Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə22/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   189

cevf-i leyi gece yansı, yan gece.

cevf-i mi ' de mîde boşluğu.

cevf-i nihâhî anat. omurilik kovuğu.

cevf-i nuhâî anat. beyin boşluğu.

cevf-i sadrî anat. göğüs boşluğu.

cevher-i ebyâz biy. ak madde, fr. substance blanche.

cevher-i ferd 1) atom; 2) ed. [şiirde] sevgili veya onun dudağı.

cevher-i küll evrenin *tözü, aslı, cevheri.

cevher-i lâsık biy. aglütinin.

cevher-i mücerred mutlak cevher, madde hâlinde olmayan ve kâinatın ruhunu meydana getiren nesne.

cevher-i sincabi biy. bozmadde, fr. substance grise.

cevher-i ulvî 1) en yüksek cevher; felekler; 2) ruh; 3) ateş.

cevher-dâr (a.f.b.s.) 1. elmaslı. 2. noktalı [harf], (bkz: cevher4). 3. siyah ve beyaz dalgalı benekli [kılıç], (bkz: cevher3). 4. eski tüfeklerden birinin adı.

cevhere (a.i.) bir tane cevher.

cevher-ebyaz (a.b.i.) akmadde.

cevher-fürûş (a.f.b.i.) cevher satan, cevahirci, (bkz. güher-fürûş).

cevheri (a.s.) 1. cevhere, değerli taş veya inciye ait olan, bunlarla yapılmış veya işlenmiş bulunan, fr. substantialisme. [müen. cevheriyye]. 2. kuyumcu.

cevherin (a.s.) mücevherden, cevherden.

cevheriyye (a.i.) fels. cevhercilik, tözcülük, fr.substantialisme. (bkz. cevherî).

cevheriyyûn (a.i.c.) Allah'a bir cevher nazarıyla bakan mu'tezile fırkası.

cevher-pâre (a.f.b.s.) mücevher parçası.

cevher-tırâş (a.f.b.s.) cevher işleyen.

cevî (f.i.) bir arpa ölçüsündeki ağırlık.

cevlân-gâh, cevlân-geh a.f.b.s.). (bkz. cevelân-gâh, cevelân-geh).

cevîn, cevîne (f-s.) arpadan yapılmış nesne; arpa unu.

Nân-ı cevîn arpa ekmeği.

cevr (a.i.) 1. haksızlık, eza, cefâ, eziyet, gadir, zulüm; sitem. 2. tas. tarikat adamının ruhan ilerlemesine manî olan şey.

cevreb (a.i.) çorap.

Çâk-ı cevreb çorap söküğü.

cevsak (a.i.) köşk, konak.

cevse (f.i) 1. çardak. 2. köşk. (bkz: cevsak)

cevsek (f.i.) düğme.

cevşen (f.i.)) örme zırh, vaktiyle giyilen1. savaş elbisesi.

cevşen-dûz (f.b.i.) zırh ören.

cevşen-güdâz (f.b.s.) zırh eriten

cevşen-güzâr (f.b.s.) zırh delen

cevşen-hây (f.b.s.) zırh delen,

cevşen-pûş (f.b.s.) zırh giyen, zırhlı.

cevşen-şikâf (f.b.s.) zırh paralayıcı.

cevşîr, cevşîre çulha. 2. arpa torbası.

cevv (a.i.) hava, boşluk,

îlm-i ahvâl-I cevv meteoroloji.

cevv-i hevâ hava boşluğu.

cevv-i kebûd mavi boşluk, gökyüzü.

cevval (a.s.) koşan, dolaşan, hareket eden.

Fikr-i cevval hareketli, canlı fikir.

cevvî, cevviyye (a.s.) arzın etrafındaki boşlukla ilgili.

cevz (a.i.) ceviz.

cevz-i bevvâ , cevz-i Hindî Hindistan cevizi.

cevz-i gendüm buğday tanelerinin birbirine yapışmasıyla meydana gelen yumru.

cevz-i mâsil bot. tatula.

cevz-ül-hind bot. Hindistan cevizi.

cevz-ül-kayy (a.b.i.) bot. kar-gabüken ağacı ve bu ağacın zehirli tohumu.

cevz-üd-tıbb (a.b.i.) küçük hin-distan cevizi.

cevz-üs-serv (a.b.i.) servi kozalağı.

Cevza' (a.i.) ast. ikizler burcu, semânın kuzey yarım küresinde görünen iki parlak yıldızlı bir burç olup Güneş, mayıs ayında bu burca girer. [lât. Geminus; fr. leş Ju-meaux;ing. Gemini].

cevzâk (f.i.) elemlenme, kederlenme.

cevz-ber-günbed (f.b.i.) boş, yararsız bir işle uğraşma.

cevziyye - (a.i.) bot. cevizgiller, fr. juglandasees.

ceyb (a.i. c. cüyûb) 1. geo. sinüs. 2. cep. 3. gömleğin açıklığı, yangı.

ceyb-i hümâyûn pâdişâhın husûsî kesesi.

ceyb-i murakabe dervişlerin düşünmek üzere başlarını öne eğmesi.

ceyb-i tamâm kosinüs

ceyb-i a'zam doksan derecenin sinüsü.

ceyb-i kavs arka sinüs.

ceyb-i sabr sabretme, dayanma..

ceyb-i tefekkür düşünme vaziyeti.

ceybî (a.s.) mat. sinüsle ilgili.

ceydâ (a.s.) uzun boyunlu kadın.

ceyl (a.i.) zool. yengeç.

ceyş (a.i.c. cüyûş) 1. asker, ordu. 2. ses, seda.

Mukaddimet-ül-ceyş büyük kuvvetlerin öncüleri .

Sevk-ül-ceyş strateji.

Tâbiyet-ül-ceyş kuvvetleri yerleştirme bilgisi.

ceyvâd (f.i.) günahtan sakınma, [bkz: ittika').

ceyyid (a.s. cevdet'den c. ciyâd) taze, hoş, iyi, saf.

Ceyyid-i garb Cezayir.

Ceyyid-i hâlidât, Ceyyid-i saadet Kanarya adaları.

ceyyid-i hevâ iyi hava, saf hava.

Ceyyid-i seb'a, Ceyyid-i Yunan İyonya adaları.

cey yid-ül-ayâr ayan hâlis, tam olan [para].

ceyyide (a.s.) [ceyyid'in müen.]. (bkz: ceyyid).

Efkâr-ı ceyyide iyi düşünceler.

Eş'âr-ı ceyyide ed. güzel şiirler.

Havâ-i ceyyide temiz hava.

cez', cez'a (a.s.) göz boncuğu denilen, kara alaca ve değerli bir süs taşı, damarlı akik.

cez (a.i.) ağaç kökü.

cez (f.i.) ada. (bkz: cezire).

ceza' (a.i.) sabırsızlıkla sızlanma.

ceza'ü feza telâş içinde ağlayıp sızlanma.

ceza' (a.i.) 1. ceza, karşılık [iyi veya kötü], azap.

cezaî müeyyide ceza baskısı.

cezâ-yi amel işlenen bir şeyin görülen fenalığı.

cezâ-yi nakdî para cezası.

cezâ-yi seza lâyık olan ceza.

cezâ-yi Sinimmâr Sinimmâr'ın gördüğü ceza [daha güzelini yapmasın diye, yaptığı binanın üzerinden atılarak öldürülmüştür]. 2. gr. şart cümlesinde bulunan ikinci kısım ["haber verirseniz ben de gelirim" cümlesindeki "haber verirseniz = şart, ben de gelirim = ceza" dır].

cezâen (a.zf.) ceza olarak.

cezaî, cezâiyye cezaya ait, ceza ile, ceza işleriyle ilgili.

cezâir (a.i. cezîre'nin c.) adalar.

Cezâir-i Bahr-i Sefîd coğr. Akdeniz adaları.

cezâir-i garb Cezayir.

cezâir-i hâlidât Kanarya adaları.

cezâir-i Hind Hind-i Çînî adalan.

cezâir-i isnâ aşer Ege denizindeki oniki ada.

cezâir-i müctemia takım adalar.

cezâir-i saadet (saadet adaları) Kanarya adaları.

cezâir-i Seb'a lyonien adalan.

cezâlet (a.i.) 1. rekâketsizlik, peltek, kekeme veya pepeyi olmayış. 2. ed. Telâffuzu kulağa sen gelen kelimelerin söyleniş keyfiyeti.

cezâlet-i lafz ed. kelime düzgünlüğü.

cezâlet-i ma'nâ mânâ düzgünlüğü.

cezb (a.i.) kendine çekme, çekilme.

cezb-i kalb gönlü çekme, gönül alma.

cezbe (a.i.c. cezebât) 1. ruhun hayret ve sevince kapılarak sanki cesetten hâriç bulunuyormuş gibi olması, heyecana gelmesi. 2. tarikat ehlinin kendinden geçme hâli.

cezbe-dâr (a.f.b.s.) cezbeli.

cezbe-dârâne (a.f.b.zf.) cezbeye tutulmuş gibi.

cezbe-dârî (a.f.b.i.) cezbeye tutulma hâli.

cezbe-efgen, -fegen (a.f.b.s.) cezbe verici, cezbeye düşürücü.

cezbe-yâb (a.f.b.s.) cezbeye tutulmuş, kendinden geçmiş.

cezbiyye (a.i.) çekme, çekicilik.

cezebât (a.i. cezbe'nin c.), (bkz: cezbe).

cezel (a.i.) bir şeyi ikiye bölme.

cezer (a.i.) havuç.

cezer-üt-türâb yabani havuç.

cezî' (a.i.) bot. küçük tomurcuk.

cez'-i adûdî-i re'sî anat. kol-baş *anadamarı.

cezîl (a.s.) 1. peltek ve bozuk olmayan [söz, kelime], (bkz. cezl). 2. çok, bol.

Ecr-i cezîl bol sevap.

cezire (a.i.c. cezâir) ada [denizde].

cezîre-i bürkâniyye coğr. yanardağ adası.

cezîret-ül-Arap Arabistan yanmadası.

cezl (a.s.) 1. tomruk, kalın odun. 2. çetrefil olmayıp, dürüst, doğru olan. [çok zaman söz ve kelime hakkında kullanılır], (bkz: cezü1).

cezlân (a.s.) mutlu.

cezm (a.i.) 1. kesin karar, niyet, (bkz: azm).

Azm ü cezm ü kasd kesin olarak verilen karar. 2. gr. bir kelimenin sonundaki harf veya harekeyi düşürme.

cezmâzec (a.i.) bot. ılgın meyvası.

cezmen (a.zf.) kestirip atmak suretiyle.

cezmî (a.s.) 1. cezm ile ilgili; kat'î karar ve niyete ait. 2. i. erkek adı.

cezr (a.i.c. cüzûr) 1. kök, asıl.

cezr-i aıııııdi mat. (bkz: cezr-i vetedî).

cezr-i arızî ek kök.

cezr-i asam mat. sanal kök.

cezr-i aslî bot. anakök.

cezr-i dereni yumru kök.

cezr-i hamız kim. asit kökü.

cezr-i havaî açık havada yetişen küçük kök.

cezr-i mantık, cezr-i nâtık, cezr-i tâmm mat. asal kök.

cezr-i mükâ'ab küp kare.

cezr-i mihver mat. kuvvet ekseni.

cezr-i mik'ab mat. küpkök.

cezr-i murabba' mat. karekök.

cezr-i muzâaf mat. iki kök.

cezr-i müsbit bot. tutunma kökü, fr. raci-ne fıxatrice.

cezr-i rîşî saçak kök.

cezr-i şârî anat. kılkök.

cerz-i talî bot. ikincil kök.

cezr-i vetedî kazık kök. 2. [denizde] alçalma, inme.

Medd ü cezr coğr. gelgit.

cezr-i ekmel coğr. büyük gidim, fr. mortes eaux. 3. mat. kendi misline darbo-lunmakla bir sayı meydana getiren rakam, kare kök üç, dokuzun cezridir.

cezre (a.i.) kasaplık davar [koyun, keçi v.b.].

cezrî (a.s.) 1. köke ait, kökle ilgili. 2. radikal.

cezriyye (a.i.) fls. köktencilik, fr. radicalisme .

cezû' (a.s.) çok sabırsızlanan.

cezûb (a.s.) çok cezbeden, çeken. (bkz: cezzâb).

cezzâb (a.s. cezb'den) çok cezbeden, çeken, (bkz. cezûb).

cezzâf (a.i.) ağ ile balık tutan balıkçı.

cezzâr (a.i.) 1. deve kasabı. 2. meç. zâlim, gaddar, kanlı.

ciâle (a.i.) 1. Imâm-ı Mâlik'in bâzı şartlarla kabul ettiği bir nevî mâlî muamele hakkında kullanılan bir kelime. 2. rüşvet olarak verilen hediye. 3. ücret, maaş.

cîbâ (f.i.) odun.

cibâb (a.i. cübbe'nin c.), (bkz. cübeb).

cibâh (a.i.) cebhe'nin c.) alınlar.

cibâl (a.i. cebel'in c.) dağlar.

cibâl-i mubaha huk. kimsenin mülkiyeti altında olmayan dağlar.

cibâl-i şahika yüksek dağlar.

cibâyât (a.i. cibâyet'in c.) câbîlikler, vergi, gelir toplamalar.

cibâyet (a.i.) vergilerin ve başkaca devlet gelirlerinin tahsili, câbîlik. (bkz: câbî).

cibillet (a.i.) huy, cibilliyet, yaradılış. (bkz: fıtrat).

Cibilletsiz t. b. s.) soysuz, sütü bozuk.

cibillî (a.s.) yaratılışta olan, tabiî, (bkz: fıtrî).

cibilliyye (a.s.) [cibillî'nin müen]. (bkz. cibillî).

Cibilliyyet Arapça ["cibillet" kelimesinin Türkçe bozuntusu], (bkz: cibillet).

Cibril (a.i.) Cebrâîl, Cebreîl.

cibs (a.s.) 1. kansız, hissiz, hayırsız, alçak [kimse]. 2. i. kireç.

cibt (a.i.) put. (bkz: haç, çelîpâ, salîb, sanem].

cîd (a.i.c. cüyûd) boyun.

cidal (a.i.) 1. karşılıklı kavga, savaş. (bkz. mücâdele).

Ceng ü cidal savaş.

cidâl-i hayât hayat mücâdelesi.

cidâl-i maişet geçim mücâdelesi. 2. zorlu, hararetli konuşma.

cidâl-cû (a.f.b.s.) kavgacı, savaşçı. (bkz. arbede-cû).

cidâl-cûyâne (a.f.zf.) kavgacılara yaraşır yolda, kavga çıkarırcasına.

cidâl-gâh (a.f.b.i.) mücâdele yeri.

cidar (a.i.c. cüdür, cüdrân) 1. i. duvar. 2. zar.

cidâr-ı hadîka bahçe duvarı.

cidd (a.i.) 1. bir işi gerçekten çalışıp işleme. 2. ciddîlik.

cidden (a.zf.) gerçekten.

ciddî (a.s.) 1. gerçek. 2. ağırbaşlı. 3. mühim, önemli, [müen. "ciddiyye"].

ciddiyyât (a.i.c.) gerçekten çalışılacak işler.

ciddiyyet (a.i.) 1. ciddîlik. 2. ağırbaşlılık. 3. ehemmiyet, önem.

cifâr (a.i. cefr'in c.) geniş kuyular.

cîfe (a.i.c. ciyef) iaşe, leş.

cîfe-gâh (a.f.b.i.) leşle dolu olan yer. meç. Dünyâ.

cîfe-hâr (a.f.b.s.) leş yiyen.

cifr (a.i.). (bkz: cefr).

cifrî (a.s.) cifirci, falcı.

cifriyyât (a.i.c.) cifir ile ilgili olan şeyler, [doğrusu "cefr" dir].

ciğer (f .i.) 1. ciğer, bağır. 2. avaz. 3. keder, sıkıntı.

ciger-cûş (f.b.s.) yüreği coşturan.

ciger-dâr (f.b.s.) ciğerli, yürekli, cesaretli.

ciger-der (f.b.s.) ciğer paralayan, ciğer yırtan, ciğer söken.

ciger-dûz (f.b.s.) ciğeri delip geçen.

ciger-fürûş (f.b.i.) ciğer satan, ciğerci.

ciger-gâh (f.b.i.) ciğerin bulunduğu yer.

ciger-gûşe (f.b.i.) evlât; sevgili. (bkz. ciger-pâre).

ciger-güdâz (f.b.s.) ciğeri yakan, acı, ıztırap veren.

ciger-hâr (f.b.s.) kederli, sıkıntılı [kimse].

ciger-hâre (f.b.s.) 1. çok eziyet çeken kimse. 2. merhametsiz, gaddar. 3. i. büyücü.

ciger-hûn (f.b.s.) ciğeri kanlı, çok acıklı.

ciger-pâre (f.b.i.) ciğer parçası. meç. evlât.

ciger-sûz (f.b.s.) bağır yakan, acıklı.

ciger-rend (f.b.s.) acıklı.

ciger-tâb (f.b.s.) acı veren; acısı olan.

ciger-teşne (f.b.s.) meç. çok özleyen.

cihâd (a. i.) 1. din uğruna düşmanla savaşma.

cihâd-ı asgar (küçük savaş) islâm uğrunda silâhla savaşma.

cihâd-ı ekber (büyük savaş) tas. kendi kalbi içinde, Tanrı emirlerini yerine getirmek maksadıyla dünyâ'ya musallat olan benlikle savaş. 2 . erkek adı.

cihâdı, cihâdiyye (a. s.) 1. cihâd'a mensup, savaş işleriyle ilgili. 2. II. Sultan Mahmut zamanında harp masraflarına karşılık olmak üzere kesilmiş olan sikke. 3. huk. İslâm âmme hukukunda islâm dâvası uğruna dünyâdaki islâm nizamını hâkim kılma veya bu nizâmı savunma maksadıyla yapılan savaşlar.

cihan (a. (f.i.) Dünyâ, âlem.

Sadr-i cihan Ekber Şah'ın vezîri.

cihân-ı can ruhlar âlemi.

cihân-ı gayb görünmezlik dünyâsı, öte âlem, öteki dünyâ, [aslı "cenan" dır].

cihân-ı İslâm islâm âlemi, islâm dünyâsı.

cihân-âferîn (f.b.s.) cihanı, Dünyâyı yaratan.

cihân-âlem (f.a.i.) herkes.

cihân-ârâ (f.b.s.) cihanı, Dünyâyı süsleyen, bezeyen.

cihân-bân (f.b.s.) cihanın, Dünyânın bekçisi olan 1. Allah. 2. hükümdar.

cihân-bânî (f.b.s.) hükümdarla ilgili.

cihân-bîn (f.b.s.) 1. cihanı, Dünyâyı gören, Allah. 2. i. göz.

cihân-cû[y] (f.b.s.) cihâna, Dünyâya hâkim olmaya çalışan hükümdar.

cihân-dâr (a. (f.b.s.) cihanı, Dünyâyı tutan hükümdar, pâdişâh.

cihândâr-âne (f.zf.) hüküm-darcasına.

cihân-dârî (f.b.i.) hükümdarlık, padişahlık.

cihân-dîde (f-b.s.) cihanı, Dünyâyı gezip görmüş, tecrübeli.

cihân-dîdegî (a.f.b.i.) Dünyâyı gezip görmüş olma.

cihân-efrûz (f-b.s.) cihanı, Dünyâyı parlatan.

cihân-gerd (f.b.s.) cihanı, Dün-yâ'yı dolaşan.

cihân-geşte (f.b.s.) cihanı dolaşmış, cihanı gezmiş.

cihân-gîr (f.b.s.) 1. cihanı, Dünyâyı zapteden. (bkz: gîtî-sitân). 2. i. erkek adı.

cihân-gîrâne (f.zf.) cihângir-cesine, cihanı, Dünyâyı zaptedercesine.

cihân-gîrî (f.b.i.) cihangirlik.

cihân-güşâ (f.b.s.) fâtih.

cihanı (f.i.c. cihâniyân) 1. dünyevî. 2. Dünyâda oturan, insan.

cihâniyân (f.b.i. cihânî'nin c.) Dünyâ halkı.

cihân-key (f.b.s.) "dünyâyı düzene koyan" hükümdar.

cihân-muta' (f.a.b.s.) bütün dünyânın boyun eğdiği [kimse].

cihân-nevred (f.b.s.) cihanı, dünyâyı dolaşan.

cihân-nümâ (f.b.i.) 1. çatının üstünde her yanı gören yüksek taraça. (bkz: ber-bâr, berbâre4). 2. Dünyâ'yı gösteren harita. 3. Ünlü Türk bilgini Kâtip Çelebi'nin 1654 (H. 1065) de kaleme aldığı Asya coğrafy asıdır, [bu nüsha 1732 (H. 1145) de ibrahim Müteferrika tarafından bastırılmıştır].

cihân-penâh (f.b.i.) âlemin sığındığı muhafız, pâdişâh.

cihân-penâhî (f.b.i.) padişahlık.

cihân-pû (f-b.s.) dünyâyı dolaşan.

cihân-revâ (f.b.s.) cihâna yaraşan, dünyâda geçer olan.

cihân-sâlâr (a.f.b.s.) cihanın başkanı, büyüğü olan, pâdişâh.

cihân-sitân (-r1 (f-b.s.) cihanı zap-teden, pâdişâh.

cihân-sitânî (f.b.i.) hükümdarlık, padişahlık.

cihân-sûz (f.b.s.) cihanı yakan [Güneş].

cihân-şümûl (f.a.b.s.) 1. her yanı kaplayan, (bkz: âlem-şümûl). 2. dünyâ çapında, dünyâ ölçüsünde.

cihân-tâb (f.a.b.s.) Dünyâya sıcaklık ve ışık veren.

cihar (a.i. cehr'den) açık söyleme veya okuma.

cihar (f.s.). (bkz. cihar).

cihar ü dü (bkz: cihar ü dü).

cihar ü se (bkz: cihar ü se).

cihar ü yek (bkz: cihar ü yek).

cihâren (a.zf. cehr'den) apaçık olarak, (bkz: alenen).

cihât (a.i. cihet'in c.) 1. taraflar, yönler.

cihât-ı asliyye 1) vakfın başlıca gayesini tahakkuk ettiren hizmetler, [müderrislik, imamlık, hatiplik, müezzinlik, kayyumluk gibi]. 2) coğr. anayönler.

cihât-ı erbaa dört taraf, dört yön. [doğu, batı, kuzey, güney].

cihât-ı fer'iyye vakfın ikinci derecedeki gayesine ait olan hizmetler, [bir camide okunması meşrut buhâri, müslim, şifâ-i şerif, delâil-ül-hayrât vazifeleri gibi].

cihât-ı gayr-i zarûriyye vakfın ikinci derecede işlerinden sayılan cihetler, [cibâyet ve hazîn-i kütüplük gibi].

cihât-ı selâse üç taraf [en, boy, kalınlık].

cihât-ı sitte altı taraf [ön, arka, sağ, sol, üst, alt]. 2. yerler, semtler. 3. görüşler, bakımlar. 4. evkaf maaşları.

cihât-ı zarûriyye vakfın başlıca işlerinden olan, vakfın başlıca gayesini te'min eden cihetler. [mescitlere nazaran imamlık, hatiplik, müezzinlik vazifeleri gibi].

cihaz (a.i.) 1. çeyiz. 2. takım; âlet [doğrusu "cehâz" dır], (bkz: cehâz).

cihâz-ı asabi anat. sinir sistemi.

cihâz-ı basarî anat. görme aygıtı.

cihâz-ı deverânî anat. dolaşım sistemi.

cihâz-ı hazmî biy. sindirim aygıtı.

cihâz-ı Muharrik biy. hareket sistemi, devinim düzeni, fr. systeme locomotrice.

Cihâz-ı tenasüli anat. üreme sistemi.

cihâz-ı tenâsül-i şeybiyye bot. apotek

cihâz-ı teneffüsî anat. solunum aygıtı

cihâz-ı müfriğ biy. boşaltım aygıtı...

cihet (a.i.c. cihât) 1. yan, yön, taraf. 2. yüz, yer. 3. sebep, vesîle, bahane, ilgi. 4. vazîfe, hizmet. S. evkaf maaşı.

cihet-i gayr-ı muntaka vakıfta sonu gelmeyen hizmetler.[fakirler gibi].

cihet tevcihi bir din görevlisinin bulunduğu yerden bir başka yerdeki göreve tâyini.

ciheteyn (a.i.) iki cihet, iki yön. (bkz: şıkkayn).

cîl (a.i.c. ecyâl) 1. cemâat; insan güruhu, taife. 2. millet; aşîret. 3. nesil, kuşak.

çilen ba'de çilin devirden devire.

cila' (a.i.) parlatma, parlaklık.

cilâ-bahş (a.f.b.s.) parlaklık veren.

cilâ-dâde (f.b.s.) cila sürülmüş, cilalanmış, parlatılmış.

cilâ-dâr (a.f.b.s.) cilâlı, parlak.

cilâ-ger (a.f.b.s.) cila yapan kimse, cilâcı.

cilânger (f.i.) çilingir.

cilâs (a.i.) beraber oturma.

cilâ-sâz (f.b.s.) parlatan, parlaklık veren.

cilbâb (a.i.c. celâbîb) 1. gömlek. 2. çarşaf; ferace.

cilbend (f.i.) büyük cüzdan, evrak koymak üzere gözlere ayrılmış cüzdan, evrak çantası.

cild (a.i.c. cülûd, eclâd) 1. deri. 2. kap. 3. kitap. 4. meşin.

cild-ger (f.b.i.) ciltçi, mücellit.

cildî, cildiyye (a. s.) ciltle, deri ile ilgili.

cildî ihsaslar fels. deri duyumları, fr. sensations cutanees.

cildiyye (a.i.) hek. cilt hastalıkları kliniği.

cilf (a.s.) kaba, hoyrat; ayak takımından.

cilve (a. i.) 1. kırıtma. 2. tecellî, görünme.

cilve-i ilâhiyye Allah'ın cilvesi, kaderin cilvesi.

cilve-fürûş (a.f.b.s.) "cilve satan" cilveli, kırıtkan.

cilve-gâh, cilve-geh (a.f.b.s.) cilve yeri, cilve edecek yer.

cilve-gâh-ı zuhur çıkıp görünülen yer.

cilve-ger (a.f.b.s.). (bkz. cilve-sâz).

cilvegerî (a.f.b.i.) cilve yapma, cilve etme.

cilve-kâr (a.f.b.s.) cilveli.

cilve-kün (f.b.s.) cilve eden, cilve yapan.

cilve-künân (a.f.zf.) cilve ederek.

cilve-nümâ (a.f.b.s.) cilve gösteren, cilve eden, cilve yapan.

cilve-penâh (a.f.b.s.) şa'şaalı.

cilve-perdâz (a.f.b.s.) hoş ve güzel olan.

cilve-rîz (a.f.b.s.) kendini gösterme.

cilve-sâz (a.f.b.s.) cilve eden, cilve yapan, cilveli, (bkz: cilve-ger).

cilve-sâzî (a.f.b.s.) cilve yapma, cilvelilik.

cim (a.ha.) Osmanlı alfabesinin altıncı harfi olup "ebced" hesabında üç sayısının karşılığıdır.

cim-i arabî c sesi.

cima' (a.i. cem'den) çiftleşme [insan hakkında].

cimâh (a.i.) at, sen başlı olma.

cimâl a.i. cemel'in c.) erkek develer.

cimâr (a.i.) 1. toplu kabile. 2. süvari alayı.

cimrî (f.s.) soysuz, alçak; dilenci [Türkçede pinti, tamahkâr mânâsına kullanılır].

cin (a.i,). (bkz. cinn).

cinai, cinâiyye (a. s.) cinayetle ilgili.

cinâiyyet (a.i.) cinayet hâli, fr. criminalite.

cinân '- (a.i. cennet'in c.) cennetler, uçmaklar; bahçeler.

cinân-üd-dünyâ (dünyâ cennetleri) 1) Basra'da Ubulla; 2) Soğdiyana, Semerkand vâdîsi; 3) El-cezîre'de Bevvan geçidi; 4. Şam vadisi.

Cinân-ül-cenân II. Murat zamanında yaşayan Hacı İvaz-ül-müfessirîn Oğlu Muham-med'in ahlâk mev'izeleri ile öğütler veren kitabıdır. [1493 (H. 899) da istinsah edilmiştir. Telif târihinin 1397 (H.800) ile 1446 (H. 850) arasında yazıldığı tahmin edilmektedir.

Cinân-ül-cinâs Akhisar'lı Mehmed bin Bedreddin Münşî'nin 1584 (H. 992) yılında yazdığı Farsçadan Türkçeye lügat kitabıdır, [bunun bir adı da Ravzat-ül-Cinâs'dır].

cinas (a.i.) münâsebet, benzeyiş, birçok anlamlara yorulabilen söz, îmâlı, telmihli söz, lastikli söz, telaffuzu bir, mânâsı ayrı olan kelimelerin bir sözde bulunması, [deme kış yaz; oku, yaz! gibi].

cinâs-ı darbî ed. pekiştirme sıfatıyla yapılan cinas [Kapkara ise ne çıkar badesi rengîn olsun., gibi].

cinâs-ı mefrûk ed. yazılışları bir sesten olan ayn kelimelerle yapılan cinas ["Ruhsânnı cananın âyineye benzettim / Vah vah ne hatâ ettim ay'ı neye benzettim" beytinde olduğu gibi].

cinâs-ı muharref ed. yalnız harflerde beraberlik, harekelerde ayrılık bulunan cinas [merd, mürd gibi].

cinâs-ı nakıs ed. cinaslı kelimelerin birinde bir veya bir kaç harfin ziyâde olması suretiyle yapılan cinas, [dem = âdem] gibi.

cinâs-ı tanım e d. lâfızda, harekede ve harflerde eksiklik ve ziyâdelik bulunmayan cinas ["kır! (kırmaktan emir) = kır (çöl)] gibi.

cinâyât (a.i. cinâyet'in c.) cinayetler, büyük, ağır suçlar.

cinayet (a.i.c. cinâyât) adam öldürme veya o derecede ağır sayılan suç, canilik.

cinâyet-kâr (a.f.b.s.) cinayet işleyen.

cinâyet-kârâne (a.f.zf.) cinayet işleyenlere, cânîlere yakışacak bir surette.

cinâyet-kârî (a.f.b.i.) cânîlik.

cinâze (a.i.) tabut.

cinn (a.i.) 1. gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yaratık (mahlûk). 2. s. meç. pek zekî ve anlayışlı kimse.

cinnet (a.i. cinn'den) cin tutma, delilik, çılgınlık.

cinnet-i maniya-i inhitâtiyye hek. ruhî depresyonla ortaya çıkan delilik.

cinnet-i mütenâvibe zaman zaman gelen delilik krizi.

cinnî (a. (a.s.) cine mensup.

cinnî (a.i.) ecinli, bir cin.

cinnistân (a.f.b.i.) cinler diyarı.

cins ' (a.i.c. ecnâs) 1. nevi', çeşit, türlü; soy.

Ebnâ-yi cins insanlar. 2. a. gr. kelimenin müzekker (erkek), müennes (dişi) oluşu.

cins cins (a-b.s.) çeşitli.

cins-i lâtif güzel kadınlar için kullanılır.

cinseyn (a.s.c.) "iki cins" kadın ve erkek.

cinsî (a.s.) cinse mensup, cinsle ilgili.

cinsî cazibe cinsel çekicilik.

cinsî münâsebet erkeğin kadınla birleşmesi, (bkz: mücâmaa).

cinsî terbiye fels. cinsel eğitim, fr. education sexuelle.

cinsiyyet (a.i.) bir cins ile ilgili olma.

cîr (f.i.) 1. alt, aşağı, (bkz: zîr). 2. kılıç kayışı, eldiven gibi şeyler yapılan tabaklanmış deri.

cirâhât (a.i. cirâhat'ın c.) cerâhatlar, irinler, yaralar, (bkz. cerahat).

cîrân (a.i. câr'ın c.) 1. komşular. 2. müşteriler. 3. civarda olan yerler.

cîrân-ı sâlihîn iyi komşular.

cirân (a.i. cerre'nin c.) toprak testiler.

cîre (f.i.) çırak, uşak ve hizmetçilere verilen gündelik, yemek ve para.

cîret (a.i.) komşuluk.

ciriyyâ (a.i.) 1. tabîat, mizaç. 2. âdet, alışkanlık.

cirm (a.i.c. ecrâm) cisim, hacim, oylum.

cirmân (a.i.) azalarla birlikte vücut.

cirrîs (a.i.) zool. yılan veya sazan balığı.

cirriyye (a.i.) havsala.

cirs (a.i.) temel; kök, menşe.

cirsâm (a.i.) 1. delilik. 2. zâtülcenp. 3. öldürücü zehir.

ciryâl (a.i.) 1. bir nevî kırmızı boya. 2. altının kırmızılığı. 3. s. temiz renk. 4. saf şarap.

ciryâle (a.i.) saf şarap.

cirye (a.i.) 1. cereyan. 2. biy. börkenek, fr. bonnet.

cisâd (a.i.) 1. safran. 2. kan.

cism (a.i.c. ecsâm) 1. beden, gövde. 2. madde.

cism-i azm anat. kemik gövdesi, fr. diaphyse.

cism-i basît töz, cevher.

cism-i beyzî elips cisim.

cism-i billûrî billur cisim.

cism-i cemâdî cansız cisim.

cism-i cevheri ilk madde.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin