Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə6/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   189

anhâ ondan (müennes).

anhâ, minhâ şundan bundan, şu bu ve öteberi, şöyle böyle ederek.

anhüm onlardan.

anhümâ o ikiden.

an-il-gıyab arkadan, kendisi yokken.

an-karîb yakından, çok geçmeden.

an-kasdin bile bile. (bkz: bi-l-iltizam).

an-küm sizden.

an-kümâ ikinizden.

an-samîm-il-kalb can ve gönülden, öz yürekten.

ân (f.i.) 1. güzellik cazibesi, alım. 2. (f.s. c. anan) şu, bu.

ân (a.i.c. ânât, evân) lâhza, pek az bir zaman.

ân-be-ân gittikçe, yavaş yavaş.

ân-ı vâhid pek az, pek kısa bir süre; bir an.

-ân (f.e.) 1. cemi, çoğul edatı.

Şâh-an şahlar.

Zen-ân kadınlar. 2. sıfat edatı.

Hiras-ân korkak. 3. kelimeyi zarf yapar.

Gûy-an söyleyerek.

anâ' (a.i.) zahmet, meşakkat, güçlük.

ânâ' (a.i. ânî'nin c.) gece yarısı vakitleri.

anâ-ül-leyl gece yanlan.

a'nâ' (a.i. inv'in c.) nahiyeler, taraflar.

a'nâb (a.i. ineb'in c.) yaş ve taze üzümler.

anâdil (a.i. andelîb'in c.) bülbüller.

ânâf (a.i. enf in c.) burunlar, [insanda].

anâfet (a.i.) sertlik, kabalık.

ânak (a.s.) çok zarif, en zarif.

a'nâk (a.s.) boynu uzun [adam].

a'nâk (a.i. unk'un c.) 1. boyunlar, gerdanlar. 2. yaprak saplan. 3. rüzgârla kalkan toz bulutu.

anâkat (a.i.) ümîdi boşa çıkma; muvaffakiyetsizlik, başansızlık.

anâkib (a.i. ankebût'un c.) örümcekler.

ânân (f.z. ân'ın c.) onlar.

anân (a.i. anâne'nin c.) bulutlar.

a'nân (a.i.) 1. ağacın ucu. 2. ufuklar.

an'anât (a.i. an'ane'nin c.) rivayetler, gelenekler.

anâne (a.i.); bir bulut.

an'ane (a.i.c. an'anât) 1. rivayet, gelenek. 2. tafsîlât.

anânet (a.i.) cinsî muamelede iktidarsızlık, güçsüzlük, fr. impuissance.

an'anevî (a.b.s.) an'ane ile, gelenekle ilgili, geleneksel.

an'aneviyye (a.b.s.) gelenekçilik, fr. traditionalisme.

anâsır (a.i. unsur'un c.) elemanlar, öğeler.

anâsır-ı erbaa (dört unsur) 1) ateş, hava, su, toprak. 2) XV. yüzyıl şairlerinden Boya-cıoğlu'nun, insanın toprak, su, hava ve ateşten yaratıldığını ve bu dört maddenin vasıflannı anlatan manzum eseri.

anâsır-ı hisâbiyye mat. bir hesabı yapmakiçin lüzumlu malûmat.

an-asl (a.b.zf.) aslından, aslında.

ânât (a.i. ân'ın c.) anlar, zamanlar, fr.nuanccs.

ân-be-ân (f.zf.) gitgide, gittikçe, vakit ilerledikçe.

anber (a.s.) 1. ada balığının bağırsaklarında toplanan yumuşak, yapışkan ve miskgibi kokan, kül renginde bir madde. 2. güzel koku. 3. güzellerin saçı.

anber-bâr (a.f.b.s.) anber yağdıran, güzel koku saçan.

anber-bu[y] (a.f.b.s.) anber kokulu, iri taneli Hint pirinci.

anber-efşân (a.f.b.s.) ; 1. anber saçan, (bkz. anber-nisâr). 2. muz. Nihâvend makamı gibi başlayıp sonradan yegânda karar veren makam.

anberî, anberîn (a. f.s.) anber kokulu.

anberiyye (a.i.) 1. bot. yayla çiçeği. 2. güzel kokulu bir ilaç. 3. meç. rakı.

anber-nisâr anber saçan. (bkz. anber-efşân).

anber-sirişt (a.f.b.s.) anber gibi.

anber-şemîm (a.f.b.s.) anber kokan.

anber-ter (a.f.b.i.) ; 1. güzellerin benleri ve zülüfleri. 2. meç. gece.

an-cehlin (a.zf.) bilmeyerek, bilmezlikle.

andelîb (a.i.c. anadil) bülbül, (bkz: hezâr).

andelîb-ân (a.f.b.i.c.) bülbüller. (bkz. hezârân).

andem (a.i.) hek. kanı dindirmek üzerekullanılan bir çeşit reçine.

âne (a.i.) 1. anat. kasık. 2. kasık kılı. 3. bir aşiretin bütünlüğü veya işleri veya şerefi. 4. dişi ve yabani eşek. 5. yabani eşek sürüsü. 6. cedî (keçi) burcundaki v. e. n. v. ı. yıldızları.

-âne (f.e.) sıfatı, ismi zarf yapan bir ek Fakir, Fakirane. Tıfl, Tıflâne gibi.

a'neb (a.s.) büyük burunlu [adam].

anede (a.s.c.) çok inatçılar.

Anele (a.i.) den. bir geminin kendisine zincir veya halat bağlanmak için bedenin üst başına bağlanan halka.

ânen (a.zf.) bir anda, hemencecik.

ânen fe-ânen (a.b.zf.) devamlı, fasılasız, sürekli.

ângâh, ângeh (f.b.zf.) o vakit, ondan sonra.

anh (a.zf.) ondan [müen. anhâ].

anhâ minhâ (a.zf.) şundan bundan, şu bu, öteberi, şöyle böyle ederek.

an-hüm (a.zf.) onlardan.

an-hümâ (a.zf.) o ikiden.

ânî (a.s.c. ânât, unât) 1. mütevâzi, alçak gönüllü. 2. i. köle. 3. s. meşgul. 4. s. muztarip. 5. i. işçi. 6. i. müfettiş. 7. i. tahsildar. [müen. aniye].

ânî (a.f.zf.) bir an içinde, hemen, o anda, derhal.

anî (a.s.) olmuş, kemâle ermiş.

Esmâr-ı âniye olmuş meyvalar.

a'nî (a.e.) yâni.

Ânid (a.s.) inat eden, inatçı [kimse],

Anîd (a.s. inâd'dan) çok inatçı

anîf (a.s. unfdan) 1. sert, şiddetli. 2. kaba muamele eden.

ânif (a.s.) pek yakında geçen.

ânif-ül-beyân demincek beyân olunan, bildirilen.

ânif-üz-zikr biraz evvel bildirilen.

ânife (a.i.) gençlik çağının başlangıcı.

Ânifen (a.zf.) demincek, biraz evvel. 2. yukarıda.

anîk (a.s.) güzel, zarif, tuhaf, garip [Şey].

anîk (a.i.) ense.

ânîn (f-i-) yayık [yağ çıkarmaya mahsus].

Ânis (a.i.) 1. ihtiyar kız. 2. ihtiyar bekâr. 3. s. büyük ve şişman [deve].

Ânîse (f.s.) 1. sıkı bağlı şey. 2. koyulaşmış, katılaşmış [kan ve mürekkep gibi akıcı maddeler].

ânise (a.s.) cana yakın kız ve kadın.

âniye (a.i. inâ'nın c.) kaplar, kaçaklar. (bkz. evânî).

anîz (a.s.) ıztıraplı, muztarip.

an-karîb (a.zf.) yakından, çok geçmeden.

an-karîb-iz-zamân yakın vakitten.

an-kasdin (a.b.zf.) bile bile. (bkz: bi-1-iltizam).

anka' ("ka" uzun okunur, a.i.) 1. ismi olup, cismi olmayan bir kuş, zümrüdüanka kuşu. (bkz: sîmurg). 2. ismi olup cismi olmayan nesne.

anka-yı lâ mekân tas. Allah.

anka-yı mağrib Zümrüdüanka kuşunun bir adı.

ankebût (a.i.c. anâkib) örümcek.

ankebûtî (a.s.) örümcekimsi, örümceksi.

ankebûtiyye (a.i.) örümcekler, fr. -arachnides.

ankût (a.i.) örümcek.

an-küm (a.zf.) sizden.

an-kümâ (a.zf.) ikinizden.

an mim âmed (a.f.cü.) "mim'den geldi" aşk. , tar. devşirme suretiyle toplanıp Türkçeyi ve islâm dinini öğrenmek üzere Türk köylülerine satılmış olan acemi oğlanlardan müddetini bitirip Rumeli ağasının tezkeresiyle ulufeye yazılanların kayıtlarına verilen işaret. [Rumeli'ye işarettir].

an tı âmed (a.f.cü.) "ti 'dan geldi" aşk. , tar. devşirme suretiyle toplanıp Türkçeyi ve islâm dînini öğrenmek üzere Türk köylülerine satılmış olan acemi oğlanlardan müddetini bitirip Anadolu Ağasının tezkeresiyle ulufeye yazılanların kayıtlarına verilen işaret. [Anadolu'ya işarettir.].

annâb (a.i.) üzümcü.

an-nakdin (a.zf.) nakit para olarak.

an-samîm (a.zf.) içinden, özünden.

an-samim-il-kalb (a.b.zf.) can ve gönülden, öz yürekten.

anûd (a.s. inâd'dan) inatçı, (bkz: anîd).

anûn (a.s.) isyancı; kavgacı.

anve (a.i.) zorlama, zor, kuvvet.

anveten (a.zf.). (bkz. cebren, kahren).

anye (a.i.) meşakkat, güçlük, zorluk.

an zeâmet (a.i.) tar. bir mahallin takririnde o mahalde mevcut timardan başka âher sancakta da timarı olan kimsenin o âher sancaktaki timarına verilen ad. [bu bakımdan "an zeamet" hisseden ibaret demekti].

âr (a.i.) utanma.

âr-sız utanmaz, (bkz: bi-âr).

ar ü nâmus utanma ve namus.

arâ' (a.i.) 1. mıntaka, bölge. 2. komşuluk. 3. avlu. (bkz: arat2). 4. çıplaklık. 5. geniş, çıplak arazi.

ârâ' (a.i. re'y'in c.) "oylar.

ârâ-yi umûmiyye *genel oylar.

-ârâ (f.s.) süsleyen, bezeyen. Meclis-ârâ. Dil-ârâ.

Arab (a.i.c. a'rab veya urban ve urub) Irak, Şam, Ceziret-ül-Arab, Hicaz, Yemen ile Mısır'da ve Afrika'nın şimalinde bulunan semitik kavmin umûmî adı.

ârâb (a.i. ireb ve irbe'nin c.) 1. akıllar, zekâlar. 2. hacetler. 3. hileler, dekler, oyunlar.

A'râb (a.i. Arab'ın c.) çöl Arapları.

arabân (a.i.) muz. şetaraban makamının bir sekizli tiz şeklidir. Yâni şetaraban gibi yegâh'da değil, neva perdesinde kalır; tabiatıyle ayrıca bir makam addedilmesine imkân yoktur.

arabân-bûselik muz. (bkz: beyâtî-arabân-pûselik).

arabân-ı cedîd muz. adı XIX. yy. başında yazılmış bir dergide geçen makam.

arabân-kürdî (a.b.i.) muz. Dede Efendi'nin terkibi olduğu kabul edilebilecek olan az kullanılmış bir mürekkep makamdır. Beyâtî-arabân makamına bir kürdi dörtlüsü ilâvesinden mürekkeptir. Beyâtî-arabân gibi si koma bemolü, mi bakıyye bemolü, fa bakıyye diyezi ile donanır; kürdî dörtlüsü için si bekar ve küçük mücenneb bemolü lâhin içinde ilâve edilir. Bütün kürdî dörtlüsü ile karar veren terkipler gibi, lâ-dügâh perdesinde durur. Güçlüsü birinci derecede beyâtî-arabân'ın güçlüsü olan nevadır. Şevk-ı cedît ve zevk u tarâb makamları, arabân-kürdî'den başka bir şey olmayıp aynı terkibe muhtelif zamanlarda muhtelif bestekârlar tarafından verilen isimlerden ibarettir.

arabân-nigâr muz. adı anonim bir edvâr-ı ilm-i mûsikîde geçen makam.

arâbe (a.i.c. arabât) 1. keçi veya koyunun memesine geçirilecek torba. 2. açık saçık konuşma.

arabî (a.s.) 1. Arap kavmine mensup. 2. Arapça, Arap dili.

a'râbî (a.s.c. eârîb) çölde yaşayan Arap. (bkz: bâdiye-nişîn).

Arabistan (a.f.b.i.) Arap ülkesi,Arapların yaşadığı memleket.

arabiyyât (a.i. arabiyyet'in c.) Arap edebiyatı.

arabiyye (a.i.c. arabiyyât) Araplarla ilgili.

arabiyyet (a.i.) Arapça ile ilgili olan [ilim, kitap, fikir). 2. Arap edebiyatı.

ârâd (f.i.) her Güneş ayının yirmibeşinci günü ile, eski İranlılarca o günkü işler için me'-mur farzolunan bir meleğin adı.

a'raf (a.i.) l. cennet ile cehennem arasındaki bir yer. 2. (a.i. örfün c.) âdetler, usuller, itiyatlar. 3. sırt, tepe.

Arafât (a.i. arefe'nin c.) Haccın icaplarından olmak üzere Kurban Bayramının arefe-sinde usûlüne göre vakfeye durulan ve Mekke civarında bulunan mukaddes dağ.

a'râfiyân (a.f.b.i.) a'raftakiler.

Arâis (a.i. arûs'un c.) gelinler.

arâiz (a.i. arîza'nın c.) arz olunan hususlar, küçükten büyüğe yazılan yazılar.

a'râk (a.i.) 1. ter. 2. üzüm ve sâireden çekilip elde edilen ispirto, rakı. (bkz: bint-ül--ineb, duht-i rez, duhter-i rez).

a'râk (a.i. ırk'ın c.) kökler, damarlar.

arak (a.i.) rakı.

arak-çîn (a.f.b.i.) kavuk altına giyilen takke.

arak-dâr (a.f.b.s.) terli.

arakıyye (a.i.) en çok dervişlerin giydikleri yünden yapılmış bir çeşit külah.

arakî (a.s.) tere mensup, terle ilgili.

arakk (a.s.) (daha, pek, en, çok) ince.

arak-nâk (a.f.b.s.) terlemiş, ter içinde kalmış.

arak-nûş (a.f.b.s.) rakı içen.

arak-rîz (a.f.b.s.) ter döken, terleyen.

ârâm (a.i. irem'in c.) sahrada, çölde mahsus konulan nişan.

ârâm (f.i.) 1. durma, eğlenme, dinlenme. 2. yerleşme, istirahat etme; karar kılma, [arâmîden mastarından].

ârâm-ı cân 1) gönül rahatı; 2) sevgili, sevilen güzel.

ârâm-ı dil gönül rahatı, sevilen güzel. 3. yer, mekân.

ârâm-bahş (f.b.s.) aram verici,dinlendirici, dinlendiren.

ârâm-cû (f.b.s.) aram arayan, dinlenmek isteyen.

ârâm-cûyâne (f.zf.) dinlenmek isteyene yakışacak surette.

ârâm-cûyî (f.b.i.) dinlenme, istemeklik.

ârâm-gâh, ârâm-geh (f.b.i.) dinlenilecek yer, dinlenme yeri. (bkz: ârem-gâh).

ârâm-gâh-ı ebedî (sonsuz olarak istirahat edilen yer) mezar.

ârâm-gâr (f.b.s.) rahat yaşayan [adam].

ârâm-güzîn (f.b.s.) dinlenen, oturan.

ârâmî (f.i.) 1. dinlenme, rahatlık. 2. Ârâmca [semitik dillerden].

ârâmî (f.h.i.) istanbul'da doğmuş bir Mevlevî şâiridir. Bu tarîkatin şâirleri arasında göze çarpacak bir varlık göstermiştir. Bir dîvânı vardır. 1630 yılında istanbul'da ölmüştür.

ârâmîde (f.s.) dinlenen, rahat olan, rahatta ve sükûn halinde bulunan, (bkz: âre-mîde).

ârâmiş (f.i.) dinleniş, rahat, huzur, (bkz: ârmiş).

aramram (a.i.) l pek çok asker. 2. şiddetli hal ve iş. (bkz: aremrem).

ârâm-rübâ (f.b.s.) rahat kaçıran, bozan, (bkz: ârâm-sûz).

ârâm-sâz (f.b.s.) oturan, yerleşen.

ârâm-sûz (f.b.s.) rahat ve huzuru bozan, rahatsızlık veren, (bkz: ârâm-rübâ).

ârân (f.i.) dirsek, (bkz: mirfak).

ar'ar (a.i.) 1. dağ servisi, dikenli ardıç ağacı. 2. meç. güzeldeki boy bos.

a'râs (a.i.) 1. (urs'un c.) nikâh törenleri. 2. düğünler. 3. (ırs'ın c.) evliler.

aras (a-i-) yorgunluk, bitkinlik.

a'râs (a.i.c.) arsalar, boş topraklar.

arasât (a.i. arsa'nın c.) ise de "mahşer yeri, haşir ve neşir meydanı" mânâlarına gelir.

ârâste (f.s.) bezenmiş, süslenmiş, (bkz: âreste).

ârâste-gi (f.i.) arâstelik, süslülük.

a'râş (a.i. arş'ın c.) 1. tahtlar. 2. çatılar. 3. damlar. 4. direkler. S. pavyonlar.

arât (a.i.) 1. bölge, mıntaka. 2. avlu. (bkz: ara3).

ârâyende (f.s.) düzen verici, süs-leyici.

ârâyî (f.i.) süsleyicilik.

ârâyîş (f.i.) 1. süs, bezek, ziynet. 2. süsleme, süsleniş; süsleyiş.

araz (a.i.c. a'râz) 1. işaret, alâmet. 2. tesadüf. 3. kaza, felâket. 4. fels. kendi kendine vücut bulamayıp, başka bir cevherle meydana gelen hal ve keyfiyet.

a'râz (a.i. araz'ın c.) 1. işaretler, alâmetler. 2. tesadüfler, hastalık alâmetleri. 3. kazalar, felâketler.

a'râz (a.i. ırz'ın c.) ırzlar, namuslar.

Hetk-i a'râz ırza geçmeler.

arazan (a.zf.) tesadüfen.

arazât 1. topraklar. 2. iklimler. 3 memleketler.

arazbâr (a.f.b.i.) muz. Türk müziğinin pek eski mürekkep makamlanndandır. Nevâ'da beyâtî ile rast beşlisi'nin çârgâh'daki şeddi ve uşak dörtlüsünün birleşmesinden meydana gelmiştir. Donanımına mi için bir koma bemolü konulur, bu arıza, makamı meydana getiren ilk iki dizide mevcuttur ve uşşak dörtlüsünde (lâ-si koma bemolü -do-re) de bu ses yoktur. Nota içinde nevâ'da beyâtî için si küçük mücenneb bemolü, diğer iki dizi için de si koma bemolü konulur. Makam, uşşak dörtlüsünü inici bir şekilde icra ile lâ-dügâh perdesinde kalır. Güçlü birinci derecede nevâ'da beyâtî'nin ve çârgâh'ta rast'ın güçlüsü olan gerdaniye, ikinci derecede de çârgâh'da rast beşlisinin durağı olan do-çârgâh perdeleridir.

arazbâr-pûselik (a.f.b.i.) muz. III. Selim'in ihtira ettiği mürekkep makamlardan biridir. Arazbâr-pûselik, arazbar mürekkebine bir pûselik dörtlüsü veya beşlisi ilâvesinden meydana gelmiştir. Pûselik dörtlüsünü veya beşlisini inici bir şekilde icra ile lâ-dügâh perdesinde kalır. Donanımına arazbar gibi yalnız mi için bir koma bemolü konulur. Pûselik beşlisi kullanılmışsa, beşlinin son sesi olan mi, bekar işareti ile değiştirilir; dörtlünün bir arızası yoktur. Lâhin içinde yapılacak olan değiştirmeler, aynen arazbarda olduğu gibidir.

arazbâr-zemzem muz. adı Nasır Abdülbâ-kî'nin tedkik ve tahkikinde geçen makam.

arâzet (a.i.) genişlik.

arâzî (a.i. arz'ın c.) yerler, topraklar.

arâzî-i âmire kendisinden herhangi bir surette intifa olunan yerler.

arâzî-i emîriyye huk. rakabesi beytülmâle ait olarak devlet tarafından fertlere dağıtılan yerler. [tarla, çayır, yaylak, kışlak, koru ve emsalini içine alır].

arâzî-i emîriyye-i mevkufe huk. yalnız hazîne menfaatleri veya yalnız tasarruf haklan veyahut her ikisi bir hayır cemiyetine tahsis olunan mîrî arazî.

arâzî-i emîriyye-i sırfa huk. beytülmâle ait menfaatleri ve tasarruf haklarından hiç biri bir cihete tahsîs olunmayıp devlete ait olan ve fertlere tefviz olunan memleket arazîsi.

arâzî-i gamire ("ga" uzun okunur) huk. harap, su baskını veya içine henüz çift girmemiş olan yerler, (tersi arâzî-i âmire'dir].

arâzî-i gayr-ı mezrûa ekilmemiş toprak.

arâzî-i hâliyye boş, sahipsiz topraklar.

arâzî-i haraciyye huk. fetholunan arazîyi ülüleınr, müslim olmayan eski ahâlisi elinde bırakır veya hâriçten müslim olmayan ahâliyi getirerek yerleştirirse bu arazîye "haraciyye" denilir.

arâzî-i mahlûle huk. mutasarrıfının intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle mahlûl olan arâzî-i emîriyye.

arâzî-i mahmiyye huk. rakabesi beytül-mâle ait bulunan araziden koru, mer'a, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyaçlarına tahsîs edilmiş yerler.

arâzî-i meftûha huk. fetih hakkının taallûk ettiği yerler, [kaideten, arâzî-i meftûha devletin malı sayılır. Devlet bu kabil arazîyi ya ganim-lere veya başkalarına dağıtır veya kendi sahipleri elinde bırakır].

arâzî-i mektûme huk. beytülmâle haber verilmeksizin tasarruf olunan mahlûl veya müs-tahik-i tapu yerler.

arâzî-i memlûke mülk, timar toprağı; mülkiyet yolu ile tasarruf olunan yerler, [sahibi yer üzerinde mülkiyet hakkını hâizdi].

arâzî-i metrûke terkedilmiş, bırakılmış topraklar.

arâzî-i mevât huk. kimsenin temellük ve tasarrufunda olmadığı ve ahâliye terk ve tahsis kılınmadığı halde yüksek sesli kimsenin sesi işitilmeyecek derecede köy ve kasabalar gibi mâmur yerlerden uzak bulunan, yâni tahminen yanm saat mesafe uzaklığı olan taşlık, pırnallık, kıraç yerler.

arâzî-i mevkufe huk. vakıf toprak, vakfo-lunmuş arazî, [arazî kanununa göre mîrî menfaatleri bir cihete tahsîs olunan yer].

arâzî-i mevkufe-i sahîha huk. arâzî-i memlûkeden şartlarına uygun olarak vakfolu-nan yerler, [bunların rakabesi ve bütün tasarruf haklan vakfa aittir].

arâzî-i mevkufe-i gayr-ı sahîha huk. arâzî-i emîriyeden ifraz olunarak ülülemre'nin veya onun izniyle başkalarının vakfeylemiş olduğu arazî, [burada vakfiyet tahsîs münâsebetinden ibarettir].

arâzî-i mîriyye devlete ait arazî.

arâzî-i muhtekere kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir para karşılığında kiraya verilen arazi, [kiracı kira bedelini her sene arazî sahibine vererek o arazîyi daimî surette elinde bulundurur].

arâzî-i mukaddese kutlu topraklar.

arâzî-i mübâreke Hicaz.

arâzî-i mülkiyye hükümet toprağı.

arâzî-i mürfaka huk. sokaklarda oturulacak yerler ile caddelerde boş bırakılan mahaller, yolculara mahsus olmak üzere terkedilen konak yerleri, kervansaraylar, [bunlar, arâzî-i met-rûkeden sayılır].

arâzî-i müştereke huk. şayian tasarruf olunan yer.

arâzî-i öşriyye huk. ziraat olundukça her sene hâsılatından beytüssadakaya konmak üzere öşür alınan yerler.

arâzî-i selîhâ huk. çıplak tarla, [istihkak-ı hars'ın yani bir yerde ziraat etme hakkının bu gibi yerlere taallûku asıldır],

arâzî-i ukriyye huk. vergiye tâbi olup, sahiplerinin kudretsizliği yüzünden boş kalması sebebiyle hâsılatından muayyen kısmı devlete ve yirmide, yirmi beşte, otuzda bir gibi muayyen hissesi "ukr" nâmıyle mâliklerine verilmek üzere devletçe çiftçilere tefviz olunmuş mülk yerler.

a'râzî (a.s.) ânzî, tesadüfi, rastgele.

ârâziş (f.i.) hayır ve iyilikte bulunma, sadaka verme.

arbede (a. i.) kavga, patırdı, (bkz: cidal).

arbede-cû (a.f.b.s.) kavgacı, (bkz: cidâl-cû).

arbede-cû-yâne (a.f.zf.) kavga çıkarmaya yellenerek.

arbede-kâr (a.f.b.s.) kavga çıkaran, kavgacı, (bkz: arbede-sâz).

arbede-sâz (a.f.b.s.) kavga çıkaran, kavgacı, (bkz: arbede-kâr).

arbede-sâzî (a.f.b.i.) kavgacılık.

arec (a.i.) topallık, aksaklık.

arecân (a.i.) topal, aksak adamın yürümesi.

arcâ (a.s. arec'in müen.) 1. aksak, topal. 2. i. sırtlan.

arcele (a.i.) sürü.

ârd (f.i.) 1. buğday ve benzerlerinden öğütülen un. 2. değirmen taşına buğdayı akıtan oluk.

ârd-bîz (f.b.s.) 1. un eleyici. 2. un eleği.

ârden (f.i.) 1. süzgü. 2. kevgir.

ârdhâle (f.i.) "bulamaç" denilen yemek. (bkz: ardtûle, arddûle).

ârdîn (f.i.) imtihan, tecrübe, deneyiş.

ardiyye (a.i.) eşya saklanan yer, antrepo.

ardtûle, arddûle (f.i.) "bulamaç" denilen yemek, (bkz. ard-hâle).

âre (a.i.) ödünç alınan veya verilen şey, ödünç.

âreb (a.s.) (daha, en, veya pek) akıllı, açıkgöz.

ârec (f.i.) dirsek, (bkz: ârenç, âret).

arec (a.i.) topallık.

a'rec (a.s.) topal, aksak, (bkz: leng). .

arecân (a.i.) topallık, aksaklık.

a'ref (a.s.) 1. pek ma'ruf, çok bilinen. 2.-(daha, pek, çok) arif, anlayışlı ve bilgili.

arefe (a.i.) 1. arife, dînî bayramlardan bir evvelki gün. 2. bir önceki gün.

arekiyye (a.s. müen.) zinâkâr [kadın].

a'rem (a.s.) benekli, alacalı [şey].

ârem-gâh (f.b.i.). (bkz: ârâm-gâh).

âremîde (f.s.) dinlenen; rahat, (bkz: ârâmîde).

aremrem (a.i.) kalabalık ordu. (bkz: aramram).

âren (f.i.), (bkz. ârenc, âret).

ârenc (f.i.) 1. dirsek, (bkz: ârec, âret). 2. gidiş, tarz, usul, yol.

ârende (f.i.) bir şey getiren [kimse].

âreng (f.i.) 1. dirsek [vücutta]. 2. zan-nolunur ki, galiba, "öyledir, benzer, hemen odur" gibi bir yakınlık ve benzerlik mânâsına gelir. 3. dert, keder, mihnet. 4. hîle, dubara. 5. tarz, tavır, üslûp; nevi, çeşit; renk. 6. vâlî, hâkim.

âreste (f.s.) süslenmiş, bezenmiş. (bkz: âraste).

âret (f.i.) dirsek, (bkz: ârec, ârenc).

arf (a.i.) güzel koku.

arfâ (a.s. ve i. müen. "a'raf") 1. yeleli, 2. sırtlan.

argîş (f.i.) kadıntuzluğu denilen nebat (bitki) in kök kabuğu, [hekimlikte göz ilacı olarak kullanılır].

arık (a.i.) uykusuzluk.

ârız (a.s. arz'dan) 1. gelen. 2. i. tesadüfi vak'a. 3. i. dağ, bulut ve şâire gibi görmeye manî olan herşey. 4. i. yanak.

ârız-ı gülgûn gül renginde olan yanak, pembe, al yanak.

arıza (a.i.c. ânzât ve avarız) 1. aksama. 2. engebe. 3. bozukluk, sakatlık. 4. muz. bir notanın, sesini yanm ton yükseltmek veya alçaltmak veyahut eski hâline getirmek için ön tarafına konulan diyez, bemol, bekar işaretlerinin ortak adı.

ârızân, ârızetân (a.i.c.) iki yanak.

ârızan (a.zf. ânz'dan) 1. geçici olarak. 2. tesadüfen, rastgele.

ârızât (a.i. ârıza'nın c.), (bkz. avarız).

ârızî (a.s. ânz'dan c. avarız) 1. sonradan çıkan. 2. muvakkat, gelip geçici.

ârî (a.s.) ; 1. çıplak. 2. hür. 3. e. -sız.

ârî (a.i.) Hind-Avrupa dil ailesinden olan ırk, topluluk veya kimse.

ârî (f.e.) evet. (bkz: naam, belâ).

ârib (a.s. arab'dan) hâlis Arap cinsinden olan.

âric (a.s. urûc'dan) 1. topal, aksak, müen. "ârice". 2. noksan. 3. çıkıp inen.

arîf (a.s. irfân'dan) 1. meşhur, çok tanınmış. 2. bilgi sahibi.

ârif (a.s. irfân'dan c. urefâ) 1. bilen, bilgili, irfan sahibi. 2. i. erkek adı.

ârif bi-llâh marifeti Allah'a vâsıl olan, velî-lik mertebesine ulaşmış kimse, velî.

ârifân (a.f.b.i.) arifler, bilgililer.

ârif-âne (a.f.zf.) 1. arif olana yakışacak surette. 2. ortaklaşa, örfene, âdet olduğu üzere. [2 nci mânâsının "harîfâne" den bozma olduğu söylenmektedir].

ârifîn (a.s. arifin c.), (bkz. ârifân).

ârife (a.i. arifin müen. c. avârif) 1. iyilik. 2. armağan, bağış. 3. s. nâzik. 4. eli-açık, cömert. 5. kabiliyetli.

ârig (f.i.) 1. gücenme, kırılma. 2. kıskançlık, haset. 3. nefret, kin ve düşmanlık, (bkz: âjig).

ârim (a.s.) uygunsuz, hoşa gitmez, ters.

arim (a.s.) inatçı, kafa tutan.

arîs (a.i.) gerdek.

Aristatâlîs (a.h.i.) Yunan feylesofu Aristo.

âriş (f.i.) mânâ (anlam), mefhum (kavram).

arîş (a.i.) 1. asma çardağı. 2. samandan yapılmış bir çeşit ev. 3. sundurma.

ârişî (f.s.) manevî.

âriyet (a.i.c. avârî) ödünç, eğreti.

âriyet-serây dünyâ.

âriyeten (a.zf.) ödünç, eğreti olarak.

âriyetî (a.s.) ödünç, eğreti.

âriz (a.i.) ardıç ağacı.

âriz-i Lübnan but. Lübnan servisi.

arîz (a.s.) 1. semiz. 2. enli, geniş |şey]. 3. mütevâzi, lâtif, lâyık.

arîz (a.s. arz'dan) geniş, enli.

arîz ve amîk (genişliğine ve derinliğine) enine boyuna, uzun uzadıya.

arîz-ül-cism y.ool. yassısolucanlar, fr. platheimintes.

arîza (a.i.c. arâiz) küçükten büyüğe yazılan yazı. (bkz: takdime, istirhâm-nâme).

ârizen (a.zf.). (bkz. ârızan).

arkan ("ka" uzun okunur, a.i.) terleme.

arkub (a.i.) 1. ökçe siniri, eğrice. 2. yalan ve kötü söz.

arm, arem (a.i.) inatçılık, kafa tutma.

ârman (f.i.) 1. hasret, özleme, özleyiş. 2. zahmet, sıkıntı. 3. teessüf. 4. pişmanlık.

ârmânî (f.s.) kederli, müteessif; pişman; hoşnutsuz.

ârmiş (f.i.). (bkz. ârâmiş).

arrâde (a.i.c. arrâdât) tekerlekli mancınık, savaş arabası.

arrâf (a.i.) 1. falcı, kâhin. 2. müneccim. (bkz: ahter-bîn, ahter-gû, ahter-şinâs, ahter-şümâr1). 3. hekim. 4. göçebe Arap aşiretlerinin örfe vâkıf umûmî bilgileri, [müen. "arrâfe"].


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin