Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə57/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   189

hem-râhî (f.b.i.) yol arkadaşlığı, yoldaşlık.

hem-râz (f.b.s.) sıkı fıkı arkadaş, sır arkadaşı, (bkz: sır-dâş).

hem-râzî (f.i.) arkadaşlık dostluk.

hem-reh (f.b.i.). (bkz. hem-râh).

hem-reng (f.b.s.) bir renkte, rengi bir; mec. huyları bir olan.

hem-rev (f.b.s.) beraber giden, yol arkadaşı.

hem-re'y (f.a.b.s.) bir reyde, bir sözde bulunan, oydaş.

hem-rikâb (f.a.b.s.) müsâvî; atbaşı beraber.

hem-rîş (f.b.s.) 1. sakalları bir örnek olan. 2. bacanak [iki kız kardeşle evlenen erkekler].

hem-rütbe (f.a.b.s.) ayni rütbede olan. (bkz: hem-pâye-gân).

hem-sâl (f.b.i.) yaşdaş, yaşıt, (bkz: hem-sinn, hem-zâd).

hem-sâye (f.b.i.c. hem-sâyegân) komşu.

hem-sâye-i mesîh Güneş.

hem-sâyegân (f.b.i. hem-sâye'nin c.) komşular.

hem-sâyegî (f.b.i.) komşuluk.

hem-sâz (f.b.s.) 1. uygun, uygunluk. 2. arkadaş, arkadaşlık.

hem-sebak (f.b.i.) ders arkadaşı, beraber ders okuyan, mektep (okul) sınıf arkadaşı.

hem-sefer (f.a.b.i.c. hem-seferân) yol arkadaşı, yoldaş, (bkz: hem-râh).

hem-seferân (f.a.b.s. hemsefer'in c.) yol arkadaşlan, yoldaşlar.

hem-seng (f.b.s.) bir tartıda, bir ölçüde.

hem-ser (f.b.i.) 1. arkadaş, kafadar. 2. erkek ve kadın eşlerden her biri.

hem-serî (f.b.i.) karıkocalık.

hem-sıfat (f.a.b.s.) aynı vasıfta, nitelikte olan.

hem-sifâl (f.a.b.s.) kadeh arkadaşı, (bkz: hem-kadeh).

hem-sinn (f.a.b.s.) sinleri, yaşları bir olan, yaşıt, (bkz: hem-sâl, hem-zâd).

hem-sohbet (f.a.b.s.) birbiriyle sohbet eden, konuşan, arkadaş.

hem-sufre (f.a.b.s.) sofra arkadaşı.

hem-süvâr (f.b.s.) beraber ata binmiş olan, yol arkadaşı.

hem-şehrî (f.b.i.) 1. bir memleketli. (bkz: hem-dih). 2. yurttaş.

hem-şekl (f.a.b.s.) bir şekilde, bir biçimde, şeklen bir olan.

hem-şerr (f.a.b.s.) kötülükte beraber olan.

hem-şevher (f.b.s.) kocalan bir, ortak kadın, kuma. (bkz: hem-şûy).

hem-şikem (f.b.i.) ikiz çocuk. (bkz. tev'em).

hemşîme (a.i.) l . ağaçları kurumuş yer. 2. kuru odun; kuru odun olmaya yüz tutmuş ağaç.

hemşîre (f.i.) "sütleri bir olan" kızkardeş. (bkz: uht).

hemşîre-zâde (f.b.i.) kızkardeş çocuğu, yeğen.

hem-şûy (f.b.i.) ortak, kuma. (bkz: hem-şevher).

hem-tâ (f.b.s.) benzer, taydaş, denk, müsâvî.

hem-tâziyâne (f.b.i.) çapulda, yağmada arkadaş, omuzdaş.

hem-tek (f.b.s.) yoldaş, arkadaş.

hem-terâzû (f.b.s.) bir tartıda, bir ölçüde, müsâvî, denk.

hem-vâr (f.b.s.) l . düz yer, bir çırpıda olan yer, uygun yer.

Nâ-hemvâr çarpık, eğri, düz olmayan. 2. zf. dâima, (bkz: hemîşe).

hem-vâre (f.b.zf.) dâima, her zaman. [nazımda kullanılır], (bkz. muttasıl).

hem-vârî (f.i.) düz olma, düzlük.

hemyân (f.i.) heybe, dağarcık, çanta,

hemyânçe (f.i.) kese; küçük torba; çanta.

hemz (a.i.) 1. sıkma [parmaklarla]. 2. dürtme. 3 . ısırma. 4 . yere çalma.

hem-zâd (f.b.s.) 1. yaşdaş, yaşı bir. (bkz. hem-sâl, hem-sinn).

hem-zânû (f.b.s.) yan yana oturan; diz dize oturup konuşan.

hemze (a.i.c. hemezât) 1. Arapçada elifin adı. 2. "elif, vav, ye, he" üzerine konulan ( t ) işareti. 3. parmakla sıkma, bir yere sıkıştırma ve dürtme.

hem-zebân (f.b.s.) 1. dilleri bir olan, aynı dili konuşan. 2. ağzı bir olan.

hem-zemân (f.a.b.s.) 1. çağdaş. 2. aynı zamanda işleyen.

hem-zeman muadelât mat. denklemler sistemi, fr. equations simultanees.

hem-zemânî (f.a.b.i.) çağdaşlık, eşinzamanlık, fr. synchronisme.

hem-zemîn (f.b.s.) aynı düzeyde, aynı seviyede olan.

hem ziyâret, hem ticâret bir ziyaret sırasında, herhangi bir iş ile de ilgilenildiği zaman kullanılan, söylenen bir deyim.

henâzîr (a. hınzîr'ın c.) 1. hınzırlar, domuzlar.

Dâ-ül-henâzîr hek. domuzbaşı denilen ve ekseriya boyunda çıkan şiş, sıraca. 2. mec. kötü, fena kişiler, hınzırlar.

hencâm (f.s.) beceriksiz, elinden iş gelmeyen.

hencâr (f.i.) usul, yol, kaide, kural.

Nâ-be-hencâr usulsüz, yolsuz.

hendese (a.i.) geometri.

Usûl-i hendese geometri kitabı.

hendese-i âdiyye geo. elemanter geometri, fr. geometrie elementaire.

hendese-i murakkama geo. kotlu geometri, fr. geometrie cotee.

hendese-i mücesseme geo. "uzay geometri, fr. geometrie dans I'espace.

hendese-i müsteviyye geo. düzlem geometri, fr. geometrie plane.

hendese-i resmiyye geo. tasarı geometri, fr. geometrie descriptive.

hendese-hâne (a.f.b.i.) Tanzimat'tan biraz önce açılmış olan mühendis mektebi.

Hendese-hâne-i bahrî Bahriye Mektebinin ilk adı. [1. Abdülhamit zamanında 1187-(1773) yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersane içinde açılmıştır].

hendesî, hendesiyye (a.s.) geometrik, geometri ile ilgili.

Eşkâl-i hendesiyye geometrik şekiller.

hendesî silsile-i ale-l-vilâ geo. Geometri dizisi, geometrik dizi.

heng (f.i.) 1. güç, kuvvet. 2. ağırlık, vakar.

hengâm (f.i.) zaman, çağ, sıra, vakit, mevsim.

hengâm-ı şitâ kış mevsimi.

hengâme (f.i.) kavga, gürültü.

hengâme-i azab azap zamanı.

hengâme-gîr (f.b.i.) 1. hikâye söyleyici; oyuncu; hokkabaz. 2. kavgacı, gürültücü. 3. leke tozu, diş macunu gibi şeyler satan çığırtkanlar.

hengâme-gîrî (f.b.i.) hengâmegirlik, kavgacılık.

hengâmî (f.s.) bir mevsim yaşayabilen nesne.

henî (a.s.) hazmi kolay, sıhhate uygun.

henîen (a.zf.) afiyet olsun, şifâ olsun!

henüz (f.zf.) şimdiye kadar, bu âne dek; daha, yeni, hâlâ; ancak.

her (f.e.) hep, bütün.

her hâl ü kâr (da) her türlü durum ve şart (a rağmen).

her-ân (f.zf.) her dakika, her zaman, dâima, (bkz: her-dem, her-gâh).

her-âyîne (f.zf.) mutlaka; herhalde; elbette; zarurî.

her-bâr (f.zf.) her defa, dâima.

herc (f.i.) karışıklık, gürültülü ve karışık hareket.

herc ü merc altüst, karmakarışık, allak bullak, darmadağınık.

hercâî (f.s.) hercâyi, kararsız, sebatsız.

hercâîlik (f.t.b.i.) vefasızlık, sebatsızlık, kararsızlık.

her-çend (f.zf.) her ne zaman.

herçi-bâd-âbâd (f.zf.) ne olursa olsun, ister istemez.

herçih (f.e) her ne, her ne şekilde.

her-dem (f.zf.) her dakika, her zaman, dâima, (bkz: her-ân; her-gâh).

her-dem tâze tazeliğini, parlaklığını hiç kaybetmeyen.

hereb (a.i.) 1. kaçma, (bkz: firâr). 2. şiddetli keder.

herebân (a.i.) korkup kaçma.

herem (a.i.) 1. kocama, kocalma, ihtiyarlama.

Hengâm-ı herem ihtiyarlık zamanı. 2. h. i. Mısır Ehramlarından biri.

heremân (a.h.i.) Mısır'da taştan yapılmış, âsâr-ı atîkadan iki bina, Ehramlardan ikisi.

herem-dîde (a.f.b.s.) kocamış, ihtiyarlamış, zayıflamış.

heremî (a.s.) ehram ile, piramit ile ilgili, onun gibi.

herem-resîde (a.f.b.s.) ihtiyarlığa ermiş, kocalmış.

her-gâh (f.zf.) her zaman, her vakit, (bkz: her-ân, her-dem).

hergele (f.i.) 1. eşek sürüsü. 2. binek ve taşıta alışmamış huysuz hayvan. 3. terbiye ve görgüden uzak, bayağı, aşağılık kimse.

hergiz (f.zf.) asla, katiyyen, hiç bir vakit, hiç bir suretle.

her-heft (f.b.i.) kadınların süs olarak kullandıkları yedi şey kına, çivit, lal (allık), üstübeç, antimon, altın varak, mis.

herîm (a.s.) çok ihtiyarlamış veya çökmüş [kimse].

herîr (a.i.) 1. köpek hırlaması. 2. köpek uluması, (bkz: herr).

herîse (a.i.) keşkek yemeği.

herkele (a.s.) 1. ince, zarif, hoş (bkz: hirekle, hurekile). 2. i. hoşluk, incelik.

herr (a.i.) köpek hırlaması, köpek uluması, (bkz: herîr).

hers (a.i.) bot. mersin ağacı.

herseme (a.i.) 1. arslan. (bkz: dırgam, esed, gazanfer, haydar, şîr). 2. burun.

hert (a.i.) 1. yırtma. 2. dürtme. 3. dokunaklı söyleme.

herv (a.i.) 1. sopalama, dövme. 2. pişirme.

hervele (a.i.) 1. koşma, (bkz: şitâb). 2. leng, at yürüyüşü; yürüyüş.

herze (f.s.c. herzevât) boş lâkırdı, saçma, (bkz: tirzîk).

herze-derây (f.b.s.) mânâsız söz söyleyen, saçmasapan konuşan, geveze, yanşak, (bkz. herze-gû, herze-hâ, herze-lâ).

herze-gû (f.b.s.) saçma sözler söyleyen, (bkz. herze-hâ, herze-lâ).

herze-gûyî (f.b.i.) herze söyleyicilik.

herze-hâ (f.b.s.). (bkz. herze-gû, herze-lâ).

herze-hâr (f.b.s.c. herze-hârân). (bkz: herze-derây, herze-gû, herze-hâ, herze-lâ).

herze-hârân (f.b.s. herze-hâr'ın c.) saçma sapan konuşanlar.

herze-hâyî (f.b.i.) herze söyleme, saçma sapan söyleme.

herze-kâr (f.b.s.) abuk sabuk, saçma sapan konuşan, (bkz: herze-gû).

herze-lâ (f.b.s.) (bkz. herze-gû, herze-hâ).

herze-pâş (f.b.s.).(bkz: herze-gû).

herze-vât (a.s. herze'nin c.) boş lâkırdılar, saçma sapan sözler.

herze-vekîl (a.b.s.) her işe karışıp boşboğazlık eden, saçma sapan konuşan.

herze-vekîl-i kâinât boşboğazlığıyla tanınmış.

hesâb (a.i.). (bkz. hisâb).

hesâbı-ı cârî eko. iki kişi arasındaki alacakların belirli bir süre sonunda tasfiyesi yapılmak üzere karşılıklı borçlu ve alacaklı hesaplara ayrıntılarıyla yazılması.

hesâbât-ı asliyye eko. muhasebede tutulan hesaplardan bir hesap dalını gösteren ve talî hesaplara ayrılabilen ana hesaplar.

hesâbî (a.s.). (bkz. hisâbî).

hestî (f.i.) var olma, varlık, (bkz: mevcûdiyyet).

heşâşet (a.i.) gevreklik.

heşîm (a.s.) kırılmış, ufalanmış.

heşş (a.s.) 1. şen, keyifli. 2. kolay kırılır olan, gevrek.

heşt (a.s.) 8 sayısı.

heşt-âd, heşt-ed (f.s.) seksen, (bkz: semânîn, semânûn).

heşt-bihişt (f.b.s.) 1. Kur'an'da adı geçen sekiz cennet [Huld, Dâr-üs-selâm, Dâr-ül-karâr, Adn, Me'vâ, Naîm, İlliyyîn, Firdevs]. 2. Idrîs-i Bitlîsî'nin sekiz Osmanlı pâdişâhı için yazdığı meşhur târihi. 3. İlk Osmanlı edebiyatı şuarâ tezkiresinden Sehî tezkiresi.

heşt-pâ[y] (f.b.i.) zool. ahtapot.

heştüm, heştümîn (f.s.) sekizinci, (bkz: sâmin).

hetf (a.i.) inceden inceye ve gizlice bir şeyi hatırlatma, fısıldama.

hetk (a.i.) yırtma, yarma.

hetki-i hicâb-ı ismet namus perdesini yırtma.

hetk-i perde-ırz namus perdesini yırtma, ırza saldırma.

hetl (a.i.). (bkz. hütûl).

hetlân (a.i.) sürekli yağan hafif yağmur.

hetn (a.i.). (bkz. hütûn)

hetr (a.i.) 1. fena sözlerle birini kötüleme. 2. bunama. 3. sersemleme.

hettâk (a.s.) yırtıp parçalayan.

hevâ (a.i.) heves, istek, arzu; sevgi; hoşlanma.

Ehl-i hevâ hırs sahipleri, nefsine düşkünler.

hevâ vü heves zevk ve şehvetler.

hevâ-yi çeşm-i mest mahmur gözün arzusu.

hevâ-yi ışk aşk arzusu.

hevâ-yi sayd av hevesi.

hevâ-yi sevdâ-fezâ sevda arttıran hava.

hevâ-yi vatan vatan havası.

hevâcir (a.i. hâcire'nin c.) 1. hicret edenler, göçenler, 2. günlerin en sıcak zamanları.

hevâcis (a.i hâcise'nin c.) akla gelen kötü düşünceler, kuruntular.

hevâ-dâr (f.b.s.) 1. havadar, etrafı açık, rüzgârlı yer. 2. yar, dost. (bkz. hevâ-hâh).

hevâdî (a.s. hâdî'nin c.) 1. hidâyet edenler, doğru yol gösterenler. 2. kılavuzlar, rehberler, (bkz: hüdât).

hevâdic (a.i. hevdec'in c.) kadınların binmesi için, deve üzerine yapılan mahfeler.

hevâ-hâh (a.f.b.i.) yar, dost. (bkz: hevâ-dâr2, muhibb).

hevâî (a.s.) 1. nefis ve şehvetine mağlûp olmakla ilgili. 2. nefsine düşkün, ciddî şeylerle ilgisiz, [müen. "hevâiyye"]. 3. havaya ait, hava ile ilgili; havada bulunan.

hevâi hat 1) direklere dikilmiş telefon, telgraf telleri; 2) teleferik.

hevâî hisse tar. Osmanlı devletinde Umar, zeamet, sipahi sahiplerine verilen ek paylar.

hevâî-meşreb (a.b.s.) gelgeç tabiatlı, hoppa.

hevâiyyât (a.s. hevâî'nin c.) ciddî olmayan, gelip geçici şeyler.

hevâmm (a.i. hâmme'nin c.) zool. böcekler, haşereler, [pire, karınca, kehle, yılan, akrep... gibi].

El-avâm ke-l-hevâmm halk böcekler gibidir.

hevâmm-ı cerebî uyuz hastalığı böceği.

hevân (a.i.) horluk, aşağılık, zelillik, alçaklık.

hevâ-perest (a.f.b.s.) nefsine, zevkine düşkün, sefih [kimse].

hevâ-perestî (a.f.b.i.) nefsine, zekine düşkünlük, sefih olma durumu.

hevdec (a.i.c. hevâdic) kadınlar için deve üzerine yapılan mahfe.

heves (a.i.) 1. arzu, istek. 2. gelip geçici istek.

Nev-heves yeni hevesli, yeni alışan.

hevesât (a.i. heves'in c.) hevesler.

hevesât-ı nefsâniyye nefis düşkünlükleri.

heves-bâz (a.f.b.s.) hevesli, istekli, (bkz: heves-kâr, heves-nâk).

heves-dâr (a.f.b.s.) hevesli.

heves-güzâr (a.f.b.s.) keyfince vakit geçiren.

heves-güzârâne (a.b.zf.) keyfine göre hareket edercesine.

heves-kâr (a.f.b.s.c. heveskârân) hevesli, istekli, (bkz: heves-nâk).

heves-kârân (a.f.b.s. heveskâr'ın c.) hevesliler, istekliler, (bkz: heves-nâkân).

heves-kârâne (a.f.b.zf.) heves-kâr, hevesli kimseye yakışacak yolda.

heves-kârî (a.f.b.i.) heveskârlık.

heves-nâk (a.f.b.s.c. hevesnâkân) heves edici, hevesli, (bkz: heveskâr).

heves-nâkân (a.f. hevesnâk'ın c.) heves edenler, hevesliler, (bkz: heves-kârân).

heves-perver (a.f.b.s.) hevesli, (bkz: heves-kâr, heves-nâk).

heves-perverân (a.f. heves-perver'in c.) hevesliler, istekliler, (bkz: heves-kârân).

heves-perverâne (a.f.zf.) hevesli olana yakışacak şekilde.

heves-rübâ (a.f.b.s.) heves uyandıran.

hevl (a.i.c. ehvâl) korku, (bkz: havf).

hevl-âver (a.f.b.s.) korku getiren, korku veren, korkunç, (bkz: hevl-engîz).

hevl-engîz (a.f.b.s.) korkunç, (bkz: hevl-âver).

hevl-nâk (a.f.b.s.) korkunç, korkulu.

Mevt-i hevl-nâk korkunç ölüm.

Vâdî-i hevl-nâk korkulu vadi.

hevn (a.i.) 1. kolaylık, (bkz: sühûlet). 2. ehemmiyetsizlik, değersizlik.

heyâ-hây (a.n.) çok acı çeken kimsenin bağırtısı.

heyâkil (a.i. heykel'in c.) heykeller.

heyâkil-i kadîme eski heykeller.

heyâm (a.i.) hayranlık hâli.

hey'ât (a.i. hey'et'in c.) heyetler.

heybân (a.s.) 1. korkunç; korku veren. 2. çok utangaç.

heybet (a.i.) korku ile saygı duygularını birden uyandıran hal veya gösteriş, (bkz: mehâbet).

heyc (a.i.) 1. savaş, vuruşma başlama. 2. heyecan, telâş, galeyan, tahrik. 3. s. tozlu, rüzgârlı [gün].

heycâ' (a.i.) kavga, savaş, dövüş.

Meydân-ı heycâ savaş yeri. (bkz: heycâ-gâh).

heycâ-gâh (a.f.b.i.) savaş yeri.

heycâ-zâr (a.f.b.s.) savaş yeri (bkz. heycâ-gâh).

heyd (f.i.) ekinci yabası.

heyecân (a.i.) 1. duyguların bir tepki hâlinde şiddetlenmesi. 2. coşma, coşkunluk. 3. tozmak, tozumak.

heyelân (a.i.) toprak kayması.

hey'et (a.i.c. hey'ât) 1. şekil, suret, kıyafet. 2. görünüş. 3. hal, durum. 4. kurul.

İlm-i hey'et astronomi.

hey'et-i asliyye esas şekil.

hey'et-i a'yân senato.

hey'et-i bahriyye gök cisimlerine göre geminin bulunduğu yerin tâyinini konu alan astronomi bölümü.

hey'et-i ictimâiyye toplantı heyeti, kurulu.

hey'et-i idâre-i âlem dünyânın idare heyeti, * kurulu.

hey'et-i ictimâiyye toplantı heyeti, kurulu.

hey'et-i ihtiyâriyye mahalle ihtiyar heyeti, köy *kurulu, muhtar kurulu.

hey'et-i mahsûsa husûsî (özel) olarak meydana getirilen kurul.

hey'et-i mecmûa bir şeyin toptan hâli, umumî görünüşü.

hey'et-i mecmûa-i milliyye millî topluluk.

hey'et-i ta'lîmiyye ped. öğretim kurulu.

hey'et-i temsîliyye (temsil hey'eti) tar. Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti adını alan cemiyetin nizâmnâmesi mucibince seçilen şahıslardan müteşekkil heyet (6 ağustos 1919).

hey'et'i umûmiyye 1) umûmî heyet, genel kurul; 2) bir şeyin hepsi, her tarafı, tamamı.

hey'et-i vekîle, -i vükelâ vekiller heyeti,

hey'et-şinâs (a.f.b.i.) astronomi âlimi, bilgini.

heyhat yazık, ne yazık; ne kadar uzak.

heyhey (f.i.) bir meclis sonunda içilen içki dolu kadeh.

heyî (f.i.) madde, varlık.

hey'î (a.s.) astronomik.

heykel (a.i.c. heyâkil) 1. tunç, taş ve benzeri gibi şeylerden yapılan büyük insan ve sâire.

heykel-i lîfi anat. stroma.

heykel-i zî-rûh canlı heykel. 2. s. yakışıklı, güzel. 3. s. soğuk ve duygusuz [kimse].

heykel-tırâş (a.f.b.i.) heykel yapan kimse, [aslı "heykel-terâş"dır].

heykel-tırâşî (a.f.b.i.) heykeltıraşlık, heykeltıraşın sanatı, [aslı "heykel-terâşî" dir].

heym, heyemân (a.i.) 1. âşık olma. 2. şaşkınlık.

heymâ (a.i.) susuz çöl.

heyn (a.s.) kolay; rahat, (bkz: heyyin).

heyne (a.i.) hek. kolera.

heyûb (a.s.) heybetli, azametli, gösterişli.

heyûlâ' (a.i.) 1. madde. 2. [eski fels.] bütün cisimlerin ilk maddesi olarak varsayılan madde. 3. zihinde tasarlanan şey. 4. tas. ruh-i a'zam. 5. eşyanın gerçek olan kısmı. 6. ehemmiyetsiz, küçük şey.

heyûlâî, heyûlânî (a.s.) heyulaya ait, maddî.

heyûlâniyyûn (a.i.c.) maddeciler.

heyûlâzâr (a.f.b.i.) hayal veya ilk madde âlemî.

heyyin (a.s.) kolay, (bkz: heyn).

heyza (a.i.) hek. 1. kolera. 2. şiddetli kusma.

heyzüm (f.i.) kuru odun.

heyzüm-pâre (f.b.i.) odun parçası.

hezâbir (a.i. hizebr'in c.) zool. arslanlar; yiğitler.

hezâr (f.i.c. hezârân) 1. bülbül, (bkz: endelîb). 2. s. bin. 3. s. pek çok.

hezârân (f.i. hezâr'ın c.) 1. bülbüller, (bkz: anâdil). 2. s. binler.

hezâr-aşnâ (f.b.s.) pek çok tanıdığı olan.

hezâr-âvâ, hezâr-âvâz (f.b.i.) bülbül, (bkz: andelîb).

hezâr-dâstan, hezâr-destân (f.b.i.) bülbül.

hezâr-fenn (f.a.b.s.) 1. çok bilen, elinden çok iş gelen. 2. i. minare yapmakta mahir olan usta.

hezâr-mîh (f.b.i.) 1. bin yerinden yamalı olan derviş hırkası. 2. s. gök yüzlü. 3. s. çok süslü.

hezâr-pâ (f.b.s.) 1. bin ayaklı, ayaklan çok olan. 2. i. zool. kırkayak.

hezâr-pâre (f.b.s.) bin parça, un ufak.

hezâr-renk (f.b.i.) (bin renkli) *düğün çiçeğigillerden hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki.

hezâr-tâbe (f.b.i.) Güneş, (bkz: Âftâb, Mihr, Şems).

hezâr-yâr (f.zf.) bin kerre, bin defa.

hezec (a.i.) 1. güzel sesle şarkı söyleme. 2. ed. (bkz: bahr-i hezec). 3. müz. Türk müziğinin büyük usullerindendir. Yirmi iki zamanlı ve on beş darblıdır (22 zamanlı yegâne usuldür). Peşrev, beste ve kâr ölçülmesine mahsus olup, asırlardan beri kullanılmadığından elde numunelik bir misal yoktur. Hezec, bir yürük semaî ile onu müteakip üç muhtelif şekilde dizilmiş 4 adet sofyan'dan mürekkeptir.

hezeyân (a.i.c. hezeyânât) 1. sayıklama. 2. saçma sapan konuşma.

hezeyân-ı mürteiş sarhoşluktan ileri gelen titremeli sayıklama hastalığı.

hezeyân-âlûd (a.f.b.s.) hezeyana bulaşmış, saçma sapan, çok saçma.

hezeyân-ât (a.i. hezeyân'ın c.) 1. sayıklamalar. 2. saçma sapan konuşmalar.

hezheze (a.i.) cisimlerin, hava veya başka bir şey dokunmasıyla titremesi.

hezîl (a.i.). (bkz. hüzâl).

hezîm (a.i.) 1. gök gürültüsü, (bkz: ra'd). 2. koşarken kişneyen at. 3. sağanaklı yağmur.

hezimet (a.i.) bozgun, bozgunluk, savaşta bir taraf askerinin bozulması.

hezl (a.i.c. hezliyyât) 1. eğlence, alay, şaka, lâtife. 2. ed. meşhur ve yaygın bir nazmın vezni ve kafiyesi taklîdedilmek suretiyle lâtife tarzında nazım yazma; bu tarzda yazılan nazım, (bkz: tehzîl).

hezl-âmîz (a.f.b.s.) şaka ile karışık [söz].

hezl-gû (a.f.b.s.) hezel söyleyen, hezelci, şakacı, lâtîfeci.

hezl-gûne (f.s.) hezel tarzında, şaka, lâtife yollu.

hezl-gû-yâne (a.f.zf.) hezl-gû'ca, hezl, şaka, lâtîfe söyleyene yakışacak surette.

hezl-gû-yî (a.f.b.i.) hezlgû'luk, şakacılık, lâtîfecilik.

hezliyyât (a.i. hezl'in c.) şaka ve mizahla ilgili şiir veya sözler.

hezm (a.i.) 1. sıkma, sıkıştırma. 2. bozma, bozguna uğratma.

hezr (a.s.) mânâsız, boş, saçma [söz].

hezz (a.i.) diretme; tahrik.

hezzâr (a.s.) dâima saçmalayan [adam].

hı (f.a.ha.) Osmanlı alfabesinin dokuzuncu harfi olup "ebced" hesabında altıyüz sayısının karşılığıdır.

hıbâzet (a.i.) ekmekçilik, ekmek yapma işi.

hıbâziyye (a.i.) bamya, ebegümeci, hatmi gibi nebatların (bitkilerin) bağlı bulundukları familya.

hıdâ' (a.i.) hîle. (bkz: hud'a).

hıdâb (o.i.) . (bkz: hizâb).

hıdır (a.i.) . (bkz: hızr, hızır).

Hıdîv (f.i.) imtiyazlı Mısır vâlîsi veya bu vâlînin unvanı.

hıdîv-âne (f.b.s.) hıdive yakışacak surette.

hıdîvî (f.b.s.) hıdive mensup, hıdivle ilgili.

hıdîviyyet (a.i.) tar. Osmanlı imparatorluğunda vezirliğe muâdil bir rütbe ve unvan olup Mısır valilerine tevcih olunur ve Mısır'a "Hıdîviyyet" ve Mısır valilerine de "Hıdiv" denilirdi, [bu rütbe, diğer bütün vezirlerin üstünde ve sadrâzamla aynı rütbe ve derecede sayılırdı].

hıdr (a.i.) 1. perde, hâil. 2. mânî.

hıfâz (a.i.) haktanırlık, vefâlılık.

hıfz (a.i.) 1. saklama. 2. ezberleme.

Taht-el-hıfz muhafaza altında, polis veya jandarma ile.

hıfz-ı bilâd ü ibâd şehirlerin ve halkın korunması.

hıfz-ı emânet emâneti (can) saklama.

hıfz-ı hukuk hakları koruma.

hıfz-ı Kur'ân Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar ezberleme.

hıfz-üs-sıhha sağlığı koruma.

hıfzî (a.s.) 1. belleksel, f r. mnemonique. 2. i. erkek adı.

hıkd (a.i.c. ahkad, hukud) kin tutma, öç almak için fırsat bekleme.

hılâb (a.i.) yırtıcı kuş ve hayvan pençesi.

hılât (a.i.) bir şey başka şeye karışma.

hılk (a.i.) boğaz balgamı.

hılt (a.i.c. ahlât) 1. eski hekimlerin insan vücûdunda var saydığı safra; sevda; dem; balgam gibi dört unsurdan herbiri.

hılt-ı mahmûd vücûdun rahat oluşu.

hılt-ı mâî bot. su gözeneği, fr. hydrato'ide.

hılt-ı redî vücûdu rahatsız eden hılt. 2. bir şeye karışmış olan başka şey.

hıltî (a.s.) dört halttan biriyle ilgili olan.

hıltiyyûn (a.i.c.) ahlât'a çok ehemmiyet vermek mesleğini tutmuş olan hekimler, fr. humoriste.

hına, hınnâ (a.i.) kına.

Şecer-i hımma yapraklarından kına çıkarılan ağaç.

hına-i girye ağlayışın acılığı.

hına-i kadeh kırmızı şarap.

hınâî (a.i.) kınacı, kına satan.

hınâk (a.i. hanak'ın c.) darılmalar, kızmalar, kin tutmalar.

hınâs (a.s. hünsâ'nın c.) kendisinde hem erkeklik, hem dişilik alâmeti bulunanlar.

hınat (a.i. hınta'nın c.) buğdaylar.

hıns (a.i.) yeminin hakkından gelemeyip hükmü altında kalma.

hınsır (a.i.) serçe parmak, [kelime "hınsar" şeklinde de kullanılabilir].

hınsîr (a.s.) soysuz, alçak.

hınta (a.i.c. hınat) buğday, (bkz: kamh, kendüm).

hınta-i esved (siyah buğday) zir. burçak.

hınzîr (a.i.c. hanâzîr) 1. domuz.

Lahm-i hınzîr domuz eti.

şahm-i hınzîr domuz yağı. 2. mec. pis ve katı yürükli kimse.

hınzîre (a.i.c. hınzîrât) hîlekâr, fitne kadın, ["hınzîr" in müennesi olduğu halde mânâ değiştirmiştir].

hınzîriyye (a.i.) zool. domuzgiller.

Hırâ' (a.h.i.) Mekke civarında bulunan yalçın bir kayalığın adı. [Hz. Muhammed'e ilk vahy bu dağdaki mağarada gelmiştir], (bkz: Cebel-ün-Nûr).

hırak (a.i. hırka'nın c.), (bkz. hırka).

hırâm (f.i.) nazlı, edalı, salına salına gidiş, (bkz. bahtere).

hırâmân (f.s.) 1. salına salına, naz ve eda ile yürüyen. 2. zf. salına salına, salınarak.

hırâmende (f.s.) bkz: hırâmân).

hırâset (a.i.) bekleme; koruma. (bkz. yâs-dârî).

-hırâş (f.s.) tırmalayan, ["hırâşîden" mastarından].

hıred (f.i.) akıl, us. (bkz: hûş).

hıred-âmûz (f.b.s.) öğreten, belleten; hoca, öğretmen.

hıred-âşûb (f.b.s.) akıl dağıtan.

hıred-fersâ (f.b.i.) akıl yorucu, akıl yıpratıcı.

hıred-mend (f.b.s.c. hıred-mendân) akıllı, anlayışlı.

hıred-mendân (f.b.s. hıred-mend'in c.) akıllılar, anlayışlılar.

hıred-mendâne (f.zf.) akıllı olana yakışacak surette, akıllıca.

hıred-mendî (a.b.i.) akıllılık.

hıred-pesend (f.b.s.) akıllı, iyi düşünür.

hıred-sûz (f.b.s.) akıl yakıcı, şaşırtıcı.

hıred-ver (f.b.s.) akıllı, aklı olan.

hırîdâr (f.i.) müşteri, satın alan.

hırîde (f.s.) satın alınmış, satın alınan.

Hıristiyânî (s.) Hıristiyanlığa ait, Hıristiyanlıkla ilgili.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin