Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə47/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   189

gudde-i arakıyye ter bezi.

gudde-i dem'iyye anat. gözyaşı bezi.

gudde-i derakıyye anat. kalkan bezi.

gudde-i dühniyye anat. yağbezi.

gudde-i em'a-i rakîka anat. bağırsak bezleri.

gudde-i fer'iyye anat. yardımcı bez.

gudde-i fevk-al-kilye böbreküstü bezi,

gudde-i inebî anat. salkımsı bez.

gudde-i luâbiyye anat. tükrük bezi.

gudde-i mi'deviyye anat. mîde bezi.

gudde-i nekfiyye anat. çeneden, kulağın yumuşağına kadar olan kısımda, bâzan ufak ufak meydana gelen bezler.

gudde-i sanevberiyye bot.kozalaksı bez.

gudde-i taht-el-fekkiyye anat. Çene altı bezi.

gudde-i taht-el-lisân anat. dilaltı bezi.

guddevî (a.s.) anat. gudde ile ilgili, bezel, fr. glandulaire.

guded (a.i. gudde'nin c.) anat. bezler.

guded-i beşere-i muhâtî anat. bez epiteli.

guded-i cildiyye cilt bezleri.

gûdek (f.i.) çocuk, (bkz: tıfl).

gûdekân (f.i. gûdek'in c.) çocuklar.

gûdek-âne (f.zf.) çocukçasına. (bkz: tıfl-âne, tufûl-âne).

guderâ' (a.i. gadîr'in c.), (bkz. gadîr).

gudrûf (a.i.c. gadârîf) kıkırdak, kıkırdak kemiği.

gudrûf-i darakî anat. hançereyi teşkil eden kıkırdaklardan kalkan şeklinde olan kıkırdak.

gudrûf-i halkavî anat. kıkırdak halka.

gudrûf-i tercihâlî anat. ibriksi kıkırdak, fr. arytenoıde (cartilage).

gudrûf-i türsû anat. hançereyi oluşturan kıkırdaklardan kalkana benzeyeni.

gudrûf-i vustânî anat. burnun deliklerini birbirinden ayıran kıkırdak perde doku.

gudrûfî (a.s.) kıkırdakla ilgili, kıkıkırdaksı. [müen. "gudrûfiyye" kırdağa ait, dir].

gudrûfîn (a.i.) anat. 1. kondrin. 2. kabuklaşma, fr. chondrine.

gudürân (a.i. gadîr'in c.), (bkz. gadîr, guderâ').

gudüvv (a.i.) sabah vakti [bir iş yapma veya yola çıkma].

Bi-l-gudüvvi ve-l-âsâl sabahları ve akşamları.

gudve (a.i.c. gadât) sabah, sabahla güneş doğması arasındaki zaman, (bkz: gudüvv).

gufrân (a.i.) affetme, merhamet etme, yarlıgama.

gufrân-ı ilâhî Allah'ın günahları affetmesi, yarlıgaması.

gufûl (a.i.) dikkatsizlikten veya şaşırmadan dolayı bir işte kusur etme; ne olacağını kestirememe.

gûgird (f.i.) kükürt.

gûh (f.i.) pislik, necaset, (bkz: gâit).

gûk (f.i.) kurbağa, (bkz: dıfda', vakvâk).

gûl (f.s.) ahmak, safdil, bön.

gûl (a.i.) hortlak, şeytan, karakoncolos.

gûl-i beyâbânî gulyabani.

gulâm (a.s.c. gılmân) 1. tüyü, bıyığı çıkmamış delikanlı, genç. 2. köle, esir, kölemen.

gulâmiyye (a.i.) cizye ve başka vergileri tahsil edenlerin topladıkları paraların hazîne veznesine teslimi sırasında cizye veya vergi harç pusulalarının her biri için kendilerine verilen tahsil aidatı.

gulâm-pâre (a.f.b.s. ve i.) kulampara, oğlancı.

gul-âne (a.f.zf.) 1. gul'lere yaraşır surette. 2. üstün bir gayretle.

gulât (a.s. galî'nin c.) 1. (bkz: galî). 2. dinde, mezhepte taassubu çok ileri vardıran kimseler.

gulât-ı Şîa Şîîlik müfritleri, Hz. Alî'ye Allah'lık isnâd ve izafe edenler.

gulâz (a.s.) kaba, kalın.

Eymân-ı gulâz büyük yemin, and.

gûle (f.i.) gülle.

gûle-endâz (f.b.s.) Topçu, nişancı.

gulfe (a.i.) haşefenin etrafında bulunan deri, sünnet derisi.

gulfevî (a.s.) gulfeye, sünnet derisine ait, bu deri ile ilgili.

gulgul, gulgule (a.i.) 1. gürültü, şamata; bağnşıp çağrışma, (bkz: velvele).

gulgule-i etfâl çocukların bağrışıp çağrışması.

gulgule-i müteâl "Allah Allah" sesleri.

gulgule-i sukut düşme gürültüsü.

gulgule-i yâ Müteâl yâ Allah! gürültüsü. 2. ağzı dar bir kapdan akan suyun çıkardığı ses.

gulgule-endâz (a.f.b.s.) ses çıkaran, akseden, çınlayan.

gûll (a.i.c. aglâl) suçlunun boynuna ve bileklerine geçirilen demir halka, zincir, pranga.

gulmet (a.i.) şehvet fazlalığı.

gulüf (a.i. gılâfın c.) kılıflar, kınlar, mahfazalar.

gulüvv (a.i.) 1. haddini aşma, ileri gitme, aşkınlık, taşkınlık.

gulüvv-i âmm umûmî ayaklanma. 2. hücum, saldırış. 3. ed. son derece mübalâğa, (bkz: igrâk).

gulüvv ve igrâk aklın hududunu aşan mübalâğa.

gumûm (a.i. gamm'ın c.) kederler, tasalar, dertler, kaygılar, (bkz: gusas).

gumûz (a.i.) güç anlaşılır, kapalı ve karışık olma [söz], (bkz: muammâ, rumûz).

gumûzet (a.i.) güç anlaşılır olma, karışık olma.

gûn (f.s.) 1. renk. (bkz: fâm, levn).

Gendüm-gûn buğday renkli.

Gül-gûn gül renkli.

Sebz-gûn yeşil renkli. 2. i. gidiş, tarz, sıfat, (bkz: gûne).

gûnâ (f.s.). (bkz. gûne).

gûnâ-gûn (f.zf.) renk renk, türlü türlü; alaca.

gunc (a.i.) naz, cilve, eda, kırıtma.

gunc ü delâl naz ve eda.

gûne (f.i.) türlü, gidiş, tarz, yol; sıfat, (bkz: gûn2).

gûne-gûne (f.zf.) rengârenk, türlü türlü.

gunne (a.i.) genizden gelen ses.

gunûde (f.s.) uyumuş, uyuklamış, ımızganmış.

gunûde-i hâk-i rahmet (rahmet toprağı üzerinde uyumuş) merhum olmuş, ölmüş.

gûnyâ (f.i.) gönye, geometri âleti, fr. equerre.

gûr (f.i.) 1. mezar, kabir. 2. yaban eşeği. 3. meşhur pehlivan Rüstem'in lâkabı.

Behrâm-gûr eski iran şahlarından.

gurâb (a.i.c. agribe, gırbân) karga, (bkz: gırbân).

gurâb-ı ebka', -ı eblak zool. saksağan,

gurâb-ı esved kuzgun karga.

gurâb-ı zemîn karanlık.

gurâb-ül-beyn alakarga.

gûrâb (f.i.). (bkz. serâb).

gûrâbe (f.i.) kubbeli türbe.

gurâbî (a.s.) karga ile ilgili.

gurâbîn (a.i. gurâb'ın c.) kargalar.

gurâbiyye (a.s.) ["gurâbî" nin müen.]. (bkz: gurâbî).

gurâbiyye (a.i.) İslâmî inançlara aykırı düşünceler ileri süren bir mezhep.

gurâb-ül-beyn (a.b.i.) alakarga.

guramâ' (a.i. garîm'in c.) 1. alacaklılar. 2. hasımlar, rakipler, düşmanlar. 3. fecrin ilk aydınlığı, parlaklığı. 4. düşürülen ölü çocuğun [düşüt] canı üzerine alınması lâzım gelen mal diyeti.

guramâ-i sıhhat hastanın sıhhat hâlindeki alacaklıları.

gurbet (a.i.) 1. gariplik, yabancılık. 2. yabancı bir memleket, yabancı yer, vatan dışı, yâdel.

gurbet-gâh (a.f.b.i.) yabancı memleket.

gurbet-zede (a.f.b.s.) gurbet görmüş, gurbete düşmüş olan, memleketinin dışında kalan [kimse].

gure ("gu" uzun okunur, f.i.) koruk, olmamış, ham üzüm.

gurebâ (a.s. garîb'in c.), (bkz: garîb).

gurebâ-i müslimîn Müslüman garipler, kimsesizler.

gurebâ-i yemîn tar. Galata, ibrahim Paşa ve Edirne saraylarından çıkanlarla muharebede fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslümanlardan teşkîl olunan iki süvari bölüğünden biri.

gurebâ-i yesâr tar. Galata, ibrahim Paşa ve Edirne saraylarından çıkanlarla muharebede fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslümanlardan kurulan iki süvari bölüğünden biri.

guref (a.i. gurfe'nin c.) çardaklar, köşkler.

Sûre-i guref Kur'ân'ın 39. sûresi, (bkz: gurufât).

gurema (a.i. garîm'in c.), (bkz. guramâ).

gurer (a.i. gurre'nin c.), (bkz. gurre).

gurfe (a.i.c. guref, gurufât) çardak; köşk; balkon, cumba.

gurfe-i âliye yüksek köşk, çardak.

gûr-hâne (f.b.i.) türbe.

gûristân (f.b.i.) kabristan, mezarlık.

gûr-ken (f.b.i.) mezar kazan, mezarcı, kurgan.

gurm (a.i.). (bkz. garâmet).

gurrân (f.s.) homurdayan, gürleyen, korkunç haykıran.

Şîr-i gurrân gürleyen arslan. (bkz: gurrende).

gurre (a.i.c. gurer) 1. aklık, parlaklık. 2. atın alnındaki beyazlık, akıtma, (bkz: garrâ', sabâh-ül-hayr). 3. arabî ayın birinci gecesi ve günü.

gurre-i muharrem muharrem ayının ilk günü ve gecesi.

gurrende (f.s.) gürleyen, hiddet ve şiddetle bağıran, (bkz: gurrân).

gurûb (a.i.) 1. bir gök cisminin batıda görünmez olması, batması, (bkz: hüsûf, küsûf, ufûl).

gurûb-i şems Güneşin batması. 2. [garb'ın c.], (bkz: garb).

gurûbî (a.s.) gurub ile ilgili.

gurubî saat Güneşin batmış olduğu sırada on ikiyi gösteren saat, alaturka saat.

gurufât (a.i. gurfe'nin c.) çardaklar, köşkler, (bkz: guref).

gurûr (a.i.) boş şeylere güvenerek aldanma, boş şeylerle böbürlenme, kibir, kurum, kurulma; kendini yüksek ve değerli tutma hissi.

Dâr-ül-gurûr (gurur evi) bu dünyâ.

Hâb-i gurûr kendini büyük sanma.

gurûr-i civânî gençlik gururu.

gurûr-i tâat tâat'ın gururu, insanın, ettiği ibâdete güvenmesi.

gurûrî (a.s.) 1. gurûr'a ait, gururla ilgili. 2. i. müz. Türk müziğinin en az beş asırlık bir mürekkep makamı olup, nümunesi kalmamıştır.

gurve (a.i.) burnun ucundaki yumuşak kısım, kıkırdak.

gusâle (a.i.) yıkama suyu, yıkantı.

gûsâle (f.i.) 1. buzağı, dana. 2. kösele, [aslı "gâvsâle" dir].

gusas (a.i. gussa'nın c.) kederler, kaygılar, tasalar, (bkz: gumûm).

gusâs-ı mevt ölüm acıları, ölüm kederleri.

guseyn (a.i.) bot. dalcık, budakcık.

gûsfend (f.i.) koyun, (bkz: ganem).

gusl (a.i.) cünüblük, hayız ve nifas hallerinden sonra din gereğince yıkanma, arınma.

gusl-hâne (a.f.b.i.) 1. gusledilecek, yıkanılacak yer. 2. eski usul evlerde yıkanmaya ve eşya koymaya yarayan, altı çinko kaplı küçük hücre.

gusn (a.i.c. agsân, gusûn) ağaç dalı, budak.

gusn-i şecer ağaç dalı.

gusn-i meksûr kırılmış dal.

gusne (a.i.) tek dal.

gusnî (a.s.) dalla, budakla ilgili.

gûs-pend (f.i.) koyun, (bkz: ganem, gûsfend).

gûspend-küşân (f.b.i.) kurban bayramı, (bkz: îd-i adhâ).

gussa (a.i.c. gusas) keder, kaygı, tasa.

gussâ-yı âşık âşığın tasası, kederi.

gussa-nâk (a.f.b.s.) kederli, kaygılı, tasalı.

gusûn (a.i. gusn'un c.) ağaç dalları, filizler, (bkz: ağsân).

gusûn-i ter taze, genç dallar.

gûş (f.i.) 1. kulak, (bkz: üzn). 2. işitme, dinleme.

gûş-i cân can kulağı.

gûş etmek dinlemek.

gûş-i hûş (akıl kulağı) dikkatle dinleme.

gûş-i mâhî zool. l) yumuşakçalar familyasından bir deniz hayvanının kabuğu; 2) deniz hayvanı kabuğundan yapılan bardak.

guşâ (a.i.) hek. guatr, fr. goitre.

gûşâb (f.b.i.) pekmez.

gûşân (f.i.) pekmez.

gûş-asb (f.i.) 1. rüya. 2. düş azma, (bkz: ihtilâm). 3. s. tüysüz genç.

gûş-dâr (f.b.s.) "kulak tutan" kulak veren, sözü lâyıkıyla dinleyen.

gûşe (f.i.) köşe, bucak.

gûşe-i çeşm gözucu.

gûşe-i dâmen etek ucu.

gûşe-i dehân ağzın iki tarafı.

gûşe-i ferâgat, gûşe-i râhat dinlenme köşesi.

gûşe-i kitâb kitap köşesi.

gûşe-i uzlet ıssız, tenhâ köşe.

gûşe-i vahdet tenha köşe, yalnızlık.

gûşe-bend (f.b.i.) 1. köşebent. 2. g.s. ciltli kitaplarda kapağın dört köşesine yapılan süsleme.

gûşe-dâr (f.b.s.) köşeli.

gûşe-gîr (f.b.i.) bir köşeye çekilen.

gûşe-güzîn (f.b.s.) insanlardan uzaklaşan, bir köşeye çekilen, (bkz. gûşe-nişîn).

gûşe-nişîn köşeye çekilen, insanlardan uzaklaşan, bkz: (münzevî)

gûş-girân (f.b.s.) ağır işiten. (bkz. gûş-girifte, gûş-sengîn).

gûş-girifte (f.b.s.) (bkz. gûş-girân, gûş-sengîn).

gûş-güzâr (f.b.s.). (bkz: gûş-zed).

gûş-hurde (f.b.s.) kulağı burulmuş, terbiye edilmiş.

gûşiş (f.i.) çalışma, çabalama.

gûşmâl (f.i.) kulak bükme, yola getirme, (bkz: te'dîb).

gûş-pîç, gûş-pîçîde (f.b.s.) kulağı burulmuş, terbiye edilmiş, (bkz: gûş-hurde).

gûş-sengîn (f.b.s.) ağır işiten, (bkz: gûş-girân, gûş-girifte).

gûşt (f.i.) et. (bkz: lahm).

gûş-tîn (f.b.s.) etten, etten ibaret.

gûş-vâr, gûş-vâre (f.b.i.) küpe.

gûş-vâre-i felek yeni doğmuş Ay.

gûş-zed (f.b.s.) kulağa çarpan, işitilen.

gute ("gu" uzun okunur, f.i.) suya dalma; suya bir kere dalıp çıkma.

gute-hâr, hor (f.b.s.) suya dalan.

guvât (a.s. gavî'nin c.) azgınlar, sapkınlar, (bkz: gavî).

gûy (f.i.) 1. Acemlere mahsus bir çeşit oyun topu; yuvarlak şey.

gûy-i müsâbakat yarış topu.

gûy-i sîm (gümüş top) astr. Ay.

gûy-i zerrin astr. Güneş.

gûy ü çevgân ingilizlerin golf oyununa benzer şekilde, meydan topunun atlılar tarafından uçları eğri değneklerle atılması esâsına dayanan şark oyunu; bu hususta yazılmış Farsça bir eserin adı. 2. söz.

Güft ü gûy dedikodu, (bkz: kıl ü kal). 3. s. söyleyen, söyleyici.

gûyâ (f.s.) 1. söyleyen, söyleyici. 2. zf. sanki, diyelim ki.

Tûtî-i gûyâ (söyleyen dudu) şakrak söyleyen.

gûyân (f.s.) l. söyleyen, söyleyici, konuşan. 2. zf. gûyâ.

gûyende (f.s.) söyleyen, söyleyici. (bkz: kail).

gûyende-gî (f.i.) söyleyicilik.

gûyî (f.i.) söyleme, söyleyiş.

Hoş-gûyî güzel, düzgün, hoş söyleme.

gûyiş (f.i.) konuşma.

guyûb (a.s. gayb'ın c.) kayıplar, (bkz: gayb).

guyûm (a.i. gaym'ın c.) bulutlar, (bkz: gaym).

guyûs (a.i. gays'ın c.) yağmurlar.

guzât (a.s. gazî'nin c.), (bkz. gazî).

gûze (f.i.) koza. (bkz: guze).

guze ("gu" uzun okunur, f.i.) koza. (bkz: gûze).

gûze-i âb su kabarcığı.

guze-i penbe pamuk kozası.

güdâhte (f.s.) erimiş.

-güdâz (f.s.) eriten, yakan, mahveden. ["güdâhten" yahut "güdâzîden" mastarından].

Tahammül-güdâz tahammül eriten.

Tâkat-güdâz takati mahveden., v.b.

güdâzende (f.s.) eritici, eriten.

güdâziş (f.b.s.) yanma, yakılma.

güft (f.i.) 1. söz, lâkırdı, (bkz: kelâm). 2. dedi, söyledi.

güft ü gû (güft dedi, gû söyle) dedikodu. (bkz. kıl ü kal).

güft ü kal (bkz ; güft ü gû, kıl ü kal).

güft ü şînîd mesmuât, duyulan haberler, dedikodu.

güftâr (f.i.) söz.

güftâr-ı şîrîn tatlı söz.

Perîşân-güftar sözü dağınık olan, sözünde düzen olmayan.

Şeker-güftâr (şeker sözlü) tatlı sözlü.

güftâr-ı âtıl boş söz, boş lakırdı.

güftâr-ı senc (f.b.s.) söz tartan, uygun, ölçülü söz söyleyen.

güfte (f.s.) söyleniş, söylenmiş. 2. müz. bir söz eserinin bestelenmiş bulunan manzum sözleri.

güfte-kârî (f.b.i.) g.s. 1. pirinçten yapılma, motif ve yazılarla süslü fener, lâmba ayağı. 2. üstünde yazılar bulunan ve yalnız iran'dan gelen bir cins halı.

güher (f.i.) ["gevher"in hafifletilmişi]. (bkz. gevher).

güher-bâr (f.b.s.) cevher yağdıran. (bkz. gevher-bâr).

güher-feşân (f.b.s.) cevahir saçan, (bkz: güher-pâş).

güher-fürûş (f.b.s.) cevher satan.

güher-pâre (f.b.i.) cevher parçası.

güher-pâş (f.b.s.) cevahir saçan. (bkz. güher-pâ).

güher-rîz (f.b.s.) cevher döken.

gül (f.i.) 1. çiçek. 2. bilinen çiçek, gül çiçeği; gül ağacı, [kıyâsî olmayan cemi "gülân"dır].

gül-i gül-zâr gül bahçesinin gülü.

gül-i ra'nâ güzel gül; dışı sarı, içi kırmızı renkte olan bir çeşit gül.

gül-i ruh-sâr 1) güle benzeyen yanak, gül yanak; 2) meşhur bir çeşit lâle.

gül-i sad-berk katmerli bir çeşit iri gül.

gül-i surh kırmızı gül.

gül-i ter taze gül.

gül-i zemîn meşveret meclisi.

gül-i zîba güzel, parlak gül.

gül-âb (f.b.i.) gülsuyu, (bkz: cüllâb).

gül-âb-dân (f.b.i.) içine gülsuyu konulan mahfaza, kap.

gülâbiye (f.b.i.) kek; bir pasta çeşidi.

gülâc (f.i.) 1. nişastadan yapılan ince yufka, güllâç. 2. içerisine toz hâlindeki acı ilaçları koymak üzere eczacıların kullandıkları, nişastadan yapılmış küçük ve yuvarlak mahfaza.

gülân (f.i. gül'ün c.) güller.

gül-bâğ (f.b.i.) gül bahçesi, (bkz: gülistan, gül-şen, gül-zâr).

gül-bahâr (f.b.i.) 1. pembe boya. 2. kadın adı. 3. bir çeşit tavla oyunu.

gül-bâm (f.b.i.). (bkz. gül-bâng).

gül-bâng (f.b.i.) eskiden tekkelerde, âyin sırasında, saraylarda muayyen merasim sırasında hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi veya dua.

Gülbang "Allah Allah illallah, baş üryan, sîne püryân, kılıç kalkan, bu meydanda nice başlar kesilir olmaz hiç soran, eyvallah eyvallah kahrımız kılıcımız düşmana ziyan, kulluğumuz pâdişâha ayan, üçler, yediler, kırklar, gülbang-ı Muhammedi, Nûr-i Nebî, kerem-i Alî, pîrimiz, sultânımız hünkâr Hacı Bektâş-i Velî demine hû diyelim hû".

gülbang-ı Muhammedi ezan.

gülbeden (f.b.s.) bedeni gül gibi lâtif ve nâzik olan.

gül-berg (f.b.i.) gül yaprağı.

gül-berg-i bâg-ı ömr ömür bahçesi gülünün yaprağı; mec. torun.

gülberg-i ter taze gül yaprağı.

gül-be-şeker (f.b.i.) bir çeşit gül tatlısı.

gül-bezek (f.t.b.i.) açılmış gül şeklinde bir süs, bezeme.

gül-bister (f.b.i.) gülden yatak.

gül-bîz (f.b.s.) 1. gül serpen. 2. i. kadın adı.

gül-bûse (f.b.s.) (gül öpüşlü) öpmesi gül hissini veren.

gül-bün (f.b.i.) gül kökü, gül biten yer.

gül-cemâl (f.a.b.s.) gül yüzlü, yüzü gül gibi güzel olan.

gül-çe (f.i.) 1. gülcük, küçük gül; çiçekcik. 2. g. s. fildişi oyma ve kakmalarda bir göbek etrafına dizilmiş sipiral petallerden ibaret sitilize gül motifi, rölyef motif, [buna rosace (rozas) da denilir].

gül-çehre (f.b.s.) gül çehreli, çehresi gül gibi lâtif olan.

Duhter-i gül-çehre gül çehreli kız. [fasihi "gül-çihre" dir].

gül-çîn (f.b.s.) gül toplayan, gül devşiren.

gül-dân (f.b.i.) gül mahfazası, çiçeklik, vazo.

gül-dehân, gül-dehen (f.b.s.) gül ağızlı, ağzı gül gibi olan.

gül-deste (f.b.i.) 1. gül demeti; çiçek destesi. 2. müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Eskiden mevcut olup da ismi bilinmeyen bu makama H. Saadettin Arel tarafından bu isim verilmiştir. Güldeste, pûselikte zirgüle, ruhnüvâz ve mahur makamlarından mürekkeptir. Bu diziler serbest ve karışık kullanılabilir. Makam, mahur veya mâhur'-un ilk beşlisi ile rast perdesinde kalır. Birinci derecede güçlü, ruhnüvâz'ın durağı olan hüseynîdir. Donanıma yalnız fa için bir küçük mücenneb diyezi konur ki, makamın terkibindeki her üç dizi'nin de müşterek bir arızasıdır. Ayrıca nota içerisinde îcâbeden yerlere zirgüle'nin pûselik şeddi için re ve la bakıyye diyezleri, ruhnüvâz (mi de pûselik) için ve bakıyye diyezi konur. 3. şiir antolojisi.

güle (f.i.) kıvrılmış ve bükülmüş saç, zülüf.

gülef (f.i.) bot. bir çeşit kırmızı gül.

gül-efsûn (f.b.i.) afsunlu şarap.

gül-efşân (f.b.s.) gül saçan.

gül-endâm (f.b.s.) gül boylu, nâzik, güzel endamlı.

gül-engübîn (f.b.i.) bal ile yapılan gül murabbâsı.

gül-fâm (f.b.s.) 1. gül renkli, gül gibi rengi kızıl olan. 2. i. kadın adı.

gül-fem (f.b.s.) 1. gül ağızlı, ağzı gül gibi küçük olan. 2. i. kadın adı.

gül-feşân (f.b.s.) gül saçan.

gül-geşt (f.b.i.) gül seyri, gül gezintisi.

gül-geşt-i sahrâ kırda gül veya çiçek seyri için yapılan gezinti.

gül-gonce (f.b.i.) henüz açılmamış gül.

gül-gûn (f.b.s.) 1. gül renkli, pembe. 2. i. kadın adı.

gül-gûne (f.b.i.) 1. kadınların kullandıkları gül renkli düzgün. 2. s. gül renkli. 3. s. gül yanaklı.

gülgûn kümeyt (f.b.i.) kırmızı şarap.

gülgülî (f.s.) gül renkli, pembe.

gül-hen (f.b.i.) külhan, hamam ocağı. [gül: ateş + hen: hâne = ateşhâne].

gül-hîz (f.b.s.) gül bitiren, gül yetiştiren.

gülî (f.s.) gül renkli.

gül-istân (f.b.i.) 1. (bkz: gül-zâr). 2. Şîrazlı Şeyh Sadi'nin meşhur eseri. 3. müz. Türk müziğinin en az beş asırlık mürekkep makamlarından olup nümunesi kalmamıştır. 4. Istrati Sabuncaki tarafından 1910'da istanbul'da aylık olarak yayımlanmış çiçekçilik ve bahçıvanlığa ait bir dergi.

gül-izâr (f.b.s.) 1. gül yanaklı, al yanaklı.

gül-izâr-ı gonce-fem ağzı koncaya benzeyen gül yanaklı güzel. 2. müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Tahminen beş asır evvel terkîbedilmiştir. Buna "Hüseynî Gül-izâr" da denilir. Karcığar ve hüseynî makamlarından mürekkeptir. Hüseynî ile dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede hüseynî'nin güçlüsü olan hüseynî ve ikinci derecede de karcığar güçlüsü olan nevâ'dır. Donanımına hüseynî'ninki gibi si koma bemolü ve fa bakıyye diyezi konur. Karcığar'da bu iki arıza müşterek olup, ayrıca mi için bakıyye bemolü ilâve edilir. Makamın umûmî seyri inicidir.

gül-kand (f.b.i.) bir çeşit gül tatlısı.

gül-kâr (f.b.i.) 1. çiçek yetiştiren. 2. çiçekçi.

gülmîh (f.b.i.) kapı kanatlarına, dolap kapaklarına çivi altına konulan pul, kabara.

gül-nahl (f.b.i.) gül ağacı, gül fidanı.

gülnâk (f.i.) hisar ve kale.

gül-nâr (f.b.i.) nar çiçeği.

gül-nârî (f.b.s.) nar çiçeği renginde olan.

gül-nefesî (f.b.i.) güzel kokululuk, hoş ve lâtif sözlülük.

gül-nihâl (f.b.i.) gül fidanı.

gül-nikab (f.a.b.i.) yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-pûş).

gül-nûş (f.b.s.) 1. gül içen. 2. i. kadın adı.

gül-pûş (f.b.s.) gül örtülü, pembe yüzlü, (bkz: gül-nikâb).

gül-reng (f.b.s.) gül renkli, pembe.

gül-reng-i feyz meşhur bir çeşit lâle.

gül-rîz (f.b.s.) 1. gül saçan, gül serpen. 2. meşhur bir çeşit lâle.

gül-rû[y] (f.b.s.) gül yüzlü, al yanaklı.

gül-ruh, gül-ruhsâr (f.b.s.) gül yanaklı güzel.

gül-ruh (f.b.i.) müz. Türk müziğinin mürekkep makamlanndan olup elde nümunesi yoktur.

gül-şâh (f.h.i.) Varaka'nın sevgilisi, masal kadını.

gül-şeker (f.b.i.) gül tatlısı.

gül-şen (f.b.i.) 1. gül bahçesi. 2. kadın adı. (bkz: gül-istân, gül-zâr). 3. 1886 -1887 yıllarında Kirkor Efendi tarafından istanbul'dan yayımlanmış olan haftalık, edebî ve fennî dergi.

Gülşen-i Şuarâ (şâirler bahçesi) Bağdat'lı Ahdî'nin (öl. 1594) kısa bir devreyi (1522 -1563) içine alan biyografi kitabı.

gül-şen-i vefâ müz. Türk müziğinin mürekkep makamlarındandır. Ferâizcizâde ibrahim Vefa Efendi tarafından 1900 senelerinde terkîbedilerek bir peşrev ile bir saz semaîsi yazılmıştır. Bu makam daha sonra başka bir bestekâr tarafından kullanılmamıştır.

gülşen-âbâd (f.b.i.) Beşiktaş'taki eski saraylardan birinin adı.

gülşen-ârâ (f.b.s.) gül bahçesini süsleyen.

gülşen-fürûz (f.b.s.) gül bahçesini düzenleyen.

gülşeniyye (f.h.i.) tas. Halvetiye tarikatı kollarından biri. [Diyarbakır civarında 826 (1422) da doğan İbrahim Gülşenî tarafından kurulmuştur].

gülşen-gâh (f.b.i.) gül bahçesi.

gülşen-sarây (f.b.i.) gül bahçesi içindeki saray.

gülşen-tirâz (f.b.i.) bahçıvan.

gül-ten (f.b.s.) 1. gül tenli, gül vücutlu. 2. i. kadın adı.

gülû (f.i.) boğaz, [insanda veya hayvanda], (bkz: halk).

gülû-bend (f.b.i.) boğaz sargısı, boyuna sarılan bağ.

gülû-gîr (f.b.s.) 1. boğaz tutan, boğazda kalan, boğazdan güçlükle geçen [şey] 2. ahlat armudu.

gülve (f.i.) fırın bacası.

gül-vend (f.b.i.) hediye [en çok, incir, ceviz, fıstık dizisinden yapılan armağan].

gül-zâr (f.b.i.) 1. gül bahçesi, gül tarlası, (bkz: gül-bağ, gül-istân, gül-şen).

gül-zâr-ı firâk ayrılık gül bahçesi.

gül-zâr-ı hümâyûn-sây şahane gülzâr, pâdişâhlara mahsus ve lâyık gül bahçesi. 2. müz. Türk müziğinin en az iki asır evvel terkî-bedilmiş mürekkep makamlarından olup A. A. Konuk'un kâr-ı nâtık'ının düyek usullü 119 (son) parçası, bu makama misâldir.

gül-zemîn (f.b.i.) mec. işret edilen, içilen yer.

güm (f.s.) kayıp, yitik, (bkz: zâyi').

gümân, gümâne (f.i.) zan, sanma, sezme.

Bed-gümân şüpheci, fena düşünceli, (bkz: zann, vehm).

gümâşte (f.i.c. gümâşte-gân) vezir, vekil.

güm-geşt, güm-geşte (f.b.s.) kaybolmuş, (bkz: güm-şüde).

güm-kerde, güm-kerde-pey (f.b.s.) adı sanı kaybolmuş, eseri kalmamış, izi yok olmuş.

güm-nâm (f.b.s.) adı sanı yok olmuş, unutulmuş.

güm-râh, güm-reh (f.b.s.) 1.yolunu şaşırmış, doğru yoldan ayrılmış, (bkz: dâll). 2. bol, gür.

gümrâhân (f.s. gümrâh'ın c.) yolunu şaşıranlar, doğru yoldan ayrılmış olanlar.

güm-râhî (f.b.i.) doğru yoldan çıkmış olma, yolunu şaşırmış olma, sapıtma.

güm-şüde (f.b.s.) kaybolmuş, telef olmuş, (bkz: güm-geşt, güm-geşte).

gün (f.i.) haya, husye.

günâh (f.i.) Allah'ın emirlerine aykırı olarak görülen iş, dînî suç. [nazımda "güneh" şeklinde geçer], (bkz: güneh, ism, zenb).

günâh-kâr (f.b.s.) günahlı, günah işleyen, (bkz: güneh-kâr, güneh-pîşe).

günâh-kârâne (f.b.zf.) günah işleyene yaraşır surette.

günâh-kârî (f.b.i.) günahkârlık.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin