç yarası.

zahm-i zebân dil yarası.

zahm (a.s.) iri, kalın, büyük, (bkz: dahm).

zahm-ül-izâm iri kemikli.

zahm-dâr (f.b.s.) yaralı, (bkz: mecrûh, zahmîn, zahm-nâk, zahm-hûrde, zahm-zede).

zahme (f.i.) 1. vurma, (bkz: darb, darbe). 2. yara. (bkz: cerîha). 3. çalgıç, tâzene (tezene). (bkz: tâziyâne). 4. kudüme vurulan uzunca ve ucu topuzlu değnek. 5. üzengi kayışı.

zahmet (a.i.) 1. sıkıntı, eziyet, rahatsızlık. 2. zor, güç. 3. yorgunluk, (bkz: ta'b).

zahm-hûrde (f.b.s.) yaralı, (bkz: mecrûh, zahm-dâr, zahm-nâk, zahmîn, zahm-zede).

zahmîn (f.s.) yaralı, (bkz: mecrûh, zahmîn, zahm-nâk, zahm-hûrde, zahm-zede).

zahm-kâr (f.b.s.) yara açan, yaralayıcı, (bkz: zahm-res).

zahm-nâk (f.b.s.) yaralı, (bkz: mecrûh, zahm-dâr, zahm-hûrde, zahmîn, zahm-zede).

zahm-res (f.b.s.) yara açan, yaralayıcı, (bkz: zahm-kârlı).

zahm-zede (f.b.s.) yaralı, (bkz: mecrûh, zahm-dâr, zahm-hûrde, zahm-nâk, zahmîn).

zahm-zen (f.b.s.) yaralayan, yara açan.

zahr (a.i.c. zuhûr, zuhrân) 1. arka, sırt. 2. kâğıt ve sâirenin arka tarafı, gerisi.

Kuvvet-üz-zahr ask. arkayı tutan, arkada bulunan, icâbında yardıma yetişecek, imdada hazır olan asker.

zahr-üd-dübb-i ekber astr. dübbü ekberi meydana getiren yedi yıldızın biri olup ikinci kaderdendir.

zahr-ül-cebbâr astr. El-cebbâr (orion) burcunun en parlak yıldızı olup dörtgenin üst sol köşesinde bulunur, (Betelgeuse), lâtalpha Orion.

zahr-ül-esed astr. esed (arslan) burcunu meydana getiren on sekiz yıldızdan biri olup hemen üçüncü kaderdendir.

zahrî (a.s. zahr'dan) arkaya ait, arka ile ilgili, sırt ile ilgili.

zahriyye (a.i. zahr'dan) bir kâğıdın arka tarafına yazılan yazı, şerh.

zâi' (a.s.) yazılmış, dağılmış, herkesçe bilinen [şey].

zâib (a.s. zevebân'dan. c. zevâib) eriyici, eriyen, erimiş olan. [mâdenler hakkında kullanılır].

zâid (a.s. ziyâde'den) 1. artan, artıran. 2. lüzumsuz, gereksiz. 3. mat. artı [+]. 4. i.ed. müstezatlarda "mefûlü faulün" vezninde olan kısa mısra.

zâid nâ-mütenâhî mat. artı sonsuz.

zâif (a.s. zeyf’den) kalp, silik, eksik [akçe].

zaîf (a.s. za'fdan. c. zuafâ) 1. zayıf, güçsüz, kuvvetsiz, takatsiz, kansız, arık. 2. gevşek, (bkz: lâgar, nâ-tüvân). 3. tenbel.

zâik (a.s. zevk'den) tadıcı, tadan, lezzet alan.

zâika (a.i. zevk'den) tatma, tadım; tad duyurucu kuvvet.

Kuvve-i zâika tad duyma kuvveti, hassası.

Küll-i nefsin zâikat-ül-mevt her nefis, ölümü tadıcıdır. [âyet-i kerîme].

zâikavî (a.s.) biy. tatsal, tada ait, tad ile ilgili.

zâil, zâile (a.s. zevl ve zevâl'den) 1. sona eren, devamlı olmayan. 2. geçen, geçmiş olan. (bkz. sâbık).

zıll-ı zâil geçen gölge.

Hâdis-i zâile geçen hâdise (olay).

zâim (a.s.) zeameti olan.

zaîm (a.s. zeâmet'den. c. zuamâ) 1.zeamet sahibi. 2. i. kefil. 3. i. prens; şef. 4.i. erkek adı.

zâir (a.s. ziyâret'den. c. züvvâr) ziyaret eden, görmeye, hatır sormaya giden.

zâire (a.s. ziyâret'den) ["zâir" in müen.]. (bkz: zâir).

zâk (f.i.) dölyatağı; rahim, (bkz: meşîme).

zâk-dân (f.b.i.) döl yatağı, rahim. (bkz. meşîme).

zâki (a.s.) saf, hâlis, temiz, pak.

zâkî (a.s. zekâ'dan) keskin kokulu; güzel kokulu.

zâkî, zâkiyye (a.s. zekâ'dan) saf, temiz, doğru hareketli.

zâkir (a.s. zikr'den. c. zâkirîn, zâkirûn) 1. zikreden, zikredici, anan. 2. tekkelerde zikir esnasında dervişleri teşvik için ilâhiler okuyan kimse. 3. i. erkek adı. [müen. zâkire].

zâkire (a.i.) fels. hatıra getiren, andıran şey, bellek, fr. memoire.

zâkirîn (a.s. zâkir'in c.) zikredenler. (bkz. zâkirûn).

zakirûn (a.s. zâkir'in c.) zikredenler. (bkz. zâkirîn).

zakkum (a.i.) 1. bot. zakkum ağacı, ağu ağacı. 2. cehennemde yetişen bir ağaç. 3. cehennemliklerin yemeği, (bkz. zâhil).

zâl (f.s.) 1. ihtiyar, aksakallı, zâlim, acımasız. 2. (h.i.) eski Fars kahramanlarından meşhur pehlivan Rüstem'in babasının adı.

zâl-i bed-fial, zâl-i ra'nâ, zâl-i spid-ebrû, zâl-i akim (bu-) dünyâ.

zâl-i kufe tutan.

zâl-i kuz-puşt felek.

zâl-i Medâyin arsasını Nûşirevan'a satmayan kadın.

zâl (o.ha.) [evvelce bu harfe "dal zesi" ve "dâl-ı mu'ceme" de denilirdi], (bkz. zel).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin