Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə64/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   189

ıztırâbât (a.i. ıztırâb'ın c.) acılar, elemler, azaplar, sıkıntılar; vesveseler.

ıztırâb-âver (a.f.b.s.) ıztırap veren.

ıztırâm (a.i.) 1. alevlenme. 2. saç ve sakala kır düşme.

ıztırâr (a.i. zarûret'den) mecburiyet, çaresizlik, ihtiyaç.

ıztırârî, ıztırâriyye (a.s.c. ıztırâriyyât) mecburî, [zıddı "ihtiyârî"].

ıztırâriyyât (a.s. ıztırârî'nin c.) mecbûrî olarak yapılan şeyler, [zıddı "ihtiyâriyyât"].

i (ha.) Osmanlı alfabesinde "elif ve "ayın" harfleriyle başlayan ve ince esreli okunan kelimelerin sesini karşılar.

iâde (a.i. avd'den) 1. geri gönderme; gönderilme, geri çevirme. 2. eski hâline getirme. 3. karşılık yapma. 4. ed. birinci mısraın son kelimesini ikinci mısraın başında tekrarlayarak yazılan manzume.

iâde-i âfiyet iyileşme [hastalıktan].

iâde-i i'tibâr kaybedilen îtibârı tekrar kazanma, iflâstan kurtulma [ticârette].

iâde-i muhâkeme yeniden muhakeme.

iâde-i mücrimîn suçluların kendi memleketlerine gönderilmesi.

iâde-i yemîn hasmın teklîf ettiği yemini kendisine ettirme.

iâde-i ziyâret karşı ziyarette bulunma.

iâdeten (a.zf.) geri çevrilmek üzere.

iâle (a.i.) çoluk çocuğun nafakasını tedârik etme.

iânât (a.i. iâne'nin c.) yardım için toplanan paralar, yardım paraları.

iâne (a.i.c. iânât) yardım için toplanan para, yardım parası.

iânet (a.i. avn'den) yardım.

iâneten (a.zf.) iâne, yardım suretiyle.

iârât (a.i. iâre'nin c.) ödünç vermeler.

iâre (a.i.) ödünç verme, (bkz: ikrâz).

iâre-i mukayyede bir malın, bir mülkün, kayıt ve şartlarla birbirine ödünç olarak verilmesi.

iâre-i mutlaka bir malın, mülkün sahibi tarafından hiç bir kayıt ve şana bağlı kalmayarak birine ödünç verilmesi.

iâreten (a.zf.) ödünç olarak.

iâşe (a.i ayş'den) 1. yaşatma. 2. geçindirme, geçindirilme, besleme.

iâşe ve ibâte yedirme ve barındırma.

iâza (a.i. ivaz'dan) bedel verme, karşılık verme.

ibâ' (a.i.) 1. çekinme, razı olmama. 2. iğrenme, tiksinme.

îbâ (a.i.) tiksindirme, tiksindirilme.

ibâbe (a.i.). yol. (bkz: tarîk).

ibâd (a.i. abd'in c.) 1. abidler, kullar. 2. ibâdet edenler. 3. s. çok bol, bereketli. 4. Müslümanlığın başlangıcından önce Irak'ta Hira devletinde oturmuş bulunan Hıristiyanlar.

ibâd-ullah 1) Tanrı kulları, insanlar; 2) s. pek bol, pek çok.

ib'âd (a.i. bu'd'dan) 1. uzaklaştırma, uzaklaştırılma, (bkz: teb'îd). 2. tard etme, kovma.

ibâd (a.i.) anat. bacaklarda, diz mafsalının iç tarafındaki büyük damar.

ibâdât (a.i. ibâdet'in c.).

ibâdet (a.i. c. ibâdât) Allah'ın emirlerini yerine getirme, tapma, tapınma, (bkz: ibâdât).

ibâdet-gâh (a.f.b.i.) ibâdet yeri, tapınak, (bkz: ibâdet-hâne, ma'bed).

ibâdet-hâne (a.f.b.i.) ibâdet evi, ibâdet yeri, tapınak, (bkz: ibâdet-gâh, ma'bed).

ibâdet-kâr (a.f.b.s.) ibâdet eden, tapınan.

ıbâdiyye (a.i.) Havâriç taifesi fırkalarından birinin adı. [Trablusgarb Berberîlerinden Abdullah bin Ibâd-üt-Temîmî tarafından (hicrî 140 [757]) ortaya atıldığı için onun adını almıştır. Bu fırka "ibâz" kelimesinden alınarak "ibâdiyye" adı altında kurulan ve türlü türlü rezâletleriyle insanlığa kötülükleri dokunmuş olan bir kuruluştur].

ibâet (a.i.) bir şeyi başka bir şeye irca etme; kısas ile katil ile maktul arasında farksızlık meydana gelme.

ibâhe (a.i.) ateşi söndürme, (bkz: itfâ).

ibâhe, ibâhet (a.i.) mubah kılma, helâl kılma, bir işin yapılıp yapılmamasını serbest kılma.

ibâhî (a.s.) her şeyi mubah sayan.

ibâhiyye (a. i. c. ibâhiyyûn) haram şeylerin yapılmasını mubah sayan bâtınî zümre.

ibâhiyyûn (a.i.c.) her şeyi mubah sayan bâtını zümre.

ibâk (a.i.) bir esirin, bir kölenin sebepsiz olarak, efendisini bırakıp kaçması.

ibâle (a.i.) l . hayvanları muhafaza etme. 2. kuyu bileziği.

ibâr (a.i.) 1. yanmış, eritilmiş kurşun. 2. (ibre'nin c.) ibreler, iğneler, (bkz: iber).

ibâr, ibâret (a.i.) 1. ağaçları ve ekinleri ıslâh etme. 2. köpeğe ekmekle iğne yutturma.

ibârât (a.i. ibâre'nin c.) cümleler; paragraflar; bir metinden çıkarılmış olan satırlar.

ibâre (a.i.c. ibârât) 1. cümle. 2. paragraf. 3. bir metinden çıkarılmış bir kaç satır.

Bi-ibâre-tihâ kendi ibaresinin ayniyle.

ibâre-senc (a.f.b.s.) fasih, açık, düzgün söz söyleyen.

ibâret (a.i.) ... dan meydana gelmiş; bir şeyin aynı; başkası, başka bir şey değil.

ib'âs (a.i.) gönderme, (bkz: ibtiâs).

ibâse (a.i.) bahs, tetkik ve teftîş etme.

ibât (a.i. ıbt'dan) koltuğa alınan şey, bohça; paket.

ibâte (a.i.) gece yatırma, barındırma.

ibâte ve iâşe barındırma ve yedirme, besleme.

ibâvet (a.i.) bir çocuğa hâriçten bir adamın baba gibi olması; yabancı bir adam, başkasının çocuğuna baba gibi olma.

ibbân (a.i.) herşeyin mevsimi, vakti.

ibbân-ül-fâkiha meyva mevsimi.

ibcâl (a.i.) ağırlama, ululama, (bkz: tebcîl).

ibcâm (a.i.) rahatsız etme, huzurunu bozma.

ibdâ' (a.i.) 1. örneksiz olarak bir şey meydana getirme, yaratma, (bkz. ibtidâ'). 2. ed. yeni ve güzel bir eser meydana getirme.

ibdâ' (a.i.) yoktan ortaya koyma, îcad.

ibdâ' (a.i.) 1. bir kimsenin, kârı tamamen kendisine ait olmak üzere, bir başkasına sermâye vermesi, (bkz: ibzâ'). 2. sorulan şeye güzel cevap verme; güzel söz söyleme. 3. kandırma, (bkz: iknâ').

ibdâd (a.i.) 1. bir şey uzatma, uzatılma. 2 . uzaklaştırma.

ibdâiyye (a.i.) yaradılış doktrini, fr. creationisme.

ibdâ'-kâr (a.f.b.s.) ibdâ' yapabilen kimse, (bkz. mübdi').

ibdâl (a.i.) 1. birinin yerine diğerini getirme. 2. ed. bir harfin yerine diğerini getirme, değiştirme.

ibdân (a.i.) 1. câriye. 2. kısrak.

îbek (f.i.) put, haç. (bkz: çelîpâ, sanem).

iber (a.i. ibret'in c.) ibretler, alınan kötü dersler.

iber (a.i. ibre'nin c.) iğneler, mıknatıslı iğneler. (bkz: ibâr).

ibgaz ("ga" uzun okunur, a.i. buğz'dan) buğzetme, hoşlanmama, sevmeme.

ibhâ (a.i.) kesilme, (bkz: inkıtâ').

ibhâc (a.i.) sevindirme, sevindirilme, sevinç verme.

ibhâh (a.i.) sesini tutma, sesini boğuk çıkarma.

ibhâk (a.i.) kör etme, gözünü çıkarma.

ibhâl (a.i.) salıverme, kendi hâline bırakma.

ibhâm (a.i.c.ibhâmât) 1. kapalı bırakma, açıklamama, belli etmeme, gizli kapaklı tutma. 2. ed. sözün, anlaşılamayacak derecede kapalı olması. 3 (c. ebâhîm) el ve ayak başparmağı.

ibhâm-ı lâfzî mant. ikizlilik, fr. ambiguite.

ibhâm-ı ma'nevî mant. ikizanlam, fr. amphibologie.

ibhâmât (a.i. ibhâm'ın c.) gizli kapaklı tutulan şeyler, açıklanmayan şeyler.

ibhâr (a.i.) deniz yolculuğu etme.

ibhîrâr (a.i.) gece yarısıolma

ibil, ibl (a.i.c. âbâl) dişi deve.

ibka' "ka" uzun okunur, a.i.) 1. baki, dâim, devamlı, sürekli kılma. 2. yerinde, evvelki hâlinde bırakma. 3. sınıf geçememe.

ibka-ı mâkân alâ mâkân her şeyi olduğu gibi bırakma.

ibka-yi nam ad bırakma.

ibkâ' (a.i.) ağlatma.

ibkaen ("ka" uzun okunur, a.zf.) ibka suretiyle.

ibkaen ta'yîn işinden ayrılan bir me'muru tekrar eski işine getirme.

iblâ' (a.i.) bel'ettirme, yutturma.

iblâğ (a.i.) 1. vardırma, vardırılma. 2. eriştirme, eriştirilme. 3. ulaştırma. 4. gönderme.

iblân (a.i.c.) iki sürü deve. ["ibl "in tesniyesi].

iblî (a.i.) deveci.

iblîm (a.i.) 1. bal. (bkz: asel). 2. anber.

iblîs (a.i.c. ebâlîs, ebâlise) 1. şeytan. 2. s. hîlekâr.

iblîs-âne, iblîs-kârâne (a.zf.) ibliscesine, şeytanca.

ibn (a.i.c. benûn, ebnâ) oğul.

ibn-i arz gurbette bulunan, garip yolcu.

ibn-i hurre dürüst, doğru, namuslu.

ibn-il-cellâ çok meşhur, şanlı adam.

ibn-il-harem gayri meşru çocuk, (bkz: veled-i zinâ).

ibn-ül arabî, ibn-i arabî Hz. Muhiddîn-i Arabî.

ibn-ül-vakt, ibn-i vakt vaktin uyarına giden, zamana uyan, vakte göre hareket eden.

îbn-ül-hattâb (bkz. Ömer-el-Fârûk).

ibn-üs-sebîl, ibn-i sebîl yolcu, (bkz: reh-neverd).

ibn-i üsbûayn 1) ayın on dördü; 2) çok güzel genç.

ibn-üz-zemân zamane çocuğu.

ibn-üz-zinâ piç.

ibne (a.i.) 1. kız çocuğu. 2. o. tayıncı, verek. (bkz: me'bûn).

ibniyye (a.i.) fer. ölmüş olan kimsenin oğlunun kızı veya oğlunun oğlunun kızı.

İbnü-Sînâ (a.h.i.) islâm dünyâsının en büyük feylesoflarından biridir. Babası Abdullah'dır. Aslen Belh'lidir. Garp Ortacağında Avicenna diye tanınmış idi. Fakat, yakın zamanlarda, garplılarca da İbnü Sînâ adı kullanılmaya başlanmıştır. (980-1037).

İbnü Teymiyye (a.h.i.) Heratlı meşhur Hanbelî âlim.

ibrâ (a.i. ber'den) 1. berî kılma, berâet etme, temize çıkarılma, aklanma.

ibrâ-i âmm huk. bütün dâvalardan, birini temize çıkarma.

ibrâ-i ıskat huk. birisindeki hakkını kısmen veya tamamen terk etme, bağışlama.

ibrâ-i istifâ huk. bir kimsedeki hakkını aldığına dâir ikrar ve tasdik.

ibrâ-i hâss huk. birçok hususlardan yalnız birine taallûk eden dâvadan bir kimseyi temize çıkarma. 2. hastayı iyi etme.

ibrâd (a.i.) 1. soğutma. 2. gücsüzleştirme.

ibrâm (a.i.c. ibrâmât) can sıkacak derecede ısrar etme, üstüne düşme; zorlama.

ibrâmât (a.i. ibrâm'ın c.) ısrar etmeler, üstüne düşmeler; zorlamalar.

ibrâ-nâme (a.f.b.i.) ibra senedi, arada alacak verecek kalmadığını gösteren senet, kâğıt.

İbrânî (a.h.i.) 1. Yahudi kavminden olan kimse, (bkz. İbrî). 2. s. Yahudi kavmiyle ilgili.

ibrâr (a.i.) yeminin doğruluğu tasdik edilme.

ibrâz (a.i. bürûz'dan) meydana çıkarma, gösterme.

ibrâz-ı fazl u hüner hüner ve malûmat gösterme.

ibrâz-ı şecâat yiğitlik gösterme.

ibre (a.i.c. iber) 1. iğne. 2. bot. çam, köknar, sedir sınıfına mensup ağaçların yaprağı.

ibre-i hayyât, ibret-ül-hayyât 1) terzi iğnesi; 2) kendi işini bırakıp başkasının işini düzeltmeye çalışan [adam].

ibre-i hevâmm akrep, arıve benzeri böceklerin zehirli iğnesi.

ibre-i lâmî büyük iğne.

ibre-i mıknatîsî f i z. şimal (kuzey), cenup (güney) taraflarınıgösteren pusla iğnesi.

ibre-i mıknatısiyye fiz. (bkz: mıknatısî).

ibre-i râiyye bot. ıtır çiçeği cinsinden ve "dönbaba" denilen bir nebat (bitki).

ibret (a.i.c. iber) 1. kötü bir hâdiseden (olay) alınan ders. 2. acayip, tuhaf. 3. iskender Efendi tarafından, 31 Mayıs 1870'den 5 Nisan 1873'e kadar İstanbul'da yayımlanmış olan günlük Türkçe gazete.

ibret-i âlem için âleme, herkese ibret, gözdağı olsun diye.

ibret-i müessire birine tesir ederek onun ders almasını sağlayan.

ibret-âmîz (a.f.b.s.) ibret veren.

ibret-âmûz (a.f.b.s.) ibret veren, ondan ders alınmasını sağlayan.

ibret-bahş (a.f.b.s.) ibret veren.

ibret-bîn (a.f.b.s.) ibret almış.

ibreten (a.zf.) ibret olsun diye.

ibreten li-s-sâirîn başkalarına ibret olmak üzere.

ibret-endûz ibret almaya örnek olan.

ibret-nümâ (a.f.b.s.) ibret gösteren, ibret olan. (bkz: ibret-nümûn).

ibret-nümûn (a.f.b.s.) ibret gösteren, ibret olan. (bkz: ibret-nümâ).

ibret-endûz ibret almaya örnek olan.

ibrevî (a.s.) l. iğne ile ilgili. 2. iğne gibi. [doğrusu "ibrî" dir]. (bkz: ibrî).

ibreviyye (a.i.) bot. sardunyagiller, [doğrusu"ibriyye" dir].

ibrî (a.h.i.) ibranî, Yahudi, (bkz: ibranî1), [müen. "ibriyye"].

ibrî, ibriyye (a.s.) 1. ibresi, iğnesi olan. 2. i. zool. iğneliler, fr. styloide. 3. iğne yapan, satan.

ibrîc (a.i.) yayık [ayran yapan âlet].

ibrîk (a.i.c. ebârik, ebârika) toprak veya mâdenden yapılmış, kulplu ve emzikli su kabı.

ibrîk-i mey şarap kabı.

ibrîk-dâr (a.f.b.i.) tar. eski saraylarda, konaklarda el ve yüz yıkanacağı zaman ibrikle su döken veya ibrik işlerine bakan kimse.

ibrîn (a.s.) yüzü parlak, güzel olan sevgili.

ibrinşâk (a.i.) ağaçta çiçek açma; ağacın çiçeği tomurcuğunu yarıp çıkma.

ibrîsüm (a.i.) ibrişim.

ibriyyûn (a.h.i.c.) Ibrânîler, Yahudiler.

ibrîz, ibrîzî (a.s.) hâlis, saf [altın], (bkz: asced).

ibsâl (a.i.) 1. men'etme. 2. bir şeyi rehin ve sipariş etme.

ibsân (a.i.) insanın, yüzü veya huyu güzel olma.

ibsâr (a.i.) dikkatle bakma, fr. vision.

ibsârî (a.s.) dikkatle bakma ile ilgili olan, fr. visuel.

ibsâs (a.i.) 1. dağıtma, yayma. 2. sırrıortaya koyma.

ibsi'râr (a.i.) at yarısında koşuşma, (bkz. ibsîrâr).

ibsîrâr (a.i.). (bkz. ibsi'râr).

ibşâr (a.i. büşr'den. c. ibşârât) müjde verme, müjdeleme, muştulama, (bkz: tebşîr).

ibşârât (a.i. ibşâr'ın c.) müjdelemeler, müjde vermeler, muştulamalar, (bkz: tebşîrât).

ibşâş (a.i.) bazı çiçek ve nebatların birbirine sarılıp karışması.

ibtâ' (a.i.) ağır hareket, davranış; gecikme, geciktirme.

ibtâl (a.i.) 1. boş, hükümsüz bırakma, bırakılma, bozma; boşa çıkarma. 2. lağvetme, feshetme.

ibtâl-i hiss hek. duyum yitimi, anestezi, uyuşturma, duyarlığı giderme.

ibtâle (a.i.) bâtıl, boş, beyhude şey.

ibtâliyyât (a.i.c.) boş, bir işe yaramayan sözler.

ibtâr (a.i.) 1. alabileceğinden fazla eşya yükletme. 2. şaşma, şaşakalma.

ibtâr (a.i.) 1. esirgeme, mahrum etme. (bkz. dirîğ). 2. gündüzün başlangıcı, kuşluk namazı. 3. parçalama.

ibtâş (a.i.) şiddetle kavrama, tutma.

ibtât (a.i.) kesmek, (bkz: kat').

ibtiâr (a.i.) kuyu kazma, kazdırma,

ibtiâs (a.i.) ba's etme, gönderme.

ibtidâ' (a.i. bed'den) 1. başlama. 2. başlangıç. 3. zf. ilkin, en önce, başta.

ibtidâ-i dâhil medreselerde orta tahsili verenler.

ibtidâ-ı hâric medreselerdeki üç tahsil derecesinden ilki.

ibtidâ-i semt astr. doğuyu veya batıyı gösteren ufuk dairesi.

ibtidâ-i cülûs tahta çıkışın, hükümdarlığın başlangıcı.

ibtidâ' (a.i.). (bkz: ibdâ1).

ibtidâd (a.i.) iki kişinin bir şeyi bir taraftan tutması.

ibtidâen (a.zf.) başlangıç olarak, en önceden.

ibtidâh (a.i.). (bkz. irticâl).

ibtidâî (a.s.) l. ilk ile ilgili, ilke mensup, ilk derecede.

Mekteb-i ibtidâî *ilk okul.

Tedrîsât-ı ibtidâiyye ilköğretim. 2. ham, işlenmemiş.

Mevâdd-ı ibtidâiyye ham maddeler.

ibtidâî madde ham madde.

ibtidâiyyât (a.i.c.) 1. başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler. 2. bu derslere ait kitaplar.

ibtidâiyye (a.s.). ["ibtidâî"nin müen.]. (bkz. ibtidâî).

İbtidâ-nâme (a.f.b.i.) MevlânâCelâlüddîn-i Rûmî'nin büyük oğlu Sultan Veled'in, içinde Türkçe beyitler de bulunan Farsça, dînî, tasavvufî ve ahlâkî manzum bir eseri,

ibtidâr (a.i.) bir işe sür'atle, çabuklukla başlama.

ibtidâ-şüdegân (a.f.b.i.) stajiyer.

ibtiga' ("ga" uzun okunur, a.i.) 1.talep, arzu, istek. 2. maksat, gaye.

ibtiga-en-li-merzât-illah Allah'ın rızâsını talep maksadıyla.

ibtiga-yi te'vîl te'vil maksadıyla.

ibtihâc (a.i.) her şeyde bolluk, (bkz: mebzûliyyet).

ibtihâc (a.i.) sevinç, sevinme, gönlü açılma, (bkz: sürûr).

ibtihâl (a.i.) yalvarıp yakarma, (bkz: niyâz, tazarru').

ibtihâr (a.i.) ikiye bölünme, iki parça olma.

ibtihâs (a.i.) bir şeyin doğru olup olmadığını öğrenmek için sorup soruşturma.

ibtika' ("ka" uzun okunur, a.i.) rengin tabîî olarak değişmesi.

ibtikâ' (a.i. bükâ'dan) ağlama.

ibtikâr (a.i.); sabahleyin erken kalkma.

ibtilâ' (a.i.) mübtelâ'lık, bir şeye düşkün olma, düşkünlük, tiryakilik.

ibtilâ-yi şedîd şiddetli düşkünlük.

ibtilâ' (a.i. bel'den) 1. zorlukla yutma. 2. gelini gerdeğe koyma.

ibtilâc (a.i.) görünme; meydana çıkma.

ibtilâl (a.i.) ıslanmak.

ibtilâz (a.i.) alma.

ibtinâ' (a.i. binâ'dan) bir şeyin üzerine bina etme, kurma, bir şeye dayanma [bahis ve dâvada].

ibtinâen (a.zf.) mübtenî olarak, dayanarak.

ibtirâ' (a.i.) ağaç yontma.

ibtirâd (a.i.) 1. serinlemek üzere soğuk su içme. 2. soğuk su dökünme, duş.

ibtisâm (a.i.) tebessüm etme, hafif gülme, gülümseme.

ibtisâmât (a.i. ibtisâm'ın c.) hafif gülmeler, gülümsemeler.

ibtisâr (a.i.) bir şeye başlama, (bkz: ibtidâ, ibtidâr).

ibtisâr (a.i. basar'dan) can ve gönülden görme, görüp esâsına, hakikatine varma.

ibtişâk (a.i.) 1. yalan söyleme. 2. namusa, haysiyete dokunma.

ibtitâ' (a.i.) kesilme, (bkz: inkıtâ').

ibtitâr (a.i.) tâbi olma, uyma.

ibtiyâ' (a.i.) mübâyaa etme, satın alma.

ihtiyâr (a.i.) 1. kavga etme. 2. güçsüz, kuvvetsiz olma. 3. seçip kabul etme.

ibtiyâz (a.i.) biriktirip yığma.

ibtizâ' (a.i.) bir şey açık, meydanda olma.

ibtizâl (a.i. bezl'den) 1. bir şeyin hor kullanılması. 2. bir şey, çokluğundan dolayı değerini kaybetme, bayağılaşma, ayağa düşme. 3. bir şeyi sürekli olarak kullanma. 4. ed. umumileşmiş, ağızdan ağıza düşerek müptezel olmuş sözlerin gevelenmesi.

ibtizâr (a.i.) cebir ve zor ile alma; soyma.

ibtizâz (a.i.) ihtiyaç dolayısıyla hakarete ve zillete katlanma.

ibyizâz (a.i.) çok ağarma, beyazlanma.

ibzâ' (a.i.) birini son derece keder ve sıkıntıya düşürme, mahvetme.

ibzâ' (a.i.) fena, kötü söyleme.

ibzâ' (a.i.). (bkz: ibdâ').

ibzâl (o.i.) esirgemeyip bol bol harcama ve bol kullanma.

ibzâl-kârâne (a.f.zf.) bollukla, bol bol, bol olarak, bolca.

ibzâr (a.i.). (bkz: isrâf).

ibzâz (a.i.) semirme, yağlanma.

ibzâz (a.i.) bir şeyi lüzumundan veya istenilen mikdardan az verme.

ibzîm, ibzîn (a.i.) mâdenden yapılmış kemer tokası.

îcâ' (a.i. veca'dan) veca verme, verilme, ağrıtma, ağrıtılma.

icâa (a.i. cû'dan) yiyecek, içecek vermeyerek aç bırakma.

i'câb (a.i. ucb'dan) 1. taaccübe düşürme, şaşırtma. 2. kendini beğenmişlik. [Arapçada "iyiliğe, güzelliğe hayran etme" mânâsına gelir],

îcâb (a.i. vücûb'dan. c. îcâbât) 1. lâzım gelme, gerek. 2. bir sözleşme için ilk söylenen söz. 3. mant. olumlama, olumlu halde bulunma, fr. affirmation.

îcâb-ı hâl durumun gereği.

îcâb-ı maslahat işin gereği.

îcab ve kabûl eko. ibraz edilen vesikanın, teklifin kabulü.

îcâbât (a.i. îcâb'ın c.) îcaplar.

îcâben (a.zf.) ister istemez, gerekli olarak.

icâbet (a.i.) 1. kabul etme, kabul edilme. 2. muvafakat etme, razı olma, uyma

Ümmet-i icâbet Müslümanlar.

icâbet-gâh (a.f.b.i.) kabul etme yeri.

icâbet-gâh-ı ilâhî Allah'ın duaları kabul ettiği yer.

îcâbî (a.s.) 1. îcapla ilgili. 2. olumlu.

îcâbiyye (a.i.) gerekircilik, fr. determinisme.

icâd, ücâd (a.i.) pencere ve kapı üstlerinde bulunan kemer.

îcâd (a.i.) 1. vücûda getirme, getirilme. 2. yeniden bir şey çıkarma.

Âlem-i îcâd (îcâd âlemi) bütün yaratılmışlar.

Nev-îcâd yeni ortaya çıkmış.

îcâd-ı akl-ı insânî insan aklının îcâdı.

îcâd-ı bedâyi' güzel şeyler yaratma. 3. ed. yeni bir fikri, yeni bir mevzuu zihinde bulma.

icâde (a.i.) iyi yapma, yapılma, iyi işleme.

îcâd-gerde (a.f.b.s.) îcâdedilmiş, yeni ortaya konulmuş.

i'câf (a.i.) hiç durmadan hastaya bakma.

ic'âf (a.i.) yıkma, yere düşürme.

icâh (a.i.) perde, örtü. [üç türlü harekesiyle de kullanılabilir].

i'câl (a.i.) 1. acele ettirme. 2. öne geçme.

icâle (a.i.) cevelân ettirme, dolaştırma, dolaştırılma.

icâle-i esb atı dolaştırma.

icâle-i fikr derin derin düşünme, düşünüp taşınma.

icâle-i kalem kalem dolaştırma.

icâlet (a.i.) 1. acele ile yapılan iş. 2. el kitabı, fr. manuel. (bkz.ucâlet).

icâleten (a.zf.) acele olarak, acele olmak üzere, (bkz. ucâleten).

icâm (a.i. eceme'nin c.) 1. ağaçlıklar, çalılıklar, kamışlıklar. 2. arslan yatakları.

i'câm (a.i.) yazıyı, harfleri noktalama, yazıya nokta koyma.

icân (a.i.) 1. boyun, (bkz: unk). 2. anat. apış arası.

îcâr (a.i.) 1. kiraya verme, verilme. 2. kira parası.

icârât (a.i. icâre'nin c.) kiralar, îratlar, gelirler.

icâre, icâret (a.i.c. icârât) 1. kira, îrat, gelir.

Kitâb-ül-icâre Mecelle'nin mevzuu kıra ve kiralamaya ait olan kısmı.

icâre-i akar ev, arsa gibi şeylerin kirası.

icâre-i fâside fık. icârenin in'ikad şartları bulunup da sıhhat şartlarından biri bulunmayan icâre.

icâre-i hayvân hayvan kiralama.

icâre-i lâzime huk. hıyâr-ı şart, hıyâr-ı ayb ve hıyâr-ı rü'yet gibi hıyârattan ârî olan sahih icâre.

icâre-i mevkufe huk. [eskiden] gayrın hakkı taallûk eden icâre.

icâre-i muaccele peşin kira.

icâre-i mûceze akit zamanından itibaren olan kira.

icâre-i muzâfe geleceğe ait, belli bir zamandan itibaren akdolunacak kira.

icâre-i müeccele sonradan alınacak kira.

icâre-i mün'akide huk. in'ikadeden, yâni in'ikat şartlarını cami olan icâre.

icâre-i müsânehe huk. yıllık olarak yapılan bir îcâr akdidir.

icâre-i müşâhere huk. aylık olarak yapılan îcâr akdi. [bir akarı, her aylığı elli liraya olmak üzere kiraya vermek gibi].

icâre-i nâfize fık. gayrın hakkı taalluk etmeyen icâre.

icâre-i sahîha huk. zâten ve vasfen meşru olan, yâni in'ikat şartlarını ve sıhhati cami olan icâre.

icâre-i tavîle huk. uzun bir müddetle vuku' bulan icâre. [bir maslahata veya şart-ı vâkıfa müstenit olmadıkça bir vakıf akar bir seneden, bir vakıf arazî de üç seneden ziyâde müddetle icâreye verilemez. Emvâl-i yetim hakkında da hüküm böyledir].

icâre-i urûz fık. malûm müddet için malûm bedel mukabilinde elbise ve menkul eşyanın kiralanması.

icâre-i vâhide vakıf olan müsakkafâtın ve müstegallâtin ay ve sene gibi kısa müddetle îcârı.

icâreteyn (a.i.c.) hem derhal alınan hem ileride alınacak kirası olan vakıf bina, iki kiralı vakıf.

îcâz (a.i.) 1. sözü kısa söyleme. 2. ed. az sözle çok mânâ anlatma.

îcaz-ı harf ed. anlamda bir değişiklik yapmamak, anlamı bozmamak üzere cümleden bir kelime veya kelime grubunun çıkarılması.

îcaz-ı hasr az sözle, çok mânâ anlatma.

îcâz-ı kasr ed. sözde bir değişiklik olmadığı halde mânânın zenginliği.

îcâz-ı makbûl ed. başka bir söz veya açıklamayı gerektirmeyen ifâde; az sözle çok şey anlatma.

îcâz-ı muhill ed. sözü, mânâsı anlaşılmayacak şekilde kısaltma.

îcâz-ı takdîr ed. düşünüldükçe geniş, etraflı anlamlar çıkan söz.

îcâz-ı tazammun ed. sözün, hiç bir düzeltmeye ve değişikliğe yer vermeyecek şekildeki mükemmelliği.

icâz (a.i.) kadın başörtüsü.

i'câz (a.i.c. i'câzât) 1. âciz bırakma, acze düşürme. 2. şaşırtma. 3. ed. mucize sayılacak kadar düzgün söyleme.

Hadd-i i'câz, derece-i i'câz güzel söylemenin son haddi. 4. bir benzerini yapmada herkesi acze düşürme.

îcâzâne (a.f.zf.) icaz yoluyla, sözü kısaltarak.

icâzet (a.i.) 1. izin, ruhsat. 2. diploma. 3. eski bir yazı türü

Hatt-ı icâzet Arap harfleriyle yazılmış bir yazı türü, icazet yazısı.

icâzet-i kavliyye huk. bir kimsenin bir şey hakkında "izin verdim" demesi.

icâzet-i küllî [evvelce] Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine musâlaha, muahede akdi ve sâir işler hakkında verilen me'zûniyet.

icâzet-i lâhika huk. bir kimsenin önce izni olmadığı halde, yapıldıktan sonra bir şeyi kabul ve tasdîk etmesi.

icâzet-nâme (a.f.b.i.) icazet kâğıdı, şahadetname, diploma, [evvelce medreseden yetişenlere verilirdi].

i'caz-kâr (a.f.b.s.) 1. herkesin yapamayacağı surette iş gören. 2. söz söyleyen.

i'cazkâr-âne (a.f.zf.) herkesi, yarışmada âciz bırakacak yolda.

i'câz-nümâ (a.f.b.s.) bir mu'cizeyi andıracak kadar eser ve ustalık gösteren.

icbâr (a.i.) cebretme, zorlama, zorlanma.

icbâr-ı nefs kendini zorlama, zorla kendini tutma.

iccâne (a.i.c. ecâcîn) leğen; tekne.

iccâr (a.i.c. ecâcîr) ev çatısı, dam.

iccâs (a.i.) erik. [bâzı yerlerde zerdâli, armut].

icdâf (a.i.) bağırıp çağırma.

icdân (a.i.) sonradan zengin olma.

icfâr (a.i.) alışkanlıktan vazgeçme.

icfîl (a.s.) 1. korkak [adam]. 2. yaşlı kadın.

ichâ' (a.i.) ayaz çıkma.

ichâ-yi hevâ havanın ayazı.

ichâd (a.i.) son derece, eleme, kedere, sıkıntıya uğratma, uğratılma.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin