Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə29/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   189

dırâz-dest (f.b.i.) el uzunluğu; el uzatan.

dırâz-gûş (f.b.i.) kulağı uzun, tavşan.

dırâzî (f.i.) uzunluk.

dırgam (a.i.c. darâgım) arslan. (bkz. esed, haydar, gazanfer, şîr).

dırgame ("ga" uzun okunur, a.i.) arslan.

dırra (a.i.) 1. kırbaç, (bkz: tâziyâne). 2. tura.

dırs (a.i.c. adrâs) azı dişi.

dırsî, dırsıyye (a.s.) azı dişine ait, azı dişi ile ilgili.

dıyyık (a.s.) pek dar.

Mekân-ı dıyyık pek dar yer.

dî (f.i.) dün, dünkü gün.

dî ve ferda dün ve yarın.

diâm, diâmet (a.i.c. 1. binaya vurulan direk, destek, payanda. 2. ileri gelen, baş.

dîbâ (f.i.) renkli dokuma motiflerle süslü lüks bir çeşit ipek kumaş, canfes kumaş.

dîbâ-yi frenk frenk canfesi.

dîbâ-yi Hindi Hindistan'dan gelen bir çeşit kalın ipekli kumaş.

dîbâ-yi münakkaş sündüs de denilen altın veya gümüş karıştırılarak dokunmuş çiçekli, süslü bir ipekli kumaş.

dîbâ-bâf (f.b.s.) ipekli kumaş dokuyan.

dîbâc (a.i.c. debâbîc) 1. dallı, çiçekli bir çeşit ipek kumaş, dîbâ, canfes. 2. g. s. bir yazı sitili.

dibace (a.i.) başlangıç, önsöz, (bkz: mukaddeme).

dibâgat (a.i.) sepicilik, hayvan derilerini terbiye etmek zanaati.

dicâc (a.i.c. dücüc) bkz: decâc, dücâc).

dicâce (a.i.c. dücüc) tavuk, (bkz: decâce, dücâce).

dîdân (a.i. dûd'un c.) ufak solucanlar, kurtçağızlar.

dîdân-ı em'a bağırsak kurtlan.

dîdân-ı haytiyye şeritler.

dîdân-ı şerîtiyye zool. şeritler.

dîdâr (f.i.) l.yüz, çehre.

dîdâr-ı hürriyyet hürriyetin güzel yüzü.

dîdâr-ı pak temiz yüz.

dîdâr-ı yâr sevgilinin yüzü. 2. görme, görüşme. 3. görüş kuvveti, göz. 4. s. açık, meydanda. 5. i. kadın adı.

dîde (f.i.c. dîde-gân) 1. göz.

Nûr-i dîde gözün nuru. (bkz: ayn, çeşm).

dîde-i bînâ gören göz.

dîde-i gâv (öküz gözü) 1) sığırgözü denilen çiçek; 2) bir çeşit üzüm.

dîde-i giryân ağlayan göz, yaşlı göz.

dîde-i hakk-bîn doğruyu, doğruluğu gören göz.

dîde-i hûn-bâr kanlı yaş döken, kan ağlayan, kan saçan göz.

dîde-i hurûs (horoz gözü) meç. kırmızı şarap.

dîde-i mahmur mahmur (bakışlı) göz.

dîde-i siyah kara göz. (bkz: çeşm-i siyah). 2. gözcü, 3. gözbebeği. 4. gözucu.

-dîde (f.s.c. dîde-gân) görmüş; görülmüş.

Lûtuf-dîde lütuf görmüş.

Zarar-dî-de zarar görmüş.

dîde-bân (f.b.i.) 1. gözcü, gözleyici, bekçi, kolcu, nöbetçi. 2. [evvelce] gümrük kolcusu.

dîde-bân-ân (f.b.i.) dîde-bân'ın c.) 1. gözcüler, gözleyiciler, bekçiler, kolcular, nöbetçiler. 2. [evvelce] gümrük kolcuları.

dîdebân-ân-ı âlem yedi gezegen, meç. gezegenler.

dîdebân-ân-ı çihârüm Güneş, (bkz: Aftâb, Hûrşid, Mihr, Şems).

dîde-bân-ı felek astr. Zühal (Satürn) gezegeni.

dîde-be-râh (f.b.s.) "gözü yolda" bekleyen.

dîde-bî-dâr (f.b.s.) gözüne uyku girmeyen.

dîde-dâr (f.b.s.) gözetici, gözcü, (bkz: dîde-bân)."

dîde-fürûz (f.b.s.) göz aydınlatan.

dîde-gâh (f.b.i.) gözcünün bulunduğu yer.

-dîde-gân (f.s. -dîde'nin c.) görmüşler.

Lûtuf-dîde-gân lütuf görmüşler.

dîdeler-rûşen (f.t.b.s.) bir kimsenin sevincini, mutluluğunu anlatmak için " gözünüz aydın olsun!" anlamına iyi bir dilek.

dîde-nümâ (f.b.s.) göz gibi, göze benzeyen.

dîde-pûş (f.b.s.) "gözü kapayan" rüşvet.

dîde-rübâ (f.b.s.) göz alıcı.

dîde-ver (f.b.s.) iyi gören, işten anlar.

dîg (f.i.) çömlek, toprak tencere.

dîg-i cûşân taşmış, taşkın, taşan tencere.

dîg-i sevda aşk tenceresi, muhabbet kazanı.

diğer, dîger (f.s.) diğer, başka, öteki.

dîger, bâr (f.b.zf.) başka defa, başka zaman.

dîger-bin (f.b.s.) başkalarının iyiliği için fedakârlıkta bulunan, başkaları için yaşayan kimse.

dîger-gûn (f.b.s.) 1. bozuk, değişmiş, başkalaşmış. 2. meç. ölmüş.

dîger-kâm (f.b.s.) başkalarını düşünen, fr. altruiste. [bkz: dîger-bîn).

dîger-rûz (f.b.s.) başka gün.

dih (f.i.c. dihât) 1. köy, karye, (bkz: dîh). 2. g. s. tek renkli kenarları gümüş veya altın motifli ipek kumaş.

-dih (f.s.) veren, verici.

Ârâm-dih rahatlık veren.

Haclet-dih utanç verici, utandırıcı.

dîh (f.i.) köy, karye.

dihân ,*j (a.i.) 1. kırmızı sahtiyan. 2. (dühn'ün c.) sürünülecek yağlar.

dihât oUj (f.i. dîh'in c.) köyler.

dih-çe (f.i.) 1. küçük köy. 2. köylü, çiftçi.

dih-dâr (f.b.i.) köy ağası, (bkz: dihhudâ).

dih-gân (f-b.i.) köylü; ekinci, (bkz: dihkan).

dih-hüdâ (f.b.i.) köy ağası, köy kâhyası, (bkz. dih-dâr).

dihî (f.s.) köye mensup, köylü.

dîhîm (f.i.) taç. (bkz: dahîm, dâhim, efser, ikîîl).

Dihistân (f.h.i.) Esterâbâd denilen kasaba.

di his (f.i.) verme, veriş, bağışlama. (bkz. ihsan, atiyye).

dihkan ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. çiftçi, köylü. 2. köy ağası, [aslı Farsça "dih-gân" dır].

dihkanî ("ka" uzun okunur, f.i.) rençberlik, çiftçilik; köylülük.

dihlîz (a.i.). (bkz. dehlîz).

dîk (a.i.c. diyeke, edyâk) horoz.

dîk-i ebyâz Cennet'te bir kuş.

dîk-ül-arş "sidret-ül-müntehâ" da bulunan ve bağımsıyla Cennet'teki meleklere namaz zamanını bildirecek olan tavus şeklinde bir melek.

dîk (a.i.) dar olma, darlık.

dîk-ı nefes nefes darlığı, tıknefes.

dikak ("ka" uzun okunur, a.i. dakik'in c.) incelenmiş, ufalmışlar.

dîk-efrak (a.b.i.) çatal ibikli horoz.

dikkat (a.i.) dakiklik, incelik, doğruluk, ehemmiyet verme, ince eleme, ince arama.

dikkat-i nazar bakış inceliği.

dil (f.i.) 1. gönül, yürek, kalb.

dil-i âvâre serseri gönül.

dil-i bî-karâr kararsız gönül.

dil-i bî-mâr hasta gönül.

dil-i dîvâne deli gönül.

dil-i inhâr ırmakların gönlü.

dil-i hâk toprağın aln, mezar.

dil-i mecruh yaralı gönül.

dil-i nâlân inleyen gönül, dertli gönül.

dil-i nâ-mihribân merhametsiz yürek.

dil-i nâ-şâd kederli, gamlı gönül.

dil-i pak temiz gönül.

dil-i pare pare parça parça, paramparça olmuş gönül.

dil-i pür-âteş ateşli gönül.

dil-i sâd-pâre yüz parça, paramparça olmuş gönül.

dil-i sengîn taş yürekli.

dil-i sevdâ-nihâd sevdalı gönül.

dil-i sevdâ-nişân sevdalı gönül.

dil-i sûzân yanık, ateşli gönül.

dil-i şeydâ deli gönül.

dil-i vîrân yıkık, harap gönül.

dil-i yek-vücûd tek parçadan yapılı gönül.

dil-i zar, dil-i nizâr kederli gönül, zavallı gönül.

dil-i zinde diri ve uyanık gönül.

dil ü can gönül ve ruh.

dil-i zar zavallı gönül. 2. orta, yan.

dil-i derya denizin ortası.

dil-i şeb gece yansı.

dîl (f.i.) 1. nokta. 2. gönül, kalb. 3. mandıra, ağıl.

dil-âgâh (f.b.s.) gönül anlar; kalbi uyanık; bilgin, akıllı.

dil-ârâ, dil-ârûm (f.b.s.) 1. gönül alan, gönül kapan, gönül okşayan, gönlü dinlendiren. 2. i. kadın adı. 3. muz. bugün elde örneği olmayan eski Türk mürekkep makamlanndan biridir.

dil-âsâ (f.b.s.) gönlü rahatlandıran, avutan.

dil-âsûde (f.b.s.) gönlü rahat.

dil-âşûb (f.bs.s.) 1. gönüle sıkıntı veren, yüreği sıkan. 2. gönülü karıştıran, kalbi meftun eden [güzel].

dil-âşüfte (f.b.s.) gönülden vurgun olan, meftun olan.

dil-âver (f.b.s.c. dilâverân) 1. yiğit, yürekli. 2. i. erkek adı.

dil-âverân (f.b.s. dil-âver'in c.) yiğitler, yürekliler.

dil-âvîz (f.b.s.) 1. gönüle asılan, gönül çeken, cazip, güzel. 2. i. muz. Abdül-bâki Dede'nin terkibettiği 7 makamdan biri.

dil-âzâd (f.b.s.) gönlü bir şeyle ilgili olmayan, gönlü rahat.

dil-âzâr (f.b.s.) gönül inciten, hatır kıran, kalp kıran, merhametsiz.

dil-âzürde (f.b.s.) gönlü incinmiş, kalbi kırık.

dil-bâz (f.b.s.) gönül eğlendiren; güzel söz söyleyen, göze hoş görünen.

dil-bend (f.b.s.) gönül bağlayan.

dil-ber (f.b.s.c. dil-berân) 1. gönlü alıp götüren, güzel. 2. i. kız adı.

dil-berân (f.b.s. dilber'in c.) dilberler, güzeller.

bil-berâne (f.zf.) dilbere, güzele, sevgiliye yakışır surette.

dil-berî (f.b.i.) dilberlik, güzellik.

dil-beste (f.b.s.) gönül bağlamış, âşık. (bkz: dil-dâde).

dil-cû[y] (f.b.s.) gönül arayan, gönül çeken.

dil-çâlâk (f.b.s.) heyecanlı.

dil-dâde (f.b.s.) 1. gönül vermiş, âşık. (bkz: dil-beste). 2. erkeklerin başlarına sardıkları renkli mendil.

dil-dâr (f.b.s.) 1. birinin gönlünü almış, sevgili. 2. i. muz. Abdülbâki Dede'nin terkibettiği 7 makamdan biri.

dildil (f.i.) inilti, sıkıntı, ıstırap.

dildil-künân (f.b.i.c.) 1. inleyenler, inleyiciler. 2. ıztırap çekenler.

dil-dûz (f.b.s.) gönül delen, kalbe batan.

dil-düzd (f.b.s.) gönül çalan.

dile (f.s. ve i.) 1. gönül sahibi. 2. gönül. (bkz: dil).

dil-efgâr, dil-figâr (f.b.s.) gönlü yaralı olan, âşık. (bkz: mecrûh-ül-fuâd).

dil-efrûz (f.b.s.) gönül aydınlatan, (bkz: dil-fürûz).

dil-efzâ (f.b.s.) iç açıcı.

dil-ferâh (f.b.s.) gönlü geniş, sevinçli.

dil-figâr (f.b.s.) gönlü yaralı, âşık.

dil-firîb (f.b.s.) gönül aldatan, cazibeli, alımlı.

dil-fürûz (f.b.s.) !. gönüle ferahlık veren, sevindiren, (bkz: dil-efrûz). 2. muz. adı 1909 da yayımlanmış anonim bir güfte dergisinde geçen makam.

dil-germ (f.b.s.) gönlü kızmış, öfkelenmiş.

dil-gîr (f.b.s.) gönül tutan, kalbe sıkıntı veren; gücenik, kırgın.

dil-güdâz (f.b.s.) yürek eriten, gönüle eziyet veren.

dil-güşâ (f.b.s.) 1. gönül açan, iç a-çan, kalbe ferahlık veren. 2. i. muz. Arif Meh-med Ağa'nın terkibettiği bir mürekkep makamdır, [elde bu makama ait hiç bir örnek yoktur].

dil-güşâde (f.b.s.) gönlü ferah, yüreği rahat.

dil-güşte (f.b.s.) gönlü ölmüş, yüreği ölü.

dil-hâh (f.b.s.) gönül isteği, gönül dileği.

dil-harâb (f.a.b.s.) gönlü yıkılmış, kırılmış.

dil-hâste (f.b.i.). (bkz. dil-hâh).

dil-haste (f.b.s.) gönlü hasta, hasta gönüllü.

dil-hırâş (f.b.s.) yürek parçalayan, tırmalayan, (bkz: cân-hırâş).

dil-hûn (f.b.s.) içi kan ağlayan.

dil-hurrem (f.b.i.) gönlü şen, yüreği sevinçli.

dil-hûş (f-b.s.) gönlü hoş, yüreği rahat.

dilîr (f.s.c. dilîrân) yürekli, cesur, yiğit.

dilîrân (f.s. dilîr'in c.) yürekliler, cesurlar, yiğitler.

dilîrân-ı nîzedâr mızraklı yiğitler.

dilîr-âne (f.zf.) yiğitcesine, mertce-sine.

dilîrî (f.i.) yiğitlik, mertlik, yüreklilik.

dil-keş (f.b.s.) 1. gönül çekici. 2. muz. adı 1500'de yazılmış manzum bir edvarda terkipler arasında geçen makam.

dilkeş-hâverân (f.b.i.) muz. tahminen beş asırlık veya daha eski bir mürekkep makamdır. Bu makam, hüseynî makamına ırak makamının dizisinden bir parçanın (meselâ makamın pest dörtlüsünün) eklenmesinden mürekkeptir. Bu dörtlü (segah dörtlüsünün ırak perdesindeki şeddi) ile ırak perdesinde durur. Güçlü -birinci derecede hü-seynî'nin güçlüsü olan- hüseynî ve ikinci derecede -hüseynî'nin durağı olan- dügâh'dır (bu perde aynı zamanda ırak makamının da güç-lüsüdür.). Donanımı si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konulur. Dilkeş-hâverân'm terkibindeki her iki makamın da donanımı aynı olduğundan, nota içinde bir değişikliğe hacet kalmaz (tabîî geçkiler hâriç olmak üzere.).

dil-keşîde (f.b.i.) muz. A. A. Konuk'un terkîbettiği bir mürekkep makamdır. Bu makam, muhayyer makamına ferahfeza terkibinin ilâvesinden müteşekkildir. Umumiyetle inicidir. Makam ferahfeza ile onun gibi yegâh perdesinde durur. Güçlüler, birinci derecede muhayyer'in durağı ve ferahfezâ'nın ikinci güçlüsü olan dügâh, ikinci derecede muhayyer'in güçlüsü olan hüseynî, üçüncü derecede de ferahfezâ'nın güçlüsü olan acem-aşîrân'dır. Bu güçlüler bir sekizli tiz ve peşte de şâmil olup, her birinin makamın terkibindeki diziler içinde vazîfe aldığı unutulmamalıdır. Donanıma muhayyer gibi si için koma bemolü ve fa için bakıyye diyezi konulur; ferahfezâ'ya geçilince bu iki arıza bekar yapılarak, si için küçük mücenneb bemolü ve do için bakıyye diyezi ilâve olunur.

dil-kûb (f.b.s.) gönlü zedeleyen, vuran.

dil-küşte (f.b.s.) gönlü ölmüş, her şeyden elini eteğini çekmiş.

dil-nıürde (f.b.s.) kalbi, gönlü ölmüş, duygusuz.

dil-nişîn (f.b.s.) 1. gönülde yer tutan, hoş lâtif. 2. i. muz. tahminen iki asırlık bir mürekkep makamdır.

dil-nüvâz (f.b.s.) gönül okşayan, [aslı "dil-nevâz" dır].

dil-nüvâzâne (f.b.i.) gönül okşar-casına, gönül okşayana yaraşır yolda.

dil-pesend, dil-pezîr (f. b.s.) gönüle hoş gelen, gönlün beğendiği.

dil-rîş (f.b.s.) yüreği yaralı, dertli.

Dervîş-i dil-rîş gönlü yaralı derviş.

dil-rübâ (f.b.s.) 1. gönül kapan, gönül alan. 2. i. muz. tahminen iki asırlık bir makamdır. Elimizde hiçbir besteli numunesi yoktur.

dil-rübûde (f.b.s.) gönlünü kaptırmış, âşık. (bkz: dil-zede).

dil-sâz (f.b.s.) gönül yapan.

dil-sîr (f.b.s.) gözü gönlü tok.

dil-sitân (f.b.s.) gönül alan ve zapteden güzel, kendine meftun eden.

dil-siyâh (f.b.s.) gönlü kara.

dil-sûhte (f.b.s.) yüreği yanık, kederli, (bkz: dil-teng).

dil-sûz (f.b.s.) 1. gönül yakan, yürek yakıcı. 2. i. muz. tahminen altı asırlık bir mürekkep makamdır. Elimizde hiçbir besteli numunesi yoktur.

dil-şâd i (f.b.s.) gönlü hoş, sevinmiş.

dil-şikâf (f.b.s.) yürek delen, çok acıklı, dokunaklı.

dil-şikâr (f.b.s.) gönül avlayan.

dil-şiken (f.b.s.) gönül kinci.

dil-şikeste (f.b.s.) gönlü kırık, kınk gönüllü, hüzünlü.

dil-şüde (f.b.s.) gönlü gitmiş, âşık, vurgun.

dil-şüküfte (f.b.s.) gönlü açılmış.

dil-teng (f.b.s.) yüreği dar, kederli, sıkıntılı, (bkz. dil-sûhte).

dil-tengî (f.b.i.) iç sıkıntısı, gönül darlığı.

dil-teşne (f.b.s.) gönlü susamış, pek istekli.

dil-zede (f.b.s.) vurgun, âşık. (bkz: dil-rübûde).

dil-zinde (f.b.s.) gönlü ditilmiş, canlanmış, bilgin.

dîm (f.i.) yanak, çehre, yüz.

dimâ (a.i. dem'in c.) kanlar.

Sefk-i dinin' kan dökücülük.

dimağ (a.i.c. edmiga) 1. beyin, (bkz: mağz). 2. akıl, şuur. (bkz: huş).

dimağ-çe (a.f.b.i.) anat. beyincik.

dimâgî, dimâgiyye (a.s.) 1. dimağa mensup, dimağ ile ilgili. 2. zihnî, fikrî.

dimâr (a.i.) helak, mahv.

dimen ı (a.i. dimne'nin c.) süprüntülükler.

Dimişk (a.h.i.) Şam.

Dimişki (a.s.) 1. Şam'la ilgili, Şam'a ait. (bkz: Şâmî). 2. i. güzel sanatlarda kullanılan ve Şam'da yapılan bir çeşit kâğıt, [tezhip, hat, minyatür v.b.].

Dimne (h.i.) çakal adı. ["Kelîle ve Dimne"] kuşlar ve diğer hayvanlar hakkında Hintçe yazılmış bir hikâye kitabı olup, îran'lı Hüseyin Vaiz tarafından "Envâr-ı Süheylî" adıyla Farsçaya, daha sonra "Hümâyunnâme" adıyla Osmanlıcaya tercüme olunmuştur.

dimne (a.i.c. dimen) süprüntülük.

dîn (a.i.c. edyân) Allah'a inanma ve bağlanma.

dîn (f.i.) 1. her Güneş ayının 24 üncü günü. 2. kalemi muhafazaya me'mur sayılan melek.

dînâr (a.i.c. denânîr) 1. eski zamanın çeyrek lirası değerinde bulunan bir nevî altın parası. 2. bir Fransız frangına denk olan sırp parası.

dîn-dâr (a.f.b.s.) Allah'a inanmış ve bağlanmış olan kimse.

dîn-dârâne (a.f.zf.) Allah'a inanmış ve bağlanmış olan kimseye mahsus veya yakışacak şekilde.

dîn-dârî (a.f.b.i.) dindarlık.

dînen (a.fz.) dince, din bakımından.

dîn-fürûş (a.f.b.s.) iki yüzlü. (bkz. mürâî).

dînî, dîniyye (a.s.) dinle ilgili olan.

Ulûm-i dîniyye (din bilgileri) din dersleri.

Akaid-i dîniyye (din inanışları) din dersleri.

dîn-penâh (a.f.b.s.) dîni koruyan; dîne destek olan.

Pâdişâh-ı dîn-penâh dîni koruyan, dîne destek olan pâdişâh.

dîn-perver (a.f.b.s.) dîne hizmet ve yardım eden, dîni arkalayan.

dîn-şiken (a.f.b.s.) dîni kıran, dîne karşı koyan.

dîn-şikenâne (a.f.zf.) dîni kıracak, dîne zarar verecek surette.

Akvâl-i dîn--şikenâne dîne zararlı olacak şekilde sözler.

dîr (f.zf.) 1. geç, çoktan, uzun müddet.

dîr ü dırâz uzun uzadıya.

dîr ü zud geç ve çabuk. 2. s. uzak. (bkz: dür). 3. eski.

dirahş (f.i.) nur, ziya, ışık, parıltı.

dirahşân (f.s.) parlak, parlayan.

Mîr-i dirahşân parlak, parlayan Güneş. [aslı "durahşân" dır].

dirahşânî (f.i.) parlaklık, parıl-dayıcılık. [aslı "durahşânî" dir]. (bkz: durahşân).

dirahşende (f.s.) ışıldayan, parıldayan, ışıklı, nurlu.

dirahşendegî (f.i.) ; parlaklık.

diraht (f.i.) ağaç. (bkz: seçer).

diraht-i Meryem Meryem'in altında oturduğu ağaç.

diraht-i meyve-dâr yemiş veren, yemişli ağaç.

diraht-ı Vakvak üzerinde meyve yerine insan başı gösterilen mitolojik ağaç.

dirahtân (f.i. diraht'ın c.) ağaçlar.

dirahtistân (f.i.) ağaçlık yer.

dîrân (a-i- dâr'ın c.) evler, (bkz. diyer).

dirayet (a.i.) zekâ, bilgi, kavrayış.

dirâyet-kâr (a.f.b.s.) dirayetli, bilgili, kavrayışlı.

dirâyet-kârâne (a.f.zf.) dirâyet-lilikle, dirâyetkâr olana yakışır yolda, (bkz: dirâyet-mendâne).

dirayetli (a.t.b.s.) zekî, bilgili, kavrayışlı.

dirâyet-mend (a.f.b.s.) dirayetli, zekî, bilgili, kavrayışlı.

dirâyet-mendâne (a.f.zf.) dirayetli bir şekilde, (bkz: dirâyet-kârâne).

dîr-bâz (f.b.s. ve zf.) uzun, uzun müddet.

direfş (f.i.) bayrak, sancak.

direfş-i Gâvyânî (Gâve'nin bayrağı) [Dah-hâk'ın zulmüne karşı isyan eden ve Gâve isminde bir demircinin kendi meşin önlüğünü yırtarak yaptığı bayrak].

direfşân (f.s.) ışıldayan, parıldayan.

Dürr-i direfşân 1. parlayan inci. 2. diş.

direm-güzîn (f.b.i.) sarraf.

direm (f.i.) 1. akça, para. 2. dirhem. 3. gümüş para.

direm-hırîde (f.b.s.) para ile alınmış.

direm-serâ (f.b.i.) darphâne, para basılan yer.

direng (f.i.) bekleme; gecikme; tutma; istirahat, (bkz: aram).

direv (f.i.) ekin biçme, hasat.

direv-ger (f.b.s.) ekin biçen, orakçı.

dirhem (a.i.c. derâhim) 1. eski okkanın dörtyüzde biri. 2. gümüş para.

dirhem-i ceyyid bozuk, karışık olmayan dirhem [gümüş para].

dirhem-i hâlis saf gümüşten ibaret olup, başka bir mâden ile karışık olmayan dirhem.

dirhem-i mağşuş başka mâdenlerden oluşmuş, karışık dirhem.

dirhem-i örfî onaln kırattan ibaret dirhem.

dirhem-i rayiç gerek ceyyid ve gerek züyuf olsun, halk arasında alınıp verilen dirhem.

dirhem-i şer'î ondört kırattan ibaret dirhem, [zekâtta , mehirde, diyette, nisâb-ı sirkatte muteber olan da bu dirhemdir].

dirhem-i züyûf bakır veya başka mâdenlerle karıştırılmış gümüş sikke.

dirhem ü dinar gümüş ve altın para. 3. şerîata göre, orta boyda olan, 70 tane arpanın ağırlığı.

dirîg (f.i.) 1. esirgeme. 2. e. eyvah, ah, aman, yazık. 3. men'etme, önleme.

dirîga ("ga" uzun okunur, f.zf.) yazık, eyvahlar olsun!

dîrîn, dîrîne eski kadîm.

Âyîn-i dîrîn eski töre.

Bende-i dîrîne eski kul.

dîrûz (f.i.) dün.

disâm (a.i.) 1. şişe kapağı, mantar gibi şeyler. 2. anat. kapak, kapacık.

-disâr (a.s.) eklendiği kelimeye çokluk, bolluk mânâsını verir.

Merhamet-disâr çok merhametli.

disâr (a.i.c. düşür) 1. üste giyilen kaftan, elbise. 2. yatak çarşafı.

dîse (f.i.) şahıs, kişi.

dî-şeb (f.i.) 1. dev. 2. şeytan. 3. cin.

dîv-i âhenîn-beden demir gövdeli dev.

dîvân (dîv'in c.) devler.

dîvân ö (a.i.c. devâvîn) 1. büyük meclis.

dîvân-ı ahkânı-ı adliyye (a.b.i.) huk. kanunlara ve nizâmnâmelere göre bakılacak dâvâlan görmek üzere 1284 târihinde kurulan ilk nizamiye mahkemesi, *yargıtay.

dîvân-ı âm halkın katıldığı meclis.

dîvân-ı âlî yüce divan.

dîvân-ı deâvî nezâreti çavuşbaşıhğın kaldırıldığı hicrî 1252 (1836) yılında bunun yerine ihdas olunan dâire. [1287 (1870) de adliye nezâretinin teşekkülü üzerine lağvolunmuştur].

dîvân-ı harb (a.b.i) huk. harp dîvânı, askerî mahkeme, [dîvân-ı harpler 21 Şevval 1286 tarihli eski Askerî Ceza Kanûnu'nun 48 inci maddesine göre beş askerden teşkil edilirdi].

dîvân-ı harb-i örfî sıkıyönetim mahkemesi.

dîvân-ı hâss pâdişâhın başkanlık ettiği meclis.

dîvân-ı haysiyyet onur *kurulu.

dîvân-ı hümâyun (a.f.i.) halkın dâva ve şikâyetlerinin dinlenip hallolun-duğu, devlet işlerinin görüldüğü pâdişâh huzuru, [bu mecliste, sadrâzam, şeyhülislâm, kazaskerler, defterdarlar ve şâir büyük devlet ricali bulunurdu].

dîvân-ı riyaset başkanlık kurulu.

dîvân-ı temyîz-i askerî Askerî Yargıtay.

dîvân-ı ilâhî âhiretteki hesap günü. 2. bir şâirin şiirlerini kafiyelerine göre alfabe sırasıyla içine alan mecmua.

dîvân-ı Fuzûlî Fuzûlî'nin dîvânı.

dîvân-ı Hakanı Hâkanî'nin dîvânı.

dîvân-ı kebîr (büyük dîvan) Mevlânâ Celâ-leddin Rûmî'nin bütün gazellerini ve rubailerini bir arada toplayan Farsça eseri, (bkz: Şems-ül--Hakayık).

dîvân-çe (a.f.b.i.) küçük şiir mecmuası.

dîvâne (f.s.) deli; budala, alık.

dîvân efendisi (a.t.b.i.) eskiden taşrada me'mur olan vezîr veya âmirlerin mektupçuluk vazifesini gördürmek üzere kullandıkları me'mur. (bkz: dîvân kâtibi).

dîvâne-gî (f.b.i.) divanelik, delilik.

dîvâne-res (f.b.s.) delicesine hareket eden.

dîvâne-rev (f.b.s.) delicesine hareket eden, çılgın.

dîvâne- hâne (a.f.b.i.) geniş sofa salon.

dîvân-ı muhasebat Sayıştay, devletçe sarfolunan paraların hesabını kontrol, murakabe altında bulunduran yüksek kurul, muhasebat dîvânı.

dîvân kâtibi (a.t.b.i.). (bkz. dîvân efendisi).

dîvânî, dîvâniyye (a.s.) dîvâna ait, dîvanla ilgili.

Hatt-ı dîvânî dîvandan çıkan yazıların yazıldığı bir çeşit yazı.

Menâsib-i dîvâniyye dîvan kalemin deki me'murluklar.

Dîvânü Lûgat-it-Türk (a. b.i.) . (bkz. Mahmûd [Kâşgarlı-J ).

dîvâr (f.i.) duvar.

dîvâr-ger (f.b.i.) duvarcı.

dîv-âsâ (f.b.s.) dev gibi, iri yan.

dîv-bâd (f.b.i.) 1. şiddetli rüzgâr, kasırga. 2 . delilik, cinnet.

dîv-beçe (f.i.) dev yavrusu.

dîv-bend (f.h.i.) Tehmûres'in lâkabı.

dîv-câme (f.b.i.) [eskiden] savaşlarda giyilen arslan ve kaplan pöstekisi.

dîv-çe (f.b.i.) 1. ağaç kurdu, güve. 2. zool. sülük. 3. bot. kadın tuzluğu denilen nebat (bitki). 4. arka kaşağısı.

dîve (f.i.) ipekböceği.

dîvek (f.i.) ağaç kurdu, güve. (bkz: dîv-çe1) .

dîver (f.i.) ev sahibi.

dîv-gîr (f.b.s.) cin tutmuş, cin çarpmış; cinci.

dîvî (f.s.) deve ait, devle ilgili.

dîv-lâh (f.b.i.). (bkz: mecenne).

dîv-sâz (f.b.s.) 1. dev gibi. 2. kötü, korkunç tabiatlı.

diyanet (a.i.) 1. din. 2. dindarlık, din duygusu.

diyânet-kâr (a.f.b.s.) dindarlıkta gayretli olan.

diyânî (a.s.) diyanetle ilgili.

diyar (a.i. dâr'ın c.) l. memleket, ülke.

diyar- ahar başka memleket.

diyar-ı gurbet gurbet ili.

diyar-ı küfr islâm ülkelerinden gayri yerler.

diyar-ı Rûm Osmanlı ülkesi, Anadolu.

diyar-ı tahassür özlem diyarı, özlenen ülke. 2. yabancı haneler, evler.

diyât (a.i. diyet'in c.) diyetler.

diyeke (a.i. dîk'in c.) horozlar, (bkz: edyâk).

diyer (a.i. dâr'ın c.) evler, (bkz: dîrân).

diyet (a.i.c. diyât) kan bahası.

diyet-i kâmile huk. katledilen şahsın nefsine bedel caniden veya ailesinden alınan tam diyet olup mikdân maktule göre değişir.

diyet-i mugailâza huk. şibhi amd suretiyle vuku bulan bir katilden dolayı verilmesi gereken bir diyettir ki dört neviden yirmi beşer adet olmak üzere yüz devedir, [bu neviler bint-i mehad, bint-i lebun, hıkka ve cezea denilen develerdir].

dîz, dîze (f.i.) renk. (bkz: levn).

diz (f.i.) kale, sur.

diz-dâr (f.b.i.) kale muhafızı.

dolâb (a.i.c. devâlîb) 1. içine eşya ve şâire konulan raflı veya rafsız göz. 2. hîle, dek, dubara. 3. kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark. 4. s. devreden, dönen. 5. bedestenin içindeki küçük dükkânlar. [Farsçası "dûlâb"dır].

dost (f.i.c. dostân) 1. sevişen kimse; sevilen kimse. 2. nikâhsız kan veya koca, metres. 3. tas. hakîkî sevgili, Tann.

dostân (f.i. dost'un c.) dostlar.

dost-âne (f.zf.) dostlukla, dostça.

dost-dâr (f.b.s.) dost tutan, sevgilisi olan.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin