Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə41/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   189

felsefe-i ahlâkıyye ahlâk felsefesi.

felsefe-i dîniyye din felsefesi.

felsefe-i târihiyye târih felsefesi.

felsefe-i ûlâ ilkçağ felsefesi.

felsefî, felsefiyye (a.s.) felsefeye mensup, felsefe ile ilgili.

Efkâr-ı felsefiyye felsefe fikirleri.

felsefiyyât (a.i.c.) hikmet bilgileri, felsefe ile ilgili düşünceler ve bilgiler.

fem (a.i.c. efmâm [kullanılmaz]) 1. ağız. (bkz: dehân, dehen).

Gonce-fem gonca gibi küçük ağızlı.

Gül-fem ağzı gül gibi olan. [aslı "fevh" dir. c. efvâh].

fem-i lâtif güzel ağız. 2. nehir ağzı, menfez.

fem-i nehr çay, nehir ağzı.

fem-ül-hût astr. semânın güney yarım küresinde bulunan Hut burcunun en parlak yıldızı, fr. Fomalhuut.

femî (a.s.) ağızamensup, ağız ile ilgili.

fena (a.i.) 1. yok olma, yokluk, geçip gitme ["bulmak" fiili ile kullanılır], "beka" mn zıddı, [tasavvufta maddî varlıktan sıyrılıp hakka ulaşma].

Kişver-i fena yok olma yeri, dünyâ. 2. s. kötü, iyi olmayan, uygunsuz [olan] fena şey, fena adam, fena söz.

fenâ-fi-1-aşk tas. aşk içinde yok olma.

fenâ-fi-llah tas. Allah'ın varlığı içinde yok olma.

fenâ-fi-1-pîr tas. bütün varlığını pîrin manevî şahsiyetinde yok etme.

fenâ-fi-r-resûl tas. bütün varlığını Hz. Muhammed'in manevî şahsiyetinde yok etme.

fenâ-gâh (f.b.i.) fânilik yeri, bu dünyâ.

Fenâiyye (a.h.i.) Celvetî tarîkatı şubelerinden biri. [kurucusu Kütahyalı Fenât Ali Efendi'dir].

fenâ-pezîr, fenâ-yâb (a. f.b.s.) fena bulan, yok olan.

fenâriyye (yun. a.) Rufâî tarikatı kollarından biri. [kurucusu 834 (1430 - 1431) de şeyh Şemsettin Mehmet bin Hamzat-ül-Fenâ-rî'ye nispetle bu adı almıştır].

fend (f.i.) hîle, dek. (bkz: desîse).

fend-bâz (f.b.s.) hilekâr, sahtekâr.

fend (a.i.) büyük dağ.

feng (f.i.) bot. ebûcehil karpuzu, acı hıyar, (bkz: hanzal).

fenn (a.i.c. fünûn) 1. nevi, çeşit, sınıf, tabaka, türlü. 3. hüner, marifet, sanat, ilim.

fenn- derya denizcilik.

fenn- harb harp, savaş tekniği.

fenn- inşâ' yazı yazma sanatı.

fenn- kimya kimya ilmi.

fenn- ma'deniyyât mineraloji.

fenn- menâfi'-ül-a'zâ fizyoloji.

fenn- mesâha-i arazî jeod. yer ölçme bilgisi, fr. geodesie.

fenn- saydelânî eczacılık.

fenn- tabakat-ül-arz jeoloji.

fenn- terbiye-i etfâl pedagoji.

fenn- teşrih anatomi bilgisi.

fenn- zirâat ziraat, ekincilik bilgisi, [kelimenin hîle mânâsı, yalnız Arapçada kullanılır, dilimizde bu mânâda, Farsça "fend" sözü yaşamaktadır].

fennen (a.zf.) fen vasıtasıyla, fen ile, fence, fenne uygun olarak.

fennî, fenniyye (a.s.) fene mensup; fen ile ilgili olan.

Mebâhis-i fenniyye fen ile ilgili bahisler.

Kıtâat-ı fenniyye aşk. fen kıt'alan [istihkâm, muhabere].

fennî ıstılah teknik terim.

fennî ta'bîr teknik terim.

fenniyyât (a.i.c.) teknoloji, fr. tech-nologie .

fer (f.i.) 1. parlaklık, aydınlık, (bkz: fu-râğ, nur, ziya). 2. zînet, süs, bezek. 3. kuvvet, nüfuz, iktidar.

fer-i devlet devlet nüfuzu, kuvveti.

fer (a.i.c. fürû) 1. dal, budak. 2. tomurcuk. 3. bir aslın neticesi. 4. s. ikinci derecede ehemmiyeti olan [şey]. 5. şube.

fer'-i fiil gr. ortaç.

fer'-i talî bot. bitkinin dibinden süren filiz, sürgün.

ferâde ferâde (o.zf.) tek tek, teker teker, (bkz: ale-1-infirâd).

ferâdîs (a.i. firdevs'in c.) 1. bahçeler, 2. cennetler, uçmaklar.

ferâdîs-i cennet cennet bahçeleri.

ferağ (f.i.) serin rüzgâr.

ferağ (a.i.) 1. vazgeçme, bırakıp terket-me. 2. huk. bir mülkün tasarruf, sahip olma hakkını başkasına terketme. 3. istirahat etme, dinlenme. 4. hiç bir işle meşgul olmama, rahat etme.

ferağ an-il-cihât vak. bir kimsenin uhdesindeki bir ciheti vakıftan kasr-ı yed ederek onu başkasına ferâğetme.

ferağ bi-l-vefâ vak. bir kimsenin ahardan istidâne eylediği para mukabilinde borç ödendikte iade olunmak şartıyle alacaklısına yaptığı ferağ.

ferâğ-bi-l-istiglâl vak. fariğin, mefrûg-un-bihi mefrûzun lehden istîcâr etmek üzere yaptığı ferağ.

ferağ bi-1-muvâzaa vak. fariğ ile mefrûg--un-leh gizlice aralarında "sana mutasarrıf olduğum şu icâreteynli gayri menkulü ferağ edeceğim; fakat aramızda hakikatte ferağ olmayıp gayri menkul eskisi gibi benim uhdemde kalacaktır" diye sözleştikten sonra zahiren yapılan ferağ.

ferâğ-ı bal gönül rahatı.

Kûşe-i ferağ rahatlık köşesi.

ferâğ-ı bâtıl huk. akit şartlarından biri mevcut veya me'murun izni munzam olmaksızın yapılan ferağ.

ferâğ-ı fâsid huk. akdin sıhhat şartlarından rkbiri bulunmaksızın yapılan ferağ.

ferâğ-ı fuzûlî huk. başkasının arazîsini, yahut şerikinin hissesini mutasarrıfı veya şeriki tarafından ferağa vekâleti yahut velayet veya vasiyyeti olmaksızın me'mûru izniyle bir kimsenin başkasına ferağı.

ferâğ-ı kat'î huk. kayıt ve şartsız yapılan ferağ.

ferağ ü intikal alım satımda tapu muameleleri.

feragat (o.i.) l. vazgeçme, el çekme. 2. istirahat, dinlenme. 3. vazgeçecek kadar zengin olma. (bkz: istiğna').

ferâgat-i nefs kendini feda etme.

ferâgat-kâr (a.f.b.s.) feragat sahibi, hakkından vaz geçen.

ferah (a.i.) gönül açıklığı, sevinç, sevinme.

ferah (f.s.) 1. bol, geniş, yayvan, açık.

Hesâb-ı ferah geniş tutulan hesap, [maddî manevî]. 2. sefih, müsrif, savruk.

ferâhan (a.zf.) sevinçle, neşe ile.

ferâh-âstîn (f.b.s.) "yeni bol" cömert, (bkz. civânmerd, sahî).

ferah-âver (a.f.b.s.) ferah getiren, sevinç getiren, sevindiren,

ferah-bahş (a.f.b.s.) ferah bağışlayan, sevinç veren.

ferâh-dehen (f.b.s.) ağzı geniş, geniş ağızlı; geveze, çalçene.

ferâh-dest (f.b.s.) eli açık, eli geniş, cömert, [bkz. fetâ).

ferâh-destî (f.b.i.) el açıklığı, el genişliği, cömertlik.

ferâh-ebrû (f.b.s.) güler yüzlü.

ferah-efşân, -feşân (a.f.b.s.) ferah saçan, sevinç veren.

ferah-efzâ,-fezâ (a.f.b.s.) ferah artıran, sevinci artıran, gönüle açıklık veren, safâlı, iç açıcı.

ferâhem (f.i.) 1. toplanma, birikme, (bkz: tahaşşüd). 2. s. toplu, devşirili.

Dâ-men-ferâhem toplu etek.

ferâhet (f.i.) şan ve şeref.

ferâh-engîz (f.b.i.) meşhur bir çeşit lâle.

ferah ferah (f.b.s.) bol bol, geniş geniş.

ferah-fezâ (a.f.b.i.) 1. ferah arttıran. 2. muz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Tahminen 1870 senelerinde Ahmed Ağa tarafından terkîbedilmiştir. Şuh, neşeli ve zarif mevzularda kullanılabilecek güzel bir makamdır. Bu makam acem-aşîran ve sultanî-yegâh makamlarından mürekkeptir. Sul-tânî-yegâh ile yegâh perdesinde durur. Güçlüleri birinci derecede -Acem-aşîrân'ın durağı olan- Acem, ikinci derecede -aynı makamın güçlüsü olan- çargâh, üçüncü derecede de -sultânî-yegâh'ın güçlüsü olan- dügâhtır. Makamın seyrinde, terkibindeki her iki makamın müşterek seslerinden istifâde edilir. (Acemaşirân ve sultânî-yegâh makamlarını, yegâhdan Aceme kadar sâdece bir onlu hâlinde tam bir şekilde göstermek mümkündür). Donanıma yalnız -terkibindeki her iki makamın müşterek arızası olan- si küçük mücenneb bemolü konur; sultânî-yegâh'ın yedeni için de nota içerisinde do bakiyye diyezi kullanılır. 3. meşhur bir çeşit lâle.

ferâh-gâm (f.b.s.) mes'ut, bahtiyar , mutlu, kutlu.

ferâhî (f.i.) bolluk, genişlik; ucuzluk.

ferâhnâ (f.i.) 1. bolluk, genişlik. 2. geniş yer.

ferah-nâk (a.f.b.s.) 1. sevinçli. (bkz: mes'ûd, şad). 2. muz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndandır. Tahmînen 1820 senelerinde Şâkir Ağa tarafından terkîbedil-miştir; biraz eviç makamına benzerse de ifâde itibariyle dahî ondan farklıdır; şen ve hafif mevzular, bahar tasvirleri gibi parçalarda kullanılabilir. Bu makam, nevâ'da rast beşlisi, se-gâh'da ferahnak beşlisi, dügâh'da rast beşlisi, ferahnak beşlisi ve nîm hicâz'da hicaz dörtlüsünden mürekkeptir. Bu diziler, ekseriya karışık bir surette kullanılır. Makam ferahnak beşlisi ile karar eder. Durak ırak ve güçlü birinci derecede dügâh perdeleridir. Makam umumiyetle inicidir. Donanıma fa ve do için birer bakıyye diyezi konur. Zikredilen beş dizinin son ikisinde her iki arıza, ilkinde yalnız birinci arıza ve üçüncüsünde yalnız ikinci ânza mevcuttur. Bu diziler kullanılırken, bu noktalar gözönünde tutularak bekar konulur. Segah 'daki ferahnak beşlisinin si koma bemolü ve hicaz dörtlüsünün mi bakıyye diyezi arızaları, nota içerisinde geçen yerlere konur. Bununla beraber hicaz dörtlüsünün kullanılmadığı ferahnak eserler de vardır.

ferah-nümâ (a.f.b.i.) Türk müziğinin şed makamlanndandır. 1910'da H. Saadettin Arel tarafından isimlendirilmiştir; kürdî makamının yegâh perdesindeki şeddidir. Orta sekizlideki sesleri şöyledir yegâh, nîm hisar, Acem-aşîrân, rast, dügâh, kürdî, çargâh, neva. Güçlü -dördüncü derecede olan- rast'tır. Dizisi umumiyetle inicidir. Donanımına si ve mi için iki küçük mücenneb bemolü konur.

ferâh-rev (f.b.s.) acele ve geniş adımlarla yürüyen.

ferâh-rû (f.b.s.). (bkz. ferâh-ebrû).

ferâh-sâl (f.b.s.) bereketli yıl, ürünü bol olan yıl.

ferâhûr (f.s.) münâsip, uygun, (bkz: çespan, şâyeste).

ferah-zâr (a.f.b.i.) Türk müziğinin en az iki asır önce terkîbedilmiş- bir mürekkep makamıdır ki, elde hiçbir numunesi yoktur.

ferâid (a.i. ferîd ve ferîde'nin c.), (bkz. ferîd, feride).

Ferâine (a.i. fir'avn'ın c.) 1. Mısır'ın eski hükümdarları, Firaunlar.

Ferâine-i Mısriyye Mısır Firaunları. 2. meç. kibirliler, gururlular.

ferâiş (a.i. ferş'in c.) 1. döşemeler, yataklar. 2 . odalıklar, oda hizmetçileri.

ferâiz (a.i. farîza'nın c.) 1. (bkz fariza).

ferâiz-i dîniyye dînin farzları. 2. şer'î miras ilmi.

Eshâb-ı ferâiz mirasçılar.

ferâmîn (a.i. fermân'ın c.) ; fermanlar, buyruklar, [kelime, teşkil bakımından yanlış olmakla beraber kullanılır olmuştur].

ferâmûş (f.i.) 1. unutma, hatırdan çıkma, (bkz: nisyân). 2. erkek adı.

ferâmûşî (f.i.) unutma.

ferâmûş (f.i.) "ferâmûş" un hafifletilmişi.

fer'an (a.zf.) ikinci dereceden olarak.

feraset (a.i.) anlayışlılık, çabuk seziş, [aslı "firâset" dir]. (bkz: firâset).

ferâşe (a.i.) pervane [gece kelebeği].

Feraset (a.i.) Kabe süpürücüsünün hizmeti.

ferâşet-i şerife beratı Kabe'nin temizlik me'mûruna verilen berat.

ferâşet-i şerife vekili Kabe'nin temizliğiyle görevli bulunan kimselerin istanbul'daki temsilcisi.

ferbâl, ferbâle (f.i.) etrafı pencereli yaz köşkü, çardak.

ferbih (f.s.) semiz, etli, toplu, besili, (bkz: mülahham).

ferbihî (f.i.) semizlik, ellilik, topluluk.

ferbiyûn (a.i.) sıcak memleketlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan reçineli bir zamk.

ferbiyûniyye (a.i.) bot. sütleğengiller.

ferc (a.i.c. fürûc) 1. aralık, yarık, çatlak. 2. dişilerde tenasül âleti, avret, ut yeri, edep yeri.

ferc-ül-bahr zool. denizanası.

fercâd (f.s.) âlim ve fâzıl [kimse].

fercâm (f.i.) 1. son, akıbet, (bkz: encam). 2. menfaat, fayda.

Bed-fercâm sonu kötü.

Bî-fercâm 1) sonsuz; 2) faydasız.

Nâ-fercâm faydasız, yaramaz, uğursuz.

fercâm-gâh (f.b.i.) "son, akıbet yeri" mezar, kabir, sin.

ferd j (a.s.c. efrâd) 1. tek, yalnız olan şey, çift olmayan, eşi bulunmayan. 2. tek olan sayı.

ferd-i âferîde hiç kimse.

ferd-ül-ferd ikiye bölünemeyen sayı. 3. şahıs, kişi. 4. ed. tek beyit; altı, üstü olmayan, başka bir yere bağlı bulunmayan beyit, (bkz: müfred).

ferda (f.i.) 1. yarın, yarınki gün, günün ertesi, ertesi gün, öbürgün. 2. atî, gelecek zaman. 3. âhiret, öbür dünyâ, kıyamet. 4. kadın adı. 5. 1919'da Ali îlmî tarafından istanbul'da haftada iki defa olmak üzere yayımlanmış, siyasî, ilmî, edebî bir gazete.

ferdâ-yi kıyamet kıyametten sonra.

En-dîşe-i ferda yarını düşünme.

Tâ-be-fer-dâ kıyamete kadar.

ferd-â-ferd (a.f.zf.) fert fert, tek tek. (bkz: ferden-ferdâ).

ferdâniyye (a.i.) fels. bireycilik, fr. individualisme.

ferdâniyyet (a.i.) birlik, teklik, eşsizlik, fr. individualisme. [Allah'ın vasıf-larındandır]. (bkz: vahdâniyyet).

ferden-ferdâ (a.zf.) fert fert, tek tek. (bkz: ferd-â-ferd).

ferdî, ferdiyye (a.s.) 1. fertle ilgisi olan, fr. individuel. 2. tek şey. 3. h. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

ferdiyy-ül-esâbi zool. tekparmaklılar, fr. perissodactyles.

ferdiyyet (a.i.) teklik, birlik, fr. in-dividualite. (bkz: vahdâniyyet),

ferec (a.i.) 1. gam, tasa ve sıkıntıdan kurtulma; kederden, darlıktan sonra gelen sevinç, teselli. 2. zafer.

Ferec Ba'd-eş-Şidde 1) zorluktan sonra gelen kolaylık; kederden, darlıktan sonra gelen sevinç. 2. yazarları meçhul olan hikâye kitapları olup yedisi Türkçe, sekizi Arapça, biri de Acemce olmak üzere İstanbul ve Ankara kütüphanelerinde 16 nüshanın bulunduğu Şükrü Kurgan tarafından bildirilmektedir. (Türk Dili Belleten, Seri III, Sayı 4-5, yıl 1945, sah. 353).

Ferengîs (f.i.) zühre, (Çobanyıl-dızı-Venüs) gezegeni.

feres (f.i.) 1. oyun. 2. satranç oyununda at.

feres (a.i.c. efrâs) at, beygir, (bkz: esb).

Islâh-ı nefs-i feres at cinsinin ıslahı.

Feres-i a'zam astr. semânın kuzey yarım küresinde Keykâvüs (Cassiopee) ile Elfâris (Persee) burçları yakınında parlak yıldızlardan müteşekkil bir burç, lât. Pegasus, fr. Car-ree de Pegase.

Feres-i asgar astr. Tay.

Feres-i ekber astr. (bkz: Feres-i a'zam).

feres-ül-bahr su aygırı, hipopotam.

feres-ül-hayât (a.b.i.) Cebrail'in atı.

feresiyye (a.i.) zool. atgiller, (bkz: hayliyye).

Ferezdak (a.h.i.) Arapların "Cerîr ve Ahtal" la birlikte meşhur üç hiciv şâirinden biridir. Hicrî 20-115 (Milâdî 641-728) yıllan arasında yaşamıştır; aslen Basra'lıdır, Hz. Hü-seyn'in oğlu imam Zeyn-ül-Âbidîn hazretleri hakkındaki kasidesi, Arap edebiyatının şaheser-lerindendir. Asıl adı "Hemmâm" dır, babası, Sa'saa oğlu Galib'dir.

ferfâr (a.s.) farfara, geveze, çalçene.

ferfere (a.i) 1. farfara, hafif meşreplik, akılsızlık, ["vakar" zıddı]. 2. ağzı kalabalık, patırtıcı, gürültücü.

fergand, fergande (f.i.) 1. sanldığı ağacı kurutan bir cins sarmaşık. 2. s. fena koku, kokmuş.

Ferhâd (f.h.i.) 1. Ferhâd ve Şîrîn adıyla meşhur olan eski bir hikâyenin erkek kahramanı olup Şîrîn'in âşıkıdır. 2. erkek adı.

ferhâl (f.i.) kıvırcık ve dolaşık olmayan uzun saç. (bkz: gîsû).

ferhân (a.s.) 1. sevinçli, neşeli, (bkz: ferih). 2. şen; memnun. 3. i. erkek adı.

ferhâş (f.i.) savaş, kavga, (bkz: perhâş).

ferhat (a.i.) sevinç, neşe.

ferheng (f.i.) 1. bilgi; hüner, marifet; edep; akıl; temkin. 2. Farsça lügat kitabı.

Ferheng-i Cihangiri Şirazlı Cemâlüddin Hüseyn Incu tarafından yazılan ve 1608 de Cihangir devrinde tamamlanan Farsça lügat.

Ferheng-i Naşiri Nâsırî'nin Farsça lügati.

Ferheng-i Reşidi Reşîdî'nin Farsça lügati.

Ferheng-i Şuûrî Şuûrî'nin Farsça-Türkçe lügati.

Ferheng-i Ziya Ziyâ'nın Farsça lügati, (Gencîne-i Güftar).

Ferheng-nâme-i Sa'dî Hoca Mesud'un, Sadî'nin Bostan adlı eserinden seçme 170 beytin tercümesi.

ferhest (f.i.) sihir, sihirbazlık, büyü.

ferhunde (f.s.) 1. mübarek, mes'ut, meymenetli, kutlu, mutlu, uğurlu. 2. i. kadın adı.

ferhunde-fâl (f.a.b.s.) falı kutlu, uğurlu olan.

ferhunde-gî (f.b.i.) mübâreklik, kutluluk, uğurluluk.

ferhunde-pâ[y] (f.b. s.) ayağı uğurlu [olan].

ferhunde-re'y (f.a.b.s.) reyi mübarek, kutlu.

ferhunde-sâl kutlu yıl.

ferhunde-tâli' yaver, mes'ut, kutlu.

fer'î, fer'iyye asılla ilgili olmayıp, fer'e mensup olan, ayrıntılı. 2. ikinci derecede olan

fer'î aynî hakk huk. bir alacağın temini gayesiyle ona bağlı olarak kurulan menkul veya gayri menkul rehin.

fer'î zil-yed huk. bir şey üzerinde sınırlı bir aynî veya şahsî hakka dayanarak zilyet olan kimse.

ferîd (f.i.) 1. avcı kuş. 2. s. donmuş, katılaşmış [şey].

ferîd, feride (a.s. ferd'den c. ferâid) l. tek, eşsiz, eşi olmayan; kıyas kabul etmez, ölçüsüz; üstün, [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

ferîd-üd-dehr (a.b.s.) zamanında tek olan, eşi bulunmayan, zamanının bir tanesi.

ferîd-ül-asr, ferîd-üz-zemân asrın, zamanın bir tanesi, (bkz: ferîd-üd-dehr). 2. dizilmiş inci; çok değerli inci.

feride (f.s.) kendi reyiyle hareket eden, kibirli, gururlu [kimse].

Feridun (f-h-i-) l- Pişdâdîlerin altıncı pâdişâhı olup Cemşîd sülâlesinden demirci Gâve'nin yardımıyle Dahhâk-i Mârî'yi öldürmüştür. Lâkabı Ferruh'dur. 2. sekizinci gök. [bkz: felek-i sâmin). 3. erkek adı.

Ferîdûn-fer (f.b.s.) Feridun gibi şanlı.

ferih j (a.s.) sevinçli, neşeli ["fahur" kelimesiyle birlikte kullanılır], (bkz: ferhân).

ferih fahur iftihar ederek, sevinçli olarak.

ferik (a.i.) l askerî kolordu kumandanı, tümgeneral, korgeneral. 2. insan topluluğu, cemâat, [birince ferîk = korgeneral; ikinci ferîk = tümgeneral].

ferîk-i evvel korgeneral.

ferîk-i sânî tümgeneral.

ferîk (a.i.) buğday tanesinin olgunu, öğütülecek hâle gelmişi.

ferîkan ("ka" uzun okunur, a.i.c.) topluluklar.

ferîkayn l' (a.i.) iki askerî fırka, iki taraf.

Tekabül-i ferîkayn iki düşman tarafın karşılaşması.

ferişte (f.i.) [aslı "fırişte" dir]. (bkz: firişte).

ferkad (a.i.) astr. Kuzey kutbuna yakın ve Küçükayı kümesine tabî iki parlak yıldızdan herbiri olup, bulundukları yerden doğup batarlar, [bu yıldızlardan ikisine birden "fer-kadân" denilir].

Ferkadân (a.i.c.) astr. Dübb-i as-gar (Küçükayı) denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızlan olan "Dübb" ve "Merak"ın müşterek adı.

ferma (f.s.) 1. emreden, buyuran, âmir. 2. süren.

Fermân-fermâ hüküm süren, emir buyuran, emreden.

Hükürn-fermâ hükmeden, hüküm süren.

ferman (f-i-) emir, buyruk; [evvelce] pâdişâh tarafından verilen yazılı emir, berat, buyrultu, (bkz: tevki', nişan).

fermân-ı âlî, hükümdar fermanı, buyruğu.

fermân-ı âlî-şân (şanı ve şerefi büyük olanın fermanı) meç. pâdişâh fermanı.

fermân-ı beşâret-unvân (yüksek unvan sahibinin fermanı) meç. pâdişâh fermanı, buyruğu.

fermân-ı celîl-ül-kadr (değeri, kıymeti, kadri ulu olanın fermanı) meç. pâdişâh fermanı, buyruğu.

fermân-ı hümâyûn pâdişâh buyruğu.

fermân-ı ilâhi Tanrı buyruğu.

fermân-ı pâdişâh! pâdişâh buyruğu.

fermân-ı şeref-iktirân (ululuğa, şerefe, üstünlüğe erişenin fermanı) meç. pâdişâh fermanı, buyruğu.

fermân-ı vâcib-ül-imtisâl (itaat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın fermanı) meç. pâdişâh fermanı, buyruğu.

fermân-ı vâcib-ül-iz'ân (itaat edilmesi, boyun eğilmesi gerekli olanın fermanı) meç. pâdişâh fermanı, buyruğu.

fermân-ber (f.b.s.) aldığı emri yerine getiren.

fermân-berdâ (f.b.s.) fermana uyan.

fermân-berdârî, -beri (f.b.i.) fermanberlik, fermana uyarlık.

ferman-dih (f.b.s.) fermanı, emri yürüyen, hükmü geçen, (bkz: fermân-fermâ, fermân-revâ).

fermân-fermâ (f.b.s.). (bkz. fermân-dih).

fermân-revâ (f.b.s.) emri kabul edilen, pâdişâh, (bkz: fermân-dih).

fermâyende (f.s.) emir veren, buyuran.

fermâyiş (f.i.) 1. emretme, buyurma. 2. emir, sipariş, ısmarlama.

fermâyiş-i şal şal siparişi.

fermend (f.i.) mevki ve şeref sahibi kimse.

fermûde (f.s.) 1. emrolunmuş, bu-yurulmuş. 2. i. emir, ferman, irâde.

Bermû-de-i fermûde emrolunan nesne.

fernâs (f.i.) 1. gaflet, şaşkınlık. 2. s. gafil, şaşkın.

fernûd (f.i.) delil, hüccet.

ferr (a.i) firar, kaçma.

Kerr ü ferr saldırma ve çekilme [savaşta].

ferrâş (a.i. ferş'den.) 1. döşeyen, döşemeci. 2. hizmetçi. 3. Kâbeyi süpüren.

ferrâşî (a.i.) ferraşlık, süpürücülük.

ferruh (f.s.) 1. uğurlu, kutlu, (bkz: mübarek). 2.i. erkek adı.

ferruh-fâl (f.a.b.s.) talihi uğurlu, bahtı açık.

ferruhî u (f.i.) meymenet, uğurluluk.

ferruh-kadem (f.a.b.s.) ayağı uğurlu.

ferruh-zâd (f.b.s.) 1. hayırlı, kutlu olan. 2.i. mübarek, kutlu çocuk, uğurlu evlât.

-fersâ (f.s.) aşındıran, mahveden, yoran.

Taharnmül-fersâ tahammül bırakmayan.

Tâkat-fersâ takat bırakmayan, takatsiz düşüren.

fersah (a.i.) 1. muhtelif mesafelere tekabül eden değerde bulunan bir uzunluk ölçüsü. 2. üç millik bir mesafe [denizde], (bkz: ferseng).

fersah fersah bol bol, pek çok.

fersân (f-i-) derisinden kürk yapılan bir kır sansarı.

fersendâc (f.i.) ümmet.

ferseng (f.i.) fersah.

fersûd, fersude (f.s.) yıpranmış, eskimiş, aşınmış; eski, yırtık.

Câme-i fersude eskimiş, yıpranmış elbise.

fersûde-gî (f.i.) fersûdelik, eskilik, yıpranış.

fersûde-pîşânî (f.b.i.). (bkz. halî'-ül-izâr).

ferş (a.i) 1.döşeme, yayma. 2. halı, taş ve şâire döşetme. 3. (c. furûş, fürüş) yayılan şey, yaygı, şilte, halı, seccade, hasır. 4. yeryüzü, kır, sahra.

Min-el-ferşi il-el-arş fakir iken talihi yardım edip zengin oluverme.

(ferş-i) sâl-hurd çok eski, çok yaşlı, (çok eski, milyonlarca yıl önce meydana gelmiş olan dünyâ).

ferşiyye (a.i.) döşemecilikte kullanılan malzeme.

ferşiyyât (a.i.) döşeme işleri.

fertût, fertûte (f-S-) pek ihtiyar, pîr, kocamış, bunak, (bkz: ma'tuh, pîre-zen).

fertût-âne (f.zf.) bunakçasına.

fertûtî (f.i.) pîrlik, bunaklık.

ferve (f.i.) kürk, makbul hayvanların postu, kürk kaplı elbise.

ferve-i beyzâ beyaz kürk. [evvelce şeyhülislâmlar giyerdi].

ferve-i murabba' çaprazları mücevherli, kürkü tilki, kabı atlas, düğmeleri murassa' olan kapaniçe.

ferve-i semmûr samur kürk.

ferverdîn (f.i.) 1. bahar mevsiminin ilk ayı. 2. Mecûsîlerin melâikesi.

feryâd (f.i.) 1. yardım istemek için çıkarılan yüksek ses; bağrışma, çağrışma. 2. sızlanma, şikâyet. 3. yaygara, gürültü, (bkz: figan).

feryâd-ı andelîb 1) bülbülün feryadı, ötmesi; 2) yirmi iki martta olan bir fırtına.

feryâd-bahşâ (f.b.s.) feryâdet-tiren.

feryâd-hân (f.b.s.) yardım isteyen.

feryâd-nâk (f.b.s.) patırtılı, gürültülü.

feryâd-nâme (f.b.i.) kendini acındırmak gayesiyle yazılan mektup, yazı.

feryâd-res (f.b.s.) feryâdedenin imdadına yetişen.

ferz (f.i.) satranç oyununda şahın müşaviri, vezîri suretinde kullanılan bir taş.

ferzân (f.i.) ilim ve hikmet.

ferzâne (f.s.) 1. hakîm, feylesof; bilgili [kimse]. 2. tas. nefsânî bağlantılardan sıyrılmış olan derviş.

ferzâne-gân (f. ferzâne'nin c.) âlimler, bilginler.

ferzâne-gî (f.b.i.) bilgi, üstünlük.

ferzend (f.i.c. ferzendân) oğul, çocuk, (bkz: mahdum, veled, ibn).

ferzend-i âb suda yaşayan hayvanlar, hava kabarcığı.

ferzend-i âftâb yakut.

ferzend-i bevvâb bevvaplann Acemi Oca-ğı'na kayıtlı çocukları.

ferzend-i çavuş Tar. Acemi Ocağı'nda kayıtlı bulunan çavuş çocuklarına verilmiş bir ad.

ferzend-i ercmend şerefli çocuk.

ferzend-i hâver yakut.

ferzend-i sipahi tar. Acemi Ocağı'nda kayıtlı bulunan sipahi çocuklarına verilmiş bir ad.

ferzendân (f.i. ferzend'in c.) çocuklar.

ferzend-âne L (f.zf.) oğula yakışacak surette.

ferzin ji (f.i.). (bk ferz).

f e' s uli (a.i.c. füûs) iki yüzlü balta.

fesâd -j (a.i.c. fesâdât) 1. bozukluk.

fesâd-ı ahlâk ahlâk bozukluğu.

fesâd-ı mi'de mîde bozukluğu. 2. fenalık, kötülük; arabozanlık, anlaşmazlık.

Erbâb-ı fesâd eşkıya.

fesâd-ı dimağ delilik.

fesâd-ı te'lîf ed. bir cümlede tertibin, mânâ çıkmayacak derecede karışık ve bozuk olması. 3. S. fitne; alıngan. 4. çürüme, bozulma, çürüklük.

fesâd-âmîz (f.b.s) fesat karıştıran, oyunbozanlık eden.

fesâdât (a.i. fesâd'ın c.) fesatlar.

fesâd-engîz (f.b.s.) fesatla karışık, zararı icâbettiren.

fesâkî (a.i. fıskıyye'nin c.) 1. suyu, aşağıdan yukarı fışkırtan havuz ağızlıkları. 2. çocukların oynadıkları su püskürten oyuncaklar.

fesân (f.i.) 1. bileği taşı (seng-i fe-sân). 2. hikâye, masal, (bkz: fesâne, efsâne).

fesâne (f.i.) asılsız hikâye, masal, (bkz: efsâne).

fesâne-perdâz (f.b.s.) masal ve hikâye düzen, asılsız şeyler söyleyen.

fesâr (f.i.) yular, (bkz: efsâr).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin